Etiket: orhan sarıbal

  • İliç’ten ders alınmadı, sırada Kirazlıyayla var

    İliç’ten ders alınmadı, sırada Kirazlıyayla var

    CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, son yıllarda özellikle maden aramaları adı altında gerçekleştirilen projelerle, doğanın hoyratça yağmalandığını, tarım arazilerinin, ormanların, su kaynaklarının ve yaşam alanlarının Saray iktidarı ve yandaşları tarafından rant uğruna feda edildiğini söyledi. Cengiz Holding’in, Halilağa Bakır Madeni İşletmesi için Kazdağları’nda 100 dönümden büyük bir arazide faaliyete geçtiğini kaydeden Sarıbal, “Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce yaşam savunucusuyla birlikte maden çalışmalarının sürdüğü Çanakkale Bayramiç’teki Hacıbekirler Köyü’nde bir araya geldik. Kazdağları’nı yok edecek, binlerce ağacı katledecek bir talanla karşılaştık. 1 milyondan fazla ağacın kesileceği, tarım alanlarının haritadan silineceği bu proje, sadece doğayı değil, bu bölgede yaşayan köylülerin ekmeğini, suyunu, geleceğini de gasp etmektedir. Devasa büyüklükteki atık barajı Hacıbekirler köyüne yalnızca 750 metre mesafede. Bayramiç ve Çan ilçelerindeki Halilağa, Hacıbekirler ve Muratlar köyleri, bu proje ile haritadan silinecek. Tüm su varlıkları maden projesine tahsis edilecek. Bölgede kuraklık artacak. Madenin yaratacağı kirlilik yaşam alanlarını tehdit edecek” dedi.

    VİCDANSIZLIĞIN BELGESİ: ÇED KARARI

    Kazdağları’nın yüzde 76’sında maden ruhsatı olduğunu kaydeden Sarıbal, ÇED olumlu kararlarının iptali talebiyle açılan davaya mahkemenin ret kararı verdiğini hatırlattı. Sarıbal, “ÇED raporuna olumlu karar verenler, bu doğa katliamına ‘kamu yararı’ diyecek kadar vicdansız. Ancak bilirkişi raporları bu projede kamu yararının olmadığını açıkça ortaya koymuştur. İktidarın yargıya yaptığı baskılar sonucu mahkemeler, halkın değil, holdinglerin çıkarına kararlar vermiştir. Karşımızda ne vicdan, ne hukuk, ne de halkın çıkarını gözeten bir yönetim var. Karşımızda tek bir şeyi gözeten bir iktidar var: sermayenin, holdinglerin ve yandaşlarının kâr hırsını! Bu bir hukuksuzluk, bir yağma planıdır. Bu ülkenin yargısı taşeronlaşmış, kurumlar, bakanlıklar, Saray, Cengiz’e çalışıyor. Bu kararlarla holdinglerin çıkarları için, Kazdağları’nda yaşayan insanların, canlıların yaşamı bir kez daha hiçe sayıldı. Bu ülkenin kaynaklarını enerji bahanesiyle, HES, GES projeleriyle bir mirası kendilerine kalmış gibi Cengiz Holding’e ve 5’li çeteye peşkeş çeken bir yapı var” diye konuştu.

    “BU TOPRAĞIN ÇIĞLIĞI, ANALARIMIZIN GÖZYAŞI SALTANATINIZI YIKACAK”

    Yenişehir Kirazlıyayla’daki madencilik faaliyeti nedeniyle yaşanan sorunları da Meclis gündemine taşıyan Sarıbal, “Meyra Madencilik’in çinko, kurşun, bakır zenginleştirme tesisi ve atık barajı projesine karşı köylülerin yıllardır bir mücadelesi var. Kirazlıyayla’daki maden faaliyetleri yaşamı, tarım alanlarını ve su kaynaklarını geri dönülemez şekilde tehdit ediyor. Bu, doğaya, halka ve ülkemizin geleceğine ihanettir. İliç’te yaşanan maden felaketinden ders almadınız mı? Milyonlarca ton zehir koca bir coğrafyaya yayıldı, 9 işçimiz bu zehrin altında kalarak yaşamını yitirdi. Fırat nehri havzası zehirlendi. Bu projelerle aynı felaket Kazdağları’nda, Kirazlıyayla’da yaşanacak. Bu katliama sessiz kalmayacağız! Her bir ağacın, her bir canlının sesi olacağız. Bu toprakları gasp etmenize izin vermeyeceğiz. Halkın alın terini çalanlar, sizlerle hesaplaşacağız. Bu toprağın çığlığı, analarımızın gözyaşı saltanatınızı yıkacak” ifadelerini kullandı.

  • Orhan Sarıbal’ın önergesine bakanlıktan yanıt

    Orhan Sarıbal’ın önergesine bakanlıktan yanıt

    Bakanlık, verdiği cevapta son yirmi yılda Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’ne bağlı 386 okulun; okul binasının eğitime elverişli olmaması, öğrenci yetersizliği gibi nedenlerle kapatıldığını açıkladı. Kapatılan okulların öğrencilerinin, bölgede bulunan ve koşulları uygun olan okullarda eğitim ve öğretime devam ettiği belirtilirken, “Sivas ili Gemerek ilçesi Çepni Şehit Binbaşı Mehmet Aras Anadolu Lisesinin kapatılmasına ilişkin herhangi bir teklif bulunmamaktadır” denildi. Bakanlık, hali hazırda açık bulunan 2 bin 926 okulda 1 milyon 833 bin 69 öğrencinin eğitim gördüğünü de açıkladı.

    CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e cevaplaması için “Çepni Şehit Binbaşı Mehmet Aras Anadolu Lisesi’nin aksi yönde tamamlanmış müfettiş raporlarına ve okulda sene başında ücretli öğretmenlerin dahi görevlendirilmiş olmasına rağmen kapatılması planlandığı iddiası doğru mudur? Anılan okulun öğrenci ve personel sayısı nedir? İl ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından öğrencilerin pansiyonlara yerleşmesi telkininde bulunulduğu doğru mudur? Okulun kapatılması söz konusu olursa, öğrencilerin durumu ne olacaktır? Okul hayatına devam edemeyecek öğrenciler söz konusu mudur? Okul alanı ile ilgili herhangi bir başka tasarruf mu söz konusudur?” sorularını yöneltmişti.

  • Sarıbal’dan Yumaklı’ya Gölbaşı sorusu

    Sarıbal’dan Yumaklı’ya Gölbaşı sorusu

    Bursa Ovası’nın tarımsal sulama kaynağı olan Kestel ilçesindeki Gölbaşı göletinde kuraklık nedeniyle çekilme yaşandığını vurgulayan Sarıbal, özellikle yaz aylarında kuraklığın ciddi boyutlara ulaştığını ve su sıkıntısının da kritik seviyelere geldiğini söyledi.

    Gölbaşı’ndaki su seviyesinin kritik noktaya gelmesinin meyve üretimini olumsuz etkilediğini ifade eden Sarıbal, ‘‘Gölbaşı 20 bin dekarlık bir alana hizmet vermektedir. Bölgede meyve üretimi çok önemli bir yerdedir. Dolayısıyla göletin gövdesinin mutlaka güçlendirilmesi ya da tabanının boşaltılması gerekmektedir” dedi.

    Gölbaşı’nda su kapasitesinin minimize olmasını, yalnızca kuraklığa bağlamanın yeterli olmayacağını dile getiren Sarıbal, “Bu gölet Aksu deresinin üzerinde olması ve Nilüfer çayına bağlanması açısından çok önemli. Uludağ’dan gelen suların beslediği gölet, suların şirketlere satılması, yanlış yapılaşmalardan dolayı da yeterli bir rezerve ulaşamıyor. 1938 yılında içme suyu ve tarımsal sulama alanı olarak yapılan gölet, uzun zamandır bütün uyarılarımıza rağmen, ilgililerin yönetememesi, yeterli kaynak ayrılmaması, 20 yıldır konuşulmasına rağmen tabanının temizlenmemesi, defalarca ihale sözleri verilmesine rağmen hiçbir şey yapılmaması nedeniyle kuraklığın en dip dönemini yaşıyor. Tarım ve toprakla ilgili net bir tutarlılığınız var mıdır? Suyun verimli kullanılması kapsamında, sulanan alanlar içerisinde gündeme getirdiğiniz yatırımlara 40 yıl önce yapılan ama bugün artık işlevsiz olan alanlar dahil midir?’’ ifadelerini kullandı.

