Etiket: Obezite

  • İştahsız çocuklarda obezite riski

    İştahsız çocuklarda obezite riski

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümünden Uzm. Dr. Gülden Karaoğlu, iştahsız çocuğa yaklaşım konusunda bilinmesi gerekenleri anlattı. İştahsız çocukla normal çocuk arasındaki farklara işaret eden Dr. Gülden Karaoğlu, iştahsız veya seçici çocuğun sadece en sevdiği gıdaları yediğini, yeni gıda gördüğünde endişelendiğini masada sürekli huzursuzlanıp ağladığını ve ev dışında yemekten ve başkası tarafından yedirilmekten endişelendiğini söyledi. Karaoğlu, “Normal çocuğun sevdikleri her gün değişir, yeme miktarı her gün farklıdır. Gıdayı tadıp tükürebilir ve gıdayı denemeden defalarca görmesi gerekebilir. Özellikle dikkat edilmesi gereken grup; uzun süre çok az miktar veya çeşit tüketen, her türlü gıdayı reddeden veya büyüme geriliği ya da yavaşlaması olanlardır” dedi.

    En az 3 belirti görmek gerekiyor

    Az yeme, yavaş yeme, sık sık seçicilik gösterme veya yemekle ilgilenmeme şikayetlerinin en az üçünü gösteren çocukta iştahsızlıktan söz edilebileceğine dikkat çeken Dr. Gülden Karaoğlu, yeme-yedirme sorununun en çok 4-24 aylar arasında görüldüğünü, pürtüklü gıdalara geçişte genellikle bebekler gıdayı kabul etmede zorlandığını, gıda tercihini belirlerken tekrar tekrar deneme yapmak öğrenilmiş gıda tercihini oluşturduğunu bilgisini paylaştı. Karaloğlu, bu nedenle çocukları bazı tatlara alıştırmak için bu denemeleri çok kez yapılması gerekebileceğine işaret etti.

    Yeni gıdaya başlarken dikkatli olunmalı

    Neofobi yani yeme korkusunun korunma güdüsünün yaşama yansıması olduğunu kaydeden Dr. Gülden Karaoğlu, şöyle devam etti:
    “Tamamlayıcı besinlere geçildiğinde yeni gıdaları yemeye karşı isteksizlik olarak kendini gösterir. 2-6 yaş en sık görüldüğü dönemdir. Yeni denenen gıda, bildiği gıdaya benzer koku ve tada sahipse daha kolay kabul edilir. Yeni gıdaya başlama esnasında bu durum göz önünde bulundurulmalı, bildiği gıdaya yeni gıdayı karıştırarak vermek yeni gıdanın kabul edilebilirliğini artırır.”

    “Zorlama uzun dönemde kendini kontrol yeteneğini azalttığı gibi obezite riskini de artırır”

    Okul öncesi dönemde de büyüme hızındaki artış, gıda seçiminde kendi gücünü kullanma isteği, kendi kendine yeme isteği ile gıda reddinde artış görülebileceğinin altını çizen Dr. Gülden Karaoğlu, bazen normal davranışların da anneye göre iştahsızlık olarak değerlendirilebileceğini, yeni bir tadı öğrenme sürecinde anne babanın model olma ve doğru şekilde gıda sunmasının çok önemli olduğunu söyledi.
    Dr. Gülden Karaoğlu, “Anne babada oluşan aşırı ısrar ve beklentiler, ebeveynde kaygı ve zorlayıcılık çocukta artan direnç, çatışma ve stresli ilişkiyle sonuçlanır. Doğru sonuç için otoriter/demokratik (kuralcı-duyarlı) bir yol izlemek gerekir. Baskıcı olmayan bir kontrol ile gıda alımının izlenmesi, model olma ve cesaretlendirme yöntemi kullanılır. Zorlama kısa dönemde etkili olsa da uzun dönemde kendini kontrol yeteneğini azalttığı gibi obezite riskini de artırır. Duyarlı beslenmede açlık-tokluk ipuçlarına dikkat edilmeli, göz göze temas ile konuşulmalı, olumlu sözlerle çocuk teşvik edilmelidir. Ayrıca yemeye teşvik; sözel ve fiziksel zorlama olmadan, yaşına uygun miktar ile, korunaklı-konforlu bir çevre onu seven kişilerle sağlanmalıdır. Davranışsal tedavide standart öğün saatine dikkat edilmeli, küçük porsiyonlar seçilmeli, çocuğa seçenek sunulmalı (her öğün için üç seçenek) ve seçimine saygı gösterilerek çocuk cesaretlendirilmelidir. Beslenme sırasında televizyon vb. büyük aktiviteler yapılmamalı ve ayrıca ödül ve ceza verilmemelidir” diye konuştu.

  • Obezite gelecek kuşakları etkiliyor

    Obezite gelecek kuşakları etkiliyor

    Prof. Dr. Nihat Okçu, dünyada yaklaşık 650 milyon obezite hastası olduğunu belirterek önemli uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Okçu, obezitenin sağlığı bozacak şekilde vücutta aşırı yağ birikmesi olduğuna değinerek “Vücutta aşırı yağ birikimini ortaya koyacak değişik formüller olmakla birlikte günümüzde en geçerli olanı Dünya Sağlık Örgütü tarafından benimsenmiş olan Vücut Kitle İndeksi’dir (VKİ). Bu formüle göre VKİ, vücut ağırlığının (kg) boyun metre cinsinden karesine bölünmesiyle belirlenir. Buna göre; VKİ 25-29.9 olanlar fazla kilolu, VKİ 30 ve üzerinde olanlar ise obez olarak değerlendirilir. Obezite günümüzde en önemli sağlık problemlerinden birisi olup dünyada yaklaşık 650 milyon kişinin obez olduğu bilinmektedir. Dünyada obezitede artış son 30 yılda 3 kat artarken ülkemizde son 10-15 yılda obezite artışı yüzde 60’tır. Ülkemizde yaklaşık 20 milyon kişide fazla kilo veya obezite mevcuttur. Dünyada obeziteye bağlı gelişen hastalıklarla ilişkili ölüm hızı tüm ölüm sebepleri arasında 5’inci sırada iken ülkemizde 3’üncü sıradadır” diye konuştu.

