Etiket: rapor

  • AFAD’dan Bursa için çok önemli deprem raporu

    AFAD’dan Bursa için çok önemli deprem raporu

    Bursa AFAD Şube Müdürlüğü Bursa’da yaşanabilecek muhtemel afetler için çok detaylı bir rapor hazırladı. Farklı senaryoların uygulanıp sonuçlandırıldığı raporda tatbikatlardan, deprem sonrası toplanma yerlerine, oluşturulacak konteyner kentler, yaşanacak kayıplar ve yıkımlara kadar muhtemel detaylar yer alıyor.


    İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından oluşturulan hem gerçek bir depremin hem de senaryo bir depremin oluşturabileceği hasar ve kayba ilişkin sonuçlar üreten AFAD Deprem Ön Hasar ve Kayıp Tahmin Sistemi (AFAD-RED) Türkiye geneli fay haritasına göre Bursa ile ilgili 2 ayrı senaryo oluşturdu. Bu senaryo sonucuna göre Bursa AFAD tarafından da bir rapor hazırlandı.

    AFAD Deprem Dairesi Başkanlığı ve akademik işbirliği ile geliştirilen AFAD-RED yazılımı ile saat 15.00’da büyüklüğü 6.9 olan bir deprem meydana gelmiş gibi oluşturulan ilk senaryoda; Bursa’da nüfusun en yoğun olduğu ilçeleri etkileyecek fay ve bu fay üzerindeki muhtemel en büyük deprem ihtimal olarak kayda alındı.


    6.9 büyüklüğündeki deprem sonrası yaşanacakların analiz sonuçları ve tahmini sismik şiddet haritası çıkarıldı. Oluşabilecek maksimum şiddetteki, yıkıcı depremde Bursa genelinde 18 bin 360 can kaybı yaşanacağı, 34 bin 475 ağır yaralı, 54 bin 564 hafif yaralı vatandaşın olacağı öngörüldü.
    Depremden etkilenen toplam nüfus Bursa için 2 milyon 872 bin 079 kişi tespit edilirken, Yalova, Bilecik, Kütahya, Sakarya, Eskişehir gibi çevre iller de baz alınarak 3 milyon 216 bin 336 kişinin yıkıcı depremden etkileneceği tahmin edildi. Toplam hasarlı bina sayısı ise 323 bin 977 olarak hesaplandı. Bursa’da 872 bin 367 kişinin geçici barınmaya ihtiyaç duyacağı açıklandı.


    İlçe bazında ise Yıldırım’da 8 bin 408, Osmangazi’de 4 bin 918, İnegöl’de 2 bin 550, Gürsu’da 1021, Nilüfer’de 882, Kestel’de 545, Yenişehir’de 20, Mudanya’da 11, Gemlik’te 4, Keles’te 1 can kaybı tahmininde bulunuldu.

    Yıldırım’da 31 bin 359, Osmangazi’de 20 bin 256, İnegöl’de 9. bin 125, Gürsu’da 3 bin 071, Nilüfer’de 2 bin 196, Kestel’de ise 2 bin 180, Yenişehir’de 151, Mudanya’da 87, Gemlik’te 67, Keles’te 55 binanın yıkılacağı öngörüldü.

    Yıldırım’da 36 bin 206, Osmangazi’de 45 bin 440, İnegöl’de 15 bin 92, Nilüfer’de 11 bin 332 binanın da ağır hasar alacağı da ifade edildi.
    Senaryoda hasar tespit çalışma grubu ve insan kaynakları kapasitesi 1703 ekip olarak öngörülürken var olan 276 ekip haricinde 1427 ekibe daha ihtiyaç olduğu belirlendi.

    İkinci senaryo ise Türkiye’de deprem üretme potansiyeli en yüksek olan Kuzey Anadolu Fay Zonunun güney kolunda yer alan İznik-Mekece-Geyve fayının üzerinde meydana gelen Mw: 7.2 büyüklüğündeki deprem senaryosu deprem masası katılımcıları ile değerlendirilerek Bursa’da muhtemel etkileri üzerinden olay tedbir tabloları oluşturuldu.

    Deprem senaryolarının ardından Bursa AFAD tarafından hazırlanan raporda Bursa’da depreme neden olabilecek en önemli fay; doğuda Derekızık-Burhaniye köyleri ile batıda Uluabat gölü arasında uzanan yaklaşık 45 kilometre uzunlukta olan Bursa fayı olarak gösteriliyor. Ayrıca Bursa’yı etkileyecek diğer faylar ise Marmara Denizi’ndeki fay, Geyve – İznik – Gemlik fayı, Yenişehir – Bursa – Manyas fayı olarak belirtildi.

    AFAD’ın hazırladığı raporda sadece deprem yer almadı bunun yanında Heyelan, endüstriyel felaket, sel baskını gibi Bursa için riskli bir çok konuya değinildi.

     


    Rapora göre; Bursa’da yaşanan deprem dışındaki afet olayları incelendiğinde heyelan, su baskını, kaya düşmesi ve çığ dikkat çekti. Heyelan Bursa ilinde en sık görülen afet türü olup heyelanların en sık gerçekleştiği ilçeler İnegöl, Orhangazi ve Gemlik’ olarak belirtildi. Marmara, Sakarya ve Susurluk Havzaları’nda yer alan Bursa’da heyelandan sonra en sık gözlemlenen afet türü ise su baskını olarak belirlendi. Su baskınlarının İnegöl, Yenişehir, Karacabey ve Mustafakemalpaşa ilçelerinde görüldüğü bildirildi. Diğer afet türlerinden en çok görüleni kaya düşmesi, Bursa’da 1950 yılından bu yana 13 adet kaya düşmesi olayı ve 2 adet çığ olayı gözlemlendiği anlatıldı. Diğer bir önemli konu da raporda yer alan İnsan Kaynaklı (Teknolojik) Afetlere de dikkat çekilmesi. Yine raporda kuraklık konusu da afet çerçevesinde değerlendirildi.

    AFAD’ın Bursa için hazırladığı raporda, senaryo ve tedbirlerde muhtemel bir durumda Bursa merkez ile 17 ilçesinin çadır başta olmak üzere acil toplanma alanları, çadırkentler ve konteynerkentler hem nüfus hem de sayı olarak verildi. Acil Toplanma Alanı olarak 321 mahalle için 880 bölge ayrıldığı görülürken ilçe bazında ise Orhangazi 6 mahallede 19 toplanma alanı, Gemlik 15 mahallede 38 toplanma alanı, İznik 5 mahallede 15 toplanma alanı, Mudanya 8 mahallede 20 toplanma alanı, Osmangazi 92 mahallede 238 toplanma alanı olarak ayrılmış olduğu gösterildi.

    Çadırkent konusu ise AFAD Bursa raporunda Acil Çadırkent ve Çadırkent olarak iki ayrı bölümle ele alındı. Acil Çadırkent için planlanan rakamlarda Bursa geneli için toplam 315 acil çadırkent, 4 milyon 15 bin 319 metrekarede kişi başı 10 metrekarelik alanlarda 68 bin 654 çadır ve 90 bin 570 kişi olarak açıklandı.

    Muhtemel bir afette Çadırkent verilerinde ise Bursa genelinde toplam 1 milyon 484 bin 684 metrekarelik alanda 15 çadırkent, kişi başı 25 metrekarelik alanlarda 11 bin 877 çadır ve 59 bin 387 kişi olarak açıklanmış durumda.

    Konteynerkentler olarak Bursa genelinde toplamda 3 konteynerkentte 459 bin 91 metrekarelik alanda 9 bin 182 konteynerkent kurulacağı AFAD Bursa raporunda açıklanmış durumda.