  • Nilüfer’de tarımsal kalkınma zirvesi

    Nilüfer’de tarımsal kalkınma zirvesi

    Tarımsal kalkınma için çalışmalarını sürdüren Nilüfer Belediyesi, üretimi teşvik etmek, tarım alanlarının korunması ve kooperatifçiliğin geliştirilmesi için ‘Tarımsal Kalkınma ve Kooperatifçilik Çalıştayı’ gerçekleştiriyor. Nilüfer Tarımsal Kalkınma Kooperatifi (NİLKOOP) iş birliğinde düzenlenen çalıştayda, ortak akılla Nilüfer’in tarım potansiyelini harekete geçirecek politikalar için yol haritası oluşturulması hedefleniyor.

    Nilüfer Nikahevi’ndeki çalıştayın açılışına Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ve eşi Nuray Özdemir’in yanı sıra CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, CHP Bursa Milletvekilleri Orhan Sarıbal, Hasan Öztürk ve Kayıhan Pala, CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin, Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Metin Tunçel, Bursa Uludağ Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cafer Çiftçi, BUÜ Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlhan Turgut, NİLKOOP Başkanı Süleyman Ayyılmaz ile akademisyenler, meslek odaları temsilcileri, muhtarlar ve çiftçiler katıldı.

    Programda konuşan Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir konuşmasında tarım alanlarının korunması ve kooperatifçiliğin desteklenmesi için yapılan çalışmalara vurgu yaptı. Nilüfer’de toprak analizlerinin gerçekleştirildiğini ve ne tür ürünlerin yetiştirilebileceğine dair analizlerin yapıldığını vurgulayan Başkan Şadi Özdemir, “Ayrıca Hasanağa Gıda Merkezi’nde gıda ürünlerinin üretimi, işlenmesi ve depolanması sağlanıyor. Kadın dernekleri de üretimlerini merkez sayesinde ekonomik değere dönüştürebiliyorlar” dedi.

    ‘Kooperatifleşmeye destek’

    Nilüfer’in Türkiye’nin en gelişmiş 8’inci ilçesi olduğunu hatırlatan Başkan Şadi Özdemir, “Kooperatifleşme modeliyle, satış güvencesi vererek, çiftçilerin üretimi doğru yapmalarını ve hatta bazı girdilerini ortak satın alma platformlarıyla daha ucuza temin etmelerini sağlayabiliriz. Arzumuz, kırsalda kooperatifler kurmak. Buna ‘hayır’ diyen bir kırsal mahalle görmedim; herkes sıcak yaklaşıyor. Ekiplerimiz bu konuda köylülerimizi desteklemeye çalışıyor. Kooperatifleşip ürünlerini bunun üzerinden pazarlamalarını, kendileri satamıyorlarsa, NİLKOOP üzerinden satın alarak onları harekete geçirmek istiyoruz. Bu potansiyel var; sadece üretmek ve ürettiğini doğru satmak gerekiyor” diye konuştu.

    “Sürdürülebilir hayat tarımla mümkün”

    Başkan Şadi Özdemir, ayrıca gençleri tarıma teşvik etmek istediklerini, sürdürülebilir bir yaşamın tarımla mümkün olacağını belirterek, “Gençlerimize tarımın gelecekte önemli bir geçim kaynağı olabileceğini göstermek ve köylerinde kalmalarını sağlamak istiyoruz. Bu yönde önemli adımlar atacağız” dedi.

    Nilüfer’in köylüsü Nilüfer’in efendisi olsun anlayışı ile hareket ettiklerini dile getiren Başkan Şadi Özdemir, “Torunlarımız da bu toprakların o en muhteşem lezzetteki enginarını, incirini, biberini yiyebilsin. Onun için de tarımsal alanların korunması, sağlıklı gıdaya erişim için elimizden geleni yapacağız” diye konuştu.

    Başkan Şadi Özdemir, Nilüfer’de tarım alanlarına yapılan kaçak yapılarla mücadelenin süreceğine, kararlı bir şekilde konunun üzerine gideceklerini sözlerine ekledi.

    CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın ise, tarımsal hammadde üretiminde Türkiye’nin gelecekteki durumunun ortaya koyulması gerektiğine dikkat çekerek, “Bu tespitleri yıllardır yapıyoruz, şimdi yeniden inşa etme zamanı. Kırsal mahalleler boşalmış, ortalama çiftçi yaşı 56’ya gelmiş. Kırsal mahallelerde okullar kapatılmış, sosyal donatı alanları yok, genç insanların yaşama sevinci alabileceği herhangi bir mekan oluşturmadan, gençler tarıma dönsün diyerek bu meseleyi çözebilecek miyiz? O halde konunun ekonominin yanında, iktisadi, kültürel, politik, çok farklı çeşitleri var. İçinde bulunduğumuz bu yeni başlangıç döneminde, bu çalıştaydan faydalanalım, bu çıktılar bize ışık tutsun” dedi.

    Nilüfer’in tarımsal potansiyelinin korunmasının önemine vurgu yapan CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk de, “Sanayileşme ve plansız yapılaşma bu potansiyeli tehdit ediyor. Belediye Başkanımız Şadi Özdemir’in tarımı yeniden canlandırma vizyonuna tam destek veriyoruz” diye konuştu.

    CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala ise, “Hepimizin karar verme süreçlerine katılarak, tarım topraklarını korumayı, bundan sonra gıda güvencesi ve gıda güvensizliğini geri planda bırakacak bir adım atmayı başarabilirsek bu hepimiz için özellikle de çocuklarımız ve gelecek kuşaklar için çok büyük değer taşıyacak” dedi.

    CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal ise konuşmasında tarımın ülke ekonomisi açısından taşıdığı öneme vurgu yaparak, “Çiftçi yoksa üretim de yok. Gıda hakkı, yaşam hakkından sonra en temel haktır. Çiftçiden çok tüketicilerin düşünmesi gereken bir alandır” diye konuştu.

    NİLKOOP Başkanı Süleyman Ayyılmaz, tarımda adil ve kapsayıcı bir modeli hayata geçirmeyi istediklerini belirterek, “Bu çalıştayda elde edilecek bilgi ve öneriler, Nilüfer Belediyesi ve NilKOOP’un tarım ve kooperatifçilik politikalarına rehberlik edecektir” şeklinde konuştu.

    “Türkiye’nin umudu tarımda”

    Tarım Yazarı-Gazeteci Ali Ekber Yıldırım, tarımda bu yılın çok zor geçtiğini vurgulayarak, “Çiftçi hangi ürünü ekse maalesef zarar etti” dedi. Konuşmasında tarımın hiçbir zaman bitmeyeceğini dile getiren Yıldırım “Tarım, 10 bin yıldır devam ediyor. Tarımda mutlaka çıkış yolu olacak. Türkiye’nin her şeye rağmen umudu tarımda. Sıkıntılarımız olabilir. Ama bunları aşarak, tarımdan zenginlik üretebileceğimize her zaman inandım” ifade etti.

    Açılışın ardından, Bursa Kent Konseyi Başkanı Prof. Dr. Ertuğrul Aksoy, “Nilüfer İlçesindeki Arazilerin Detaylı Toprak Etüdleri, Arazi Kullanım Planı ve Köy Bazlı Güncel Arazi Kullanım Haritaları”, BUÜ Ziraat Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Şule Turhan, Bursa İli Nilüfer İlçesi Sürdürülebilir Tarımsal Üretim Envanteri, Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sevinç Bahar Yenigül ise Tarımsal Kalkınmada Örgütlenme konularında sunumlar gerçekleştirdi.

    Çalıştay boyunca “Ortak Akıl Masa Çalışmaları”nda yol haritası belirlenmeye çalışılacak. 3 gün sürecek çalıştayın son günü ise çalışma gruplarının sonuçları sunulacak ve beyannâme hazırlanacak.

