Etiket: Sağlık

  • 27 bin sözleşmeli personel alacak

    27 bin sözleşmeli personel alacak

    Sağlık Bakanlığı’nın 27 bin sözleşmeli personel alımı Resmi Gazete’de yayımlandı. İlanda, “Sağlık Bakanlığı taşra teşkilatı hizmet birimlerinde istihdam edilmek üzere 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 4’üncü maddesinin (B) fıkrası ile 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 45/A maddesi kapsamında 27 bin sözleşmeli personel Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sonucuna göre ÖSYM tarafından yapılacak merkezi yerleştirme ile alınacaktır” denildi.
    Öte yandan yayımlanan ilanda, ortaöğretim, ön lisans ve lisans düzeylerinde tercih yapılabilecek sözleşmeli personel pozisyonlarının ve başvuru şartlarının bulunduğu KPSS-2024/5 tercih kılavuzunun ÖSYM’nin internet sitesi üzerinden yayınlanacağı belirtildi.
    İlanda adayların tercihlerini, 21 Şubat 2024 – 28 Şubat 2024 tarihleri arasında tercih kılavuzunda belirtilen kurallara göre ÖSYM’nin internet sitesi üzerinden T.C. Kimlik Numarası ve şifresini girerek yapabileceği ve ÖSYM’ye ya da Sağlık Bakanlığı’na posta yoluyla gönderilen veya elden verilen tercih listelerinin geçerli olmayacağı vurgulandı.
    Yayımlanan ilanda, 15 bini hemşire, 2 bini ebe, bin 540’ı sağlık teknikeri (ilk ve acil yardım) ve bin 200 sağlık teknikeri (röntgen) olmak üzere toplamda 27 bin sağlık personelinin alınacağı kaydedildi.

  • Ne yediğiniz değil, ne zaman yediğiniz önemli

    Ne yediğiniz değil, ne zaman yediğiniz önemli

    Sağlıklı yaşam ve bilinçli beslenme söz konusu olduğunda, karşımıza sıklıkla çıkan beslenme düzenlerinden olan sirkadiyen beslenme, diğer beslenme düzenlerinden farklılık göstermektedir. Buradaki en önemli fark; beslenme düzeninde ne yendiğiyle değil, ne zaman ve ne kadar yendiğiyle ilgilenilmesidir. Sirkadiyen; vücudun gün içerisindeki fizyolojik, hormonal ve psikolojik süreçlerinin toplamıdır. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki 24 saatlik dönüşünün canlılar üzerinde oluşturduğu ritmin tekrarlamasına ise sirkadiyen ritim denilmektedir.
    Vücudun metabolik sistemini direkt olarak etkilediğinden konunun önemine değinen Medicana Çamlıca Hastanesi’nden Deniz Pirçek, “Sağlıklı bir yaşam, kilo kontrolü için sirkadiyen ritim oldukça değerlidir. Örneğin; uykusuz bir gecenin ardından kendinizi daha yorgun hissetmek, tatlı krizleri yaşamak, uzun uçuşlar ve zaman farkından dolayı oluşan jet-lag, ruh hali, hormonlar, vücut ısısı, kalp atışlarımız sirkadiyen ritmin varlığını göstermektedir. Kısacası sirkadiyen ritim, vücudun biyolojik saatidir diyebiliriz. Sirkadiyen ritim; uyku sorunları, yetersiz beslenme, elektronik dalgalar ve ışık gibi birçok nedenden etkilenmektedir” şeklinde bilgi verdi.