  • Nilüfer’in hava ve su analiz raporları

    Nilüfer’in hava ve su analiz raporları

    Nilüfer Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü tarafından yürütülen “2022 Yılı Hava ve Su Kirliliği İzleme Çalışmaları”na ilişkin rapor, Nilüfer Barış Meclisi’nde düzenlenen basın toplantısında kamuoyuyla paylaşıldı. Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, Başkan Yardımcısı Zafer Yıldız ile Nilüfer Belediyesi Halk Sağlığı Danışmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın yer aldığı basın toplantısı geniş katılımla gerçekleşti. Toplantıda analiz sonuçlarını açıklayan Prof. Dr. Kayıhan Pala, dış ortam ve iç ortam hava kirliliğinin, çeşitli hastalıklara ve ölümlere yol açtığına vurgu yaparak, “Temel olarak endüstri ve kötü kentleşmeden kaynaklanan dış ortam hava kirliliği, kanser ölümlerinin önde gelen çevre ile alakalı sebebidir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmada, Türkiye’de 2018 yılında 72 ilde 44 bin 617 kişinin Partiküller madde 2,5 (PM2.5) kirliliği sebebiyle erken öldüğü tahmin edilmiştir. Aynı araştırmanın belirtilerine göre Bursa’da 2 bin 822 kişi uzun süreli PM2.5 kirliliğine bağlı olarak 2018 yılında hayatını erken kaybetmiştir” dedi.


    Bursa’nın, Türkiye genelinde havası en kirli illerden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Pala, Türkiye’deki sınır değerlerin Dünya Sağlık Örgütü değerlerinin çok üstünde olduğuna da dikkat çekti. Türkiye’de SO2 (g/m3) sınır değerinin 125 olduğunu, bu sınır değerin Dünya Sağlık Örgütü’nde ise 40 olarak belirlendiğini söyleyen Prof. Dr. Kayıhan Pala, “En önemli sağlık sorunlarına yol açan hava kirleticilerinden biri olmasına mukabil, ülkemizde halen PM2.5 için belirlenmiş herhangi bir ulusal sınır değer yoktur. Partikül maddelerden yalnızca PM10 için ulusal sınır değer belirlenmiştir” diye konuştu.


    Nilüfer’in hava kalitesini de değerlendiren Pala, “12 ay boyunca PM10 derişimleri hem Dünya Sağlık Örgütü rehber değerinin hem de ulusal sınır değerin üzerindedir. PM2.5 derişimleri ise Dünya Sağlık Örgütü rehber değerlerinin üzerindedir. SO2 derişimleri ise ulusal sınır değerin ve Dünya Sağlık Örgütü rehber değerinin altındadır. NO2 derişimleri 9 ay boyunca ulusal sınır değerin, 12 ay boyunca da Dünya Sağlık Örgütü rehber değerlerinin üzerindedir, 12 ay boyunca O3 derişimleri ulusal sınır değerin ve Dünya Sağlık Örgütü rehber değerinin altındadır. Bu keşifler Nilüfer’deki partikül maddelerden ve azot oksitlerinden kaynaklanan hava kirliliğini açık olarak göstermektedir” şeklinde konuştu.

    Bursa’da ‘Marmara Temiz Hava Merkezi Hava Kalitesi İzleme Ağı’ çerçevesinde 2022 yılında dokuz hava kalitesi ölçüm istasyonu bulunduğunu belirten Pala, “Ancak ölçümü yapılan kirleticilerin bulundukları istasyonların coğrafi dağılımı Bursa’nın tümü için bilgi vermekten uzaktır. Özellikle kent merkezindeki organize sanayi bölgeleri gibi kirletici kaynakların kirliliğini izlemek üzere istasyonlar kurulmamış olması önemli bir eksikliktir” dedi.

    Bursa’nın doğusundan batısına kadar kentin tamamının çok ciddi bir kirlilikle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Pala, “Bursa’da partiküller madde açısından çok ciddi kirlilik var. Ancak bu konuda ciddi bir adım atılmış değil. Bursa’da hava kirliliği özellikle son yıllarda çok ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Örneğin yasal düzenlemelere göre 24 saatlik ortalama PM10 ulusal sınır değeri yılda en çok 35 gün aşılabilir olmasına mukabil, Bursa’da yüzlerce kez aşılmaktadır. Bu konu bilim insanları ve meslek odaları tarafından birçok kez gündeme getirilmiş olmasına mukabil, halen etkin bir önlem alınmadığı anlaşılmaktadır” ifadelerini kullandı.


    Pala, hava kirliliği ile mücadele için yapılması gerekenleri de şöyle açıkladı:

    “Bursa’da hava kirliliğine yol açan kirlilik kaynakları bilimsel yöntemlerle ortaya konulmalı ve kirliliği kaynakta yok etmek üzere bilimsel eylem planları hazırlanmalı, uygulamaya konulmalı, izlenmeli ve denetlenmelidir. Ayrıca, Bursa’da kentsel alanda suyu en fazla sanayi tüketiyor. Siz, sanayinin tüketimine sınır getirmeden, her gün çok fazla miktarda su tüketecek sanayi tesislerine izin verirken, evde musluğu damlatmayın diyerek bu sorunu çözemezsiniz. Hem iklim krizini dikkate alacaksınız hem su kaynaklarını kimin tükettiğini dikkate alacaksınız ki bu kentte yaşayanlar doğru düzgün suya erişebilsin. Burada ciddi bir sıkıntı var. 2022’de çok ciddi bir kuraklık ve su eksikliği var. Gelecek 3-5 yıl içinde barajların doluluk oranları bugünleri aratacak şekilde eksilebilir. Su kaynaklarını nasıl kullanacağımıza çok dikkat etmemiz gerekir. Evliya Çelebi’nin yıllar önce söylediği gibi Bursa, sudan ibaret bir kent değil, Bursa maalesef su yoksulu bir kent. Kentsel alanda birinci sırada su tüketimini endüstri yapıyor. Bursa ve Türkiye genelinde birinci sırada tarım ve bahçe sulama var. Bahçe sulamadan vazgeçsek, endüstriyi kontrol altına alabilsek Türkiye’de su sorununu büyük ölçüde çözme ihtimalimiz var.”


    Pala, yeterli ve güvenli suya erişememenin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğuna vurgu yaparak, kentlerde güvenli içme suyu sağlamanın en önemli yolunun tüm adımları içeren ‘Su Güvenlik Planı’ oluşturulması olduğunu da kaydetti. Bursa’da kişi başına düşen içme suyu tüketiminin Türkiye ortalamasının altında olduğuna da dikkat çeken Pala, “Türkiye’de 2020 yılında belediyeler tarafından içme ve kullanma suyu şebekesine kişi başına günde ortalama 228 litre su çekilirken, Bursa’da Türkiye ortalamasının altında, 199 litre su çekilebilmiştir. İlçelere göre dağlımda da kişi başı 185 litre ile Nilüfer ilk sırada yer alırken, 106 litre ile Gürsu ilçesi en alt sırada yer alıyor. Bu rakamlar su kullanımının sosyo ekonomik duruma göre çeşitlilik gösterdiğini ortaya koyuyor” dedi.

    Nilüfer Belediyesi’nin 2002 yılından bu yana su analizleri yaptığını belirten Pala, Nilüfer Belediyesi sınırları içerisinde belirlenen noktalardan kentsel alandaki 42 mahalleden ayda bir ve kırsal alandaki 22 mahalleden iki ayda bir olmak üzere periyodik olarak su örneği alındığını ve suda klor düzeyine bakıldığını belirtti. Pala, “Nilüfer’de kentsel alanda alınan su örneklerinin tamamı bakteriyolojik açıdan temiz bulunmuştur. Kentsel alanda şebeke suyunda klor düzeyi düşük bulunan su örneği oranı yüzde 2’dir” dedi.