    Hem kendi hayatınızı hem çocuğunuzun hayatını etkiliyor

    Obezitenin gelişmesinde birçok risk faktörü olduğuna işaret eden Prof. Dr. Okçu, şöyle devam etti: Yaş, cins, ırk, eğitim düzeyi, beslenme alışkanlıkları, gebelik, sigara/alkol alışkanlığı, hareketsizlik, psikolojik faktörler obezitede etkili faktörlerdir. Bazı ilaçlar ve hormonal hastalıklarda obeziteye sebep olabilir. Ailevi yatkınlık obezite gelişmesinde önemli olup ebeveynlerden birinde obezite mevcutsa çocukta obezite oluşması yüzde 50, eğer iki ebeveynde obez ise çocukta obezite gelişimi yüzde 80’dir. Her iki ebeveynde obezite yoksa çocukta obezite gelişme riski ise yüzde 10’lardadır. Obeziteye bağlı olarak birçok organ ve sistemde çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Bunların başında kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet ve karaciğer yağlanması olmak üzere kanda pıhtılaşma bozuklukları, akciğer hastalıkları, çeşitli sinir sistemi hastalıkları, psikolojik rahatsızlıklar, uyku problemi ve bazı kanser türlerinde (kalın bağırsak, meme) artış görülmektedir. Buna göre obez kişilerde erken ölüm riski kilonun derecesine bağlı olmak üzere 1.5 ila 3 misli daha fazla olmaktadır. VKİ normal olanlarda 70 yaşına ulaşma ihtimali yüzde 80 iken, VKİ 35-40 olanlarda bu oran yüzde 60’a, VKİ 40 üzerinde olanlarda yüzde 50’ye kadar düşmektedir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada obez kişilerde karaciğer yağlanması görülme sıklığı yüzde 48’dir. Obezitede diyabet geliştiğinde karaciğerde yağlanmanın şiddeti daha da artmaktadır.

    Tedavi sıralaması; Diyet, egzersiz, ilaç, mide hacmini küçültme

    Prof. Dr. Nihat Okçu, obezitenin temel tedavisinin kilo vermek olduğunu belirterek “İlaç ve diğer tedaviler, diyet ve egzersizle kilo veremeyen hastalara uygulanır. VKİ’de azalmaya paralel olarak obezite ile ilişkili hastalıkların görülme sıklığı azalmakta ve yaşam beklentisi artış göstermektedir. Tedaviye başlanmadan önce hasta tüm vücut muayenesinden geçirilmeli, VKİ ölçülmeli, kan tetkikleri yapılmalıdır. Görüntü yöntemleriyle karaciğerin yağlanma durumu ve karaciğerin sertliği ölçülmelidir. Akciğer grafisi, EKG gibi tetkikler kalp-damar hastalıklarını ortaya koyma açısından yapılmalı gerekirse kardiyolog muayenesi istenmelidir. Obezite tedavisinde temel ilkeler şöyledir; ilk diyet, ikinci egzersiz, üçüncü ilaç tedavisi, dördüncüsü ise mide hacmini azaltıcı işlemler” ifadelerini kullandı.

    İlk yöntem diyet ve egzersiz

    İlk uygulanması gereken olan kilo verme ve egzersizin yan etkisi olmayan tek yöntem olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Okçu, şu bilgileri verdi: Kişinin yaşam düzenini değiştirmesi gerekir. Yani diyet ve egzersiz yapmakla kilo vermeye başlanmalıdır. Diyette unlu, şekerli ve yağlı yiyecek alınımı kısıtlanmalı, sigara, alkol, fazla kahve tüketimi sonlandırılmalıdır. Akdeniz diyeti yani sebze ve beyaz et ağırlıklı bir diyet uygulanmalıdır. Eşlik eden diğer hastalıklar (diyabet, tansiyon, kan lipid yüksekliği) birlikte tedavi edilmelidir. Egzersiz olmadan diyet tek başına zayıflamak için yeterli değildir. Egzersizde en çok tavsiye edilen yürüyüştür. Her gün 5-6 km veya günde 30-60 dakika orta tempolu yürüyüş yapılmalı. Pratik olarak günde 8-10 bin adım atılmalıdır. Kilonun yüzde 2 ila 5 kaybı karaciğerdeki yağlanmayı yüzde 30 ila 50 oranında azaltmaktadır. 1 yıl içerisinde kilonun yüzde 10 kaybı karaciğerde siroza gidiş riskini yüzde 50 oranında azaltmaktadır.

    İlaç tedavisinden her hasta aynı cevabı alamaz

    Prof. Dr. Nihat Okçu, ikinci yöntemin ise ilaç tedavi olduğunu belirterek ,“Günümüzde iştah baskılayıcı ve yağ emilimini engelleyici birtakım ilaçlar mevcut olup bu ilaçların belli oranda yan etkileri mevcuttur. Üstelik her hastada aynı oranda cevap alınamaz. İlaçların etkili olabilmesi için diyet ve egzersiz ihmal edilmemelidir. Son yıllarda kilo vermede ve tip-2 şeker hastalığının tedavisinde de kullanılan en etkili ilaç GLP-1 benzer etkili denen ilaç grubu olup bu ilaçlarla 1 yıl tedavi sonrasında ortalama 8-10 kilo kaybı sağlanmaktadır” dedi.

