Etiket: psikoloji

  • Kadınların hayatına dokunacak öneriler

    Kadınların hayatına dokunacak öneriler

    Çoğu kadının günümüzün modern yaşam şekli içerisinde iş, ev ve sosyal hayat arasında sürekli bir koşturmaca halinde olduğunu ve bunun sonucunda anksiyete, depresyon ve tükenmişlik sendromu gibi çeşitli psikolojik rahatsızlıklara daha yatkın hale geldiğin anlatan Uzman Klinik Psikolog Fulda Karaçiçek, kadınlara hayatlarını güzelleştirecek şu 7 öneride bulundu:

    Kendinize şartsız değer verin
    Kişi, kendi değerini dışarıda aramamalıdır. Çünkü kendini değerli hissedebilmek için şartlara ihtiyaç duymak, kişinin kendisine şartlı olarak değer verdiği anlamına gelir. Oysa ki kendine şartsız değer vermek, kişinin kendini her zaman sevmesi ve olduğu gibi kabul ederek saygı duymasıdır. Bu da kişinin kendine olan inancını, özgüvenini arttırarak hayatını pozitif bir şekilde yaşamasını sağlar. Bu nedenle her şartda kendinize değer vermeyi öğrenin.

    Kendinizle yüzleşin
    Sizi siz yapan özelliklerinizi sizden iyi kimse bilemez. Bu nedenle, güçlü ve zayıf yönlerinizle cesursa yüzleşin. Bu sizi daha güçlü kılarken, kendinizi sevmenin kapılarını da ardına kadar açacak ve bu şekilde huzurlu, mutlu bir geleceğe taşıyacaktır.

    Mükemmeliyetçilik duygusuyla başa çıkın
    Kusursuzluk arayışı bireyin kendini endişeli ve gergin hissetmesine sebep olur. Bu durum ise bir süre sonra bireye zarar verebilir. Bu nedenle daha zayıf, daha başarılı, daha güzel, daha iyi anne, daha iyi bir eş veya sevgili olmak için amansız bir çaba için mücadele etmeyi bırakın. Bunun yerine yeterince çaba göstermeye gayret edin ve bunun farkında olarak durumun tadını çıkartın.

    İlişkiyi hayatınızın merkezine koymayın
    Tüm hayatı tek bir kişiye göre şekillendirmeye çalışmak, bağımlı bir kişilik yapısına yol açar. Bu, kişinin kendi gelişimi açısından sorgulaması gereken önemli bir durumdur ve yıllar içinde kadında geçmeyen bir kırgınlık hissi oluşur. Bu nedenle hayatınızdaki insanı sevin, ona değer verin fakat kendinizi de asla yok saymayın.

    Suçu hep kendinizde aramayın
    Aldatmanın temelinde sanılanın aksine ne güzel ya da çirkin olmak ne kişisel bir eksiklik ne de yetersizlik yatar. Aldatmayı tek bir nedene bağlamak mümkün değildir. Ancak kadınlar aldatıldıklarında genellikle suçu önce kendilerinde ararlar ve ‘Benim neyim eksik, bende neyi bulamadı, ben neyi karşılayamadım’ düşüncesine kapılırlar. Oysa aldatma insanlık tarihinden bu yana var ve bunun ne yetersizlik ne değersizlik ne de güzel veya çirkin olmakla doğrudan bir ilişkisi bulunur. Bundan dolayı bir aldatma durumunda suçu sadece kendinizde aramayın, olaylar yatıştıktan sonra tekrar değerlendirin ve sonrasında yaşadıklarınızdan dersler çıkartın.

    Kadın arkadaşlarınıza vakit ayırın
    21. yüzyılda da yaşasak toplumdaki ataerkil sistem içerisinde dayanışma olmaksızın hak kazanabilmek hala oldukça güç. Ancak benzer duygularla benzer olayları yaşayan kişiler birbirlerini en iyi şekilde anlayabilirler. Bun nedenle gerçek kadın dostların birbirlerine verdikleri destek çok kıymetlidir. Bu durum yalnızlık hissine kapılmanızın önüne geçerken aynı zamanda kendinizi daha güvende hissetmenizi de sağlar.