    Pala, kırsal mahallelerde bulunan hayrat çeşmelerinden alınan su numunelerinin ise yüzde 84,9’unun bakteriyolojik açıdan kirli bulunduğunu belirterek vatandaşları uyardı. Üretilen suyun bir bağımsız gözetim grubu tarafından denetleniyor olması gerektiğine dikkat çeken Pala, “Bunu, yıllardır öneriyoruz. BUSKİ, üniversiteler ve yerel yönetimlerin iş birliğiyle bağımsız bir grup kursun. O bağımsız grup, akredite bir laboratuar aracılığıyla sürekli izlesin ve sürekli topluma bilgi versin. Böyle olunca toplumun güveni yüksek düzeye erişecektir” dedi.

    Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Bursa’da arıtma tesisinden çıkan su yüzde 100 güvenli. Yıllardır hiçbir problem yok. Ama o su, Görükle’nin en uç sokağındaki bir eve gelene kadar bu süreçte hangi depodan geçiyor, hangi dağıtım ağı bunu sağlıyor, bütün bunların açıklıkla izlenebileceği bir mekanizmanın kurulmasına ihtiyaç var. Burada Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ve yerel yönetimlere önemli bir işlev düşüyor” ifadelerini kullandı.

  • Tsunami Raporu

    Tsunami Raporu

    ODTÜ öncülüğünde, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, Atina Akademisi ve Güney Kaliforniya Üniversitesi destekleriyle hazırlanan “İskenderun Körfezi Kıyı Yapıları Ve Doğu Akdeniz’deki Tsunami Değerlendirmeleri” ön raporunun sonuçları belli oldu. Raporda, merkez üssü deniz kıyısından yaklaşık 90 kilometre içeride olmasına ve fayın doğrultu atılımlı karakteristik göstermesine rağmen 7,7 büyüklüğündeki depremin, Hatay’ın Arsuz ve Mersin’in Erdemli ilçeleri ile KKTC’nin Gazimağusa ve Girne kentlerinin sahillerinde küçük genlikli tsunami olayına neden olduğu belirtildi.

    Buna göre Hatay’ın Arsuz ilçesi sahiline ilk dalganın 25’inci dakikada, en yüksek dalganın da 14 santimetre ile 33’üncü dakikada ulaştığı belirlendi. Gazimağusa istasyonunda 17 santimetrelik en yüksek dalga 65’inci dakikada, Erdemli istasyonunda 14 santimetrelik en yüksek dalga 48’inci dakikada, Girne istasyonunda ise 10 santimetrelik en yüksek dalga yine 48’inci dakikada ölçüldü.

    Raporda, “6 Şubat 2023 depremi sebebiyle Doğu Akdeniz’de oluşan küçük ölçekli tsunami olayının bilimsel olarak araştırılması ve oluşma mekanizmasının saptanması, ​​​​​​bölgede gelecekte oluşabilecek olası tsunami olaylarının oluşma mekanizmalarını önceden anlamak ve hazırlıklı olmak için önemlidir. Bu olay hem karada merkez üssü olan doğrultu atımlı fay kırılması sonrası oluşan tsunami sebebiyle araştırılması gereken hem de bölgedeki erken uyarı sisteminin verimli çalışmasının test edilmesine olanak sağlayan bir olay olmuştur.” ifadeleri yer aldı.

    Raporu hazırlayan ekibin başkanlığını yapan UNESCO Kuzey Doğu Atlantik ve Akdeniz Tsunami Uyarı Sistemi önceki dönem başkanı, ODTÜ Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezi Üyesi ve Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Kıyı ve Deniz Mühendisliği Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner, AA muhabirine raporda yer alan bulguları değerlendirdi.

    “TSUNAMİNİN OLUŞMA NOKTASI SAMANDAĞ KALEBURNU’NUN GÜNEYİ”

    Raporda gösterilen noktaların, kıyıda su yüzeyini ölçen ve mareograf adı verilen cihazların bulunduğu yerler olduğunu söyleyen Yalçıner, deprem sonrası denizde bir hareketlenme varsa bu cihazların hareketlenmeyi yakalayabildiğini aktardı.

    Yalçıner, şöyle devam etti:

    “İlk çıkardığımız bilgi ‘Dalga ne zaman gelmiştir?’ Bunun vardığı yere ve süresine göre oluştuğu noktayı bulmamız önemli. Oluştuğu noktada fay, deniz tabanını kaldırmış ya da deforme etmiş mi? Yahut deniz tabanında oturma, kayma gibi kütle hareketi oluşmuş mu? Bunları bilmek için önce kayıtları incelemek, daha sonra fayın kırıldığı yerleri saptamak, sonra da deniz tabanında tahmin ettiğimiz oluşumların yerlerini bulmak gerek. Bunların hepsinin dairelerinin kesiştiği yer, Samandağ kuzeyindeki Kaleburnu’nun güneyinde açıkta bir noktaya işaret ediyordu.”

    Hatay’da meydana gelen 6,4 büyüklüğündeki depreme de dikkati çeken Yalçıner, “Denizde acaba fay devam ediyor mu? 6,4 büyüklüğündeki depremle Samandağ’a geldiğini gördük. Güneye giderse denize doğru mu yönelir, yoksa Lazkiye’den güneye mi gider? Tarihine bakıyoruz ve bölgede deniz tabanında depremler olacaksa nasıl bir dalga yaratır, nasıl yayılır, nerelere, ne kadar zamanda gelir? Bu bilgileri bulmaya çalışıyoruz. Bizim bu araştırmalarımız ileride böyle durumlar için hazırlıklı olma ve uyarı verme aşamasına bilgi sağlamaktır.” dedi.

    Yalçıner, tsunaminin oluştuğu noktanın tespit edilmesinin önemi hakkında, “Biz ‘Orada bir kayma, oturma olacaktır.’ demiyoruz, ‘Orada zayıf bir bölge var.’ durumunu işaret edebiliyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

    Depremlerin merkez üslerinin kıyıdan uzak olmasının tsunami boylarını etkilediğine değinen Yalçıner, “Denizde belirli bir hareket gözlenmişse onun kaynağının nerede ve nasıl bir kütle hareketi ile meydana geldiğini araştırmak ve deniz tabanında kritik bölgeler olup olmadığını saptamak önemlidir” ifadelerini kullandı.

    Deprem konusunda vatandaşlara çözümlü bilgiler ulaştırmak gerektiğini dile getiren Yalçıner, sözlerini şöyle tamamladı:

    “Sadece ‘deprem olacak tedbir alalım’ demektense, tedbiri de almaya yardımcı olmamız lazım. Ben ‘Tsunami olacak’ diyorsam, bunun nasıl olacağını ve nasıl önlem alınması gerektiğini de anlatmam lazım. Halkımızı zaten daha somut, güvenilir bilgiler bekliyor. Tsunaminin mekanizmasını incelemek, ileride yaşanacak başka olaylarda bu tür deniz hareketleri oluşumunu şimdiden anlamak için önemli. Denizin içinde fayları göremiyoruz, karadaki kırıkların hepsini görüyoruz. Deniz tabanındaki hareketlenme ile denize geçen enerji dalga olarak kıyılara geliyor. Taban hareketlerinin sırları da ölçülen dalga ile bize ipuçları olarak ulaşıyor. Kıyılardaki su hareketlerini, dalgayı ve onunla gelen ipuçlarını iyi incelemek; deniz tabanında ne olduğunu anlamak, daha sonra bu hareketin ileride başka hangi olaylar oluşturabileceğini tahmin etmemiz açısından önemli.”