    Sirkadiyen beslenme nedir

    Sirkadiyen beslenme tam anlamıyla vücudun biyolojik saatine uygun beslenmeyi ifade etmektedir. Bu beslenme türünde gıda kısıtlaması değil, zaman ve miktar kısıtlaması baz alınmaktadır diyen Diyetisyen Deniz Pirçek, “Sirkadiyen beslenme biyolojik ritimlere dayanarak, özellikle besin alımının zamanlaması üzerinde odaklanır. Örneğin, günün belirli saatlerinde daha fazla protein veya karbonhidrat almak gibi. Bu yaklaşım, vücudun doğal ritmine uygun olarak beslenmeyi teşvik eder ve metabolizmayı destekler. Sabah saatlerinde beden uyanarak adrenalin ve tiroid hormonları salgıladığından, metabolizmamız oldukça hızlı çalışmaktadır. Bu nedenle tahıllar, kepekli ürünler gibi kaliteli karbonhidrat kaynakları ve zeytin, fındık, badem gibi yağ grubundan zengin besinlerden tercih edeceğimiz bir kahvaltıyla güne başlamak doğru olacaktır. Öğle saatlerinde ise tokluk süresini uzatmak için et, tavuk, balık, bakliyat gibi daha yoğun protein kaynakları tercih edilmelidir. Akşam saatlerinde de vücut kendini dinlenmeye alacağı için sindirimi zor olmayan çorba, salata, sebze, yoğurt gibi hafif besinlerden ilerleme önemlidir. Dinlenme evresinde vücut, uykuyla salgılanan melatonin hormonu sayesinde kendisini yenilemeye odaklayacaktır” bilgilerini paylaştı.

    Açlık ve tokluk hormonlarının ritmi bozulursa, kilo problemleri ortaya çıkar

    Uyku ve sirkadiyen ritim, enerji metabolizmasının temel bileşenleridir. Bu sistemde meydana gelen bir bozulma obezite, diyabet, kanser ve daha birçok sağlık sorununu beraberinde getirebilir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) yetişkin bir insanın günlük ortalama 7-8 saat uyumasını önermektedir. Belirtilen saatlerden daha az veya daha fazla uyumak, ghrelin ve leptin hormanlarının (açlık ve tokluk hormonları) çalışma metabolizmasını bozacağından, uzun vadede kilo problemlerine yol açabilir. Diyetisyen Deniz Pirçek, yetersiz ve kalitesiz uyku sonucunda beslenmede ortaya çıkabilecek sorunları şu şekilde sıraladı:

    Kişinin gün içerisinde enerjisi düşmektedir. Bu enerjiyi sağlamak adına besin tüketiminde artış
    yaşanabilir ve yüksek kalorili tatlı, şeker gibi basit karbonhidratlara eğilim artabilmektedir.

    Düzensiz öğün saatleri ortaya çıkabilmektedir.Gece geç yatıldığı için geç saatlerde açlık hormonu tetiklenip besin alımında artışlar görülebilmektedir.
    Hastalıklara yatkınlık artabilmektedir.

    Metabozlizma hızında yavaşlama görülmektedir.

    Sirkadiyen beslenmede ritmi korumak için öneriler

    Yeterli ve dengeli beslenmek, besin öğesi dağılımını günün uygun olan saatlerine göre ayarlamak sirkadiyen ritim dengesine katkı sağlamaktadır. Gününüzü ve beslenme alışkanlıklarınızı belirli bir plana oturttuğunuz takdirde vücudunuzun doğal akışına uygun beslenme düzenini de oluşturmuş olursunuz diyen Medicana Çamlıca Hastanesi’nden Diyetisyen Deniz Pirçek, 5 adımda sirkadiyen ritim dostu önerileri paylaştı:

    Enerji veren çikolata, tatlı gibi şekerli uyarıcı besinleri akşam yemekten sonra tüketmemeye özen göstermelisiniz.
    Uyku problemi yaşayan bireylerin akşam saatlerinde çay, kahve, yeşilçay gibi kafein içeren içecekleri tüketmemesi uygun olacaktır.
    Günlük içilmesi gereken su miktarını gece yatmadan 2 saat öncesine kadar bitirmeye çalışmak, uykunun bölünmemesi açısından oldukça önemlidir.
    Akşam yemek saatini, gece acıkma ihtimalini daha aza indirmek adına çok erken yapmamak faydalı olacaktır.
    Kaliteli bir uyku adına yatacağınız ortamın ışıksız olmasına dikkat edebilirsiniz.