    Cerrahi en etkili ama en riskli yöntem

    Obezite tedavisinde en son başvurulması gereken yöntemin mide hacmini küçültücü işlemler olduğuna işaret eden Prof. Dr. Okçu, “Mide hacmini küçültücü işlemler arasında mide balonu, tüp mide oluşturma teknikleri ve mideye kelepçe takma yöntemleri bulunur. Günümüzde obezite tedavisinde en etkili yöntem cerrahi veya endoskopik olarak uygulanan mide küçültme veya by-pass ameliyatlarıdır. Ancak bir takım yan etkileri de bulunmaktadır. Bu nedenle mide ameliyatları en son tercih edilen bir yöntem olup hasta ameliyat konusunda istekli olmalıdır. Cerrahi mide küçültme ameliyatları VKİ 40’ın üzerinde olan veya VKİ 35’in üzerinde olmasına rağmen diyabet gibi metabolik problemi olan veya diğer tedavilere uyumsuz olanlara uygulanır. Ameliyatla hastalarda ortalama yılda yüzde 15 ila 17 oranında kilo kaybı olmaktadır. Mide balonuise silikon veya poliüretan malzemeden üretilmiş, şişirilmeden önce mideye yerleştirilen ve daha sonra steril sıvı ile şişirilen, böylece midede yer kaplayarak tokluk hissi sağlayan yöntemdir. Uygulama cerrahi bir müdahale değildir, ancak bazı tür balonlar anestezi altında endoskopi ile yerleştirilip çıkartılır. Günümüzde anestezi uygulamadan yutulabilir mide balonu yanında hacmi ayarlanabilir balonlar da mevcuttur. Mide balonu çeşitlerine göre midede 4 ila 12 ay kalır. Kişinin beslenme tarzı ve yeme alışkanlıkları değişir. Balon mideden çıktıktan sonra da kişi bu alışkanlıklarını devam ettirerek ideal kilosunu korur. Geri döndürülebilir bir uygulama olması ve tekrar uygulanabilirliği nedeniyle avantaj sağlar.4 ila 6 ay içerisinde ortalama vücut ağırlığında yüzde 10 ila 15 oranında azalma görülür” dedi.

  • Türkiye obezitede Avrupa birincisi

    Türkiye obezitede Avrupa birincisi

    Avrupa Obezite Raporu’na göre Türkiye’de yetişkinlerin yaklaşık yüzde 59’u aşırı kilo ve obezite ile karşı karşıya kalıyor. Obezite görülme oranı erkeklere oranla kadınlarda daha yüksek. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. Barış Sarıakçalı, Türkiye’de ki obezite durumunu değerlendirdi.

    Obezitenin bir çok sağlık sorununa yol açtığını söyleyen Sarıakçalı, “Özellikle Tip 2 diyabetin sebeplerinden biri obezitedir. Hipertansiyon, Hiperlipidemi, Kalp Damar Hastalıkları, Uyku Apne Sendromu, Osteoartroz (Eklem kireçlenmesi) ve bazı kanserler yine obezitenin getirdiği sağlık sorunlarından biridir. Obezitede genetik önemli bir faktördür. Bunun dışında kilonun artmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi, aşırı kalorili yiyecekler tüketilmesi ve hareketin azalmasıdır. Kişilerin vücut kitle indeksini ölçerek obezite tanısını koymaktayız. Hastaların vücut kitle indeksi 30 ve üzerindeyse obezite tanısı koyuyoruz. Türkiye’de 2011 yılında yapılan bir çalışmada obezite sıklığı, kadınlarda erişkin nüfusta yüzde 44, erkeklerde yüzde 27 olarak bulunmuştur. Türkiye’de her erişkin 3 bireyden birinin obez olduğu bilinmektedir. Avrupa’da obezite de Türkiye’nin birinci sırada yer aldığı bilinmektedir.” dedi.

    “Obezite, kadınlarda daha sık görülmekte”

    Erkeklere oranla kadınların daha az hareket etmesinden dolayı obezitenin kadınlarda daha sık görüldüğünü söyleyen Dr. Sarıakçalı, ”Obezite, kadınlarda hareketlerin daha az olması, beslenmenin kötü olması, hamur işi gıdalar ve ekmeğin fazla tüketilmesi, teknolojik araçların kullanımının yaygınlaşması sonucu hareketin azalması nedeniyle daha fazla görülmektedir. Beslenme konusunda biz diyetimiz de karbonhidrat yağ ve proteinleri belirli oranlarda almalıyız. Aldığımız yiyecekler yüzde 50 karbonhidratlardan, yüzde 20-25 proteinlerden, yüzde 20-25 de yağlardan oluşmalıdır. Basit karbonhidratlar dediğimiz, reçel, çikolata, bal gibi gıdalar yerine, kompleks karbonhidratlar tercih edilmelidir. Ekmek bunun örneği, tahıllar bunun bir örneği. Bunlardan yeterli ve dengeli düzeyde almayı öneriyoruz. Yağlar konusunda da doymuş yağlar değil de doymamış yağlar olan, zeytinyağı, ayçiçek yağının tüketilmesini öneriyoruz. Protein konusunda ise hastalarımıza imkanları dahilinde balık, yağsız et tüketmesini önermekteyiz” ifadelerini kullandı.