  • Tarım destekleri yetersiz, çiftçi krizde

    Tarım destekleri yetersiz, çiftçi krizde

    Sarıbal açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

    Tarımsal üretimde doğal koşullara bağımlılık düzeyi yüksek olup; üretim mevsimlik faktörlere göre değişiklik göstermekte ve belirsizlikler artmaktadır. Bu nedenle ülkemiz insanlarını doyuran çiftçilerimizin desteklenmesi zorunludur; çünkü çiftçiler hem tohum, gübre, ilaç ve mazot gibi girdileri satın alırken hem de ürünlerini satarken piyasa şartları nedeniyle binbir zorlukla karşılaşmaktadır. 2000 yılından sonra IMF-Dünya Bankası dayatmalarıyla uygulanan politikalar sonucu tarım şöyle çökertildi:

    • Tarımsal girdi üreten ve dağıtımını yapan KİT’ler IMF-Dünya Bankası dayatmalarıyla satıldıkları için çiftçiler girdi desteğinden mahrum bırakıldı.
    • Kanuna göre gereği çiftçiye ödenmesi gereken desteklerin Gayrisafi Yurtiçi Hasıladaki (GSYH) payı en az yüzde 1 olarak belirlenmiş, ancak uygulamada bu miktar hiçbir zaman yüzde 0,6’yı (binde 6’yı) geçmemiş, son yıllarda ise yüzde 0,3’lere kadar geriletilmiştir.
    • Destekler zamanında açıklanmadığı gibi zamanında da ödenmemiştir.
    • 2024’de tarım destekleri 91,5 milyar TL’de kalırken, çiftçinin banka borçları 715 milyar TL’ye ulaşmıştır.
    • 2024 yılında tarıma verilecek destek 91,6 milyar TL iken iç ve dış borç faizlerine 1,3 trilyon TL ödenecektir. Tarıma yapılan desteğin yaklaşık 14 katı rantiyeye faiz olarak ödenmektedir.
    • Mazot fiyatlarının yüksekliği ve aracıların çokluğu nedeniyle çiftçinin eline geçen fiyatlar ile tüketicinin ödediği fiyatlar arasında uçurumlar meydana geldi
    • Girdi fiyatlarındaki fahiş artışlardan dolayı tarımda üretim yapılamaz duruma gelindi. Bu nedenle üreticiler ürünlerini toplamadan tarlada ve/veya bahçede bırakmaya başladılar.
    • Çiftçi örgütleri tasfiye edildiği veya zayıflatıldığı için daha fazla sömürüye uğradılar.
    • 2000 sonrasında yaklaşık 3,5 milyon üretici kitlesi üretimden koptu. 30 milyon dekar tarım arazisinin ekilmesinden vaz geçildi.
    • Tarım girdilerinin yanı sıra tarım ürünlerinde de net ithalatçı hale gelinmiştir.

    2024 YILINDA BİTKİSEL ÜRETİM DESTEKLERİ

    24 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de 2024 Yılında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemelere ilişkin karar yayınladı. Fındıkta alan bazlı destek 11 yıldır değiştirilmedi. Fındık alan bazlı gelir desteği 2014 yılından bu yana dekara 170 TL olarak uygulanıyor. Küçük aile işletmesi desteği 2024 yılında da 2023’te olduğu gibi dekara 200 TL olarak ödenecek. Son bir yılda Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bir önceki yıla göre yüzde 62, mazot fiyatları yüzde 60 ve gübre fiyatları yüzde 50 oranında artmasına rağmen toplam mazot ve gübre desteğindeki artış bunun çok altında kaldı. Artış oranları arpa, buğday, çavdar, tritikale, yulafta yüzde 24, mercimek ve nohutta yüzde 27, fındık, kuru soğan, yaş çay, zeytin, şeker pancarı ve kütlü pamukta yüzde 29, patateste yüzde 35 oldu. Yağ ve yem bitkilerinde de enflasyonun altında artış yapıldı. Bu karşılık patateste toplam mazot ve gübre desteği yüzde 28 düşürüldü.
    Fark ödeme desteklerine gelince; bu yıl kütlü pamuk desteği 2023 yılıyla aynı kaldı. Fark ödemesi desteği 8 yıldır artırılmayan aspir, çeltik, dane mısır, soya ve zeytinyağında enflasyonun üzerinde artış yapıldı, ancak bu artış çiftçinin önceki yıllara ilişkin kayıplarını karşılaması mümkün değil. Diğer ürünlerde de enflasyonun oldukça altında kalan artışlar yapıldı.

    PLANLI ÜRETİM MODELİNDE DESTEKLER

    29 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de ise 2025-2027 dönemini kapsayan 3 yıllık bitkisel üretim destekleri açıklandı. Yeni destekleme modelinde mazot ve gübre desteği 2025 üretim yılından itibariyle tamamen kaldırılıyor. Ayrıca fındıkta 11 yıldır dekar başına 170 lira olarak ödenen alan bazlı destek de kaldırıldı. Üretim planlaması kapsamındaki ürünlere ilave destek verilecek. Yeni destekleme modelinde dekar başına destek ödemesi yapılacak; 2025 yılı için dekar başına 244 liralık bir katsayı belirlendi. Temel destek ve planlı üretim gibi destekler bu katsayı ile çarpılarak ödenecek.

    Planlama kapsamına alınan ürünler şunlardır:

    1.Kategori: aspir, mercimek, dane mısır, nohut, patates, kuru soğan ve birinci grup yem bitkileri. Bu ürünlere temel desteğe ilave olarak 244 TL/da destek verilecek.
    2. Kategori: arpa, buğday ve ikinci grup yem bitkileri. Bu ürünlere temel desteğe ilave olarak dekara 317 TL/da destek verilecek.
    3. Kategori: yağlık ayçiçeği, kolza (kanola), kuru fasulye ve soya. Bu ürünlere temel desteğe ilave olarak dekara 366 TL/da destek verilecek.
    4. Kategori: Bu kategoride yer alan kütlü pamuk için temel desteğe ilave olarak dekara 549 TL/da destek verilecek.
    Tarım ve Orman Bakanlığı planlama kapsamına alınan ürünlere ilişkin bazı tablolar yayımladı. Bu tablolarda 2024 ve 2025 yıllarında verilecek destekler kıyaslanarak desteklerin artacağı belirtiliyor. Tarım destekleri büyük oranda bir sonraki yılın bütçesinden ödeniyor. Bu durumda yeni modele göre destekler 2026 yılı bütçesinden verilecek. Bu nedenle iki yıl sonra ödenecek desteklerin tabii ki daha yüksek olması gerekir. Önemli olan bu desteklerin fiyatları fahiş şekilde artan girdilerin ne kadarını karşılayacağıdır. Yeni modelde göründüğü kadarıyla sadece patates, soğan ve bakliyat üreticileri avantajlı durumdadır. Başta çay ve fındık olmak üzere zeytin, pamuk, buğday ve çeltik üreticileri ise kaybedecekler arasındadır.

    HAYVANSAL ÜRETİM DESTEKLERİ

    Öte yandan uygulanan yanlış politikalar nedeniyle son yıllarda hayvan varlığında ciddi bir azalma yaşanıyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin büyük ve küçükbaş hayvan varlığı, son iki yılda düşüşe geçti. 2021’de 75,6 milyon baş olan hayvan varlığı, 2023’te 68,9 milyon başa düştü; son iki yılda büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı 6 milyon 609 bin baş azaldı. Hayvancılık destekleri 26 Temmuz 2024 tarihli Resmi Gazete’de açıklandı. Karara göre hayvan başına destekler kaldırıldı; dana, malak, kuzu ve oğlak başına destek sistemine geçildi. Ancak getirilen sistemin ülkemizi hayvancılıkta ithalat bağımlılığından kurtarması mümkün değildir

    IMF önerileri ile uygulanan politikalar nedeniyle özellikle ithalata bağımlı olduğumuz gübre, ilaç, mazot, tohum, hayvan yemi gibi tarımsal girdi fiyatlarındaki artışlar devam etmektedir. Verilen destekler girdi fiyatlarının çok altında kalmakta, buna karşılık çiftçinin elindeki ürünlerin fiyatları maliyetin altında açıklanmaktadır. Hatta bazı ürünlerde çiftçinin eline geçen fiyatlar önceki yılın altında dahi kalmaktadır. Ürününden para kazanamayan ve emeğinin karşılığını alamayan çiftçilerin üretimden çekilmekten başka çareleri kalmamaktadır. Bunun bir başka yansıması ise gıda enflasyonundaki tırmanmadır.

  • Tarımsal üretim azalıyor, ithalat artıyor

    Tarımsal üretim azalıyor, ithalat artıyor

    Orhan Sarıbal’ın değerlendirmesi şu şekilde;

    AKP 22 yıllık iktidarında uyguladığı politikalarla üretim yerine ithalatı teşvik etmiş ve ülkemizi tarım dış ticaretinde net ithalatçı haline getirmiştir. İthalata bağımlılık sadece tarımsal ham maddelerle sınırlı değildir. Tohum, kimyasal gübreler, tarım ilaçları ve mazot gibi tarım girdilerinde de büyük ölçüde dışa bağımlılık söz konusudur.

    Tarımsal girdi piyasalarında etkili olan KİT’lerin özelleştirilmesinin ardından piyasa tamamen şirketlerin kontrolüne girmiş, böylelikle kamunun fiyatları düzenleyici rolü sona ermiştir. Girdi fiyatlarını tekel konumundaki şirketler ve döviz kurundaki değişmeler belirlemekte, dolayısıyla üretim maliyetleri giderek artmaktadır. Bu nedenle tarımsal üretimin en önemli sorununu fahiş girdi maliyetleri oluşturmaktadır.

    AKP iktidarı başından beri IMF/DB politikaları sadakatle sürdürüyor. Üretici piyasaya ve uluslararası şirketlerin insafına terkedildi, ülke tarımı tamamen dışarıya bağımlı hale getirildi, çiftçiler desteksiz bırakıldı. Hububat ve bazı baklagiller haricindeki ürünlerde alım fiyatları şirketler tarafından belirleniyor. Özellikle fındık ve tütün piyasalarına yabancı tekeller hakimdir. Bu nedenle ürün alım fiyatları maliyetlerin altında veya önceki yılki seviyesinin altındadır.