  • “Yanlış yöntemle tüm değerlerini kaybedebilir”

    “Yanlış yöntemle tüm değerlerini kaybedebilir”

    Havaların soğuması ile birlikte artan grip gibi kış hastalıkları konusunda uyarılarda bulunan Diyetisyeni Elif Akçeken, grip veya soğuk algınlığına karşı hangi önlemleri alabileceğimizle ilgili bilgilendirmelerde bulundu.
    Dyt. Akçeken, grip, grip benzeri hastalıklar ve soğuk algınlığının kontrolü ve tedavisi, esas olarak bitkilerden izole edilen kimyasal veya biyokimyasal ajanlara bağlı olduğuna dikkat çekerek bu maddeler arasında çeşitli polifenoller, flavonoidler, saponinler, glikozitler ve alkaloidlerin bulunduğunu söyledi.

    Kışın soğuklarına karşı doğal kalkan: bitkilerle güçlü bağışıklık

    Havaların soğuduğu bu günlerde, grip ve soğuk algınlığı gibi rahatsızlıklara karşı bağışıklık sistemimizi güçlendirmenin yollarını aradığımızı ifade eden Dyt. Akçeken, her mutfakta bulabilen bazı bitkilerle doğal bir kalkan oluşturmanın pratik yollarını anlattı:
    Ekinezya: Ekinezya, üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu ve tedavi edici etkilere sahip olabilir. Bağışıklık sistemini destekleyerek hastalıklara karşı direnci artırabilir. Ayrıca çay şeklinde hazırlandığında bazı uçucu bileşenlerinin (linalool) ve flavonoitlerinin yatıştırıcı etki gösterdiği deneysel olarak gösterilmiştir. Bu bakımdan, özellikle inatçı öksürüklerde kişilerin rahatlamasını sağlaması bakımından da yararlı olabilmektedir.
    Adaçayı: Ağız ve boğaz iltihaplarında etkili olduğu bilinen bir başka bitki ise adaçayıdır. Özellikle bitkinin içerdiği uçucu bileşenlerin ağız ve boğaz iltihaplarında (farenjit, jinjivit gibi) yararlı olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, çay şeklinde adaçayı ile hazırlanan gargaranın bu amaçla kullanılması önerilmektedir. Yeni yayımlanan bir klinik çalışmada; adaçayı ile ekinezyanın birlikte uygulandığında dezenfektan olan gargaradan daha etkili olduğu gösterilmiştir.
    Kakule: Kakule, içerdiği eugenol adlı bileşen sayesinde antiviral ve antimikrobiyal özelliklere sahiptir. Bu özellikleri, soğuk algınlığına neden olan virüslerle mücadelede etkili olabilir. Kakule, antioksidanlar bakımından zengin olup bağışıklık sistemini güçlendirebilir, bu da vücudu hastalıklara karşı daha dirençli hale getirebilir. Bunun dışında inhalasyon yoluyla kullanıldığında nefes yollarını açabilir, bu da solunum konforunu artırabilir.

