Etiket: konuşma

  • “Her 20 çocuktan 1’i kekemelik ile karşı karşıyadır”

    “Her 20 çocuktan 1’i kekemelik ile karşı karşıyadır”

    Dünya genelinde yetişkinlerde yüzde iki, çocuklarda ise yüzde beş oranında kekemeliğe rastlandığı belirtildi.
    22 Ekim Dünya Kekemelik Günü’ne dikkat çeken Mavi Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi Uzman Dil ve Konuşma Terapisti Melda Nisan Şahin, her 20 çocuktan birinin kekemelik ile karşı karşıya olduğunu söyledi. Gelişimsel kekemeliğin daha yoğun olarak görüldüğünü kaydeden Şahin, ”Kekemelik gelişimsel ve edinilmiş kekemelik olarak ikiye ayrılabilir.

    Edinilmiş kekemelik toplumda çok az görüyoruz, görülme oranı çok düşük. Gelişimsel kekemelik daha yoğunlukla görülüyor. Gelişimsel kekemelik 2-4 yaşlarında başlıyor çocukların yüzde 5’i bu durumu yaşamakta. Altı, on iki aylık periyotta kekemelik ilk çıktığı andan itibaren kendiliğinden iyileşme durumu söz konusu yüzde 85-90’nında. İlerleyen süreçlerde bu durum kalıcı hale gelebiliyor.

    Kalıcı olması için çeşitli risk faktörleri var. Örneğin çocuğun erkek olması, ailesinde kekemelik bulunuyor olması, dilsel faktörler, psikojenik ve çevresel faktörleri bu durumun kalıcı olmasına yönelik maalesef risk oluşturuyor” dedi.

    “Kekemelik çok boyutlu değerlendirilmesi gereken bir bozukluk türü”
    Kekemeliğin çok boyutlu nedenlerle ortaya çıktığını kaydeden Şahin, “Toplumda kekemelik, korkudan oluştuğu bir anda köpekten korktuğu, rüyasında bir şey gördü ondan sonra kekemelik başladı, gibi geri bildirimler alabiliyoruz. Kekemelik çok boyutlu değerlendirilmesi gereken bir bozukluk türü. Kekemelik çok boyutlu nedenlerle ortaya çıkıyor.

    Genetik, nörolojik , motor, bilişsel, dilsel ve duygusal faktörler buna eşlik ediyor ortaya çıkmasına sebep oluyor. Korku, sadece kekemeliği tetikleyici bir faktör olarak değerlendirebiliriz. Aslında var olan zeminde kekemelik durumu vardır ama ortaya çıkmasına bir korku vesile olabilir” diye konuştu.

    Kekemeliğin dünyada genellikle yüzde bir oranında göründüğünü ifade eden Şahin, “Dünya genelinde kekemelik yüzde bir oranda görülmekte. Bunların yüzde beşi genellikle çocuklarda görülüyor.

    Yetişkinlerde ise yüzde bir, iki oranında kekemelik görülmekte. Dolayısıyla çocuklarda daha fazla görüyoruz. Aslında çocukların çoğu hayatının bir kısmında ‘akıcısızlık’ dediğimiz kekemelik durumunu yaşıyor. Çocuklar dil öğrenme sürecinde dil edinirken bir çok tekrar yaparak kekemelik benzeri davranışlar gösterebiliyor” şeklinde konuştu.

    “Kekemelikte herhangi bir ilaç tedavisi mümkün değil”
    Kekemeliğin herhangi bir ilaç tedavisinin mümkün olmadığını ifade eden Şahin, “Kekemelikte herhangi bir ilaç tedavisi mümkün değil. Eşlik eden psikolojik durumlar varsa bazen klinik psikologlarla birlikte çalışabiliyoruz.

    Sadece dil ve konuşma terapisi süreci var. Kekemelik terapileri aktif katılım ve motivasyon gerektirir. Danışan, terapistle ortak hedefler belirleyerek bu sürece devam eder. Herhangi bir süre belirtmek söz konusu değil. Kekemelikte en büyük problem konuşmaya devam etmek, iletişime devam etmemekle alakalı.

    Birey var olan alışkanlıklarını değiştirmediği zaman çevre ona çok destek olmadığı zaman, sözünü bitirdiği ya da dalga geçme konusu olduğu zaman iletişimi kesme noktasına gelebiliyor. Bizim için en önemli olan aslında kekeme bireylerin kendini ifade etmeye devam etmeye çalışması” diye konuştu.

    “Ne söylediğine önem vermek önemli, nasıl söylediğine değil”
    Bireyin ne söylediğinde önem vermenin önemli olduğuna değinen Şahin, “Meslek sahibi olma kısmı kekeme bireylerin paniklediği çok kaygılandığı bir durum.