  • İstanbul’da aradığı şifayı Denizli’de buldu

    İstanbul’da aradığı şifayı Denizli’de buldu

    İstanbul’da yaşayan 62 yaşındaki Çetin Erez, kronik taşlı kolesistit rahatsızlığı nedeniyle kentteki pek çok özel ve devlet hastanesine başvurmasına rağmen tedavi olamadı. KOAH ve obezite hastalığı sebebiyle de tedavi edilemedi. Erez’in arkadaşlarının internet üzerinden yaptığı araştırmalar sonucu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Mehmet Tekin’in tedavi edebileceği bilgisini kendisiyle paylaştı. Yapılan görüşmeler sonucu Denizli’ye gelen Erez’in yapılan tahlil ve tetkiklerin ardından ameliyata alındı.

    Hasta hakkında bilgiler veren Uzmanı Op. Dr. Mehmet Tekin, “1,5 ay önce taşların bir kısmı kanada düştüğü için sarılığa çevirmiş. Gerekli müdahale yapılmış fakat ameliyatı bir türlü yapılamamış. Bizde tahlilleri değerlendirdikten sonra belden aşağısını uyuşturarak, konuşarak ameliyatını yaptık. Bizim için biraz zor oldu ama netice güzel oldu. Daha dün ameliyatını yaptık. Bugün 24. saatinde yemeğini yedi, mobilize oluyor. Bir sıkıntı yok. Normalde bugün taburcu olabilir halde fakat uzaktan geldiği için bir iki gün daha burada tutalım dedik. Biraz daha dinlendikten sonra taburcu edeceğiz” dedi.

    Ameliyatın ardından kendisini iyi hissettiğini ve aynı rahatsızlığa sahip kişiler için tavsiye uyarısında bulunan Çetin Erez, “İstanbul’da beni tedavi etmek için kimse benimle ilgilenmedi. Bir devlet hastanesi hariç. Burayı bir arkadaşım vasıtasıyla internetten buldum. Mehmet Tekin hocamla tanıştım. Yarım gün içerisinde ameliyata aldı. Beni en iyi şekilde tedavi ettiler. 24 saat dolmadı kendimi çok iyi hissediyorum. Yarın taburcu olacağım gibi. Bu tür bir rahatsızlığı olan birine Mehmet Tekin hocamı kesinlikle tavsiye ederim. Hastane çok temiz, bizlerde burada rahatça kalıyoruz” şeklinde konuştu.

  • Obezite cerrahisi sonrası diyete dikkat

    Obezite cerrahisi sonrası diyete dikkat

    Nur Ateş Şahinkaya yaptığı açıklamada, “Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi sağlığı bozacak şekilde vücutta aşırı yağ birikimi olarak tanımlamaktadır. Dünyayı saran bir salgın olan obezite ile mücadeleye olabildiğince erken başlamanın bu mücadelenin başarısına katkı vereceğini biliyoruz. Obezite ile mücadelede diyet tedavisi, egzersiz tedavisi, yaşam tarzı değişikliği tedavisi, farmakolojik tedavi kullanılsa da son dönemde artan obezite vakalarında obezite cerrahisi veya bariatrik cerrahi olarak da bilinen cerrahi tedavi de oldukça tercih edilir duruma gelmiştir. Sağlık otoritelerinin belirlediği kriterleri sağlayan hastaların ilgili hekim tarafından detaylı değerlendirilmesi ile uygulanan ve obezite ile mücadelede önemli bir yöntem olan obezite cerrahisi sonrasında, diyet yapılması gerekmektedir. Diyet polikliniğine gelen çoğu hasta uygulayacağımız diyet protokolünden bahsedince şaşırmaktadır. Birçok hastamızın beklentisi cerrahi sonrasında iştahlarının olmaması, canlarının tekrar tatlı, hamur işi vb. yiyecekleri istememesi ve diyet yapmadan zayıflayıp istedikleri bedene kavuşmaktır. Ancak obezite cerrahisi sonrasında belli bir disiplin içerisinde uygulanması gereken bir diyet protokolü mevcuttur. Bu diyet protokolünün öncelikli iki hedefi; cerrahi travma sonrası doku iyileşmesi ve yağsız doku (kas) kaybının minimum düzeyde olmasının sağlanması ile yeterli enerji ve besin öğesi gereksinimlerinin karşılanması için besinlerin; erken doygunluk sağlayacak, reflü ve dumping sendromunu minimum düzeyde tutacak, ağırlık kaybı sağlayacak, kaybedilen ağırlığın geri kazanımını engelleyecek özellikte seçilmesidir. Bedenin yağsız dokusu yani kas dokusunun korunması için Amerikan Endokrin Topluluğu, Bariatrik Cerrahi Hastalarında Postoperatif Beslenme ve Endokrin Yönetimi Kılavuzu; postoperatif uzun dönemde yağsız vücut kütlesini koruyabilmek için obezite cerrahisinin hangi yöntemle yapıldığı fark etmeksizin tüm hastaların diyetlerinin günde 60 ila 120 gram protein içermesini önermektedir” ifadelerini kullandı.

    “Obezite cerrahisi sonrası en kolay şey kilo vermektir zor olansa verilmiş olan kiloyu sağlıklı bir şekilde vererek bir ömür boyu koruyabilmektir”

    Uzman Diyetisyen Nur Ateş Şahinkaya, obezite cerrahisi sonrasında diyet yapmanın sağlığı korumakta çok önemli olduğunu söyledi.