  • Türkiye’deki milyoner sayısı artacak

    Türkiye’deki milyoner sayısı artacak

    Henley & Partners’ın Küresel Vatandaşlık Raporu’na göre, milyonerlerin en fazla tercih edeceği üç ülkenin Birleşik Arap Emirlikleri, Avusturalya ve Singapur olması bekleniyor.

    Türkiye Direktörü Burak Demirel, yıl sonuna kadar 88 bin milyonerin yeni ülkelere taşınmış olmasının beklendiğini, 2023’te ise bu rakamın 125 binle rekor kıracağını söyledi. Rapora göre, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, bu seneki göçün en önemli nedeni olarak öne çıkıyor.

    Demirel, dolar milyoneri göçünün son 10 yılda yükselen bir trend olduğunu ve Covid-19 salgını nedeniyle 2020 ve 2021 yıllarında düşüşe geçtiğini belirtti. Bu sene hareketin tekrar başladığını ve yıl sonuna kadar 88 bin milyonerin yeni ülkelere taşınmış olmasının beklendiğini ifade eden Demirel, “2022’deki milyoner göçü 2019 yılındaki 110 bin rakamından az olmasına karşın, asıl hareket 2023’te yaşanacak. Önümüzdeki sene rekor olacak şekilde 125 bin kişilik bir milyoner göç akışı bekleniyor. Varlıklı yatırımcılar ve aileleri, henüz sonuçlanmamış küresel düzenin yeniden şekillendirilmesi ve iklim değişikliğini de göz önüne alarak Covid-19 sonrası dünyaya ciddiyetle hazırlanıyorlar” dedi.

    Demirel, “Örneğin, Sri Lanka’daki milyarder sayısının 2031 yılına kadar yüzde 90 oranında artması bekleniyor. Hindistan’ın ve Mauritius’un milyoner sayılarının ise yüzde 80 artacağı tahmin ediliyor. Bunlara kıyasla; ABD’nin milyoner sayısının yüzde 20, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere ülkelerinin milyoner sayılarının yüzde 10 artması bekleniyor. 2031 yılında Türkiye’deki milyonerlerin sayısının da yüzde 10 artması öngörülüyor” ifadelerini kullandı. Türk vatandaşlarının en çok talep gösterdiği vatandaşlık programlarına dikkat çeken Demirel, Türk vatandaşları Karayipler’de 100 bin dolar ile başlayan yatırım miktarıyla elde edebilecekleri vatandaşlık ile Şengen bölgesi ve İngiltere’ye vizesiz seyahat edilebiliyor. Avusturya ve Montenegro da yatırım ile vatandaşlık elde edilebilen diğer Avrupa ülkeleri arasında ön plana çıkıyor” dedi.

    2022’de milyoner girişi en yüksek ilk 10 ülke Birleşik Arap Emirlikleri, Avusturalya, Singapur, İsrail, İsviçre, ABD, Portekiz, Yunanistan, Kanada ve Yeni Zelanda olacak. Ayrıca, çok sayıda milyonerin Mauritius ve Monako’ya taşınması bekleniyor. Öte yandan, en yüksek dolar milyoneri çıkışının yaşanacağı ilk 10 ülke ise sırasıyla; Rusya, Çin, Hindistan, Hong Kong, Ukrayna, Brezilya, Birleşik Krallık, Meksika, Suudi Arabistan ve Endonezya olarak tahmin edildi.

    Rapora göre, geleneksel olarak zengin yatırımcıları çeken ülkeler cazibelerini kaybediyor. Bir zamanlar dünyanın finans merkezi olarak lanse edilen Birleşik Krallık, 2022 yılı tahminlerine göre, 1500 net çıkışla istikrarlı bir şekilde milyoner kaybetmeye devam edecek. Bu eğilimin beş yıl önceki Brexit oylaması ve artan vergilerle başladığına işaret edilen raporda, Birleşik Krallık’ın 2017 senesinden bu yana yaklaşık 12 bin net milyoner kaybı yaşadığı belirtildi. ABD’nin cazibesinin de hızla azaldığı kaydedilen raporda, 2022’de 1500 net milyoner girişi olsa da 2019’daki 10 bin 800 kişilik milyoner göçüne oranla büyük düşüş yaşandığı vurgulandı. Öte yandan, Çin’de de bu yıl 10 bin net milyoner çıkışı beklenirken, Çin’in Avustralya ve ABD ile olan ilişkilerinin bozulması uzun vade için önemli bir endişe kaynağı oluyor.

  • Rapor alıp düğüne gidince tazminatsız kovuldu

    Rapor alıp düğüne gidince tazminatsız kovuldu

    Bir fabrikada çalışan işçi, arkadaşının düğününe gidince olanlar oldu. Düğündeki görüntüleri sosyal medya hesabından paylaşan işçi, üç gün rapor alarak devamsızlık yaptı. Üçüncü gün iş yerine sağlık raporunu gönderen işçi, tazminatsız kovuldu.

    İş Mahkemesi’nin yolunu tutan işçi, iş akdinin devamsızlık gerekçesiyle feshedildiğinin bildirildiğini, belirtilen günde raporlu olduğunu, iş yerinde ağır işlerde çalıştırıldığı için bel fıtığı rahatsızlığı yaşadığını öne sürdü.

    İş akdinin haksız olarak feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatının ödenmediğini, uzun zamandır talep etmesine rağmen iş yoğunluğu nedeniyle yıllık izinlerini kullanamadığını, kıdem-ihbar tazminatı, yıllık izin ve ücret alacakları olduğunu ileri sürerek, davanın kabulüne karar verilmesini talep etti.

    Davalı şirket ise iddiaları reddetti. Mahkeme, davanın kısmen kabulunü hükmetti. Davalı işveren kararı temyiz edince devreye giren Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Arkadaşı uyarmış

    Kararda şu ifadelere yer verildi: “Dosya içinde davacının devamsızlık tutanakları yanında 07.04.2015 tarihinde ve bu tarih için geçerli olmak üzere tıp merkezinden aldığı ropar bulunmaktadır. Yine davacının devamsızlıklarına ilişkin 08.04.2015 tarihli savunma yazısında, izin talep ettiği ancak işverenin git rapor al, izin vermeyiz şeklinde söylendiğini bu nedenle işe gelmediğini açıkladığı, dava dilekçelerinde ise 07.04.2015 tarihinde rahatsızlığı nedeni ile işe gelmediği haksız olarak iş akdinin fesih edildiği beyan edilmiştir. Yine dosya içerisinde davacının sosyal medya paylaşımlarında; 04.04.2015 tarihinde arkadaşının düğününe katıldığına ilişkin görsellerin altında davacı ile arkadaşı arasında geçen konuşmada; davacıya hitaben ‘Sana izin vermediler ki hoş senin izne ihtiyacın yok’ , dendiği davacının ise ‘Ben o işi hallettim’ dediği, ‘doktor amcan mı halletti?’ sorusu üzerine davacının ‘Yok abi bende amcam var, Ankarada savcı’ şeklinde yazışmalar olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu sosyal medya yazışmaları ve davacının işvereni verdiği savunmanın birlikte değerlendirilmesi neticesinde 07.04.2015 tarihli alınan raporun sıhhatli olmadığı, geçerli kabul edilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Mahkemece hatalı değerlendirme ile verilen kıdem ve ihbar tazminatı reddi yerine kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”

  • Ankara’da bodrumda bulunan köpeklerin ses tellerinin kesildiği raporla kesinleşti

    Ankara’da bodrumda bulunan köpeklerin ses tellerinin kesildiği raporla kesinleşti

    Ankara’nın Keçiören ilçesinde, ticari amaçla uygunsuz koşullarda beslendiği gerekçesiyle el konulan 68 köpeğin ses tellerinin kesildiği üniversite raporuyla kesinleşti. Köpeklerden 4’ünde yapılan incelemeyle hazırlanan raporda hayvanların ses tellerine yönelik birden fazla operatif girişimde bulunulduğu, oluşturulan fiziksel hasarın ve ses kaybının kalıcı olduğu belirtildi.

