Etiket: Sağlık

  • Çocukların çokça hastalanmaları normal

    Çocukların çokça hastalanmaları normal

    Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Alper Tunga Özbek kışın havaların soğuması ve hava kirliliğinin artması gibi sebeplerle kalabalık ortamlarda geçirilen süre arttığında özellikle çocuklarda soğuk algınlığı, grip, nezle gibi hastalıkların daha sık görüldüğüne dikkat çekerek “Özellikle kreşe ve okula başlayan çocukların ilk senelerde daha sık hastalanması, çoğu kış ve sonbahar aylarında olmak üzere senede ortalama 6-8 kere üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmeleri doğal ve normal kabul edilebilecek bir durumdur” dedi.

    “Gereksiz antibiyotik kullanmayın”
    Enfeksiyon döneminde öncelikle etkenin viral mi yoksa bakteriyel bir enfeksiyon mu olduğu ayrımının doktor tarafından yapılması ve tedavi sürecinin buna göre planlanması gerektiğinin altını çizen Dr. Özbek “Bu dönemde geçirilen enfeksiyonların büyük bir kısmının viral kaynaklı olduğundan dolayı antibiyotik tedavilerinin sadece süreci takip eden doktorun uygun görmesi durumunda kullanımı daha doğru olacaktır. Gereksiz antibiyotik kullanımı hem antibiyotiğe direnç kazanılmasına sebep olur hem de florayı etkileyerek bağışıklık sistemini bozmaktadır” diye konuştu. Antibiyotikler dışında solunum yolu enfeksiyonlarında ihtiyaca göre ateş düşürücü kullanılması, bol sıvı tüketilmesi, burun kanallarının açık tutulması, özellikle 2 yaş altı çocuklarda anne sütünün sık sık verilmeye çalışılması, daha büyük çocuklar için ise bitki çaylarının verilmesinin daha hızlı bir iyileşme sürecini sağlamaya yardımcı olacağını dile getirdi.

    “Bebeklerin koruyucusu anne sütü”
    Kış aylarında küçük bebekler için bu hastalıklardan korunmada en önemli silahın “anne sütü ile beslenme” olduğunu vurgulayan Dr. Özbek o dönemde hasta bile olsa annenin vücudunda oluşturduğu koruyucu faktörlerin bebeğe geçtiğini ve ve bağışıklık sistemini desteklediğini ifade etti. Solunum yolu enfeksiyonları sırasında bebeğin iştahının bir kaç gün azalması ve annesini daha sık emmesinin de doğal olduğunu söyleyen Dr. Özbek hastalık sırasında bebeğini bol bol emzirmeye çalışan annenin bu şekilde hem bebeğe o hastalığa karşı savunma faktörlerini verdiğini hem de uygun bir şekilde beslenmesini, sıvısız kalmamasını sağladığını anlattı.
    Anne sütünün dışında dengeli ve sağlıklı bir beslenme düzeni sağlanarak, taze meyve-sebzelerle vitamin alımını arttırmak gerektiğini vurgulayan Dr. Özbek özellikle C ve D vitamini bu dönemde önemli olsa da sağlıklı beslenen bir çocuğun sürekli vitamin takviyesi almasına gerek olmadığını dile getirdi.

    “Çocuklarınıza el yıkamayı, hapşırırken ağız kapatmayı öğretin”
    Solunum yolu enfeksiyonlarının hasta çocuğun öksürme ve hapşırmasıyla; direkt temas veya çocuğun salgılarına temas etmiş eşyalar yoluyla bulaştığını belirten Dr. Özbek “Çocuklara el yıkama alışkanlığı kazandırılmalı ve hapşırma ya da öksürme sırasında ağız kapatılması öğretilmelidir, hasta çocukların hastalığın aktif döneminde okula kreşe gönderilmemeleri hastalığın bulaşmasının önlenmesi açısından önemlidir. Mümkün olduğunca kapalı, kalabalık ortamlardan kaçınılmalıdır. Sigara, çocukların hastalık riskini arttıracağı için sigara dumanından ve hava kirliliğinden çocukları uzak tutmak gerekmektedir. Ev, ofis gibi çok vakit geçirilen kapalı alanların düzenli havalandırılması, havasının kuru olmaması, nem ölçümü yapılarak gerekirse nem seviyelerinin artırılması yararlı olacaktır” dedi. Düzenli ve yeterli uyku ile açık havada yapılan kısa yürüyüş ve fiziksel aktivitelerin çocukların bağışıklık sistemini destekleyerek hastalıklarla mücadeleyi kolaylaştırdığını sözlerine ekledi. Hastalıklardan korunmanın en etkili yollarından birisi olan aşılamanın da ihmal edilmemesi, çocukluk çağı aşılarının mutlaka yapılmalı, ayrıca risk grubunda olan çocuklar için grip aşısının da uygulanması uyarısında bulundu.

    “Şu üç durumda doktora başvurun”
    Anne babaların doktora ne zaman başvuracağını bilemediğine değinen Dr. Özbek şu bilgileri paylaştı:
    “3 aydan küçük bebeklerde her ateşlenmede mutlaka doktora gidilmelidir. 3 aydan büyük çocuklar için dirençli ya da yüksek seyreden ateş, halsizlik, beslenememe ve sıvı tüketiminde azalma gibi ek durumlar varsa mutlaka doktora götürülmelidir. Ayrıca öksürükle birlikte nefes almakta zorluk, hırıltılı ve sık nefes alıyor olması öksürüğün uzun süre devam etmesi çocukları doktora gecikmeden götürmek için uyarıcı sebeplerdir.”