    Bedensel değişimlere hazır olun
    Bedeninizle her daim barışık yaşayın. Yaşla beraber gelişecek bedensel değişimlere hazır olun. Bununla birlikte kadınlarda doğurganlığın tamamen bittiği, hayatlarında yeni bir dönem olan menopoz hakkında da bilinçli olun. Artık doğurganlık bitmiş olsa da bu dönemim dünyanın sonu olmadığının farkına varın. Menopozdan korkmayın ve bu dönemde yapılacak basit yaşam şekli değişikliklerinin fiziksel ve psikolojik olarak sağlıklı ve mutlu bir dönemi beraberinde getireceğini unutmayın.

  • “Deprem, psikolojik yıkıma sebep oluyor”

    “Deprem, psikolojik yıkıma sebep oluyor”

    Geçtiğimiz yıl şubat ayında meydana gelen iki büyük depremin ardından ülkenin birçok noktasında çeşitli büyüklüklerde depremler meydana geliyor. Asrın felaketi olarak adlandırılan ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan Kahramanmaraş depremleri sonrası insanlarda psikolojik travmalar yaşanıyor. Konuya ilişkin açıklama yapan Uzman Klinik Psikolog Kerime Begüm Özkaya, “Deprem oluştuğu şehirlerde yıkımlara neden olurken, insan psikolojisini de yıkıma uğratan doğal bir afettir” dedi.

    “İnsanlar şok, pasifleşme ve kabullenme süreci geçiriyor”

    Depremin beklenmedik anda oluşan bir doğal afet olduğunu dile getiren Özkaya, “Beklenmedik anlarda insanların olumsuz bir tepki vermesi de aslında bizim beklediğimiz bir şeydir. Stres bozuklukları, korku, heyecan, keder, uyku bozuklukları, yeme problemleri, depresyon ve anksiyete bozukluğu gibi çeşitli psikolojik problemler görülmektedir. Depremden sonra insanlar şok, pasifleşme ve sonrasında da kabullenme sürecini geçiriyorlar. Bu süreçler her insanda farklılık gösteriyor. Ama insanlar bu süreci yaşıyorlar. İnsanların sığındığı yerler yuvalarıdır. Daha önce deprem gibi büyük bir doğal afet yaşamadılarsa, bulundukları yerde bir yıkım yaşadıkları zaman bulundukları alanı beyinlerinde güvenli değilmiş gibi algılıyorlar. Böylece psikolojik sıkıntılar yaşıyorlar. Biz stres anındayken savaş, kaç veya donma tepkisini gösteriyoruz. Depremden sonra da insanların bu tepkileri göstermesi beklediğimiz şeyler arasındadır” dedi.

    “Duygularımızla yüzleşmekten kaçınmayalım”

    Depremi kabullenmenin zor ama imkansız olmadığını ifade eden Özkaya, “Zor bir süreç. Eğer bunu tek başımıza yapamıyorsak destek almamız lazım. Sevdiğimiz insanlarla yaşadığımız duygu ve düşüncelerimizi paylaşmamız gerekiyor. Paylaştığımız zaman içimizdeki stres, korku, keder azalmaya başlıyor. İnternette dolaşan her şey doğru değil. Haberler bizim kaygı ve anksiyetemizi daha çok artırıyor. Mümkün olduğunca doğru olmayan haberlerden uzak durmamız gerekiyor. Gerekiyorsa bu izleme durumlarını azaltmamız gerekiyor. Günlük aktivitelerimize biraz daha ağırlık vererek hayatımıza devam etmemiz lazım. Uyku ve beslenmeyi daha düzenli yapabiliriz. Sevdiğiniz bir aktivite varsa hayatımıza onları daha çok katabiliriz. Buradaki amaç yaşadığımız psikolojik sorunlardan kendimizi biraz daha uzaklaştırmak. Nefes egzersizini çok öneriyoruz. Duygularımızla yüzleşmekten kaçınmayalım. En önemlisi bu korkuyu yenmeye odaklanmamız lazım” ifadelerine yer verdi.