    Keçiören ilçesi Uyanış Mahallesi’nde geçen 2 Aralık’ta apartmanın bodrum katında Cangül Ç.’nin uygunsuz koşullarda beslediği 68 köpeğe, Doğa Koruma ve Genel Müdürlüğü 4’üncü Bölge Müdürlüğü ekiplerince el konuldu. Kafeslerin içinde kötü koşullarda ticari amaçla tutulan ve gürültü çıkarmamaları için ses tellerinin kesildiği ileri sürülen hayvanlar, Keçiören Belediyesi Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’ne teslim edildi. Bakım ve tedavileri yapılan, ayrıca sahiplendirilmeleri için çalışma başlatılan köpeklerin ses tellerinin kesilip kesilmediğinin belirlenmesi için de Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesince inceleme yapıldı. Köpeklerden 4’ü üzerinde ayrıntılı muayene ve inceleme yapılarak hazırlanan rapor ile köpeklerin ses tellerinin kesildiği kesinleşti.

    ‘SES TELLERİNE OPERASYON’

    Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden Doç. Dr. Aytun Okan Şenel ve Araştırma Görevlisi Dr. Yusuf Şen tarafından hazırlanan raporda köpeklerin ses tellerine yönelik operatif girişimde bulunulduğu, hayvanların hiçbirinde ses tellerinin olmadığı belirtildi. Operasyonun sadece ses telleri ile sınırlı tutulmadığı, gırtlağın girişinde sağlı sollu olarak yer alan ‘arytenoid’ kıkırdakların büyük oranda deforme edildiği belirtildi. Operasyon için gırtlak bölgesine ağız boşluğu içinden yaklaşıldığı, yutak ve gırtlak bölgesinde şiddetli doku hasarı oluşturan ve yüksek düzeyde ağrıya neden olan standart dışı operatif uygulamalar yapıldığına dikkat çekildi.

    ‘FİZİKSEL HASAR VE SES KAYBI KALICI’

    Hayvanların söz konusu operasyonu birden fazla kez geçirdiğine dair bulguya ulaşmanın olanaklı olmadığı, ancak bölgedeki deformasyon dikkate alındığında, her bir hayvanın birden fazla sayıda cerrahi girişime maruz kalmış olma ihtimalinin yüksek olduğu ifade edilerek, “Oluşturulan fiziksel hasarın ve ses kaybının kalıcı olduğu, üst solunum yollarında kalıcı hasar bulunduğu için hayvanların enfeksiyonlara ve diğer pek çok sağlık riskine yatkın olduğu, genel sağlık durumlarının zayıf olduğu, maruz kalınan uzun süreli travma ve geçirilen süreçte çevresel uyaran azlığı nedeniyle davranış terapisine gereksinim olduğu, hayvanların geri kalan yaşamları boyunca yakın gözetim altında ve özel ilgi ile bakımlarının güvence altına alınmasının zorunlu olduğu kanaatine varılmıştır.”

    ‘FİZİKSEL VE PSİKOLJİK SORUNLARA YOL AÇAR’

    Raporda, ses tellerine müdahalenin hayvanlardaki olumsuz etkisine de yer verildi. Söz konusu operasyonun uygulama yapılan bölgenin hassasiyeti nedeniyle uzun süreli ve şiddetli ağrıya neden olduğu, ağrının hayvanın yeterli düzeyde solunum yapmasına engel olduğu gibi, besinleri yutmakta zorluk çekmesi ya da solunum yoluna kaçırması riskini de doğurduğu kaydedildi. Ayrıca ses tellerinin işlevsiz kılınmasına yönelik cerrahi operasyonun, köpeklerde fiziksel ve psikolojik pek çok olumsuz sonuç doğurma potansiyeline sahip olduğu, uygun bilimsel yöntemle gerçekleştirildiğinde dahi hayvan gönenci açısından sakınca teşkil ettiği belirtilerek, “Bunun uiçin yurdumuzda ses tellerine yönelik tedavi edici olmayan cerrahi girişimler bütünüyle yasaklanmış durumdadır” denildi.

    Hayvanları uygunsuz koşullarda beslediği için para cezası uygulanan Cangül Ç. hakkında bu rapor doğrultusunda adli işlem de yapılacağı belirtildi.

  • Liyakatsız 89 müdürü göreve atamışlar

    Liyakatsız 89 müdürü göreve atamışlar

    Sayıştay, Milli Eğitim Bakanlığı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü kadrolarına gerekli koşulları sağlamayan kişilerin atandığını ortaya çıkardı.

    Sayıştay, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü kadrolarına gerekli koşulları sağlamayan kişilerin atandığını ortaya çıkardı. Raporda, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü kadrolarına meri mevzuatın liyakat ve kariyer ilkeleri doğrultusunda öngördüğü şartları taşımayan kişilerin de atandığına dikkat çekildi.

    SKANDAL RAPORDA ORTAYA ÇIKTI

    Sayıştay denetçileri, 2018-2019 yıllarında ilçe milli eğitim müdürlüğü kadrosuna aslen atanan ve Ekim 2019 itibarıyla halen görevde bulunan personele ilişkin bilgilerin incelenmesinde, ilçe müdürü olarak atanan 127 personelden sadece 38’inin (yüzde 30’unun) bahse konu kadroya atanabilmek için gerekli şartları taşıdığı 89’unun ise taşımadığını tespit etti.

    O ŞARTLARI TAŞIMADIKLARI HALDE ATANMIŞLAR

    Raporun devamında, “Geriye kalan 89 personelin bilgileri ve atama onayları incelendiğinde, İdare tarafından 657 sayılı Kanunun 68’inci maddesinin (B) öngörülen şartları taşıyanlardan okul müdürü, eğitim uzmanı, maarif müfettişi vb. kadrolarda görev yapmış olanların tercih edildiği ifade edilmiş ise de, asaleten atanabilme için en az iki yıl şube müdürü olarak görev yapmış olma şartını taşımadıkları, büyük bir kısmının görevde yükselmeye tabi kadrolardan olmayan, dolayısıyla görevde yükselme sınavına girmemiş durumda olan öğretmenlik kadrosundan ilçe milli eğitim müdürlüğüne atandıkları ve bu atamaların 657 sayılı Kanunun 71’nci ve 76’ncı maddeleri kapsamında gerçekleştirildiği görülmüştür” ifadeleri yer aldı.

  • Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye raporu yayımlandı

    Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye raporu yayımlandı

    Dünya Sağlık Örgütünce (DSÖ), Türkiye’nin Kovid-19 mücadelesine yönelik yayımlanan raporda, Türkiye’nin virüsün ülkeye girişini önlemeye yönelik çabalarından özgüyle söz edildiği, sonraki süreçte ise bilimsel yaklaşımla salgının hızla kontrol altına alınmasının, ölüm oranlarının dünya ortalamasının oldukça altında tutulmasında etkili olduğu belirtildi.

    DSÖ tarafından, Türkiye’nin Kovid-19 mücadelesine yönelik rapor yayımlandı.

    Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya göre, editörlüğünü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Direktörü Dr. Hans Kluge’nin yaptığı rapor, aynı zamanda Avrupa bölgesinde Kovid-19 ile mücadele kapsamında yayımlanan ilk rapor olma özelliği taşıyor.

    Raporda, kararlılıkla uygulanan tedbirler ve çok sektörlü yaklaşım sayesinde Türkiye’nin Kovid-19 mücadelesi kapsamında elde ettiği başarı detaylı şekilde ele alındı.