    Her hasta için kişisel diyet planlaması yapılması gerektiğini dile getiren Şahinkaya, “Protein gereksinimini tamamlayacak şekilde planlanan hastaya özel diyet, her bir aşaması hastadan hastaya değişiklik gösterecek şekilde 5 basamaktan oluşmaktadır. Bu basamakları 1’inci evre-Açık Sıvı Diyet, 2’nci evre-Tam Sıvı Diyet, 3’üncü Evre-Püre Diyeti, 4’üncü evre-Yumuşak Diyet, 5’inci evre-Devam Programı (Normal Katı Diyet) olarak sınıflamaktayız. Her bir basamağın uygulanma süresi yaklaşık iki hafta olarak düşünülse de hangi hastanın hangi basamakta ne kadar süre kalması gerektiği, bir üst basamağa geçişi veya herhangi bir beklenmedik durumla karşılaşılınca (kusma, ishal, mide bulantısı vs.) gereksiyorsa bir alt basamağa geri dönme aşamaları da obezite cerrahisi sonrası diyet tedavisinin mutlaka diyetisyen tarafından kontrol altında olmasını zorunlu kılar. Obezite cerrahisi sonrası ilk ay, 3’üncü ay, 6’ncı ay ve 1 yıllık süreç oldukça kıymetli bir süreçtir. Özellikle bu süreci bariatrik cerrahi alnında çalışan bir diyetisyen desteğiyle geçirmeniz, cerrahi sonrası gelişebilecek kusma, bulantı, kan şekeri dengesizlikleri, reflü vb. gastrointestinal sistem problemlerinin önlenmesine, kas kütlenizin korunmasına ve saç dökülmesi, tırnakların kırılması gibi vitamin-mineral eksikliklerinin sebep olabileceği diğer komplikasyonların en aza indirilmesine yardımcı olur. Obezite cerrahisi sonrası en kolay şey kilo vermektir, zor olansa verilmiş olan kiloyu sağlıklı bir şekilde vererek bir ömür boyu koruyabilmektir. Tekrar kilo almanın önüne geçmek için de yılda bir diyetisyeninizi ziyaret etmenizi tavsiye edebilirim” dedi.

  • Obezitede büyük artış bekleniyor

    Obezitede büyük artış bekleniyor

    Dünya Obezite Federasyonu tarafından yayımlanan “Dünya Obezite Atlası 2023” raporunu değerlendiren Mardin Artuklu Üniversitesi Tıp Fakültesi Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Hasan Basri Savaş, raporun obezite hakkında çok detaylı ve önemli bilgiler içerdiğini, önlem alınmazsa önümüzdeki 12 yıl içinde dünya nüfusunun yarısından fazlasının aşırı kilo problemi yaşayacağının öngörüldüğünü söyledi. Hem Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hem de Sağlık Bakanlıklarının öncelikli hedefleri arasına obezite ile mücadeleyi aldığını belirten Doç. Dr. Savaş, aşırı kiloların hem beden sağlığı hem de ülke ekonomisi için yıkıcı bir etkiye sahip olduğunu aktardı.

    “Aşırı kilonun ekonomi üzerine oluşturduğu yük Covid-19 pandemisinin ekonomik etkilerine eşdeğer mahiyettedir” diyen Dr. Savaş, şöyle konuştu:

    “Beden sağlığı üzerine aşırı kilonun etkileri ise kalp-damar hastalıkları, diyabet (şeker) hastalığı, kalp krizleri, inmeler ve birçok kanser türü başta olmak üzere birçok yaşam kalitesini düşüren ve ölümcül olabilen hastalıklarla ilişkili olmasıdır. Obezite; çok karmaşık, yaygın ve çok boyutlu bir sorun. Obezite ile mücadele etmek de sadece Sağlık Bakanlıklarının çabasıyla olmaz. Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitimin her aşamasını kapsayacak şekilde obeziteye karşı etkin mücadele edilmelidir.”

    Her iş grubunda çalışan kesimin obeziteye karşı korunması için gayret edilmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Savaş, “Aksi takdirde 2035 yılına kadar dünya nüfusunun çoğunluğu olan 4 milyardan fazla insan, fazla kilolu ya da obeziteyle yaşayacaklar. Her 4 kişiden 1’ine karşılık gelen yaklaşık 2 milyar insan obez olacak. Çocukluk çağı obezitesi 2035 yılına kadar iki katından fazla artabilir. Bunun anlamı ise birçok ölümcül kronik hastalıkların çok daha erken yaşlarda görülmeye başlaması demektir. Dolayısıyla beklenen yaşam süresi, ani ölümler, yaşam kalitesi ve benzeri sağlık parametrelerinin hepsinin olumsuz etkilenmesi söz konusudur” dedi.

    Hareketsizliğin obeziteyi tetiklediğini dile getiren Dr. Savaş, “Daha hareketli bir yaşam, asansör kullanımından kaçınma, merdiven çıkma, kısa mesafeli ulaşımda yürüme, uzun süre hareketsiz kalmama, düzenli egzersiz, tempolu ve düzenli yürüyüş, mümkünse bireyin yaşına ve sağlık durumuna uygun spor ihmal edilmemelidir. Öncelikle kilo almamanın yollarını özetledim. Obez bireyler ise bir an önce bir sağlık kuruluşuna başvurarak tedavi uygulamalılar. Obezite başlı başına ciddiye alınması ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalıktır” ifadelerini kullandı.

  • “Obezite cerrahisi son tedavi seçeneği”

    “Obezite cerrahisi son tedavi seçeneği”

    Obezitenin genel olarak “bedende aşırı yağ birikmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan birtakım metabolik ve fizyolojik rahatsızlıklardan oluşan kronik bir rahatsızlık” olduğunu ifade eden Genel Cerrah Doç. Dr. Orçun Yalav, obezitenin günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer aldığını söyledi.

    “Türkiye’de obezite oranı Avrupa’dan daha yüksek”

    2030 yılında tahmini obez hasta sayısının 1 milyar kişiye olacağının öngörüldüğünü belirten Dr. Yalav, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesel Ofisi’nin, 2022 yılı verilerine göre Avrupa’da ortalama obezite yaygınlığı yüzde 58,7 iken Türkiye’de bu oranın yüzde 66,8 ile daha yüksek olduğu bilgisini verdi.