  • Karne döneminde psikolojiye dikkat

    Karne döneminde psikolojiye dikkat

    Psikojen Akademi ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi kurucu ortağı Psikolog ve Psikoterapist Sümeyye Bilici, karne döneminin öğrenciler üzerindeki duygusal ve akademik açıdan etkilerini değerlendirdi. Bilici, bu dönem için ebeveynlere önerilerde bulundu.

    Bilici, ”Karne belirli ölçütlerle oluşturulmuş ve öğrenci başarısının referans noktasıymış gibi gözükse de tek başına bir çocuğun yetenekli olup olmadığını göstermeye yetmez. Karne dönemi, öğrenciler üzerinde hem duygusal hem de akademik birçok olumlu ve olumsuz duyguya neden olabilir. Akademik başarılarını değerlendirme süreci olarak gözüken karne dönemi, öğrencilerin kendileriyle ve öğrenme süreçleriyle ilgili bir içsel değerlendirme yapmalarına yol açabilir. Bu değerlendirme, öğrencilerde hem duygusal tatmin hem de stres oluşturabilir. Duygusal olarak, başarıların takdir edilmesi öğrencinin özsaygısını artırırken, başarısızlık hissi de stres ve endişeye neden olur” dedi.

    Ebeveynlerin karne dönemindeki rolü nedir ve bu dönemde nasıl destek olabilirler?

    Karne döneminde ebeveynlerin rolüne dikkat çeken Bilici, ”Ebeveynlerin, karne döneminde çocuklarına destek olmanın yanı sıra bir rehberlik rolü edinmelerinin çocukların başarı kaygısını yönetebilmeleri adına önemli olduğunu biliyoruz. Olumlu bir iletişim kurmak, çocuğun duygusal ihtiyaçlarını anlamak ve akademik hedeflere ulaşmak için birlikte çalışmak önemlidir. Ebeveynler mükemmel olmak adına baskı kurmak yerine öğrenme sürecinde çocuğun destekçisi niteliğinde olmalıdır. Ebeveynler, çocuklarını olumlu bir şekilde motive etmeli, başarılarına vurgu yapmalı, ancak aynı zamanda zorluklar karşısında da destek olmalıdırlar” şeklinde konuştu.

    Ebeveynlerin çocuklarına yönelik beklentileri, çocuğun akademik performansını nasıl etkiler?

    Bilici, sözlerine şöyle devam etti: ”Ebeveynlerin çocuklarına yönelik beklentileri, çocuğun motivasyonunu ve akademik performansını önemli ölçüde etkiler. Yüksek beklentilere sahip olmak, çocuğun kendisine güvenmesini sağlayabilir, ancak aynı zamanda aşırı beklentiler ve mükemmeliyetçi yaklaşım, çocukta kaygı ve strese neden olabilir. Dengeli ve gerçekçi beklentiler belirlemek, çocuğun potansiyelini en iyi şekilde ortaya çıkarmasına yardımcı olabilir.

    Ebeveynlerin çocuklarının sadece akademik başarısına odaklanması, duygusal gelişimlerini ihmal etme riski taşır. Bugünün mükemmeliyetçi ebeveynlerinin çocukları yarının kaygılı yetişkinleridir. Çocuklar sadece notlarla değil, duygusal sağlıklarıyla da değerlidir. Ebeveynler, çocuklarının duygusal ihtiyaçlarına duyarlı olmalı, başarı ve başarısızlıkla ilgili konuşurken açık bir iletişim kuralıdır.