    Türkiye’nin virüsün ülkeye girişini önlemeye yönelik çabalarından övgüyle söz edilen raporda, sonraki süreçte ise bilimsel yaklaşımla salgının hızla kontrol altına alınmasının, ölüm oranlarının dünya ortalamasının oldukça altında tutulmasında etkili olduğu vurgulandı.

    Raporun sonuç bölümünde, Türkiye’nin tecrübesi, siyasi kararlılığı ve çok paydaşlı yaklaşımı ile halk sağlığı acil durumlarında verilen mücadeledeki rolünün önemine vurgu yapıldı. Ülkenin genç nüfusu avantaja çevirdiğine, yaşlıların korunması ve enfeksiyonun yayılmasının önlenmesi için erken dönemde önleyici tedbirler aldığına dikkat çekildi.

    Türkiye’nin, başka ülkelerin deneyimlerini gözlemleyerek bilimsel verilerle ulusal rehberini güncellediği, böylelikle küresel düşünüp ulusal kararlar aldığı belirtildi. Türkiye’nin pandemi mücadele stratejisinden de övgüyle söz edildi.

    “Türkiye’de ilaç ve tıbbi ekipman konusunda eksiklik yaşanmadı”

    Birçok ülkeden farklı olarak Türkiye’de, ülke genelinde standart tedavi algoritmalarının uygulandığı, stratejik ürünlerin stoklanması ve yerli üretimi sayesinde koruyucu malzeme, ilaç ve tıbbi ekipman konusunda eksiklik yaşanmadığı ifade edildi.

    Türkiye’nin en zengin ülkeler arasında olmamasına rağmen salgınla mücadelede en cömert davranan ülkelerden biri olduğunun altı çizildi. Kendi ihtiyacını karşılamakla birlikte, ihtiyaç sahibi ülkelere koruyucu ve tıbbi malzeme göndererek küresel dayanışma örneği gösterdiği belirtildi.

    DSÖ ve diğer paydaşlardan destek alan Türkiye’nin deneyimleri ve iyi uygulamalarının birçok ülkeye örnek olduğu ve küresel sağlığa katkı sağladığı ifadelerine yer verildi.

    Rapora, DSÖ Avrupa’nın “https://www.euro.who.int/en/countries/turkey/publications/turkeys-response-to-covid-19-first-impressions-ankara,-turkey,-11-july-2020” resmi internet adresinden ulaşılabiliyor.

  • YÖK, YKS yerleştirme sonuçları raporunu açıkladı

    YÖK, YKS yerleştirme sonuçları raporunu açıkladı

    Yükseköğretim Kurulunca (YÖK) hazırlanan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (2020-YKS) Yerleştirme Sonuçları Raporu’na göre, üniversitelerin tıp programlarındaki 16 bin 818 kontenjanın 16 bin 771’ine, hukuk programlarında 16 bin 580 kontenjanın 15 bin 71’ine, mimarlık programlarının 8 bin 132 kontenjanının 6 bin 412’sine öğrenci yerleştirildi.

    YÖK’ün raporunda, taban başarı sıralaması şartı aranan bazı programlarla ilgili bilgilere yer verildi. Buna göre, tıp programlarında geçen yıl toplam 15 bin 398 kontenjanın 15 bin 309’u doldu, dolmayan kontenjanların KKTC üniversitelerinde olduğu görüldü. 2020’de ise 16 bin 818 kontenjanın 16 bin 771’ine yerleştirme yapıldı.

    Hukuk programında 2019 yılında toplam 16 bin 340 kontenjanın 15 bin 721’i dolmuş, 619’u boş kalmıştı. Bu boş kontenjanlar, vakıf ve KKTC üniversitelerindeydi. Bu yıl ise 16 bin 580 olan kontenjanın 15 bin 71’ine yerleştirme yapıldı. Dolmayan 1509 kontenjanın 1051’i vakıf, 380’i KKTC, 78’i ise devlet üniversitelerinde bulunuyor.

    Raporda, bu duruma ilişkin, şu ifadelere yer verildi:

    “Bu sonuç bu sene hukuk programlarında başarı sıralaması şartının 190 binden 125 bine çekilmesinden kaynaklanmaktadır. Sistemin, kendi içine yedirilen başarı sıralaması şartı ile kontenjanları artık kendisinin ayarlamaya başladığının göstergesidir. Yargı Reformu çerçevesinde başta Adalet Bakanlığımız olmak üzere Barolar Birliği, hukuk fakülteleri ve konunun ilgili bütün taraflarınca başarı sıralaması şartının daha yukarı çekilmesi yönünde görüş ifade edilmiş ve Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından da Yükseköğretim Kurulundan bu yönde bir düzenleme yapması talep edilmişti. Kamuoyunun da desteklediği başarı sıralaması şartındaki iyileştirme, kalite açısından girdi esaslı olumlu sonuçlar üretecektir.”

    Mimarlık programında 2019’daki 8 bin 783 kontenjanın 6 bin 561’i doldu, dolmayan 2 bin 222 kontenjan, sırasıyla vakıf, KKTC ve devlet üniversitelerindeydi. 2020 yılında 8 bin 132 kontenjanın 6 bin 412’si doldu ve dolmayan kontenjanlar 2 bin 222’den 1720’ye geriledi. Boş kontenjanların, 827’si vakıf, 537’si devlet, 307’si KKTC üniversitelerinde yer aldı.

    Öğretmenlik programlarında ise 2019’da toplam 42 bin 838 kontenjanın 2 bin 177’si boş kalırken, 2020’de 43 bin 501 kontenjanın 42 bin 592’si doldu ve 909’una yerleştirme yapılamadı.

    Mühendislik bölümlerine meslek icra sınavı

    Raporda, 2019’da başarı sıralaması şartı dolayısıyla mühendislik programlarında 16 bin 930 boş kontenjan kaldığı ve böylece mühendislik eğitimi için yeterli temel bilgisi bulunmayan öğrencilerin buraya girmesinin mümkün olmadığı, 2020’de ise mühendislik programlarında belirlenen kontenjanın 11 bin 904’ünün boş kaldığı belirtilerek, şu değerlendirme yapıldı:

    “Geçen seneki durum üzerine, mühendislik programlarıyla ilgili yapılan analiz ve planlama sonucu bu sene boş kontenjanlarda ciddi oranda düşüş gerçekleşmiştir. Bu iyileşmenin önümüzdeki yıl daha güçlü şekilde gerçekleşmesi için çalışma ve düzenlemeler devam edecektir. Bu iyileşmenin bir plan çerçevesinde ve tedrici olarak gerçekleşmesinde yarar görülmektedir. Mühendislik programlarında 40 soru üzerinden bazı testlerde yüzde 10 ham başarı gösteremeyen öğrencilerin mühendislik fakültesine yerleşmesi ihtimali düşünüldüğünde başarı sıralama şartının ne denli önemli ve anlamlı bir işlevi olduğu da ortaya çıkmaktadır.”

    Başarı sıralaması şartının önemli ancak sadece bir girdi düzenlemesi olduğu ve bunun başkaca düzenlemelerle de desteklenmesinin gerektiğine işaret edilen raporda, bu yıl yeni nesil mühendislik programlarına da sistemde yer verilmeye başlanması, laboratuvarların değerlendirilmesi, mühendislik eğitimi için asgari şartların güncellenmesi gibi bazı düzenlemelerin devamının gelmesi ve bu programlara ilişkin öğrenci görüşleri ve memnuniyet düzeyinin de YÖK’ün öncelikli konuları arasında olduğu bildirildi.