    Dr. Yalav, önlenebilir ölüm nedenleri sıralamasında sigaradan sonra 2. sırada yer alan obezite hastalığının oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin yüzde 25-40 oranında rol oynadığını; geri kalan kısımda ise dengesiz beslenme, yetersiz fiziksel aktivite ve sedanter yani hareketsiz yaşamının etkili olduğunu ifade etti. Dünya Sağlık Örgütü’nün, obezite oranlarının beden kitle indeksine göre yani vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle (kg/m) hesaplandığını; bu hesaplamaya göre BKİ 30 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerin obez, BKİ 40 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerin ise oluşan sonuçlar ile ölümcül olabilen yani morbid obez olarak kabul edildiğini dile getirdi.

    “Kanserden felce pek çok hastalığa yol açıyor”

    Obezitenin sadece aşırı kilo alımı ve buna bağlı olarak fiziksel hareket kısıtlılığı olarak kabul edilemeyeceğine dikkat çeken Dr. Yalav, obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarını “İnsülin direnci – hiperinsülinemi, tip 2 diabetes mellitus (şeker hastalığı), hipertansiyon (yüksek tansiyon), koroner arter hastalığı, hiperlipidemi – hipertrigliseridemi (kan yağlarının yükselmesi), metabolik sendrom, safra kesesi hastalıkları, bazı kanser türleri (kadınlarda safra kesesi, endometriyum, yumurtalık ve meme kanserleri, erkeklerde ise kolon ve prostat kanserleri) osteoartrit, felç, uyku apnesi, karaciğer yağlanması, astım, solunum zorluğu, gebelik komplikasyonları, menstruasyon düzensizlikleri, aşırı kıllanma, ameliyat risklerinin artması, ruhsal sorunlar (tıkınırcasına yeme şeklinde çevrilebilecek ‘binge eating’, gece yeme veya bir şeyi daha fazla yiyerek psikolojik tatmin sağlamaya çalışma), toplumsal uyumsuzluklar, kas-iskelet sistemi problemleri” şeklinde sıraladı.

    “Obezite ameliyatı için vücut kitle indeksi en az 30 olmalı”

    “Obezite ameliyatı bir estetik ameliyat gibi düşünülmemelidir. Sadece gerekli olduğu sürece yapılan cerrahi bir operasyonlardır” diyen Doç. Dr. Yalav, güncel veriler ışığında bazı prosedürlerin yerine getirilmesi şartı ile cerrahi yöntem uygulanacak kişilerde şu kriterlere bakıldığını söyledi:

    “Vücut kitle indeksi 40 ve üzerinde olanlar; vücut kitle indeksi 35-40 arası olanlar ile buna ek olarak hipertansiyonu, tip 2 diyabeti, uyku apnesi, kalp rahatsızlığı, trigliserit yüksekliği, karaciğer yağlanması, hipoventilasyon sendromu gibi rahatsızlığı bulunanlar; vücut kitle indeksi, 30-35 arasında olanlar, medikal şekilde uygulanacak tedavilerle beraber, kan şekeri kontrol altında tutulamayan, tip2 diyabet hastaları.”

    Obezite ameliyatlarının alanında uzman hekimler tarafından gerçekleştirildiğinde sorunsuz bir şekilde uygulandığına ancak bunun ciddi bir ameliyat olduğuna ve bazı riskler taşıdığına işaret eden Dr. Yalav, “Obezite ameliyatı öncesinde kişiler mutlaka ameliyatsız yöntemler ile kilo vermeyi denemeli ve bunun için profesyonel bir destek almalıdır. Obezite cerrahisi başvurulması gereken son tedavi seçeneği olmalıdır” dedi.

  • Çocuklarda obezite alarmı

    Çocuklarda obezite alarmı

    Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de obezite gittikçe artan bir sorun olarak öne çıkarken uzmanlar her fırsatta sağlıklı beslenme ve egzersiz yapılması konusunda uyarıyor. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan Dünya Obezite Atlası’nda yer alan bilgilere göre 2035 yılında çocukluk çağı obezite oranında Türkiye’nin üst sıralarda yer almasının öngörüldüğü belirtilirken hastalığa karşı çocukluktan itibaren bilinç sağlanması gerekliliği vurgusu yapılıyor.
    Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nden Uzman Diyetisyen Büşra Tekin de çocukların beslenme çantalarında yer alan ürünlerin büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Uzman Diyetisyen Tekin, paketli gıdalar, yağlı, kızartma türü ürünler yerine sağlıklı besin gruplarının tüketilmesinin büyük önem taşıdığına dikkat çekti.

    “Doğru kahvaltı yapılmazsa okulda konsantrasyon eksikliği gelişebilmekte”