    Karne dönemi stresiyle başa çıkma konusunda öğrencilere ve ebeveynlere öneriler

    Öğrenciler ve ebeveynler, karne dönemi stresiyle başa çıkma konusunda birlikte çalışabilirler. Birlikte belirledikleri hedeflere ulaşmak için küçük adımlar atabilirler. Aynı zamanda, rahatlatıcı aktivitelerle stresi azaltmak, düzenli mola vermek ve birbirleriyle iletişim kanallarını açık tutmak önemlidir. Ebeveynler, çocuklarına destek olmanın yanı sıra, kendi stresleriyle de başa çıkabilmek için sağlıklı yöntemleri öğretebilirler.”

    Bilici, son olarak her çocuğun kendi varlığıyla özel ve değerli olduğunu belirterek, onları akranlarıyla kıyaslamanın uzun vadede özdeğeri düşük ve mutsuz bireyler olmalarına neden olacağını söyledi.

  • Hatay’da deprem psikolojisi atlatılıyor

    Hatay’da deprem psikolojisi atlatılıyor

    Kahramanmaraş merkezli depremlerde en büyük yıkım yaşandığı Hatay’da vatandaşlar, sanat ile asrın felaketinin yaralarını sarıyor. Defne ilçesi Dursunlu Mahallesi’nde Sanatoryum Fatma Satar Müzik Resim ve Bale Akademisi, resim, müzik ve bale eğitimlerine kaldığı yerden devam ediyor.

    Yaklaşık 27 yıldır faaliyetlerine devam eden sanat okulu, afetzede çocukların deprem psikolojisinden kurtulmalarına yardımcı oluyor. Sanat okulunda; 300’e yakın 4 ile 17 yaş arasındaki çocuk, depremin oluşturduğu travma ve olumsuz etkilerinden uzaklaşmaya çalışıyor. Enkaz kentin yıkık sokaklarında çocuklara eğitim veren Fatma Satar; ücretli olan sanat akademisinde, ailesi ve durumu olmayan kişilere burs vererek eğitimden faydalanmalarını sağlıyor. Satar’ın amacı ve gayesi depremzede çocukların içindeki sanat güneşini ortaya çıkarmak.

    “Devlet konservatuarlarına güzel neferler ve yetenekli çocukları yetiştirmek”

    Eğitmen Fatma Satar, deprem öncesinde Türkiye’nin en büyük sanat okullarından biri olduklarını belirterek, “Şu an 300’e yakın öğrencimiz var. Piyano, keman, gitar, yan flüt, resim ve bale eğitimi vermekteyiz. Anne babasını kaybetmiş ve durumu olmayanlara burs vererek eğitim almalarını sağlıyoruz. Devlet konservatuarlarına güzel neferler ve yetenekli çocukları yetiştirmeyi hedefliyoruz” dedi.

    “Burası kendinizi ifade edebileceğiniz bir ortam”

    Piyano eğitimine deprem sonrasın da devam eden Naz Öksüz, “Burada kendini biraz daha özgür hissediyorsun. İstediğiniz şekilde herhangi bir sanatsal aktivitede bulunabiliyorsunuz. Piyano dersi alsanız bile resim derslerine girebiliyorsunuz. Burası kendinizi ifade edebileceğiniz bir ortam” ifadelerini kullandı.

  • ‘En uzun gece psikolojiyi olumsuz etkileyebilir’

    ‘En uzun gece psikolojiyi olumsuz etkileyebilir’

    Psikolog Anıl Özcan, 21 Aralık’ın en uzun gece olması nedeniyle psikolojimize etkileri konusunda uyarılarda bulundu. Işık eksikliğinin, melatonin ve serotonin gibi hormonların düzeylerini etkileyebildiğini ve bu durumun duygudurum değişikliklerine yol açabildiğini vurgulayan Psk. Anıl Özcan, “Karanlığın psikoloji üzerinde birçok etkisi vardır. Örneğin, karanlık ortamlar genellikle insanların duygusal durumlarını etkileyebilir, kaygıyı artırabilir ve bazen korku hissi oluşturabilir” diye konuştu.