    Raporda, bu programlara ilişkin, “Mühendislik programlarındaki bu durumu, yapılacak girişim ve düzenlemeler ile klasik mühendisliklerin dönüşümü/evrimi ve yeni nesil mühendislikler için bir fırsat olarak değerlendirmek de mümkündür. Bununla birlikte yetkin/yüksek mühendislik için meslek icra sınavının yapılmasının bu programların eğitim ve öğretim düzeyine ve kalitesine büyük katkı sağlayacağı düşünülmektedir.” ifadelerine yer verildi.

    Diğer başarı sıralaması şartı veren bölümler

    Bu sene başarı sıralaması şartı uygulanmaya başlayan diş hekimliği programında 7 bin 913 toplam kontenjanın 267’si boş kaldı. Dolmayan 267 kontenjanın 17’si vakıf, 95’i KKTC üniversitelerinde yer aldı.

    İk kez başarı sıralaması şartı uygulanmaya başlanılan eczacılıkta ise 3 bin 972 toplam kontenjanın 3 bin 925’i doldu. Boş kalan 47 kontenjanın KKTC üniversitelerinde olduğu görüldü.

    YÖK’ün raporunda, başarı sıralaması şartına ilişkin şunlar kaydedildi:

    “Yükseköğretimde kaliteyi önceleyen Yeni YÖK’ün katılımcı bir süreç sonucunda sisteme kazandırdığı değerlerden birisi olan başarı sıralaması şartı, amacına uygun işlemektedir. Toplumun bütün kesimlerince kabul gören YÖK’ün bu uygulamasının başarılı bir şekilde işlediğinin göstergesi, bu uygulamanın daha da genişletilmesinin Bakanlıklar, üniversiteler, meslek örgütleri ve diğer paydaşlar tarafından istenmesinden ve bu hususun Kalkınma Planı’na girmiş olmasından da anlaşılmaktadır.”

    Açık öğretim programları

    Örgün öğretimdeki doluluk oranlarına ilişkin olumlu ve parlak tablonun açık öğretim için de geçerli olduğu vurgulanan raporda, 2018’de açık öğretim programlarında doluluk oranının yüzde 73,83, 2019’da yüzde 85,41, bu yıl ise yüzde 91,42 olarak gerçekleştiği belirtildi.

    Bu yükselişte açıköğretim programlarına ilişkin uygulanan rasyonel planlamanın yanı sıra bu programlara ilişkin YÖK’ün kalite odaklı kararlarının etkisinin büyük olduğu anlatılan raporda, şu değerlendirmelerde bulunuldu:

    “Açık öğretim programlarına giriş koşullarının aynı isimli örgün programlardakine benzer hale getirilmesi ve kontenjan sınırlaması şartının konulması, açık öğretim programlarının ölçme değerlendirme sistemine yönelik YÖK tarafından alınan birtakım iyileştirici kararlar, yükseköğretim sistemimizde özellikle kalite odaklı uyguladığımız politikalarla uyumlu bir tablo oluşturmuştur. Önümüzdeki yıllarda bu olumlu yükselişin devam etmesi beklenmektedir. Bu anlamlı iyileşme, 4 sene önce belirlenen plana uygun olarak sürmektedir.”

    Temel bilimler programlarına yerleşme sayılar

    Rapora göre, biyoloji programındaki 2 bin 79 kontenjana 2 bin 78 öğrenci yerleşti ve doluluk yüzde 99,3’ten yüzde 99,95’e yükseldi.

    Fizik programındaki1405 kontenjana 1404 öğrenci yerleşti ve doluluk yüzde 95,77’den yüzde 99,93’e ulaştı.

    Kimya programındaki 2 bin 254 kontenjana 2 bin 254 öğrenci yerleşti ve doluluk yüzde 99,68’den yüzde 100’ü buldu.

    Matematik programındaki 5 bin 298 kontenjana 5 bin 298 öğrenci yerleşti ve doluluk yüzde 99,70’den yüzde 100’e çıktı.

    Bu kapsamda, 2019’da temel bilimler programlarına toplam 10 bin 329 öğrenci yerleşirken, 2020’de sayı 11 bin 34 oldu. Programların dördünde de doluluk çok yüksek olmakla birlikte özellikle kimya ve matematik programlarındaki doluluk oranı, en fazla talep gören tıp programıyla yarışır duruma geldi.

    Temel bilimlerdeki doluluk oranlarına ilişkin YÖK raporunda, “Ülkemizin bilgi temelli gelişiminin zeminini oluşturan temel bilim programlarına öğrencilerimizin ilgi göstermesi ülkemizin iktisadi kalkınmasına önemli katkılar sunacaktır. Bu programlara ilişkin YÖK’ün başarı bursu uygulaması, bilim dünyası için bir ilk olan YÖK-TEBİP (Temel Bilimlerde Üstün Başarı Sınıfı) gibi projeler bu programların tercih edilme oranlarını artırmıştır. Bu Yeni YÖK’ün üstün değer atfettiği bu programlara yönelik gösterdiği hassas yaklaşımının bir sonucudur. Bu hassasiyet devam edecektir.” ifadelerine yer verildi.

    Felsefe programları

    YÖK Destek bursları kapsamında burs verilen programlar arasına bu yıl felsefe programı da dahil edilmişti.

    Felsefe programında 2019’da yerleşen sayısı 2 bin 248, boş kontenjan ise 501 iken, bu yıl yerleşen sayısı 2 bin 594, boş kontenjan ise 28 oldu. Bu kapsamda, 2019 doluluk oranı yüzde 81,69 iken, bu yıl yüzde 98,93 olarak gerçekleşti.

    YÖK raporunda bu duruma ilişkin, “Geçen yıla göre düşen kontenjanlara rağmen yerleşen aday sayılarının artması ve boş kontenjanların ciddi oranda azalması YÖK’ün başlattığı girişimin felsefe alanında bir farkındalığın oluştuğunu da göstermektedir. Sadece bilgiye sahip insanlar değil dünya ve hayatı yorumlayabilme kabiliyetine sahip insan gücünün yetiştirilmesi bakımından bu sonuç sevindiricidir. Yükseköğretim Kurulunun bu alanda alacağı tedbir ve vereceği destekler ilerleyen yıllarda da devam edecektir.” açıklaması yapıldı.

    YÖK Destek Bursları kapsamında desteklenen programlar arasında yer alan su ürünleri mühendisliği programına ise 2019’daki 347 olan kontenjana 201 aday yerleşti. 2020 yılı için ise toplam kontenjan 363, yerleşen aday sayısı 358, boş kontenjan sayısı ise 5 oldu. Artan kontenjana rağmen yerleşen aday sayılarında da artış yaşandığına ve doluluk oranının yüzde 100’e yaklaştığına işaret edilen raporda, “Yükseköğretim Kurulu ülkemizin öncelikli ve stratejik alanları olarak gördüğü ziraat ve su ürünlerine destek vermeye ve farkındalık oluşturmaya devam edecektir.” ifadesi kullanıldı.

    YKS’ye ilişkin değerlendirme

    Raporda, YKS’ye ilişkin şu değerlendirmeler yer aldı:

    “Küresel salgın döneminde yükseköğretim sistemleri çok güçlü ülkeler de dahil hemen her sistem çalkantı yaşarken ülkemizde sorunsuz olarak gerçekleştirilen 2020 YKS’nin verilerinin, istikrar içinde bir süreç ile gelişme ve iyileşmeyi göstermesi, YÖK’ün isabetli kararlarına, yükseköğretim sistemimizin sağlamlığına ve üniversitelerimize duyulan güvenin önemli bir göstergesidir. Bu sene olağanüstü şartlarda sınava giren öğrencilerimiz üzerindeki gerginliği azaltmaya yönelik olarak sınav süresini uzatmamızın sonuçlarının olumlu olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca AYT ile puan havuzlarını genişletmiştir. Bu her iki düzenleme sistemsel bir değişiklik olmayıp sadece bu sene sınava giren öğrenciler için geçerlidir.”