  • Stres en çok dişlere vuruyor

    Stres en çok dişlere vuruyor

    Aydın Özel CNG Ağız ve Diş sağlığı Polikliniği hekimlerinden Diş Hekimi Mehmet Bekir Haylı, insanların hayat mücadelesinde karşılaştığı stres ve zorlukların dişleri de ciddi derecede olumsuz etkilediğini belirtti. Son zamanlarda yanlış beslenmenin yanında hayat şartlarının oluşturduğu stresin diş sorunlarını arttırdığını belirten Diş Hekimi Haylı, son teknoloji uygulamalarından olan titanyum altyapılı protezlerin diş sıkma kuvvetlerine karşı daha korunaklı olduğunu belirtti.

    Diş sağlığının sadece genel sağlık açısından değil psikolojik açıdan da çok önemli olduğunu belirten Diş Hekimi Mehmet Bekir Haylı, “Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin en iyi diş doğuştan sahip olunan sağlıklı dişlerdir. Maalesef pek çok kişi doğuştan sahip olduğu bu değerin kıymetini dişlerini kaybedince anlıyor” diyerek insanların diş sağlığını ihmal etmemesini tavsiye etti.

    “Titanyum materyali insan yapısına en uyumlu materyallerden biri”
    Diş eksikliğinin; estetik problemlere, dişlerin istenmeyen şekilde yer değiştirmesine, çene kemiğinde erimeye, çiğneme fonksiyonunda dengesizliklere ve bununla beraber ilerleyen zamanlarda çene ekleminde ağrılara yol açabildiğine dikkat çeken Haylı, ”Diş İmplantları; implant tedavisinde, modern teknolojinin en son ürünlerini kullanıyoruz.

    Eskiden bu işlem nikel krom metallerle desteklenmiş porselenler ile yapılıyor idi. Bu titanyum sistemi daha uzun ömürlü daha dayanıklı ve uyumlu olduğu için daha kullanışlı. Özel CNG Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği olarak son teknoloji ürünlerle titanyum altyapılı protezleri kliniğimiz bünyesinde bulunan laboratuvarımızda hassas titanyum kazıma cihazları ile hazırlayıp kullanmaya başladık. Zaman tasarrufunun da sağlandığı yeni sistem ile özellikle çok yoğun olan kişiler kısa zamanda diş tedavilierini yaptırabiliyor. Bunun yanında titanyum materyali insan yapısına en uygun materyal olduğu için daha çok tercih ediliyor” diye konuştu.

  • Dişi, ameliyatla burnundan çıkarıldı

    Dişi, ameliyatla burnundan çıkarıldı

    Yanak sinüsüne doğru büyüyen diş kisti nedeniyle estetik bozulma yaşayan 25 yaşındaki Beyza Eminç’e, endoskopik yöntemle başarılı bir operasyon yapıldı. Başarılı operasyon ile diş burundan çıkarılırken, Beyza Eminç, diş kistinden kurtuldu.
    Prof. Dr. Erdem Eren, “Diş kistleri, tedavi edilmediğinde ağız içinde büyüyerek dişleri ittirip çevre dokulara baskı yapabiliyor ve yüz şeklinde bozulmalara yol açabiliyor. Beyza Hanım’da da benzer bir tablo oluşmuştu; yan sinüse baskı yapmaya başlayan kist, yüz yapısında şekil bozuklukları oluşturmaya başlamıştı” dedi.

    “Düşündüğüm gibi olmadı”
    Prof. Dr. Erdem Eren, kistin geniş olması nedeniyle cerrahi müdahalenin özen ve deneyim gerektirdiğini belirtti. Eren, “Yaklaşık 3 saatlik operasyon ile tampon kullanılmadan diş, başarılı bir şekilde hastanın burnundan çıkarıldı” ifadelerini kullandı. Ameliyat sonrasında duygu ve düşüncelerini paylaşan Beyza Eminç ise, “Ameliyatım çok iyi geçti. İyileşme sürecimden çok korkmuştum ama düşündüğüm gibi olmadı. Şimdi çok iyiyim. Kesi olmadan atlatabilmek inanılmazdı” diye konuştu.

  • “Ham bal öksürük semptomlarını hafifletiyor”

    “Ham bal öksürük semptomlarını hafifletiyor”

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ayper Somer, gereksiz antibiyotik kullanımının, hastalarda yan etkilere ve antimikrobiyal direnç gelişmesine yol açtığını belirterek öksürük semptomları üzerine etkisini inceleyen ve 14 bilimsel çalışmanın dahil edildiği bir sistematik derleme çalışmasında ham balın, standart tedaviye göre belirtileri hafiflettiğini ve hem öksürük sıklığını hem de şiddetini azalttığının görüldüğünü söyledi.
    Van’da “Destek Tedavi Günleri” gerçekleşti.