    “Olumsuz etkileri azaltılabilir”

    Olumsuz etkilerden korunmanın mümkün olduğunu aktaran Psk. Özcan, “Bu dönemde, açık havada zaman geçirmek, düzenli egzersiz yapmak ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, bu olumsuz etkileri azaltmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, güneş ışığından en iyi şekilde yararlanmak için perdeleri açık tutmak veya yapay ışık kaynaklarından faydalanmak da faydalı olabilir. Ancak, kişisel deneyimler ve reaksiyonlar farklılık gösterebilir, bu yüzden şiddetli veya sürekli depresyon belirtileri durumunda profesyonel yardım önemlidir” ifadelerine yer verdi.

    “Destek talep edilebilir”

    Kış gündönümü döneminde duygusal sağlığa dikkat etmenin, kişilerin kendisini iyi hissetmesine yardımcı olabileceğine dikkat çeken Psk. Anıl Özcan, “Bu süreçte, destek almak için aile ve arkadaşlarla iletişim kurmak veya bir uzmana başvurmak önemlidir. Profesyonel bir danışmanlık, mevsimsel depresyonun etkileriyle başa çıkmanızda size yardımcı olabilir. Her ne kadar kış gündönümü dönemi zorlu olabilirse de, daha uzun ve ışık dolu günlerin yaklaştığına dair umut dolu bir bakış açısı benimsemek faydalı olacaktır” şeklinde konuştu.

  • Değişen havalar psikolojiyi etkiliyor

    Değişen havalar psikolojiyi etkiliyor

    Sonbahardan kış mevsimine geçişte, hava sıcaklıkları sık sık değişkenlik gösterebiliyor. Bir gün ısınan hava diğer gün soğuyabiliyor. Bu ani hava değişimi insanların ne giyeceği konusunda kararsızlık yaşamasına neden olurken. Grip ve soğuk algınlığı gibi rahatsızlıkların yanı sıra sık değişen hava durumu insan psikolojisini de doğrudan etkiliyor.  Psikiyatri Uzmanı Dr. Sıdıka Oksay, son zamanlarda ani bir biçimde değişen hava sıcaklıklarıyla ilgili konuştu. Doktor Oksay, yağışlı ve kapalı havaların çökkün depresif, çok sıcak havaların ise öfkeli hissetmeye yol açabildiğini söyledi.

    “Kapalı ve yağışlı havalar hüzünlü ruh haline yol açabilir”

    Havaların insan psikoloji üzerindeki etkileri hakkında Psikiyatri Uzmanı Dr. Sıdıka Oksay, “Havanın insan psikolojisi üzerindeki etkileri farklıdır. Sıcak havalar insanlarda öfke artışına yol açabilir. Kapalı ve yağışlı havalar hüzünlü ruh haline yol açabilir. Yağmurlu günlerde iş veriminin, dikkatin, hafızanın arttığı görülüyor. Havanın hızlı değişimi insanda adaptasyonu zorlaştıran bir şey. Güneşli gün sayısının fazlalığı depresyona girmemizi engeller. Güneşli gün daha fazla olan ülkelerde depresyon daha az, yağışın daha fazla olan ülkelerde depresyon fazla görülür. Psikiyatr hastaları da hava değişiminden etkileniyor. Depresyon sonbahar ve kış aylarında gün ışığının azalmasından dolayı daha fazla görülüyor. Genellikle sonbaharda fazla depresyon görürüz. Mani gibi depresyonun tam tersi bipolar iki uçlu duygu durumu bozukluğu bahar ve yaz aylarında duygunun yükselmesiyle birlikte daha çok rastlanılır. İklim değişliği ile ilgili haberler kaygı verici. Gelecekle ilgili hep felaket haberleri veriliyor. Genel olarak kaygımızı artıran şeyler” dedi.