    Bağışıklık sistemini güçlendiren besinler

    Dyt. Akçeken ayrıca bağışıklık sistemini güçlendiren besinleri ise şu şekilde sıraladı:
    Kuersetin: Antioksidan özelliklere sahip bir flavonoiddir. Antioksidanlar, vücudu serbest radikallerin neden olduğu hücresel hasara karşı koruyabilir ve bağışıklık sistemini destekleyebilir. Bu özelliklerinden dolayı kuersetin, soğuk algınlığına karşı koruyucu bir rol oynayabilir. Elma, kırmızı soğan, çay, kırmızı üzüm, brokoli ve kiraz domates gibi besinler kuersetin içerir.
    Meyan kökü: T hücreleri tarafından interferon-gamma üretiminin uyarılması, immün modülasyon, anti-inflamatuar, konakçı hücreler tarafından virüs alımının azaltılmasına yardımcı olmaktadır. Meyan kökü özellikle öksürük ve soğuk algınlığına (bronşit, tonsilit, üst solunum yolu yangıları) karşı hazırlanan karışımlarında boğazdaki balgamın sıvılaşmasını sağlaması ve yangıyı gidermesinin yanı sıra bazı virüsler üzerinde etkili olmaktadır.
    Afrika Sardunyası: Bu bitkide yer alan Umkaloba özütü, grip, bronşit, sinüzit, viral enfeksiyonlar ve anjiyoya karşı olumlu etkilere sahiptir. Burun akıntısı ve faranjite karşı oldukça etkilidir. Bakteriyel rahatsızlıklara karşı uygundur, bağışıklık sistemini güçlendirebilir ve antioksidatif özelliklere sahip olabilir. Ayrıca, balgam söktürücü özelliği bulunmaktadır.

    Bal yüksek derecede kaynatılmamalı

    Akçeken son olarak da özellikle kış aylarında içilen ballı süt ile ilgili olarak, “Mevsim geçişlerinde ve kış aylarında bağışıklık sistemini destekleyen vitamin ve mineral deposu besinleri tüketmek büyük öneme sahiptir. Öksürük, boğaz şişkinliği şikâyetlerimizde ilk başvurduğumuz karışımlardan biri de ballı süttür. Fakat bazı yanlış uygulamalar ile bunu daha zararlı bir duruma sokabiliriz. Eğer bal yüksek derecede kaynatılırsa, içindeki doğal enzimler, vitaminler ve diğer biyoaktif bileşenler zarar görebilir ve balın besleyici özellikleri yok olur. 80 derece ve altına sıcaklığı düşünce balı eklememiz daha doğru olacaktır. Unutulmamalıdır ki, herkesin vücut yapısı farklıdır ve bitkisel takviyelerin etkileri kişiden kişiye değişebilir. Herhangi bir bitkisel takviyeyi kullanmadan önce, özellikle hamilelik, emzirme veya başka bir sağlık durumu varsa, bir sağlık profesyoneliyle görüşmek önemlidir” dedi.

  • Epilepsi hastasını emekli doktor hayatta tuttu

    Epilepsi hastasını emekli doktor hayatta tuttu

    Nefes almakta güçlük çeken ve baygın halde olan genç adama, acil müdahalede bulunarak nefes almasını sağlayan doktor, ambulans gelene kadar başından ayrılmadı. Doktorun davranışı çevredekiler tarafından takdirle karşılandı.

    Edinilen bilgiye göre olay, Haliliye ilçesindeki Atatürk Bulvarı üzerinde yaşandı. Henüz ismi öğrenilemeyen epilepsi hastası bir genç, iddiaya göre, kaldırımda yürürken bir anda yere yığıldı. Bu sırada yoldan geçen emekli doktor İbrahim Köran, gencin epilepsi nöbeti geçirdiğini anlayarak müdahale etti. Gencin çevresini açan ve burnuna soğan, yüzüne de kolonya sürerek nefes almasını sağlayan doktor Köran, uzun süre müdahalede bulundu. Ambulans gelene kadar hastanın başından ayrılmayan doktor Köran, herkesin takdirini kazandı. İhbar üzerine olay yerine gelen sağlık ekipleri, genci sedye ile ambulansa taşıyarak hastaneye götürdü.

    “İnsanlık görevimi yaptım”

    Emekli doktor İbrahim Köran, akşam yürüyüşüne çıktığı sırada nöbet geçiren genci fark ettiğini ve hem meslek gereği hem de insanlık gereği müdahale ettiğini söyledi.