    Tarım Kanunu’na göre çiftçilere verilecek nakdi desteklerin Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) içindeki payını yüzde 1 (binde 10) ile sınırlandırmış ancak bu rakam 2024 yılı itibariyle binde 2’lere geriletilmiştir. 2024 yılında 91,5 milyar TL olarak ayrılan tarımsal destek bütçesinin aslında 412 milyar TL olması gerekmektedir. Yani verilen destek miktarı kanunda belirtilen asgari oranın dahi çok altındadır. Çiftçinin tarlaya tohumu ekmesinden önce açıklanması gereken destekler, hasat sona erdikten sonra belirlenmekte, üstelik bir sonraki yıl ödenmektedir.

    2024 yılında tarıma verilecek destek 91,6 milyar TL iken iç ve dış borç faizlerine 1,3 trilyon TL ödenecektir. Tarıma yapılan desteğin yaklaşık 14 katı rantiyeye faiz olarak ödenmektedir. Desteklerin yetersiz kalması çiftçilerin bankalara olan borçlarını artırmaktadır. 2023 yılı Haziran ayında çiftçilerin kullandığı banka kredileri 464 milyar TL iken, 2024 yılı Haziran ayında yüzde 51 oranında artarak 700 milyar liraya yükselmiştir. Bu miktar 2024 yılında ödenecek olan tarımsal desteklerin yaklaşık 8 katıdır.

    AKP 22 yıllık iktidarında 600 bin çiftçinin ve 26 milyon dekarı aşkın tarım toprağının üretim dışı kalmasını başarmıştır! Tarım arazileri cömertçe amaç dışı kullanıma açılmaktadır. Sadece 2005-2018 yılları arasında toplam 7 milyon dekar tarım arazisinin tarım dışı kullanımına izin verilmiştir.

    Zaten ot verimi düşük olan mera alanları, rant amaçlı kullanıma açılmaları nedeniyle iyice yetersiz hale gelmektedir. Uygulanan hayvancılık politikasının endüstriyel yeme dayalı olması nedeniyle yem üretiminde ithalata bağımlılık oranı yüzde 50’yi aşmıştır. Döviz kurundaki artışlarla birlikte yem fiyatları tırmanmakta ve hayvancılığa darbe vurmaktadır.

    Sonuç olarak; verilen desteklerin düşük ve üretim (özellikle girdi) maliyetlerinin yüksek olmasına karşılık; çiftçilerin ürünlerini değerinde satamaması nedeniyle özellikle küçük aile işletmeleri giderek yoksullaşmakta ve tarımdan kopmaktadır.

    AKP’nin 22 yıllık iktidarında uygulanan emek düşmanı politikalarla, üretmek ithal etmekten daha pahalı hale getirilmiş, stratejik ürünlerde üretim ya düşmüş veya önceki yılki seviyesinde kalmıştır. Nüfus artmakta, ancak buna paralel olarak üretim artmamaktadır. Türkiye tarımda ithalata mahkum hale getirilmiştir. AKP’nin “Hububat, baklagiller ve yağlı tohumlar öncelikli olacak şekilde yurt içi yeterlilik oranının yüzde 100’ün üzerinde tutulacağı” konusundaki vaatleri bir söylemden ibarettir.

    Bu koşullarda tarımın ithalatçı bir yapıya evrilmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Nitekim TÜİK tarafından 31 Temmuz 2024 tarihinde yayımlanan bu yılın ilk 6 ayına (Ocak-Haziran 2024) ait Dış Ticaret İstatistikleri bu yapıyı açık bir şekilde ortaya koymuştur.

    Bu dönemde toplam hububat ithalatı 6,4 milyon ton (bedeli 1,6 milyar $), bakliyat ithalatı 371 bin ton (bedeli 238 milyon $), yağlı tohumlar ithalatı 2,3 milyon ton (bedeli 1,1 milyar $), bitkisel yağlar ithalatı 1 milyon ton (bedeli 977 milyon $), küspe ithalatı ise 1,4 milyon ton (bedeli 453 milyon $) olarak gerçekleşmiştir. Hububat, bakliyat ve yağlı tohumlar ve türevleri ithalatına toplam 4,4 milyar $ ödenmiştir.

    Uygulanan yanlış politikalar ile hayvancılıkta da üretim yerine ithalat teşvik edilmiştir. 2024’ün ilk yarısında 42 bin ton kırmızı et ithal edilerek 264 milyon $ ödenmiştir. İthal edilen 197.396 baş sığır ve 10.965 baş koyun ve keçi karşılığı ödenen 362 milyon $ ile birlikte hayvansal ithalat 626 milyon dolara ulaşmıştır.

    Oysa son yıllarda yaşanan pandemi, ekonomik kriz ve savaşlar, stratejik ürünlerde kendine yeterliliğin önemini bir kez daha göstermiştir. Bu nedenle ithalata dayalı tarım politikalarından vaz geçilmeli; üretimin ve çitçi refahının artırılması için çaba gösterilmelidir.

     

    2024 YILI İLK 6 AYLIK (Ocak-Haziran) TARIM ÜRÜNLERİ İTHALATI

    ÜRÜNLER
    MİKTARI (Ton)
    TUTARI ($)

    Hububat

    Buğday
    4.125.998
    988.799.226
    Mısır
    2.144.559
    443.551.574
    Pirinç
    68.910
    57.334.762

    Bakliyat

    Mercimek
    266.457
    186.067.947
    Kuru bezelye
    88.775
    33.719.045

    Yağlı tohumlar

    Soya tohumu
    2.050.716
    992.092.284
    Ayçiçeği tohumu
    199.704
    123.995.650

    Bitkisel yağlar

    Ayçiçeği yağı, ham
    696.605
    608.955.788
    Palm yağı, rafine
    296.605
    293.216.926

    Küspeler ve kepek

    Ayçiçeği küspesi
    917.540
    252.090.703
    Soya küspesi
    363.452
    184.573.482
    Buğday kepeği
    891.931
    155.288.183

    Endüstri bitkileri

    Pamuk
    436.739
    879.547.707
    Tütün
    56.576
    365.093.324

    GENEL TOPLAM

    5.564.326.601

  • Fındık üreticileri emeğinin karşılığını almalıdır

    Fındık üreticileri emeğinin karşılığını almalıdır

    Dünyada en büyük fındık ithalatçısı ülkeler ise İtalya, Almanya, Fransa, Rusya, Belçika ve İsviçre’dir. Fındığın yaklaşık yüzde 90’ı Avrupa ülkeleri tarafından tüketilmekte ve büyük ölçüde çikolata ve şekerleme sanayiinde kullanılmaktadır.

    Türkiye’nin fındık üretim sorunlarının başında verim düşüklüğü gelmekte; verim ABD’de dekar başına verim 285 kg iken Türkiye’de 93 kg dolayındadır. Dikim alanlarının doğal ekolojisinden uzaklaşmasında, verim ve maliyet farklılıklarının önemli rolü olmuştur. Günümüzde toplam 723 bin hektar olan fındık dikim alanlarının yüzde 73’ü (531 bin hektarı) 1. Standart bölge olarak adlandırılan Orta ve Doğu Karadeniz bölgelerinde bulunmaktadır. Özellikle Sakarya, Düzce ve Zonguldak illerinde yoğunlaşan yeni dikim alanları, fındığın gerçek ekolojisi olarak tanımlanan 1. Standart bölgedeki daha yaşlı fındık bahçelerine göre 2 kat daha fazla verim sağlamaktadır.

    Avrupa Birliği; İtalya, İspanya, Yunanistan, Fransa ve Portekiz gibi üye ülkelerde yaptığı desteklerle fındık üretimini artırmaya çalışmaktadır. Almanya ayrıca Arjantin, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerde fındık üretimini sağladığı desteklerle teşvik etmekte ve Türkiye’nin piyasadaki üstünlüğünü kırmaya çalışmaktadır.

    2006 yılında Fiskobirlik’i etkisizleştirmek amacıyla Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) fındık alım görevi verilmiş, üç yıl sonra “Yeni Fındık Stratejisi” uygulamaya konularak, bu kapsamda fındık üreticilerine alan bazlı gelir desteği uygulaması başlatılmıştır. 2012 yılı için dekar başına 150 TL, 2013 yılı  için 160 TL ve 2014 yılı için 170 TL olan alan bazlı gelir desteği, 2023 yılında da 170 TL olarak uygulanmaya devam edilmiştir. Yani söz konusu destek 11 yıldır değiştirilmemiştir. Sadece son üç yılın enflasyon verilerine, akaryakıt ve gübre fiyatlarına, işçi ücretlerindeki değişime bile baktığımızda hiç değişmeyen 170 TL’lik bu desteğin artık bir anlamının kalmadığı görülecektir. 2014 yılında döviz karşılığı 77 dolar olan bu desteğin 2023 yılında değeri 7 dolara düşmüştür.