    Birçok sağlık profesyonelinin katılım sağladığı bilimsel toplantıda, Prof. Dr. Ateş Kara, Prof. Dr. Ergin Çiftçi, Prof. Dr. Ayper Somer, Prof. Dr. Zeynep Ülker Altınel ve Prof. Dr. Şirin Güven gibi önemli isimler de yer aldı. Yaşam boyu sağlık için probiyotiklerden mikro besinlere kadar pek çok konuyu içeren oturumlarda BEE’O/ BEE&YOU Medikal ve Pazarlama Direktörü Reşat Kubilay İrkan da ekibi ile birlikte kongrede yer aldı.

    Ham bal ve propolisin çocuklarda öksürük semptomları üzerine etkisinin de konuşulduğu bilimsel programda Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ayper Somer sunumuyla bu konudaki değerli bilgileri katılımcılar ile paylaştı.

    Ham bal öksürük semptomlarını hafifletiyor
    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ayper Somer, “Üst solunum yolu enfeksiyonları, en sık doktora gitme nedenlerinden biridir. Ancak, antibiyotiklerin bu enfeksiyonlarda pek etkili olmadığı bilinse de yine de çoğunlukla antibiyotik tedavisi uygulanmaktadır. Gereksiz antibiyotik kullanımı, hastalarda yan etkilere ve antimikrobiyal direnç gelişmesine yol açmaktadır. Ham balın, öksürük semptomları üzerine etkisini inceleyen ve 14 bilimsel çalışmanın dahil edildiği bir sistematik derleme çalışmasında ham bal, standart tedaviye göre belirtileri hafifletmiş ve hem öksürük sıklığını hem de şiddetini azalmıştır” dedi.

    Öksürüğe Anadolu Propolisi etkisi
    BEE’O / BEE&YOU Medikal Direktörü Reşat Kubilay İrkan ise Propolisin, arıların bitkilerin yaprak, sap ve tomurcuklarından topladığı güçlü antioksidan ve antimikrobiyal etkilere sahip tamamen doğal bir arı ürünü olduğunu kaydetti. Yüksek polifenol içeriğine ve özel biyoaktif bileşenlere sahip olan propolisin, yüksek anti-inflamatuar ve antibakteriyel özellikleri sayesinde bronşit, bronşiolit, astım gibi solunum yolu problemleri üzerine olumlu etkiler gösteren doğal bir gıda olduğunu söyleyen İrkan, “Bilimsel araştırmalar, propolisin bileşimindeki değerli polifenoller ile yüksek antioksidan etki göstererek hastalık süresini kısalttığı ve ilaç kullanma sıklığını azalttığını göstermektedir.

    Propolisin öksürük semptomları üzerindeki etkisini araştıran bir bilimsel çalışma, üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren 430 çocuk üzerinde gerçekleştirilmiştir. 12 hafta süren bu çalışmada katılımcılar iki gruba ayrılmıştır. Birinci grup, günde 50 mg propolis ve 10 mg C vitamini içeren bir karışım tüketmiştir. İkinci grup ise hiç propolis almamıştır.

    Çalışmanın sonuçları, propolisli karışımı tüketen çocuklarda ateş ve öksürük semptomlarının belirgin şekilde azaldığını, hastalık süresinin kısaldığını ve toplam hastalık gün sayısının düştüğünü ortaya koymuştur. Bu sonuçlar, propolisin doğal biyoaktif bileşenleriyle çocuklarda semptomların hafiflemesine destek olduğunu göstermektedir” ifadelerine yer verdi.

     

  • Ortodonti tedavisi için en uygun dönem

    Ortodonti tedavisi için en uygun dönem

    Ortodonti tedavilerinin genellikle 8 ile 13 yaşları arasında başladığını kaydeden Ortodonti Uzmanı Sanaz Sadry, iskeletsel bozuklukların çocuğun büyüme dönemi henüz bitmeden giderilebilmesi ve genç dokuların daha iyi yönlendirilmesi nedeniyle en uygun dönemin ‘ergenlik dönemi öncesi’ olduğunu söyledi. Sadry, ortodonti tedavisi sürecinde dikkat edilmesi gereken noktalara da dikkat çekti.
    İstanbul Atlas Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Sanaz Sadry, ortodonti ve ortodonti tedavisi sırasında dikkat edilmesi gerekenlere ilişkin değerlendirmede bulundu.

    Ortodontinin, yanlış konumlanmış dişlerin çene kemikleri üzerinde düzgün şekilde yerleşebilmesi ve yüz düzensizliklerinin teşhis ve tedavisi ile ilgilenen diş hekimliğinin bir uzmanlık dalı olduğunu belirten Doç. Dr. Sanaz Sadry, “Amaç karşı çenedeki dişler ile uyumlu, düzgün sıralanmış dişlerin olmasıdır. Tabi her ne kadar düzgün diş anlamına gelse de kelime anlamını aşan ortodonti bölümü, günümüzde sadece dişleri değil, alt ve orta yüz düzensizliklerini de tedavi etmektedir” dedi.

    Ortodonti tedavisi gören hastaların yüzde 30’unu erişkinler oluşturuyor
    Ortodonti tedavisinin çocuklara ve erişkinlere uygulandığını kaydeden Sadry, “Önceleri ortodontik tedavinin yalnızca çocuklarda uygulanabileceği görüşü hakim olsa da günümüzde ortodontik tedavi gören hastaların yüzde 30’unu erişkin bireyler oluşturur. Bu nedenle ortodonti tedavisinin her yaştaki birey için mümkün olduğunu söylemek mümkündür. Aynı zamanda sağlıklı bir kapanış 16 yaşında olduğu gibi, 60 yaşında da hastalar için önemlidir. Sağlıklı olan dişler her yaşta istenilen şekilde hareket ettirilebilir” diye konuştu.