    Obeziteye karşı çocukluk çağından itibaren sağlıklı beslenme alışkanlığının edinilmesi gerektiğini ifade eden Uzman Diyetisyen Büşra Tekin, “Çocuklarımızın uzun bir zaman dilimi okulda geçtiğinden dolayı hem okulda hem evde tükettikleri besinler çok önemli. Maalesef ki son zamanlarda çocukluk çağında artan obeziteden dolayı besin tercihleri de değişmekte. Öncelikle kahvaltı günün en önemli öğünüdür ve maalesef ki çocuklarımızın en fazla atladığı öğündür. Bu öğünün atlanmasının sebepleri de çocukların geç uyanması, uykusuzluk problemi, iştahsızlık veya sabah uyandığında besin tüketimini reddetmesinden kaynaklıdır. Eğer doğru ve sağlıklı bir kahvaltı yapılmazsa okulda konsantrasyon ve dikkat eksikliği gelişebilmekte. Çocuklarımızda bundan kaynaklı okul başarısı düşmekte, baş dönmesi, baş ağrısı gibi fizyolojik sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Bundan dolayı en önemli olan kahvaltı öğününün imkan varsa evde yapılmasını tavsiye ederiz. İmkan yoksa bile çocuğun beslenme çantasına bir kahvaltı öğününün eklenmesini tavsiye etmekteyiz. Kahvaltı olarak içecek tarzında tercih edecekse çocuğumuz sağlıklı süt, ayran gibi içeceklere yönelmeli, meyve suyunu paketli değil taze sıkılmış olarak ailelerimizin evde hazırlamasını tavsiye ediyoruz. Besin grubuna bakacaksak eğer besleyici olarak tam buğdaydan yapılmış peynirli, bol yeşillik içeren sandviç grupları yapılabilir. Tam buğday unundan yapılmış ev poğaçaları yapılabilir. Annelerimizin hazırladığı sebzeli, sağlıklı börek grupları olabilir. Muz, elma gibi tüketimi kolay meyveleri de çocuklarımızın beslenme çantasına eklemeliyiz” şeklinde konuştu.

    “Kahvaltı öğününü atlayarak öğlen yağlı besinleri tercih etmek kesinlikle yanlış”

    Paketli gıdalar ve yağlı ürün tüketimiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Uzman Diyetisyen Tekin, “Okul kantinlerinde çok fazla kızartma ve paketli gıdaları görmekteyiz. Kızartma ürünü varsa çocuğumuzun tercih etmesini bir nebze engelleyip evde fırında yapılmış veya ızgara tarzında sandviçlerin arasına köfte, tavuk veya ton balığı eklenip çocuklarımıza evden bu alternatifleri oluşturmamız gerekmektedir. Ayrıca kantinlerdeki paketli gıdaların özendirici, cezbedici etkisi olsa dahi o gruplardan uzaklaşabilmesi için beslenme çantalarına ara öğün tarzında fındık, badem ceviz gibi kuru yemiş gruplarından veya kuru incir, kayısı gibi tatlı, kuru meyvelerden ekleme yapılıp çocuğun kan şekerini dengede tutarak paketli gıdalara yönelmesi de bu şekilde engellenmiş olabilir. Beslenme çantalarını mutlaka bir ana bir ara öğün şeklinde besin gruplarının yerleştirilmesi gerekmekte. Aileler eğer imkan varsa okul kantinlerine kendileri gidip gözlemleyebilir. Simit, poğaça gibi aşırı yağlı karbonhidratlı besinlerin sabah aç karnına ilk tüketimi, kahvaltı öğününü atlayarak çocukların öğle yemeğinde direkt kantinden yağlı, kızartmalı besinleri yanında gazlı içecekleri tercih etmeleri bunlar kesinlikle yanlış, çocuğun büyümesini, gelişmesini olumsuz yönde etkiler. Çocuklarımıza vitamin, mineral eksikliği başta olmak üzere büyüme geriliği gibi çeşitli sağlık sorunları görülebilir” dedi.

  • Türkiye’nin sessiz pandemisi ‘obezite’

    Türkiye’nin sessiz pandemisi ‘obezite’

    Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de obezite gittikçe artan bir sorun olarak öne çıkarken uzmanlar her fırsatta uyarıyor. Türkiye’nin obezite karnesinin kötü olduğu belirtilirken çocukluk çağından itibaren dengeli beslenme ve hareketliliğin sağlanmasının yanı sıra obeziteye karşı bilinç oluşturulmasının önemine dikkat çekiliyor. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Derneği (TEMD) Yönetim Kurulu Üyesi, Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu Şehir Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kliniği Sorumlusu Prof. Dr. Mine Adaş da Dünya Obezite Federasyonu’nun bu yıl yayınladığı Dünya Obezite Atlası’ndaki Türkiye ile ilgili dikkat çekici tespitleri yorumlarken önemli uyarılarda bulundu.

    “20 milyonu geçen obez birey yaşamakta, eylem planına geçmemiz gerekiyor”

    Obezitenin estetik bir sorun olarak değil birçok problemi de beraberinde getirebilen bir hastalık olduğunun bilinmesi gerektiğini aktaran Prof. Dr. Mine Adaş, “Obezite son dönemlerin en önemli sağlık sorunlarından biri sadece ülkemiz için değil tüm dünya için ciddi bir halk sağlığı problemi olarak karşımızda durmakta. Yeni yayınlanan veriler var, Dünya Sağlık Örgütü’nden, ülkemizden ve çok yeni 2023 yılında Dünya Obezite Federasyonu bir obezite atlası yayınladı. Baktığınızda Türkiye’nin obezite karnesi aslında çok parlak değil, biz ülke olarak da değerlendirildiğimiz, Avrupa Bölgesi içinde obezite oranı en yüksek ülke olarak gözükmekteyiz. Türkiye’de yaklaşık 20 milyonu geçen sayıda obez birey yaşamakta. Obeziteyi kadınlarda daha sık görüyoruz. Obezitenin artmasındaki en önemli problemlerden bir tanesi de çocukluk çağındaki obezitenin artması ve oradan gelen yük erişkin döneminde, erişkin obezitesinin artması olarak da karşımıza çıkmakta. 2023’teki obezite atlasına baktığımızda 2035 yılına projeksiyonlar yapılmış maalesef kadınlarda 1 numara olacağımızı gösteriyor. Erkeklerde bu 5’nci sırada gözüküyor.