    Türkiye’nin son üç yıllık ihracatı ortalama 310 bin ton iç fındık karşılığı yaklaşık 2 milyar dolardır. Fındık ihracatında ilk üç firmanın ikisi yabancı sermayelidir. 2023 yılının ihracat şampiyonu 378 milyon $ ile İtalyan Ferrero olup, ikinci sırada Balsu Gıda, üçüncü ise Singapur sermayeli Olam Gıda gelmektedir.

    Fındık giderek tekelci şirketlerin kontrolüne girmektedir Dünyanın en büyük dört çikolata üreticisinden biri olan İtalyan şirketi Ferrero, 2014 yılında Türkiye’nin ihracat şampiyonu olan Oltan Gıda’yı satın almış ve şirketin adını “Ferrero Fındık” olarak değiştirmiştir. Ferrero 10 yıldır değerli tarım adı altında sürdürdüğü programla 100 bin hektar alanda (tüm fındık alanlarının yüzde 14’ü) 50 bin fındık üreticisine (tüm üreticilerin yüzde 23’ü) ulaşmıştır. Şirketin hedefi Karadeniz’de fındık üreten küçük çiftçileri tasfiye ederek kendine bağlı büyük işletmeler oluşturmaktır. Ferrero’nun halen 10 bin üreticiyle sözleşmesinin bulunduğu belirtilmektedir.

    Kamunun tarım politikasının serbest piyasaya dayalı olması nedeniyle şirketlerin dediği olmaktadır. TMO alım fiyatını şirketlerin istediği şekilde maliyetin altında açıklamanın yanı sıra  yeterince fındık almamakta; böylelikle üreticiyi şirketlerin kucağına atmaktadır. 2023 yılında maliyeti kg başına 70 TL olarak kabuklu fındık alım fiyatları; TMO tarafından Giresun kalite için 84 TL, ve Sivri kalite için 80 TL olarak açıklanmıştır. Ancak TMO’nun alım miktarı pazarlanan fındığın yüzde 1’ini geçmemiştir.

    Her yıl yinelenen rekoltenin yüksek gösterilerek fındık fiyatının baskılanması oyunu bu yıl da devam etmektedir. Uluslararası Sert Kabuklu Meyveler Konseyi Türkiye’nin 2024 ürünü fındık üretim tahminini 785 bin ton olarak açıkladı. 2023-2024 sezonundan devreden 135 bin ton stokla birlikte toplam kabuklu fındık arzının 920 bin ton olacağı belirtildi. Tarım ve Orman Bakanlığı’na göre 2024 yılı fındık rekoltesi 718 bin ton olacak. Bu arada TÜİK üretimi 650 bin olarak tahmin etmiş olup; ancak Kahverengi Kokarca, kozalak akarı, külleme ve olası kuraklık zararları dikkate alındığında rekoltenin bu miktarı bile bulması mümkün gözükmemektedir.

    Fındık rekoltesi üzerinden fiyatın baskılanmasına son verilmelidir. Dünya üretimin yüzde 65’ini gerçekleştirdiğimiz fındık fiyatının belirlenmesi şirketlerin insafına bırakılmamalıdır. Bu konuda öneriler şöyle sıralanabilir:

    1)     Fındık üreticilerinin örgütlenmeleri teşvik edilmeli, Fiskobirlik üreticilerin doğrudan yönetimine katılacağı bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

    2)     Mevsimlik fındık işçileri emeğinin karşılığını alabilmeli, insana yakışır barınma ve çalışma koşulları sağlanmalıdır.

    3)     Fındık fiyatı tek başına şirketler tarafından değil, fındık üreticileri ve  şirketler arasında pazarlıkla belirlenmelidir.

    4)     2018 yılından beri 170 TL/dekar olarak uygulanan alan bazlı destek günümüz koşullarına göre revize edilmelidir.

    5)     Birçok kuruluş tarafından üretim maliyeti 120 TL/kg olarak hesaplanan fındığın taban alım fiyatı dizginlenemeyen enflasyon şartları dikkate alınarak en az 160 TL olarak açıklanmalıdır.

  • Orhan Sarıbal mercimek fiyatlarını değerlendirdi

    Orhan Sarıbal mercimek fiyatlarını değerlendirdi

    Kırmızı mercimekte üretici fiyatları maliyeti karşılamıyor

    Yemeklik tane baklagillerin, birçok azgelişmiş ülkede düşük gelirli insanların gıda sorununun çözümünde önemli bir yeri bulunmaktadır. Bunlar içerisinde mercimek, içerdiği yüksek protein, vitamin ve minerallerden dolayı insanların beslenmesinde büyük öneme sahiptir. Mercimek Türkiye’de de pek çok ailenin günlük tüketimlerinde muhtelif şekillerde yer almaktadır. Dünyada en kaliteli ve lezzetli mercimek Türkiye’de üretilmektedir. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de yetiştirilen mercimeklerde Kanada mercimeğinden iki kat daha fazla demir bulunduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan mercimekte güneşlenme süresi arttıkça lezzeti ve besin değeri artmaktadır. Bu nedenle yerli ürün daha lezzetli ve daha yüksek oranda protein değerine sahiptir. Ancak yerli ürün ihracat bir yana yurtiçi kullanımı bile karşılamamaktadır. Örneğin 2023 yılında üretim 400 bin ton iken yurtiçi kullanım 450 bin ton civarındadır. Üretim ihtiyacı ve ihracatı karşılayamayınca, yerli ürün yüksek fiyattan yüksek gelirli ülkelere ihraç edilmekte; iç piyasada ise kalitesiz ithal mercimekler tüketilmektedir.

    BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) yayımladığı son verilere göre Türkiye mercimek üretiminde Kanada (payı yüzde 35), Hindistan (payı yüzde 19) ve Avustralya’nın (payı yüzde 15) ardından yüzde 7’lik payı ile dünyada dördüncü sırada yer almaktadır. Bu ülkeler yaklaşık 6,7 milyon tonluk dünya mercimek üretiminin yüzde 75’ini karşılamaktadır.
    Üretiminin yüzde 70’i kuru tarım alanlarında yapılmakta olan kırmızı mercimek, ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, yeşil mercimek ise İç Anadolu Bölgesi’nde yetiştirilmektedir. 2023 yılında 424 bin tonluk kırmızı mercimek üretiminin yüzde 40’ı Şanlıurfa, yüzde 30’u ise Diyarbakır illerinde gerçekleştirilmiştir. TÜİK, 2024 yılında da üretimin geçen yıl olduğu gibi 410 bin ton olarak gerçekleşeceğini tahmin etmiştir.

    AKP’nin 21 yıllık iktidarında (2003-2023) yıllık kırmızı mercimek üretimi ortalaması 381 bin ton olarak gerçekleşmiştir. Oysa AKP iktidarından önceki 21 yılda (1981-2002) bu miktar 520 bin tondur. Bu iki dönem arasında üretim yüzde 27 oranında düşmüştür. Bu arada 1982 yılında nüfusun 46,7 milyon, 2023’te ise tahmini 86,4 milyon kişi olduğunu; 40 yılda nüfus artışının yüzde 85’i bulduğunu hatırlatmak gerekir.

    AKP’nin 21 yıllık iktidarında mercimek ithalatında rekorlar kırılmış; yapılan toplam 6,7 milyon ton ithalat karşılığında 4,6 milyar dolar ödenmiştir. Öte yandan 2024 yılının ilk beş ayında (Ocak-Mayıs) 225 bin tona ulaşmıştır. İthalatın yaklaşık yüzde 75’i Kanada’dan yapılmaktadır.

    Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) 2022 yılı kabuklu kırmızı mercimek alım fiyatını önce kg başına 14 TL olarak belirlemiş, daha sonra ton başına 15 TL olarak güncellemiştir. 2023 yılında piyasada kırmızı mercimek fiyatı kg başına 15 TL civarında, yani 2022 yılı seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu yıl hasat 15-30 Mayıs tarihleri arasında yapılmış; maliyet Ziraat Mühendisleri Odası Şanlıurfa Şubesi tarafından kuru şartlarda kg başına 19,85 TL, sulu şartlarda ise 23,62 TL olarak hesaplanmıştır. Buna karşılık küçük üreticiler hasat başlangıcında ürünlerini 15 TL’den satmışlardır. Halen kalitesine göre piyasada 21-25 TL’den işlem görmektedir. Yani çiftçiler ürünlerini maliyetin ve enflasyonun altında kalan fiyatlarla satmışlardır. Üretici fiyatlarının maliyetin ve enflasyonun altında kalmaya devam etmesi halinde, önümüzdeki yıl üretimin düşmesi kaçınılmazdır. Bu arada marketlerde yerli mercimek fiyatlarının kalitesine göre 45-95 TL olduğunu da belirtmek gerekir.