    Ortodonti tedavisine hangi yaşlarda başlanmalıdır?
    Ortodonti tedavisinde yaş sınırı olmadığını, 7’den 70’e herkese tedavi uygulanabileceğini belirten Sadry, ortodonti tedavisi için en uygun yaş önerilerinin olduğunu söyledi.

    Amerikan Ortodonti Derneği (American Association of Orthodontics -AAO) tarafından çocukların 7 yaşını geçmeden ortodontik kontrolden geçmelerinin önerildiğini ifade eden Sadry, “Çünkü bu yaşlardayken yani henüz ağızda süt dişleri bulunuyorken ortodonti uzmanı tarafından çocuğun çene ve diş gelişimindeki sorunlar kolayca tespit edilebilir. Anormal bir durumun tespit edilmesi halinde ortodonti soruna müdahale erkenden yapılabilir ve tedavi süreci çok daha kolay ve çok daha kısa sürede gerçekleştirilebilir. Aksi takdirde ileri yaşlarda daha komplike ve daha maliyetli tedavilere ihtiyaç duyulabilir” diye konuştu.

    Ortodontik hastaların aktif tedavilerinin genellikle 8 ile 13 yaşları arasında başladığını kaydeden Sadry, “Böylece iskeletsel bozukluklar da çocuğun büyüme dönemi henüz bitmeden giderilebilir. Genç dokular daha iyi yönlendirildiği için ortodontistlerin en sevdiği tedavi zamanı, ‘ergenlik dönemi öncesi’ olarak adlandırılabilir. Küçük yaşlarda başlayan ve diş üzerinde yaşanan çapraşık yapıları düzenlemek ergenlik dönemde daha kolay olacaktır. Ortodonti tedavisine en uygun yaş, bireyin diş yapısı, çene gelişimi ve genel sağlık durumuna bağlı olarak değişebilir. Bu nedenle uzman bir ortodontiste danışarak en doğru yaş tespit edilmelidir” tavsiyesinde bulundu.

    Ortodonti tedavisinde süre kişiden kişiye değişiyor
    Ortodonti tedavi süresinin de kişiden kişiye farklılık gösterebileceğini ifade eden Sadry, “Aktif ortodontik tedavi 1 ile 4 sene arası sürebilirken, ortalama 2 senede biter. Bazı bireyler biyolojik yapılarından dolayı tedaviye diğerlerinden daha hızlı ya da daha geç cevap verebilir. Ayrıca önleyici ve erken tedaviler sadece birkaç ay sürebilir. Apareyler tedavi sürecinde periyodik olarak uyumlanır” dedi.

    Ortodonti tedavisinde 4 noktaya dikkat
    Doç. Dr. Sanaz Sadry, ortodonti tedavisinde dikkat edilmesi gerekenlere ilişkin de şu uyarılarda bulundu:
    Ağız Hijyeni: Dişlerinizi normal rutininizden daha fazla fırçalamanız gerekmektedir. Her yemekten sonra ve akşam yatmadan önce, dişlerin fırçalanması gerekmektedir. Fırçalama işlemi ortalama 3 dakika sürmeli ve teller pırıl pırıl olana kadar devam ettirilmelidir. Tedavi boyunca ‘ortodontik diş fırçasına’ ilave olarak ‘arayüz fırçası da’ kullanmanız gerekmektedir. Eğer dişler bu süreçte iyi fırçalanmazsa, braketlerin altından oluşacak çürümeler sonucu, dişlerinizde geri dönüşü olmayan lekeler meydana gelecektir. Ayrıca kötü ağız hijyeni hekimin keyfini kaçırmakta, tedavinin de uzamasına sebep olmaktadır.
    Ortodontik Aparey ve Aygıtlar: Hekiminizin takmanızı istediği aparey, plak ve lastikleri uygun bir şekilde takmalısınız. Aksi halde tedavinizin süresi uzar ve istenilen sonucun alınamamasına sebep olur. Braketlerin diş yüzeyinden kopmaması için yasak yiyeceklerden uzak durmanız gerekmektedir. Braketlerin kopması tedaviyi yavaşlatmakta ve ek ücret alınmasına sebebiyet vermektedir.

    Randevular: Randevularınıza özen gösteriniz. Eğer randevularınızı unutmanıza neden olacak çok özel bir durumunuz varsa hatırlatma isteyebilirsiniz. Telefonla randevu alma işini acil durumlar dışında son güne bırakmamanızı öneririz. Tatillerinizi ve uzun süreli seyahatlerinizi tedavinizin gidişatına göre ayarlamanız iyi olur. Tedavinin bazı dönemlerinde doktorunuza sormadan plan yapmamalı ve uzun süre ortadan kaybolmamalısınız. Aksi halde tedavi zarar verici hale gelir.

    Sabır: Genellikle 10 gün süren alışma döneminde sabırlı olmanız gerekmektedir. Ağrı kesici almanızı tavsiye etmemekle birlikte, zor durumda kalındığında aspirin dışındaki ağrı kesiciler kullanılabilir. Ortodontik tedavi disiplin, titizlik ve iş birliği isteyen, kuralcı, uzun ve zor bir tedavidir. Çünkü dişlere uygulanan kuvvet kontrolsüz kalırsa, kemikleri ve diş köklerini eritici etki gösterebilmektedir.