    “Olabildiğince sakin kalmak lazım”

    İklim krizi, mevsim kayması gibi küresel ölçekte yayılan haberlerin de yine insan psikolojisi üzerinde etkilerinin olduğunu belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. Sıdıka Oksay şöyle devam etti:

    “Global ısınmanın tam olarak psikolojik etkilerinin ne olduğu, olacağı bilinmiyor. Isı artışının daha fazla öfkeye ve öfke suçuna yol açtığı biliniyor. Uzun yazların daha fazla şiddet içeren bir dünyaya gideceğimizi düşündürmesi beklenebilir bir şey. Mevsimlerin kayması da binlerce yıldır gelen biyolojimizin adaptasyonunu oldukça zorlaştırır düşüncesindeyim. Olabildiğince sakin kalmak lazım. Nefes egzersizleri, kas gevşetme egzersizleri ile kendimizi kaygı ve öfkeyle başa çıkabilecek yöntemleri yeti olarak eklemeye çalışılması lazım.”

  • “Hedef, coşku ve motivasyon”

    “Hedef, coşku ve motivasyon”

    Cumhuriyet 100. Yılı etkinlikleri devam ediyor. Üniversitenin Psikoloji Bölümü’nden Öğr. Üyesi Doçent Dr. Neslim G. Doksat, düzenlenen etkinlikler kapsamında Kurtuluş Savaşı’ndaki milli direniş ruhunu psikolojik açıdan değerlendirdi. Doksat, “Türk milletinin bir hedefi ve bu hedefi gerçekleştirecek coşku ve motivasyonu var. Olumsuzluklar karşısında geri çekilmiyor ve tekrar mücadele ediyor. Her olumsuzluğu bir deneyim olarak görüp tekrar girişimde bulunuyor ve vazgeçmiyor” dedi.

    “Psikolojik ve fiziksel sınırlar var”

    İnsan gruplarının kendilerini korumak ve güvende hissetmek için oluşturdukları psikolojik ve fiziksel sınırlar olduğunu ifade eden Çocuk ve Ergen Psikiyatrı Neslim G. Doksat, “İnsanlar, tehlikeli olan ile güvenli olanı ayırıp tehlikeli olanı grubun dışında bırakacak şekilde, grubun ortak kararı sonucunda seçimini yapar. Çünkü, bireyler olumlu bir benlik idrakine sahip olmak ve kendilerini güvende hissetmek için kendilerini toplumsal bir grup içinde tanımlarlar ve sosyal kimlik edinirler. Kendilerini ait hissettikleri bu gruplar herhangi bir şekilde tehdit edilirse veya kişiler gruplarına yönelik bir tehdit idrak ederlerse, olumlu özellikleri kendi gruplarına, olumsuz özellikleri ise grup dışına yüklerler. Bu yolla ortak güvenlik duygusu oluştururlar. Güvenlik duygusunu ortak/paylaşılan düşünce şemaları yoluyla oluşturan ve sürdüren gruplar toplumsal bir doku meydana getirirler” şeklinde konuştu.

    “Aidiyet ve güven duygusu”

    Doksat konuşmasını şöyle sonlandırdı:
    “Direnişi tetikleyen ortak aidiyet duygusunun tehdit altında idrak edilmesinin psikolojik sonuçları, aidiyet ve güven duygusu arayışıdır. Kurtuluş Savaşı sayesinde milliyetçilik ilkesi ulusal bilincimize kazandırılmıştır. Bu sayede, Türk toplumunu birbirine bağlayan en yüce bağın ulusal birlik duygusu olduğu açığa çıkmıştır.”