    Bazı konuşma gerektiren özellikle konuşmasıyla var olan mesleklerde habercilik, spikerlik gibi durumlarda kamera önünde konuşmakla alakalı kaygı yaşayan danışanlarımız var. Konuşmayı kontrol altına aldığımız sürece herhangi bir sıkıntı yaşanmıyor. Ne söylediğine önem vermek önemli, nasıl söylediğine değil. Takılarak da olsa bir haberi gayet güzel bir şekilde anlatabiliriz karşımızdaki kişiye aktarabiliriz. Nasıl söylediğimiz değil, ne söylediğimiz çok önemli” dedi.

    “Akıcılığını artırmaya yönelik teknikler uyguluyoruz”
    Terapide uygulanan yöntemlerle ilgili açıklamada bulunan Şahin, “Terapide bazı akıcılığı şekillendirme ve konuşmanın akıcılığını artırmaya yönelik teknikler uyguluyoruz.

    Bunun yanı sıra duyarsızlaştırma ve exposure (maruz bırakma) çalışmaları uyguluyoruz. Duyarsızlaştırma ve exposure çalışmasında amacımız, bireyin iletişimden kopmaması ve karşısındaki insanlarla çok rahat bir şekilde iletişim kurmasıdır.

    Tekniklerde amacımız eğer meslek hayatında sunum yapmada ya da kamera karşısında olan bir mesleğe mensupsa kendini daha rahat ifade etmede, daha akıcı bir şekilde ifade etmeye yönelik teknikler çalışmaktayız” ifadelerini kullandı.

     

  • 3 bin dil yok olabilir

    3 bin dil yok olabilir

    “Uluslararası Anadil Günü”, Bangladeş’in girişimiyle 1999’da UNESCO Genel Konferansı’nda onaylandı ve 2000 yılından bu yana her yıl 21 Şubat günü kutlanıyor. UNESCO verilerine göre, şu anda dünya üzerinde 7 binin üzerinde dil konuşulurken, bunların 6 bin 700’ünü yerel halkların dilleri oluşturuyor ve bunlar “dünya üzerinde en çok tehdit altında olan” dilleri oluşturuyor.

    2019’da kutlanan BM Uluslararası Yerli Diller Yılı kapsamında kabul edilen karar tasarısı uyarınca UNESCO, devletlere yerli dillerin korunması için fon ve mekanizmalar kurma çağırısında bulunuyor.

    DİLLER NEDEN YOK OLUYOR?

    UNESCO’ya göre, yerli popülasyon, ülkenin nüfusunun küçük bir kısmını oluştursa bile bu toplumlar, kültürel ve dilsel çeşitliliğin en büyük bölümü. Dillerin yok olması ise geri dönülemez bir şekilde kozmopolitliğin ve insanlığın ortak mirasının yok olması anlamına gelebilir.

    BM’ye göre, dil çeşitliliğinin yok olması, biyolojik hayattan kültürel hayata kadar birçok şeyi etkiliyor.

    DÜNYA TEHLİKE ALTINDAKİ DİLLER ATLASI

    UNESCO Dünya Tehlike Altındaki Diller Atlası’na göre, 1950’den bu yana hiç kimse tarafından konuşulmayan diller, “yok olmuş” diller olarak kabul ediliyor.

    En geç konuşanların dede/nene olmuş kişiler ya da daha yaşlı kişiler olan ve çok da sık konuşulmayan diller, “kritik derecede tehlike” altında olarak nitelendiriliyor. Yine bu yaş gruplarınca konuşulan ancak gelecek nesillere aktarılmayan diller, “şiddetli derecede tehdit altında” şeklinde nitelendiriliyor.

    Çocuklar tarafından artık ana dil olarak konuşulmayan diller, “kesinlikle tehdit altında” olarak nitelendirilirken, çocuklarca konuşulan ama her yerde konuşulmayan diller de “savunmasız” kategorisine alınıyor.

    Bir dilin “güvenli” olarak nitelendirilmesi için tüm nesillerce ve dil üzerinde herhangi bir kısıtlama olmadan konuşulması gerekiyor. Bu sınıflandırmaya göre, bugüne kadar konuşulan dillerin yüzde 4’ü “yok olmuş” olarak atfediliyor.

    Bugün konuşulan dillerin yüzde 10’u “kritik derecede tehlike altında”, yüzde 9’u “şiddetli derecede tehlike altında”, yüzde 11’i “kesinlikle tehdit altında”, yüzde 10’u “savunmasız” olarak sınıflandırılıyor. UNESCO, bu dillerin bu yüzyılın sonuna kadar yok olabileceği endişesi taşıyor.