  • Öğrencilere ağız ve diş sağlığı eğitimi

    Öğrencilere ağız ve diş sağlığı eğitimi

    Konya’nın Karapınar ilçesinde ilkokul öğrencilerine ağız ve diş sağlığı eğitimi verildi. Karapınar İlçe Sağlık Müdürlüğü ekipleri okullarda bilgilendirme çalışması düzenliyor. Çalışmalar çerçevesinde Vehbi Yurt İlkokulu öğrencilerine ağız ve diş sağlığı eğitimi verildi. Karapınar Sağlık Müdürlüğünde görevli Diş Hekimi Buğra Karagöz, çocuklara diş fırçalama alışkanlığı kazandırılması, ağız ve diş sağlığının önemini anlattı. Öğrenciler, verilen eğitimi dikkatlice dinledi. Tüm okullarda gerçekleştirilmesi planlanan eğitimlerde, erken yaşlarda diş sağlığı konusunda farkındalık oluşturarak çocukların bilgilendirilmesi, doğru ve sağlıklı beslenmeye yönlendirilmeleri amaçlanırken, sağlıklı beslenme ve diş çürümesine en çok neden olan besinler hakkında da bilgiler veriliyor.

  • Dişi için verilen iğne yüzünden 7 aydır topallıyor

    Dişi için verilen iğne yüzünden 7 aydır topallıyor

    Eskişehir’de 7 ay önce dişindeki çürüğü tedavi ettirmek için gittiği hastanede kendine verilen antibiyotik iğnelerini Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde vurulduktan sonra sol bacağında sızı hissetten ve topallamaya başlayan 3 çocuk annesi Yazgül İkiz, 7 farklı hastane dolaşsa da derdine bir deva bulamadı. Yazgül İkiz, sakat kalmaktan korkarken suç duyurusunda bulundu.
    Eskişehir’de yaşayan 3 çocuk annesi 45 yaşındaki Yazgül İkiz, geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda dişindeki rahatsızlık için Eskişehir Ağız Ve Diş Sağlığı Hastanesi’ne gitti. Burada kendine verilen antibiyotik iğnelerini alan İkiz, Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne gitti. Burada iddiasına göre iğneleri bir hemşire tarafından yapılan Yazgül İkiz, sol bacağında çok şiddetli bir sızı hissetti. Sızısı hiç dinmeyen talihsiz kadın tekrar Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne gitti. Burada Hasta Hakları Birimi’nden destek ve ilgi görmediğini belirten İkiz, duyduğu sızı eşliğinde topallayarak ile evine döndü. Yürümesi de gün geçtikçe güçleşen İkiz Eskişehir Şehir Hastanesi’ne giderek muayene oldu. Burada da kendine ilaç yazılan kadın bir fayda göremedi.

    7 aydır 7 hastane dolaştı
    Yapılan muayene ve ilaçlardan fayda göremeyen Yazgül İkiz, Eskişehir Anadolu Hastanesi’ne gitti. Burada da 400 TL karşılığında ilaç yazdıran İkiz yine umduğu faydayı bulamadı. 7 ayda, 7 hastane dolaşan 45 yaşındaki talihsiz kadın bir kutu ilaç biriktirirken sakat kalmaktan korkuyor. Sadece dişindeki çürüğü tedavi ettirmek isteyen kadın şimdi sol bacağının üzerine basamıyor. Son olarak savcılığa giden kadın suç duyurusunda bulunduğunu belirtti.

    “Girmediğim doktor kalmadı ve ben bu ağrıma bir çare bulamadım”
    Başından geçenleri anlatan 3 çocuk annesi 45 yaşındaki Yazgül İkiz, “Ben bayramın 2’nci gününde dişim şiştiği için diş hastanesine gittim. Doktor bey bana ilaç ve iğne verdi. İğneyi aldım ve bayramın 2’nci gününde vurulmaya başladım. Antibiyotik ve ağrı kesici kullandım. Yüzüm şiştiği için hemen hastaneye gittim. Yunusemre Devlet Hastanesi’nin acilinde iğne ilk vurulduğunda bana çok ağır geldi. Baktılar, ‘Günde 4 iğne yiyorsun, olabilir’ dediler. Ertesi gün bir daha gittim, ‘Ayağım uyuştu, ben bu gece uyuyamadım’ dedim. Sonrasında bana, ‘Ya bacım çok biliyorsun, biz biliyoruz iğneyi’ dedi.

    Ben 3 kere iğneyi vurulduktan sonra bir daha vurulmadım. Elimde 15 iğne vardı. Sabah 2, akşam 2 iğne vuruluyordu. Ağrıda duramadığım için tekrar hastaneye gittim. Yunusemre Devlet Hastanesi’ndeki hemşire hanım benimle ilgilenmedi. Ardından başhekime çıkmak istedim. Yardımcısı gelip bana, ‘Önce hasta haklarına gitmen lazım’ dedi. Ben hasta haklarına gittim, durumu anlattım. Hasta hakları önüme kâğıt verip şikâyetçi olmamı söyledi. Ben de, ‘Şikâyet etmek istemiyorum. Bu bölüme kim bakıyorsa bana yardımcı olun’ dedim. Oradaki kadın müdürünü çağırdı. O da bana, ‘Gidin, 182’ye başvurun dedi. Ben 182’de kime başvuracağım ki? Bu bölüme kim bakıyor? Ben bilemediğimi söyledim. İlgilenmedi, beni gönderdi. Orada zaten mağdur oldum.