  • Doğal afetlerin insan psikolojisine etkisi

    Doğal afetlerin insan psikolojisine etkisi

    Dünyada veya Türkiye’de farklı yerlerde farklı şekillerde yaşanan doğal afetlerin insan psikolojisi üstünde büyük etkileri olduğunu, kimi insan bu olayların hasarlarını kısa bir sürede atlatsa da bazılarında ise psikolojik olarak bazı hasarlar bırakabildiğini belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. Hilal Dost, “Depremler, orman yangınları, seller gibi travmatik olayların ardından kişide oluşabilecek uyku bozukluğu, iştahsızlık, korku, panik gibi duygular belirli bir zaman sonrası hafiflemiyor, artıyorsa mutlaka bir psikiyatri uzmanına başvurulmalıdır” dedi.

    Afetlerin insan psikolojisine etkisi

    Psikiyatri Uzmanı Uzm. Dr. Hilal Dost, “Yaşadığımız bütün afetler insan psikolojisi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Doğal afetlerin sonrası, afete birebir maruz kalmasak bile haberlerden sosyal medyadan duyduğumuz ve gördüğümüz fotoğraf, videoların etkisi ile uyku bozukluğu, kabus görmek, iştahsızlık, insanlardan uzaklaşma, tekrar tekrar aynı travmatik olayı yaşıyormuş gibi hissetmek, yaşanan olayın görüntülerinin aklımıza gelmesi gibi hisler, duygu ve düşünceler yaşayabiliriz. Bunlar bir anlamda bu travmatik olayın belirtileri gibidir. Yaşanan travmadan sonraki ilk süreçte bu belirtilerin olması aslında oldukça doğal kabul edilirken, zamanla bu belirtilerin azalmasını, hafiflemesini bekleriz. Ama bazen bazı durumlarda bu belirtiler, bir aydan daha uzun süre devam edebilir. Belirtilerin 1 aydan daha uzun sürmesi, ‘akut stres bozukluğu’, 6 aydan daha fazla uzun sürmesi ise bir ‘post travmatik stres bozukluğuna’ işaret olabilir. Bu yüzden; bu tarz belirtileri çok yoğun yaşıyorsak ya da olayın üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen yine bu tarz belirtiler devam ediyorsa, mutlaka bir psikiyatri uzmanına başvurmanızı öneririm” diye konuştu.

  • Annesini balkondan atmaya çalıştı

    Annesini balkondan atmaya çalıştı

    Olay, Hatay’ın İskenderun ilçesi Çay Mahallesi’nde bulunan bir binanın 5. katında meydana geldi. Binanın en üst katında yaşayan ve psikolojik rahatsızlığı bulunduğu öğrenilen şahıs, henüz bilinmeyen nedenle annesini balkondan atmaya çalıştı.

    Anneyse, oğluna korkuluklardan tutunarak karşı koymaya çalıştı bu anlarsa bir vatandaş tarafından cep telefonu kamerasıyla görüntülendi.

    Polis ekiplerinin uzun uğraşları sonucu şahıs ikna edildi ve süre sonra ikna edilerek gözaltına alındı. Anneyse, sağlık ekipleri tarafından tedbir amaçlı hastaneye kaldırıldı.

  • “Duygusal içerikli vedalardan kaçınılmalı”

    “Duygusal içerikli vedalardan kaçınılmalı”

    Okulların açılmasına sayılı günler kaldı. Uzmanlar ise çocukların okullarına adapte olabilmeleri için bazı önemli noktalara değindi. Sivas’ta bir hastanede görev yapan Çocuk Gelişimci ve Aile Danışmanı Yıldız Karakaya Güneştepe, anaokulu deneyimi yaşamamış çocukların ilkokula uyumunun zor olduğunu ifade ederek, “Hayatın ilk altı yılını kapsayan okul öncesi dönemde çocuk; sosyal, duygusal, zihinsel, fiziksel pek çok beceriyi öğrenme ve topluma uyum sağlama süreci içerisindedir. İlkokul dönemiyle birlikte çocuğun ilk altı yılda geliştirmiş olduğu hazır bulunuşluk onun okul sürecine uyumunu da etkileyecektir. Sağlıklı sosyal ilişkiler geliştirmemiş, anaokulu deneyimini yaşamamış, ebeveyn ilgisinden mahrum kalmış, fiziksel- ruhsal ihtiyaçları karşılanmamış çocukların ilkokula uyumları da oldukça zor olmaktadır. Bu yüzden ailelerin özellikle 0-6 yaş dönemine özellikle önem vermeleri gerekiyor” dedi.