    Türkiye’de kimi zaman basına aksettiği şekilde üniversiteye giriş sisteminin sıklıkla değişmediğine işaret edilen raporda, “10 yıl sonunda, tekrar edilegelen ve doğruymuşçasına sunulan yanlışın aksine, bir defa değişmiştir. Üç yıl önceki bu değişiklik de tekamül yolunda olmuştur. Diğer bir ifadeyle 13 yıllık bir zaman zarfında bir defa sistem değişikliği olmuştur. Sınav sisteminin sık sık değiştiği şeklindeki gerçek dışı ifadelerin kimi sahiplerinin eğitim öğretim adına konuşması ve bir kısmının da akademik unvanlarının bulunması ayrıca düşündürücüdür.” ifadeleri kullanıldı.

    Raporda, bu sene üçüncü defa uygulanan YKS sisteminin, YÖK’ün kamuoyu önünde öğrencilere ve ilgili tüm paydaşlara yönelik verdiği taahhütlerine uygun şekilde, salgın döneminin en sıcak anlarında öğrenci lehine baraj puanında iyileştirme ve sınavda süreyi uzatma gibi sistemsel olmayan detaydaki iki farklı uygulama hariç, herhangi değişiklik bulunmaksızın gerçekleştiği ifade edildi.

    Raporda, ayrıca şu değerlendirmeler yapıldı:

    “Sosyal adalet ve fırsat eşitliğini sağlayan, başarıyı önceleyen, sözel ve sayısal okuryazarlığı sorgulayan, ezberciliği değil muhakeme ve analiz kabiliyetini öne çıkaran Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nın kurgusundaki sağlamlık popülizmden uzak rasyonel planlamayla olumlu sonuç üretmeye devam etmektedir. Dolululuk oranları devlet üniversiteleri, vakıf üniversiteleri, KKTC’deki üniversitelerde, ayrıca lisans, ön lisans, örgün ve açık öğretim programlarında, yani bütün başlıklarda ve kategorilerde önemli kabul edilecek bir düzeyde artmıştır. Sonuçlar kamuoyu önünde beyan ettiğimiz hedeflere tam olarak uygunluk göstermektedir. YÖK’ün başarısının veya performansının sadece bir sınavla ölçülemeyeceği ve sınav sonuçlarının bu konunun en önemli kriteri olamayacağı açık olmakla birlikte bunun zaman zaman böyle sunulması dolayısıyla, YÖK olarak yaptığımız planlamaların başarılı sonuçlar ürettiğini büyük bir memnuniyetle ifade etmek isteriz.”

    Bu başarılı sonucun arkasında veriye dayalı bilimsel zeminde sürdürülen büyük gayret ve uzun soluklu çalışma kadar tecrübe birikiminin, liyakat ve ehliyet anlayışının da payının bulunduğu belirtilen raporda, “Yükseköğretimde tecrübenin hiçbir alternatifinin olamayacağı ve karar mekanizmalarında muhakkak yararlanılması icap ettiği bu vesileyle bir defa daha görülmüştür. Bu dönemde üniversitelerin boş kalacağı, başta vakıf üniversitelerinde olmak üzere çok büyük sayıda boş kontenjan oluşacağı yönündeki tahminlerin YÖK’ün tecrübe ve veriye dayalı planlamaları karşısında gerçekleşmediği ortadır.” ifadelerine yer verildi.

    Yeni YÖK’ün yükseköğretim sistemini bilimsel bir zeminde tecrübeye dayalı olarak tedrici şekilde yeniden yapılandırdığı bildirilen raporda, şunlar kaydedildi:

    “Sistemin pek çok alanındaki iyileştirmeler 5 yıl önce dediğimiz gibi, sistemin bütününde artık hissedilir bir değişimi de beraberinde getirmektedir. YÖK artık başlatmış olduğu yetki devirleri süreci ile günlük rutin işlerden ziyade üst düzey planlama ve projelere, yükseköğretim politikalarına yönelmekte, enerjisini bu istikamette harcamaktadır. Bu olumlu tablodan cesaret alarak Yükseköğretim Kurulu olarak önümüzdeki günlerde kalite ve liyakat odaklı önemli yeni adımlar atmayı planlamaktayız.”

  • HDP’li Işık’ın eşinin doktor raporunun detayları ortaya çıktı

    HDP’li Işık’ın eşinin doktor raporunun detayları ortaya çıktı

    HDP Muş Milletvekili Mensur Işık’ın, şiddet uyguladığı iddia edilen 17 yıllık öğretmen eşi Ebru Işık’ın darp raporunda, “Sol göz içinde lezolasyon, sol orbita altında kemik önünde ciltte 2 santimetre uzunluğunda enimotik lezyon, sağ ön kolda hafif lezolasyon olduğu” tespitleri yer aldı.

    15 Temmuz gece 04.00 sıralarında eşi HDP Muş Milletvekili Mensur Işık tarafından darp edildiğini belirten Ebru Işık’a doktor muayenesi yapıldı. Ebru Işık, polise eşi Mensur Işık’ın sol gözüne yumruk attığını, sol gözünün altının morardığını, gözünün dış tarafında kanama olduğunu söyledi. Işık’a yapılan doktor muayenesi sonrası düzenlenen raporda, “Sol göz içinde lezolasyon, sol orbita altında kemik önünde ciltte 2 santimetre uzunluğunda enimotik lezyon, sağ ön kolda hafif lezolasyon” tespitlerine yer verildi.

    5 AY ÖNCE BAŞKA KADINLA ALDATTI

    Ebru Işık muayenesi sonrası Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği’ne polis eşliğinde geldi. Işık evlilikleri süresince eşinin kendisine tehdit ve hakarette bulunduğunu, yaklaşık 5 ay önce başka bir kadınla ilişkisinin olduğunu öğrendiğini anlattı. 15 Temmuz günü saat 03.00 sıralarında konuşmak için eşi Mensur Işık’ın odasına gittiğinde kendisine küfür ederek “Çık git odadan ben seninle uğraşamam, bu ev benim kirasını ben ödüyorum, sen bu evde kalamazsın” dediğini anlatan Ebru Işık, eşyalarını hazırlamak için odasına gittiği sırada ise yanına gelerek sol gözüne yumruk attığını söyledi. Olaydan sonra eşinin telefonunu elinden alarak polisi aramasını engellediğini, psikolojik baskı yaptığını, daha sonra birlikte hastaneye gittiklerini anlatan Ebru Işık, Mensur Işık’ın olayın kaza olduğunu söylemesi için ısrarcı olduğunu ifade etti.

    UZAKLAŞTIRMA KARARI İSTEDİ

    Ebru Işık, eşinden davacı ve şikayetçi olduğunu ve uzaklaştırma kararı uygulanmasını istediğini de bildirdi. Olayın ardından HDP Muş Milletvekili Mensur Işık’ın kimlik tespitinin yapılarak, 6284 sayılı Kanun’un 5/1 a, b, c ve d maddelerinde düzenlenen “Şiddet mağduruna tehdit ve hakarette bulunmamaö, ‘konuttan uzaklaştırma ve konutun korunan kişiye tahsisi, ‘korunan kişinin konutuna, okuluna, işyerine yaklaşmama’ ve ‘korunan kişinin yakınlarına, tanıklarına, çocuklarına yaklaşmama’ tedbirleri alındı. Işık çiftinin daha önce bu yönde bir başvuruları ve suç kayıtları da olmadığı öğrenildi.