    Birebir hasta haklarından şikayetçiyim. Doktorların hepsi beni biliyor şu an. Girmediğim doktor kalmadı ve ben bu ağrıma bir çare bulamadım. O kadar ağrım var ki şu an ayağım çekiyor. Topuğuma basamıyorum, çökmeler oluşuyor ve geceleri yatamıyorum. Yeşil reçete antidepresan hapları veriyorlar. Eskişehir’de gitmediğim hastane kalmadı. Eskişehir Şehir Hastanesi’ne de gittim. İlker bey, ‘Sinir damarına denk gelmiş’ diyerek bana ilaç verdi. İlaçları içtim, geçmediği için tekrar gittim. O da, ‘Belinde fıtık olabilir, acilen beyin cerrahına git’ dedi. Beyin cerrahına gittim, o ise durumun kendisiyle ilgili olmadığını söyledi. Yani doktor doktor gezdim” dedi.

    “Sağlık Bakanlığından yardım istiyorum”
    Özel hastanelerden de derdine çare bulamayan Yazgül İkiz, suç duyurusunda bulunduğu konusunda şöyle konuştu:
    “Eskişehir Anadolu Hastanesi’ne de gittim, orada bana sinir ve damar doktoru Zühtü bey baktı. Hoca bana, ‘Evet, sinir damarına denk gelmiş olabilir ama ben bu şişiği anlamadım. Ağrı doktoruna gidin’ dedi. Ben de oraya gittiğimi belirttiğimde doktor bunun kendi bölümü olmadığını söyledi. Özel Anadolu Hastanesi’nde hocaya ilaç yazdıracaktım, hoca önce giriş yaptırmamı istedi ve 400 TL para verdim. Ben hem maddi hem de manevi çok kötü durumdayım. Yunusemre Devlet Hastanesi’nde fizik doktoruna gittim.

    O da bana, ‘Şu an sinire denk gelmiş ama ben buna fiziği uygun görmüyorum. Durmadan ilaç içeceksin’ dedi. Ayağıma basamadığımı söyledim, ‘Olabilir, bunun tedavi süreci çok sıkıntılı’ dedi. Yani kimse elini taşın altına koymadı. Şu ağrıyı alan yok. Çok kötüyüm ve psikolojim bozuldu. 7 aydır gezmediğim hastane kalmadı, 7 hastane gezdim ve bana bir sürü ilaç verdiler. Ben adliyeye gittim, savcılığa suç duyurusunda bulundum. Geçen ay savcı beyin kendisiyle görüştüm, adli tıp istedim. O da bana, ‘1 sene de olabilir, 1 buçuk sene de. Sen başının çaresine bak, beni bekleme ve doktor doktor gez’ dedi ama doktorlar bakmıyor. Dişim için gittim, bacağımdan oldum. Ben Sağlık Bakanlığından yardım istiyorum.”

  • Kışın beslenmenin 7 altın kuralı

    Kışın beslenmenin 7 altın kuralı

    Kışın kapalı ortamlarda daha fazla vakit geçirilmesi ve gecelerin uzaması sebebiyle fiziksel aktivitenin azaldığını belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Güngör, “Bu duruma yağlı ve şekerli besin tercihleri de eklenince pek çok kişi kışın kilo alıyor” dedi.

    Güngör, kış aylarına özel beslenme önerilerini şöyle sıraladı:

    “Ev yapımı tarhana ve turşu sağlık deposu

    Kışın tüketimi artan ev yapımı geleneksel gıdalar da tam bir şifa deposudur. Yapay koruyucu ve katkı maddesi içermeyen ev yapımı salça, turşu, tarhanaya öğünlerde mutlaka yer verilmeli. Kış aylarında azalan hava sıcaklığı sebebiyle vücut ısısının korunması için yeterli sıvı almak çok önemli. Günde en az 2-2.5 litre su içilmeli. Ayrıca sıvı alımının karşılanmasında ıhlamur, adaçayı, kuşburnu çayı gibi bitki çayları da tercih edilmeli.

    Kış aylarında yüksek yağlı besin tüketiminden kaçınılmalı; margarin yerine sağlıklı yağ asitleri içeren zeytinyağı, uygun miktarda tereyağı, yağlı tohumlar, kuruyemişler uygun ve yeterli porsiyonda tüketilmelidir.

    Her gün 2 porsiyon meyve ve 3 porsiyon sebze tüketin

    Kışın artan soğuk algınlığı ve diğer enfeksiyonlara karşı A, C, D ve E vitamininden zengin beslenmenin bağışıklık sistemine katkısı oldukça fazladır. Mevsimine uygun, günde en az 2 porsiyon meyve ve 3 porsiyon sebze tüketilmesi önerilmektedir. Bu aylarda havuç, brokoli, kabak, lahana, karnabahar, pırasa, maydanoz gibi sebzelerin; portakal, mandalina, elma gibi meyvelerin tercih edilmesi önerilmektedir.