    “Arkadaşlarıyla ilişki geliştirmelerine müsaade edilmelidir”

    Bu yıl ilkokula başlayan çocuklar için uyum sürecinde ailelerin yapması gerekenleri sıralayan Çocuk Gelişimci ve Aile Danışmanı Yıldız Karakaya Güneştepe, şunları vurguladı; “Öncelikle anne ve babalar kendilerinin de bir uyum süreci içerisinde olduklarını ve ebeveyn kaygısının çocuğu da endişelendirdiğini unutmamalıdırlar. Ebeveynler sosyal-duygusal, dil gelişimi ve öğrenme açısından çocuklarının ilkokula hazır olup olmadığının analizini yapabilmeli, okula başlamadan önce mevcut beceri eksikliklerini gidermeye çalışmalıdırlar. Ebeveynlerinden sağlıklı ayrışamayan çocuklar uyum konusunda oldukça zorlandıklarından okul öncesi dönemde özellikle ikili arkadaşlık kurmalarına ve müdahale etmeden arkadaşlarıyla ilişki geliştirmelerine müsaade edilmelidir. Ebeveynlerin çocuğun okula gitmesi konusunda net ve kararlı olması bunu asla ödüle ya da cezaya çevirmemeleri çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki okula her gidişinde bir hediye isteyen çocuk, okula uyum sağlama çabasında değil; hediye alma çabasındadır” diye konuştu.

    “Okula başlayan çocukların kaygı duyması oldukça normaldir”

    Okula başlayan çocukların kaygı duymalarının oldukça normal olduğunu belirten Güneştepe, “ Okula başlayan çocukların kaygı duyması oldukça normaldir. Böyle zamanlarda ebeveynler aynı kaygıyı okula başladıklarında kendilerinin de yaşadıklarını ancak sonra öğretmenlerini ve arkadaşlarını zamanla çok sevdiklerinden bahsederek kaygılanmalarının normal olduğunu anlatmaları gerekir. Mümkünse çocukların okul günü gelmeden; okulu, sınıfları, tuvalet ve kantin gibi alanları önceden ebeveynleriyle gezmeleri uyum süreci açısından önemlidir. Eğer çocuk okula başladıktan sonra bir ay boyunca sürekli kaygı yaşıyor, okula gitmek istemiyorsa bir uzmandan yardım almakta fayda vardır. Çocuğu okula göndermekle ya da okul çıkışı çocuğu okulda bırakmayla ilgili tehditler çocuğun okulu bir ceza aracı gibi görmesine neden olacaktır. Çocuk okula bırakıldığında uzun süreli duygusal içerikli vedalardan kaçınılmalı, çocuk okuldan gelir gelmez (özellikle kaygılı çocuklarda) ona ‘‘okul nasıldı?’’ gibi sorular sorulmamalıdır. Okuldan dönen çocukla en güzel etkileşim yolu ona sımsıkı sarılmak ve rutin hayata devam etmektir. Sürekli okulla ilgili soru soran ebeveynin kaygısı ister istemez çocuğa da yansıyacağından okul saatleri dışında çocuk sormadığı müddetçe okuldan bahsetmemek en doğru olandır. Son olarak; yeni eğitim döneminin heyecanını yaşarken, çocuğun var olan diğer ihtiyaçlarını da örneğin, oyun, eğlence, sosyal yaşam gibi en temel ihtiyaçlarını unutmamakta fayda var” şeklinde konuştu.