    Öte yandan kırmızı mercimek 25 Mart 2023 tarihinde “ihracı kayda bağlı mallar” listesine eklenmiş; 1 Ağustos 2023 tarihinden itibaren kota uygulaması getirilmiştir. Getirilen kısıtlama ve kota karaları çiftçiyı kırmızı mercimek ekimini bırakmasına yol açacak, böylelikle gerek üretime gerekse ihracata büyük zararlar verecektir.

    TMO, 2023 yılında olduğu gibi bu yıl da mercimek için alım fiyatı açıklamamış; üreticilerin değil, mercimek tüccarlarının kazanmasını sağlamıştır. Kamunun fiyatlara müdahale etmemesi, çiftçilerin ürünlerini maliyetin altında ellerinden çıkarmalarına ve mercimek üretiminin önümüzdeki sezon başka ürünlere kaymasına ve ithalat bağımlılığının daha da artmasına yol açacaktır.
    Çiftçilerimizin mağdur olmaması için mercimekte 2018 yılından bu yana kg başına 50 kuruş olan fark ödeme desteği bir an önce 150 kuruşa çıkarılmalıdır. Bu dönemde dolar kuru 6 kat artmış, bu da girdi fiyatlarına yansımıştır. Üretimin teşvik edilmesi için destek miktarının mutlaka artırılması gereklidir.

    Üretimin artırılması için yapılması gerekenler şöyle sıralanabilir:

    1) Mercimek ekim alanlarının genişletilmesi için geçmişte uygulanan nadas alanlarında üretim uygulaması tekrar başlatılmalıdır. Su kısıtlı bölgelerde mercimek ekimi mutlaka teşvik edilmelidir.
    2) Yerel çeşitlerin devamlılığı ve geliştirilmesi sağlanmalıdır.
    3) Üretimde kullanılan girdilerin fiyatları kontrol altında tutulmalıdır.
    4) Çiftçinin ürününü değerlendirecek ve pazarlayacak müdahale kuruluşları oluşturulmalıdır.
    5) Hasat döneminde bakliyat ithalatına izin verilmemelidir.

  • Orhan Sarıbal’dan skandal niteliğinde belge

    Orhan Sarıbal’dan skandal niteliğinde belge

    Orhan Sarıbal belgelere ilişkin şu açıklamaları yaptı:

    Elimde, Alman kurumlarının kendi iç yazışmalarını gösterir 2 belge var. Burada ilk belge, ilk bilgi notu, Türkiye Tarım Bakanlığı’nın 30 Ekim 2023 tarihinde Almanya’nın iki eyaletinden sığır eti ithalatını Mavidil Virüsü nedeniyle yasakladığını ve bu yasağın somutlaştırılarak hangi istisna ile güncellendiği bilgisi var. 13 Mayıs 2024 tarihli bilgi notuna göre Bakanlığın 30 Ekim 2023 tarihli yasağı, bu tarihten önce yasak kararına konu olan 2 Alman eyaletinden başka eyaletlere gönderilmiş hayvanlar için geçerli değildir. Yani yasağın tarihi ile, bilgi notunun tarihi arasında geçen aylardan sonra ve yasağa konu olan eyaletler bakımından gündeme gelen bir istisna var gibi görülüyor.

    Yani Türkiye önce diyor ki Almanya’daki şu eyaletlerden ben Mavi dil hastalığı nedeniyle ithalat yapmayacağım, ithalat yasağa getireceğim diyor. Fakat sonra, bu yasakla ilgili yeni bir istisna gelişiyor ve hem yasaklı eyaletten taşınmış hayvanlar hem de yasak tarihinden öncesi için bir kapı açılmış oluyor.İthalat yasağına konu olan hayvanlar başka bir eyalete gitmişlerse o eyaletten, üçüncü eyaletten onların ithalatını uygun buluyorum deniliyor. Şimdi birinci istisna bu. Yani aldığı kararı delmeye, dağıtmaya burada başlıyor. Bu iki eyaletten mavi dil hastalığı nedeniyle yasak olan ithalatı bir nevi buradan dolanarak aşmaya çalışıyor. Ne gerekçesi? Eğer 30 Ekim öncesi buralardan başka eyaletlere hayvan gitmişse menşei oradan bile olsa o hayvanları alabiliriz diyor.

    Bu yetmiyor. Bu arada 2. bir karar gündeme geliyor. Bunun tarihi ise 30 Mayıs 2024. Paris’te Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü Toplantısı gerçekleşiyor. O toplantı sırasında Alman yetkililerle yeni bir görüşme yapılıyor. Bu görüşme çerçevesinde bu istisnalar daha da büyümeye başlıyor. Yani o bölgede ithalatını yasakladıkları o bölgede yeni alanlar açıyorlar. Karantina bölgesine dair yeni kriterler getiriyorlar. Yeni önerilerde bulunuyorlar. Bunlardan birincisi o belgede şu, diyor ki yeni yazışmaya göre, iki eyaletten 30 Ekim öncesi hayvanların başka eyalete gitmesi ve oradan transferini açıyor.

    İkincisinde ise şu ana kadar, 3 Ekim 2023-30 Mayıs 2024, 8 ay sonra. Diyor ki “şu ana kadar sözleşmesi yapılmış, ithalat anlaşması varsa bunlar bu kısıtlamanın, bu yasağın dışındadır”.  8 ay önce bir karar alıyorsunuz, yasaklıyorsunuz, 8 ay sonra varsa bir sözleşme, o sözleşmeye ait olan hayvanlar bu yasağın dışındadır diyorsunuz. Dahası, Almanya’daki 3 karantina noktası, yani hayvanların toplandığı, karantinaya alındığı, 1 ay, 20 gün, 15 gün, oradaki tam kuralları bilmiyorum. O süre içerisinde o karantinada olanlarla ilgili de bu aldığımız yasak kararı geçerli değil diyor. Bu üçüncüsü. Üç temel görüş ortaya koyarak önce yasaklıyor sonra o yasakları parça parça kaldırıyor. Aynı zamanda da bakın aynı zamanda da tarih olarak 15.05.2024 tarihinde Bakanlık birincil yasağa ilişkin bir istisna koyuyor ama aynı tarihte Almanya’nın bir diğer eyaleti için yine aynı yasağı getiriyor.

    Üç eyalete çıkarıyor yasaklama kararını. Bir tarafta karantina alanını genişletiyor, öbür taraftan muafiyetleri arttırıyor. Yaman bir çelişki. Bu da yetmiyor, diyor ki bu üç istisnaya bağlı olarak diyor, ithalatçıları da belirledim diyor. İthalatçıların belgeleri, ithalatçıların kimliği, ithalatçılar kim? Onları da belirledim diyor. Biz bu belgeleri ve bilgileri sadece bu iki belgeye dayanarak söylüyoruz. Ama her belgenin 15 sayfa her yazışmanın 15 sayfa 20 sayfa ekleri olduğu belli.

    Düşünebiliyor musunuz? Gıda güvenliğinin ve ithalat için iktidarın nasıl da bu ülkeyi çaresiz bıraktığını ve nasıl da kendi aldığı karantina kararlarını yasaklama kararlarını bozucu bir politika uyguladığını. Geçtik yeterli üretim, geçtik yerli üretimi, ithalatta bile ne yazık ki Ukrayna’dan gelen etler meselesi üzerinden daha önce Polonya’dan gelen etler üzerinden, şimdi de Almanya’dan gelecek ithalat canlı hayvanlar üzerinden yaşadığımız durum bu.