    Beyin fonksiyonları için balık tüketin

    Kemik ve diş sağlığı açısından önemli olan D vitamini güneş ışınlarıyla deri tarafından üretilen bir vitamindir. Ancak kış aylarında mahrum kalınan güneş ışınları, vücudun D vitamini ihtiyacının karşılanamamasına sebep olmaktadır. D vitamini besinlerden aktif olarak karşılanamıyor olsa da balık; D vitamini ile beyin fonksiyonlarının gelişimi için gerekli çoklu doymamış yağ asitleri (omega 3), kalsiyum, fosfor, selenyum, iyot mineralleri ve E vitamini içerir. Bu sebeple kış aylarında haftada 2-3 kez balık tüketilmelidir.

    Şekeri sınırlandırın

    Bu mevsimde basit karbonhidrat içeren şekerli besinlere ve tatlılara yönelimin arttığı görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü önerisine göre günlük şeker alımı, toplam enerji alımının en fazla yüzde 10’u kadar olmalıdır. Sağlıklı yaşam biçiminde basit şekerler yerine kompleks karbonhidratlardan olan tam buğday ekmek, bulgur gibi tahıllar, kurubaklagiller, meyveler ve şekeri azaltılmış sütlü ya da meyveli tatlılar tercih edilmelidir.

    Haftada 2-3 kez sofrada kurubaklagil yemeği olmalı

    E vitamini kaynakları olan kurubaklagiller ve kuruyemişler de kış beslenmesinin içinde, yeterli ve dengeli biçimde mutlaka yer almalıdır. Haftada 2-3 kez nohut, kuru fasulye, mercimek, barbunya gibi kurubaklagiller, günde 20-30 gram kadar ceviz, badem, fındık gibi kuruyemişler tüketilmelidir.”

  • Huzursuz bacak sendromu: Uyku kalitenizi tehdit eden gizli düşman

    Huzursuz bacak sendromu: Uyku kalitenizi tehdit eden gizli düşman

    Huzursuz bacak sendromu (HBS), uyku ile ilişkili hareket bozuklukları arasında yer alan bir rahatsızlıktır. Bu sendrom, uykuya dalmayı zorlaştıran, bacaklarda rahatsız edici bir his ve karşı konulamaz hareket ettirme isteği ile karakterizedir. Özellikle akşam saatlerinde ve geceleri daha belirgin hale geldiğinin altını çizen Nöroloji Uzmanı Doktor Ayşegül Daldal bu hissin, kişinin uykuya dalmasını ve uyku süresini olumsuz etkilediği belirtti.
    Toplumda yapılan araştırmalardan bahseden BHT CLINIC İstanbul Tema Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Doktor Ayşegül Daldal, “HBS’nin görülme sıklığının %10-15 oranında olduğunu göstermektedir. Ancak, belirtilerini net bir şekilde ifade edemeyen hastalar yıllarca farklı branşlarda birçok tedavi denemek zorunda kalabilmektedir” dedi.

    Huzursuz bacak sendromu geceleri artıyor
    HBS tanısı, klinik gözlemlerle rahatlıkla konulabilir. Ancak hastalığın teşhis edilebilmesi için şu özelliklerin birlikte bulunması gerektiğini sıralayan Dr. Daldal:
    Özellikle bacaklarda, karşı konulamayan hareket ettirme isteği ile ortaya çıkan rahatsız edici duyumlar, hareket etmekle rahatlama veya belirtilerin tamamen ortadan kalkması, bulguların dinlenme durumunda artış göstermesi, akşam saatlerinde ya da geceleri belirtilerin daha belirgin hale gelmesi bu kriterlerin varlığı, HBS tanısını kesinleştirmede önemli rol oynadığını vurguladı.

    Yaşadıkları rahatsizliği tanimlamakta zorlanabilirler
    Dr. Daldal, hastalığın başlangıcında bulgular tek taraflı olabilir, ancak zamanla her iki bacağı da etkileyebilir. Hastaların yaklaşık yarısında kollarda da benzer belirtiler ortaya çıkabilir. HBS’yi yaşayan kişiler, yaşadıkları rahatsızlığı tanımlamakta zorlanabilirler ve hislerini,”Kramp girecekmiş gibi, bacaklarım kıpraşıyor, bacaklarım geriliyor, karıncalanma hissi,zonklama ya da yanma hissi, bacaklarda elektriklenme, diş ağrısına benzer bir rahatsızlık.HBS, hastalar için haftalar ya da aylar süren rahatlama ve alevlenme dönemleriyle seyreden, yaşam boyu süren bir durumdur” dedi.

    HBS tedavisinde temel adim: Altta yatan hastaliklarini belirlemek
    Dr. Daldal, HBS tedavisinde ilk adım olarak, altta yatan muhtemel bir hastalığın tedavi edilmesidir. Özellikle demir eksikliği gibi nedenler göz önünde bulundurulmalıdır. Dopamin agonistleri, hem idiyopatik hem de semptomatik HBS’de etkili tedavi seçenekleri arasında yer almaktadır. HBS, hayat kalitesini düşüren ve uyku düzenini bozan bir rahatsızlık olup, hastaların tanı ve tedavi için nöroloji uzmanlarına yönlendirilmesi önemlidir. Erken tanı ve doğru tedavi ile hastaların şikayetleri büyük ölçüde kontrol altına alınabilir, diyerek konuşmasını sonlandı.