    Çocukluk çağı obezitesine baktığımızda da Macaristan’dan sonra yine 2’nci sırada gözleniyor. Bizim ülke olarak ciddi anlamda eylem planına geçmemiz gerektiğini gösteriyor. Genelde estetik bir problem olarak değerlendiriliyor ama obezite bir halk sağlığı problemi. Sağlık ekonomileri için de ciddi bir yük oluşturuyor, neden; beraberinde bulunduğu pek çok hastalık var. Hipertansiyon, diyabet, kardiyovasküler sistem hastalıkları, eklem, safra kesesi hastalıkları, depresyon, pek çok şeyi bir arada bulunduruyor. Günümüzde konuşulan şöyle de bir konu var; obezitenin bu mücadelede gerçekten bir hastalık olarak algılanabilmesi için, obezite terminolojisinde, isimlendirilmesinde yeni bir isimlendirilmeye mi gidilsin diye tartışılıyor. Baş harfleri İngilizce olarak ABCD (Yağ Dokusu Temelli Kronik Hastalık) diye isimlendirelim, obeziteli birey demeyelim. Burada kişileri damgalanmaktan da kaçınmak gerekiyor. Mücadelede daha etkin olabilmek, gerçekten bir hastalık, halk sağlığı problemi olarak algılayabilmek için obezite ile ilgilenen bilim insanlarının önerisi” dedi.

    “İnanılmaz bir artışla karşı karşıyayız, Türkiye hakikaten alarm seviyesi”

    Dünya Obezite Atlası’nda yer alan veriler ışığında çalışmalar yapılması ve sağlıklı yaşam şartlarına uygun şekilde davranışlarda bulunulması gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Adaş sözlerini şöyle sürdürdü: “2035 verisine baktığınızda yüzde 55, kıpkırmızıya da boyamışlar, Türkiye hakikaten alarm seviyesi, bu çok dramatik bir rakam. Obezite ile mücadele gerçekten zor, inanılmaz bir artışla karşı karşıyayız. Bazen insanlar ulaşamayacakları hedefler koruyorlar, ’20-30 kilo vermeliyim’ diye, yine hastalarıma söylediğim şey; 1 kilo vermeyi hedefleyin, önce 1 kilo sonra 2’nci, 3’üncü kiloyu verirsiniz. Ulaşılmayacak hedefler koymak insanın moralini bozuyor, demotive ediyor. En basiti su tüketimini arttırmak, bakıyorsunuz su tüketimi yerine şeker oranı yüksek, gazlı içecekler tüketiliyor. Yemek yeme alışkanlıklarımıza dikkat etmemiz lazım.

    Sağlık sisteminde çok ciddi yük oluşturan ve pandemi diye nitelendirdiğimiz aslında enfeksöz bir hastalık değil ama mikrobik bir hastalık gibi salgın, o da obezitenin kardeşi diyabet. İlkokulda, ortaokulda, lisede öğrencilerin seviyesine uygun bir şekilde dengeli, düzenli beslenme alışkanlığı edinebilmek, kalori, besinlerin okuryazarlığı, hareketin bize katkıları, bunların getirisi ve götürüsü ancak çocukluk çağında öğretilirse iki nesil sonra ancak biz bunun etkisini görebiliriz. Obezitede hep moda diyetler var. Her zaman bir diyet moda oluyor, hep duyuyoruz, çeşitli isimler veriliyor veya tekdüze beslenmeler var. Sırf protein almak, ketojenik diyet sadece sıvı, her şeyden tüketmemiz gerekiyor. Burada önemli olan; porsiyonları azaltmak, dengeli ve düzenli beslenmek. Hastalarıma hep söylerim; canınız çok çektiğinde baklava da yiyeceksiniz. Sadece sıvı, sadece ketojenik beslenme bunlar doğru yaklaşımlar değil, beslenme alışkanlıkları yine bir diyetisyen kontrolünde düzenlenebilir.”

  • BUÜ’lü akademisyenler obeziteye çare arayacak

    BUÜ’lü akademisyenler obeziteye çare arayacak

    BUÜ Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Duygu Gök Yurtseven tarafından “TÜBİTAK-3501-Kariyer Geliştirme Programı” çerçevesinde sunulan “R-Spondin Peptitlerini Sentezleyen Nöronlarda Beslenmeye Bağlı Nöronal Aktivasyon Varlığının Immünohistokimyasal Olarak Araştırılması ve Glutamaterjik Sistemin Bu Aktivasyondaki Rolünün Histolojik Olarak Belirlenmesi” başlıklı proje, TÜBİTAK tarafından destek almayı başardı.

    BUÜ Tıp Fakültesi bünyesinde multidisipliner bir çalışma olarak yürütülecek proje ekibinde; Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Özhan Eyigör (Danışman), Veteriner Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Murat Yalçın (Danışman) ve Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Araş. Gör. Nursel Hasanoğlu Akbulut (araştırmacı), Doktora Öğrencisi Gonca Topal (Bursiyer) ile Yüksek Lisans Öğrencisi Miray Berber (Bursiyer) yer alıyor.

    Çalışma hakkında açıklamada bulunan Dr. Öğr. Üyesi Duygu Gök Yurtseven; “Projeden elde edilecek bulguların, beslenmeye bağlı olarak ortaya çıkabilecek obezite, şeker hastalığı, yağ metabolizma bozuklukları veya anoreksi gibi hastalıkların tedavisine yönelik temel bilgiler sağlamasını bekliyoruz. Bununla birlikte, beslenmenin beyin tarafından düzenlenmesinde yer alan proteinlerin nasıl kontrol edildiğini anlamaya çalışacağız. Yaklaşık 2 yıl sürecek ve farklı disiplinlerde görev yapan akademisyenlerle sürdüreceğimiz projenin sonunda değerli bilimsel verilere ulaşacağımıza inanıyoruz” şeklinde konuştu.