  • “Uyku apnesi kazalara yol açabilir”

    “Uyku apnesi kazalara yol açabilir”

    En sık karşılaşılan uyku rahatsızlıklarının başında yer alan uyku apnesi hakkında önemli bilgiler veren Acıbadem Kayseri Hastanesi uzmanları, yeterli süre uyusa bile yataktan yorgun kalkanlar, gün içinde halsizlik ve uykusuzluk yaşayan kişilerde uyku apnesi sendromunun araştırılması gerektiğini ve bu hastalığı nöroloji, göğüs hastalıkları ve kulak burun boğaz hekimlerinin birlikte değerlendirdiğini söyledi.
    Uyku apnesinin kabaca 2 çeşidi bulunduğunu belirten Nöroloji Uzmanı Dr. Güven Arslan, “Uyku apnesi, kişinin uyku süresi boyunca nefesinin en az 10 saniye süreyle durması şeklinde tanımlanabilir. Uyku apnesinin kabaca 2 çeşidi bulunur. Bunlar da santral ve obstrüktif olarak 2’ye ayrılır. Santral uyku apnesi, beynin direkt uyku merkezi ile ilgili olan bir sıkıntıdır. Obstrüktif uyku apnesi ise hava yollarının daralmasına veya tıkanmasına bağlı oluşan apne durumudur” dedi. Uyku apnesinin, günlük hayatı oldukça etkileyen bir sorun olduğuna işaret eden Dr. Arslan özellikle uyku kalitesinin düşmesine bağlı olarak gündüz uyku hali, dikkat eksikliği, unutkanlık, bulunulan yerde çabucak uyuyakalma gibi şikayetlerin oluşabileceğini, bu durumda hastaların nöroloji, KBB ve göğüs hastalıkları bölümlerine başvurabileceğini söyledi.

    “Sorunun beyinden mi yoksa boğaz ve burundan mı kaynaklandığı önemli”

    Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmethan Turan ise uykuda solunum durması anlamına gelen uyku apnesi teşhisi koymak için uykuda en az 10 saniye solunum durması ve her uyku periyodundan sonra apne hipopne indeksinin belli bir oranın üzerine çıkması kriterine bakıldığını dile getirdi.
    Uyurken solunum zorluğu çeken kişilerin oksijen düşmesi, oksijensiz kalma ve buna bağlı derin uykuya dalamama veya tam uykusunu alamama sorunları yaşadığına değinen Dr. Turan, “Bu hastalar daha çok solunumsal yönden incelendiğinde genelde KOAH veya astım hastalarında ya da obeziteye bağlı tabloda geliştiğini görüyoruz. Bu durumda medikal tedavi dışında ayrıca cihaz destek tedavileri de uyguluyoruz. Bu da apne hipopne indeksi belli bir derecenin üzerinde olan hastalarımıza uygulanıyor. Burada sorunun santral mi yani beyinden kaynaklı mı yoksa obstrüktif yani boğaz ya da burundan kaynaklı olduğunun ayrımını yapmak gerekiyor. Eğer santralse bu durumda cihaz ve normal astım, KOAH tedavisi yeterli oluyor. Fakat sorun obstrüktifse, hastayı göğüs hastalıkları, nöroloji ve KBB’den oluşan bir konseyde değerlendiriyoruz. Konseyde gerekli görüldüğü takdirde ise KBB hocalarımızın desteğiyle operasyon planlamasına geçiyoruz” diye konuştu.