  • Meme kanserine karşı sofranızı 10 adımda güçlendirin

    Meme kanserine karşı sofranızı 10 adımda güçlendirin

    Meme kanseri, dünya genelinde kadınlar arasında en yaygın görülen kanser türlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Tedavi sürecinin yanı sıra, hastaların yaşam kalitesini ve genel sağlık durumunu destekleyecek en önemli faktörlerden birinin doğru beslenme olduğunu kaydeden Medicana International Ankara Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Sena Nur Doğan, meme kanserinden korunmak ve tedavi sürecini daha etkili geçirmek için beslenmeye ilişkin 10 öneride bulundu. Doğan, dengeli ve çeşitli beslenmenin önemine vurgu yaparak, “Beslenme düzeninizde çeşitli gıda gruplarına yer vermek, vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri almanızı sağlar. Sebze ve meyveler, tam tahıllar, sağlıklı yağlar ve protein kaynaklarına (baklagiller, yağsız etler) yer vermek önemlidir” ifadelerini kullandı.
    Antioksidan zengini gıdaların tanınması ve her öğüne eklenmesi gerektiğini belirten Diyetisyen Doğan, “Antioksidanlar, serbest radikallerle savaşarak hücre hasarını önleyen ajanlardır. Koyu yeşil yapraklı sebzeler, narenciyeler, aronya, yaban mersini, böğürtlen gibi kırmızı renkli meyveler, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar antioksidan açısından zengindir. Bu besinleri günlük diyetinize eklemeye özen gösterin” dedi.
    Doğan, lifli gıdaların artırılması gerektiğini ifade ederek, “Lifli gıdalar, sindirim sağlığını ve vücut ağırlığı dengenizi destekleyerek kanser riskini azaltmada size destek olur. Tam tahıllar, baklagiller, sebzeler ve meyveler, lif alımınızı artırmanın en iyi yollarıdır” diye konuştu.
    Omega-3 yağ asitlerinin iltihaplanmayı azalttığını ve kalp sağlığını desteklediğini kaydeden Doğan, balık, chia tohumu ve cevizin omega-3 açısından zengin gıdalar olduğunu belirtti. Yağ kaynaklarına ve miktarlarına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Doğan, sözlerine şöyle devam etti:
    “Yüksek yağ tüketimi obeziteyi desteklemektedir. Menopoz sonrası kadınlarda obezite ile meme kanseri arasında güçlü bir bağlantı bulunmaktadır. Meme kanserine karşı yağ çeşitlerinizi bitkisel yağlardan (zeytinyağı, ceviz yağı, avokado yağı vb.) yana kullanmalı ve miktarına dikkat etmelisiniz. Tereyağı, kaymak, kuyruk yağı gibi doymuş yağ içeriği yüksek kaynakların tüketimini sınırlamalısınız.”
    Şeker ve işlenmiş gıdalardan mutlak suretle kaçılmasını tavsiye eden Doğan, “Aşırı şeker tüketimi ve işlenmiş gıdalar, obezite riskini artırarak meme kanseri gibi hastalıkların gelişimine katkıda bulunabilir. Bu nedenle şekerli ve işlenmiş gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalısınız. Aldığınız paketli ürünlerin içeriğini mutlaka okumalı; glikoz şurubu, früktoz şurubu, şeker içeren ürünler yerine meyve ile tatlandırılan ürünleri tercih etmelisiniz” açıklamasında bulundu.
    Kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin sınırlanması gerektiğini söyleyen Doğan, “Sık sık kırmızı et ve işlenmiş et tüketmek vücudunuzda serbest radikal üretimini artırarak meme kanseri geliştirme riskinizi yükseltebilmektedir. İşlenmiş etler arasında jambon, sosis, pastırma, sucuk bulunmaktadır. Kırmızı et ve işlenmiş etler yerine bitkisel protein kaynakları olan kurubaklagillere, balık-hindi gibi beyaz et kaynaklarına yönelebilirsiniz” tavsiyesinde bulundu.
    Diyetisyen Doğan, alkol tüketiminin sınırlanmasının meme kanseri riskine karşı faydalı olabileceğini kaydetti. D vitamini seviyelerinin kontrol ettirilmesi gerektiğini dile getiren Doğan, “Dolaşımdaki düşük D vitamini seviyeleri ile meme kanseri riski arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Düzenli kan tahlillerinizi yaptırmayı ve sağlık uzmanınıza danışmayı unutmayınız” dedi.
    Doğan, vücut ağırlığı denetiminin çok önemli olduğu ifade ederek, sözlerini şöyle sonlandırdı:
    “Obezite, vücutta daha fazla yağ dokusu anlamına gelir. Yağ dokusu, östrojen gibi hormonların üretimini artırabilir. Özellikle post-menopozal kadınlarda yüksek östrojen seviyeleri, meme kanseri riskini yükseltir. Aşırı vücut ağırlığı, vücutta iltihabi süreçlere neden olabilir. Bu durumlar, kanser gelişimini teşvik eden bir mikro ortam oluşturabilir. Vücut ağırlığının artmasına sebep olabilecek basit karbonhidratlar (beyaz ekmek ve hamur işleri), rafine şeker içeren ürünler, yüksek yağlı gıdalar, kremalı ve soslu gıdaların tüketimini sınırlamak ve sağlıklı bir vücut ağırlığı dengesi sağlamak için beslenme uzmanınızdan destek almalısınız.”