    Buna göre de Tarım Bakanı Yumaklı’ya sorularım şunlar:

    • 30 Ekim 2023’te almış olduğunuz yasak kararından sonra üst üste 13 Mayıs ve 30 Mayıs 2024’te yeni istisna kararlarınızın almanın hangi bilimsel gerçekliği vardır? Hangi veteriner, hangi sağlık teknikleri, hangi karantina yönetmeliği, yöntemi, koşulları size bu izni verdi.
    • 2 eyaleti 3 eyalete çıkaran yasaklama kararınıza rağmen 2 eyaletten hangi eyaletlere hayvan transferi oldu da 30 Ekim’den önce siz onları buldunuz, buluşturdunuz, işiniz gücünüz yok, 8 ay öncesine giderek o eyaletten de başka eyaletlere hayvan transferi oldu, orada o hayvanların Türkiye’ye gelmesi için izin verdiniz. Ya da veriyorsunuz ya da getirdiniz?
    • Bu 2 eyaletten ya da 3 olan eyaletten daha önce bir ithalat var mıydı? Varsa miktarları nelerdir? Sizin aldığınız ithalat yasağı kararı 30.10.2023 sonrasında bir azalma oldu mu? Durum nedir? 13 Mayıs ve 30 Mayıs’ta almış olduğunuz yeni istisna kararlarıyla yasağı kaldırmak kararlarıyla yasağı delik deşik etmek kararlarıyla ithalatta bir artış var mı? Varsa nerede bunlar?
    • Mavi dil hastalığı sürekli bir gelişme ve değişim gösteriyor ki sizin de aldığınız kararlar öyle. Üçüncü bir yerde daha çıkarıyorsunuz yasakları. Bölgeye göre karantina yasağı ya da bölgeye göre yasak varsa onun içinden nasıl oluyor da başka yerlere transfer ya da üç ana toplanma merkezi olan karantina noktalarında bu hayvanları almaya çalışıyorsunuz. Aldınız mı? Alıyor musunuz?
    • Bu üç noktada Almanya’nın karantina noktalarında hayvanlar kaç aydır bekletiliyor, ki 30 Ekim’den bugüne kadar 7 ay, 8 ay geçmiş siz oradan karantinada olan hayvanlardan bu yasağa muaf tutuyorsunuz, onları alabiliriz diyorsunuz. Hangi bilimsel gerçeklik? Şaka mı? Aklınızla alay mı ediyorsunuz? Karantinada bir hayvanın duracağı maksimum süre 1 aydır. Çok özel bir durum varsa 1 buçuk aydır. Bilemediniz 2 aydır. 8 ay önceden mi bu hayvanlar o karantina noktalarında bekliyordu? Aldınız mı? Kimler aldı? Kaç sayıda kaç adet alındı?

    En önemlisi de şu bizim belimizdeki belgeler bunlar. Biz sadece bunlardan yola çıkarak değerlendirme yapıyoruz. Bütün gerçekler sizin ellerimizde. Belgelerde, kağıtlarda mavi dil hastalıklı hayvanların bu ülkeye girip girmediği de o karantina bölgelerinde ne kadar hayvan ithalat edildiği edilmediği de sizin elinizde Almanya hükümeti bunu o kadar net, açık, şeffaf bir şekilde bu bölgelerde mavi dil hastalığı var diye net bir şekilde ortaya bilgi koyarken, sizin kendi kararınızı defalarca bozarak ısrarla oradan hayvan alma çabanızın anlamı nedir?

    Bu bir skandaldır. Bu ülkenin et sorununu çözemediğiniz için, hayvancılık sorununu çözemediğiniz için, bu ülkenin insanlarını gıda güvenliği olmayan ürünlerle baş başa bıraktığınızı görüyoruz. O yüzden gıda güvenliğini hiçe sayan, kendi kararlarını kendi eliyle bozan Bakanlık bütün bilgileri doğrulamak, gerçek açıklamalar yapmak sorumluluğundadır. Bu bir skandaldır. Onlarcasını yaşadık. Demek ki bu devam etmektedir.

  • Orhan Sarıbal: Sınıf ayrıştırması körükleniyor

    Orhan Sarıbal: Sınıf ayrıştırması körükleniyor

    Orhan Sarıbal:

    Sınıf ayrıştırması körükleniyor

    Değerli basın emekçilerim ben bir ziraatçıyım. Ama aynı zamanda tarım komisyonunun da bir üyesiyim. Kamuoyundan, basından ve geniş kitleler tarafından tartışılan bir sürecin içerisindeyiz. Nedir bu süreç? Hayvanların uyutulması, itlaf edilmesi ve buna dair konuşmalar. Ne yazık ki komisyona gelen herhangi bir tasarı yok. Dolayısıyla ortada bir kanun metni de yok. Ama duyum çok. Ama gördük ki sayın Bakan dahil olduğuna göre, Bakan bu işin içerisinde olduğuna göre bir çalışma var gibi duruyor. Çünkü Bakan doğrudan bu işin içerisinde olduğunu kamuoyuna yaptığı açıklamalarla ortaya koymuş görünüyor. Tartışma ne üzerinden yürüyor? Hayvanlar uyutulsun mu, uyutulmasın mı? Diğeri, sokak hayvanları değil ama hayvanların bir kısmının sahiplenilmesi yani mülkiyet kavramı üzerinden bir tartışma yürüyor. Yani aslında bir sınıfsal ayrıştırma, bir sınıfsal farklılığa doğru giden bir süreci yaşıyoruz. Yine aynı şekilde hayvanseverlere, onları da kriminalize ederek, şeytanlaştırarak yapmak istedikleri, varmak istedikleri noktaya samimi, gerçekçi yöntemlerle yollarla ortaya koymak yerine bu tür retoriklerle bu tür deyim yerinde ise ötekileştirerek, açıklamalar yaparak, ayrıştırarak bir zemin oluşturmaya çalışıyorlar.

    İktidar için malzeme

    Yani bir tarafta “hayvan terörü var” diyerek, “mama lobisi” var diyerek, “köpek tapar, it tapar” diyerek bir yere varmaya çalışıyorlar. Ülkenin birçok temel meselesi, örneğin bir müfredat meselesi var, Milli Eğitim’in. Başka önemli konular var. Bu da gerçekten çok önemli. Ama ortada bir tasarı yok, ortada bir kanun yok. Ama toplum şimdiden ayrıştırılmış. Bir taraftan hayvan hakları meselesi üzerinden kurumlar var. Bunlar mücadelelerini sürdürüyorlar.

    Kirlilik var

    Ama işin sonunda bu toplum Anadolu kültürü, binlerce yıllık kültürü özellikle köpeklerle birlikte yaşamayı becermiş, yaşamış bir toplumuz biz. Çobanın yanında bir köpek sürüğü koruyan, kollayan, ona yoldaşlık eden bir canlı konumundayken Gecenin bir vakti sabahın köründe bir saldırgana dönüşüyor anlayışı üzerinden ve bunu koruyanlar üzerinden de açık bir kirlilik var. Açık bir kirlilik. Bunu hep birlikte giderebiliriz. Ama belli ki iktidar için iyi bir malzeme oldu bu. Çok iyi bir malzeme oldu. Bunun üzerinden istediği gibi bir algı, bir yönlendirme, bir çaba sahip mitredir? Ne diyor Bakan? Diyor ki “Kuduz sorunu var” diyor. Ve kuduza şöyle bakıyor, diyor ki “2018-2022 yılları arasında Kuduz riski” özellikle bu kelimeyi kullanıyor. “Kuduz riski teması sayısı ortalaması 267 bin.” Ama diyor “2023’te 438 bine ulaştı.” Kim ulaşmış? Kuduz riski. Nedir kuduz riski? Evdeki kediden tutun da sokaktaki köpeğe kadar. Herhangi bir Kuduz riski taşıyan bir hayvanla temas ettiğiniz bir çizik, bir dokunuş, herhangi bir ısırık bunların tümü kuduz riski taşır. Oysa biz biliyoruz ki kuduz vakası artık çok çok azaldı. Hele de büyük kentlerde hemen hemen hiç yok. Kırda çok çok az. O zaman bir yerde bir yanlış var. Bir yerde bir kirlilik var. Kirlilik ama bakan bunu bile bile söylüyor, bilerek yapıyor. Riski, kuduz riski diyor. Bu şöyle değerli basın emekçileri, değerli halkım. O zaman her türlü yaralanma, her türlü hasta, her türlü trafik kazası sonrası bu vakalara tabi olan herkesi ölmüş sayacağız. Yani bu anlama geliyor. Her kazada, her trafik çarpışmasında, her herhangi bir olayda insan nereye gidiyor? Tedavi oluyor. Hastaneye gidiyor ve buna benzer tedavilerle hayatta kalıyor. Oysa biz her bu tür vakaya maruz kalanı ölüyor dediğimizde öldük olarak görürsek herhalde başka bir şeyden bahsetmiş oluruz. Dolayısıyla bu iş kesinlikle kesinlikle ve kesinlikle doğru değil. Yani bu madde üzerinden kuduz riski üzerinden hayvanları uyutalım, katledelim, toplu katliam yapalım anlayışı doğru değil. Birincisi bu. İkincisi diyor ki, 5 yılda diyor 260 bin kısırlaştırma yapmışız. 2002-2023 21 yıl doldu, 22. yıldayız. Kısırlaştırmayı sizin hükümetiniz döneminde niye yapmadınız? Neden? Niçin? Hangi gerekçeyle?

    Mevzuat açık ve yeterli

    Kanun açık. Madde açık. O kadar net. Hayvanları koruma kanunun 6. maddesi o kadar açık ki “sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların 3285 sayılı hayvan sağlığı zabıtası kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasak” ve aynı kanunun 4. maddesi diyor ki “Kontrolsüz üremeyi önlemek amacıyla toplu yaşanan yerlerde beslenen ve barındırılan kedi ve köpeklerin sahiplerince kısırlaştırılması esastır.” Şimdi madde o kadar açık kanun açık kesinlikle uyutamazsınız diyor. Uyutacağınız hayvanların durumu açık. Ne? Açık her şey. Kısırlaştırma yapılacak diyor sahipleri tarafından. Bu sahipli hayvanlar için. Peki sokak hayvanlarını kim kısırlaştıracak? Tarım İlçe Müdürlükleri, Belediyeler, kamu kurumları bugüne kadar bunu yapmayan bir iktidarın, yapmayan bir bakanlığın şimdi bunu gerekçe göstererek münfehit vakaları da öne sürerek “uyutalım, toplu katledelim” anlayışı kesinlikle ve kesinlikle doğru değil. Tam da bu noktada biraz önce Ankara Baro’nun Hayvan Hakları Kurulu’nu dinledik. Ziyarete geldiler. Onlarla çok geniş bir görüşme yaptık. Çok net kanunları çok iyi biliyorlar. Yönetmelikleri çok iyi biliyorlar. Hepsinin ama hepsinin içindeler. Kaldı ki bizim hayvanları koruma kanunumuz dünyada buna benzer kanunlar içerisinde en iyi düzeyde olan bir kanun. En iyi düzen düzeyde. 2004, 2019, 2021 son yaptığımız çalışmayı hatırlıyorum. Tehlikeli olan gerçekten beslenmesi de bulunması da riskli hayvanlar grubunda olanların kontrol altına alınmasına dair önemli bir düzenleme de yapılmıştı. Biraz önce söyledim. Kanun çok açık. Uyutmayı belirli koşullar dışında kesinlikle öngörmemekte. Kanun yine çok net bir şekilde şunu söylemekte “Alınır Kısırlaştırılır Tekrar aynı yere bırakılır” diyor. Başka kesinlikle kesinlikle başka bir şey öngörmüyor Bu kadar açık maddeler bu kadar açık bir durumla karşı karşıyayken ne yazık ki bu tartışma kendi içinde iktidarın belki de istediği noktaya doğru bir toplumsal çatışmaya doğru sürüklenmekte. Kanun da açık ama söyleyelim arkadaşlarımız bu konuda çok ciddi çalışmalar yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar elbette ve toplumsal refleksi de ortaya koyuyorlar. Diyorlar ki;

    1- Bir an önce kısırlaştırma mekanizması Tarım İlçe Müdürlükleri, Tarım İl Müdürlükleri, onların veterinerlik işleri Belediyenin veterinerlik işleri tarafından mutlaka ve mutlaka sağlanması lazım. Kısırlaştırma ve kısırlaştırılan hayvanların yine alındığı yerlere doğal yaşama bırakılması.

    2- Üretiminin mutlaka önüne geçilmesi. Mutlaka. Ticarete konu bir alan. Hayvan ticareti yapılıyor, satılıyor. Belirli ırklar sürekli üretiliyor ve satılıyor. Bunların önüne geçilmesi lazım.

    3- Sahiplenme sürecinin hızlandırılması lazım. Kaldı ki Covid-19 sonrasında Türkiye’deki enflasyon nedeniyle mama maliyetinin çok aşırı olmasından dolayı sahiplenme duygusu da sürekli azalan bir duruma doğru gitmekte. Bunu da çok büyük bir şekilde paylaşmak lazım. Çünkü enflasyon oraya doğru ciddi anlamda bir durum var. Ticaret meselesi mutlaka bir kontrole, zabt-u rabt altına alınması lazım. Sahiplenmeyi bırakın, ticarete yapılıyor bu iş. Alım-satım, meta, mülkiyet kavramı üzerinden bakılıyor.

    Birçok yerde çıktı, gazetelerde. Bakan da bunu örneklemiş, şu kadar trafik kazası bundan oluyor, bu kadar ölüm bundan oluyor diye söylüyor. Ayrıca gündeme geliyor, çocuklara saldırıyorlar diye. E çocuklar bu ülkede ne zaman gidiyorlar okula? Sabahın köründe. Neden? Niçin? Hangi gerekçeyle? İktidarın uyguladığı yaz saati, kız saati uygulamasını kaldırıp sadece tektip saat olmasından dolayı. Sabahın zifiri karanlığında çocuklar okula gidiyorlar. Hayvanların bir davranış biçimi var. Oysa biz biliyoruz ki, kendin içinde birçok yerde hayvanlar doğal hayatın bir parçası olarak yaşıyorlar. En başından söyledim. Anadolu hayatının içinde var zaten bu. Geçmiş tarihlere bakın. Özellikle köpekler bu coğrafyanın, bu Anadolu insanlığın en yakın arkadaşlarından biridir. Çobanların, ailelerin. Böyle yaşadık hepimiz. Bugün bunları düşmanlaştırmanın, bunlara sahip çıkanları da terörize etmenin, ötekileştirmenin kamuoyunda ve gazetelerde bunun üzerine bir algı yaratmanın kimse ama kimseye bir faydasını olmadığını düşünüyoruz.

    Gönüllerle, STK’larla, sivil toplum örgütleriyle ortak çalışmak hem belediyelerin hem Tarım Orman Bakanlığı’nın ilçe müdürlüklerinin Bütün kamu kurumlarının hep birlikte, gönüllerle beraber çalışabileceği bir mekanizmanın kurulması lazım.

    Hayvan Durumunu İzleme (HAYDİ) polisi var. 24 saat görevde olduklarını söylüyorlar. Şimdiye kadar belli ki yapmaları gereken görevi yapmadılar. Bundan sonra uyutma ve imha için mi görev yapacaklar? Bunlar da görevlerini yapmalı, takip etmeli. Ama bu takip yok etme üzerine değil. Tam tersi hayvanları koruma ve hakları üzerinden mutlaka ve mutlaka görevlerinin tam olarak yapılmasını gerektiren bir durum bu.

    Sorun insandır

    Yine bütün bunları söylerken “Hiç sorun yoktur” demiyoruz elbette. Sorun var. Ama bu sorun kaynağı hayvanlar değil. İnsanlar ve yönetenler. Bunu çok net bir şekilde görelim. Gezin Anadolu’yu. Kent merkezlerinden bağımsız söylüyorum. Gezin Anadolu’yu. Özellikle mevsimli tarım işleri olduğu bölgeleri gezin. Yaşam koşullarına bakın. Orada o insanların yaşadığı koşullara bakın. Ama sorunun kaynağı başta Tarım ve Orman Bakanlığı’nın başta yönetme ve yürütme görevine sahip olan hükümetin, yerel yönetimlerin ve elbette hepimizin üzerine düşen sorumluluklar. Köpekleri yok ederek, imha ederek bu sorun çözülemez. Bu sorun ortak akılla, bilimle ve her kurumunun görevin yapmasıyla çözülebilir. Tarım Bakanı bunları söylerken kendi üzerine düşen görevi yapmadıklarını; Büyükşehir yasasından tutun, Köy evlerinde, köylerde küçük üreticiyi yok edip, mahalle yapın. Oralarda kır yaşamını tamamen bitirin. Bir taraftan köyü kente zorlayıp göçe zorlayarak öbür taraftan küçük tarım işletmelerini yok ederek aslında birçok hayvanın onlarla beraber yaşamasını da aslında yok etmişlerdir. Bu böyle tek başına böyle bir yerden tesadüfen oluşmuş bir şey değil. 22 yıllık yanlış birçok politikanın temel kaynağı kentleşme politikası, tarım politikası, çevre politikası bütün bunları üst üste koymak lazım. Bütün hepsini ve bunun tek sorumlusu var: İktidar.

    Kanunda yazanları yerine getirmeyen, çıkardığı kanuna uymayan, çıkardığı kanunla var olan işleri, sorumlulukları yerine getirmeyen bir yapıyla karşı karşıyayız. Bizler öldürmek için değil, yaşatmak için var olmalıyız. Bu Meclis de öyle. Uyutmaya dair, öldürmeye dair toplu katliama dair hiçbir kelime ve cümleyi istemiyoruz. Karşısında olacağız. Sorunları gerçekçi, akılcı bir biçimde tartışmaya her zaman varız. Her zaman olduğu gibi düşüncelerimizi söyleriz, anlatırız. Çözüm var. Öldürerek değil, yaşatarak. Bunun için de ortak hakla ihtiyacımız var. Bilime, bilgiye ve elbette insanı sevmek elbette kıymetli ama aslolan doğayı da, çevreyi de, bütün canları da, köpekleri de, kedileri de sevecek bir vicdanla hayata bakmaya ihtiyaç var. Saygılar sunuyorum.