    “Trafikte ciddi sorun ve kazalara yol açabilir”

    Tehlikeli olduğu için tüm branşlar tarafından uyku apnesinin ciddiye alınması gerektiğini söyleyen Acıbadem Kayseri Hastanesi KBB Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Akif Somdaş, “Uyku apnesi, bütün tıbbi branşlar açısından önemli, çünkü tehlikeli bir durum. Zira gündüz yaşanan uyku hali, dikkat eksikliği gibi durumlar, tehlikeli makinelerin başında çalışırken veya trafikte çok ciddi riskler arz eder, kazalara yol açabilir. O açıdan uyku apnesi ciddi bir durumdur. KBB ile alakalı da özellikle obstrüktif yani tıkayıcı uyku apnesi, yeri itibariyle bizim düzeltebileceğimiz bir klinik tablodur.” dedi.
    Burunda tıkanıklığa bağlı gelişen uyku apnesi durumunda operasyonla bu tıkanıklığın açıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Somdaş “Burun açılmadan uyku laboratuvarına girdiğiniz zaman sonuçlar yanıltıcı olabilir. Burun açıksa ve bademcikler büyükse yine ameliyat ile bu sorunu giderebiliriz. Tıkanıklık dil kökündeyse yine dil kökündeki bademciği alarak düzeltebiliriz. Dil kökünde bademcik küçük ve dilin yapısı çok büyükse pozitif basınçlı hava veren aletlerle, maskeyle uyumak ile bir çözüm oluşturabiliriz” diye konuştu.

    “Belirtiler varsa hekime başvurun”

    Uyku apnesinin tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Somdaş şunları ifade etti: “Eğer trafikte uykunuz geliyorsa, yorgun olduğunuzu hissediyorsanız bunun sonuçları çok tehlikeli olabilir. Bu durum büyük risk taşır. Çünkü dikkat dağıldığında problem oluşur. Sabah kalktığınızda yorgun uyanıyor ve gün içerisinde yorgun hissediyorsanız, uyku problemi olduğunu düşünüyorsanız, bunun uyku apnesi açısından irdelenmesi gerekir. KBB, nöroloji ve göğüs hastalıkları branşları bu sorun ile ilgileniyor. Hepsinin ayrı ilgi alanları ve durumları var. Dolayısıyla bu şikâyetleri olanların ivedilikle bu bölümlerle görüşüp, kendi durumlarına göre tedavi alması gerekir. Bunu ciddiye alalım.”

  • “Çok fazla amiloidoz görmeye başladık”

    “Çok fazla amiloidoz görmeye başladık”

    Kalp, karaciğer, böbrekler, dalak gibi hayati öneme sahip organlarda amiloid isimli proteinin birikmesiyle ortaya çıkan bir sağlık sorunu olan amiloidoza karşı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde geçtiğimiz günlerde “Kardiyak Amiloidoz Tanı ve Tedavi Merkezi – KAMER” hizmete açıldı. Kanser tanısı alan bir hastanın kalbini değerlendirip var ise kalp hastalıklarını tespit ederek, uygun tedaviye başlamasını sağlayan İstanbul Üniversitesi’nin uluslararası akreditasyona sahip KardiyoOnkoloji Mükemmeliyet Merkezi içerisinde yer alan Kardiyak Amiloidoz Tanı ve Tedavi Merkezi birim sorumlusu Doç. Dr. Cafer Zorkun da merkeze ilişkin bilgi verdi. İstanbul Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana bilim dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zorkun, kalp hastalıklarına yönelik uyarılarda bulunurken doktor tavsiyesi dışında ürün kullanılmaması gerektiğine dikkat çekti.

    “Önceden gördüğümüzden çok daha fazla amiloidoz görmeye başladık”

    İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ve İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek’in fakültenin daha donanımlı ve son teknolojik cihazlarla donatılması noktasında büyük çaba gösterdiğini söyleyerek Kardiyoonkoloji Mükemmeliyet Merkezi ve Kardiyak Amiloidoz Tanı ve Tedavi Merkezi’ne yönelik bilgiler veren İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana bilim dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cafer Zorkun, “Kardiyoonkolojide yaptığımız iş genel olarak kanser tanısı alan bir hastada tedavisine başlamadan önce eğer var ise kalp hastalığı belirtisi aramak, tedavisine yönlendirmek. Eğer kanser tedavisi kalbi etkiliyor ise bunu erken fark edip onkologla zaten sürekli iş birliği içerisindeyiz, tedaviyi değişikliğe uğratmasını veya eğer ciddi bir biçimde kalp hastalığı ortaya çıkıyorsa bir süre ara vermesini istiyoruz. Kardiyoonkoloji polikliniğinde 4’üncü yıldayız, tedaviyi kesmemizi gereken bir hasta olmadı. Yeterince iş birliği içinde çalışınca üstesinden gelebiliyoruz. Kardiyak amiloidozda İstanbul Tıp Fakültesi bu konuda ilk tanı ve tedavi merkezine sahip. Onkoloji ile ilgilenen bir rektör, kardiyolojiye gönül vermiş bir dekanla çalışınca önünüz çok açılıyor. Kardiyak amiloidozun kanıtlanmış bir tedavi yöntemi yok ama tanınması bile bu hastaların daha nitelikli bir yaşam sürdürmesi için önemli. Eskiden gördüğümüzden daha fazla sıklıkla görüyoruz. Kontrol edilemeyen tansiyon yüksekliği kalp hücrelerinde büyümeye yol açıyor, amiloidozda durum farklı, yanlış kodlanmış proteinler kalp hücrelerinin yerini alıyorlar ve fonksiyonlarını bozuyorlar. Devam eden klinik çalışmalar, henüz araştırma aşamasında olsa da bunu azaltan, durdurduğu ispat edilen tedavi yöntemleri var. Çekilen elektrokardiyografi ile hastanın tansiyon değerlerinin uyumsuz olması uyarıcı belirtiler halinde. Yapmaya çalıştığımız; bu hastalığın gerçek sıklığını ortaya koymak, ne ile karşı karşıya olduğumuzu en azından tanımlamak. Önceden gördüğümüzden çok daha fazla amiloidoz görmeye başladık. Hem bizi hem hematoloji bilim dalını ilgilendiren amiloid tiplemeleri var artık genetik olarak da bakabiliyoruz” dedi.

    “Ne olduğunu bilmedikleri bitkilerden fayda ummalarını önermiyorum”

    “Unutulmaması gereken, önceleri ileri yaş hastalığı olarak bilinen “kardiyak amiloidoz” belirtilerinin daha genç yaşlarda da ortaya çıkabildiği” diyen Doç. Dr. Zorkun sözlerine şöyle devam etti:
    “Kalp hastalığında 40 yaşındaki kişilere genç hasta denirdi ama artık 20’li yaşlarda bile görebiliyoruz. Maalesef sigara içme yaşı çok düştü. İlkokulu yeni bitirmiş, yeni ortaokullu çocuklarda bile artık sigara görüyorsunuz, önüne geçilmeli. Bir başka konu; beslenme bozukluğu artık sokaklarda çok daha fazla kilolu birey görüyoruz. Obezite dediğimiz aşırı kilolu bireyler artık çocukluk çağında da mümkün. İlkokullarda, okul öncesi dönemlerde görüyoruz, bunun da üstesinden gelinmeli. Her hastalık erken tanındığında tedavisi ya da baş edilmesi daha kolay. Ne olduğunu bilmedikleri bitkilerden fayda ummalarını da önermiyorum özellikle birçok bitki var olan ilaçlarla etkileşiyor. Örneğin; bir kanser hastası, bir kalp hastası aynı aileden kişiler tedaviyi reddediyor. Biri ritim bozukluğuyla bize başvuruyor, öbürü kanamayla onkoloji servisinin aciline başvuruyor. Her ikisi de yaptığı hatanın farkına varıyor neyse ki kısa sürede önlem alınabiliyor. Biri doğada bir ağacın ürünlerinden elde edilen pekmezle beslenen bir hasta, diğeri de aşırı miktarda kestane balı tüketen bir hasta. Kalp ve kanser hastalarında ilgili hekimin haberi olmadan ilave bir bitki kullanılmamalı. Hastalıkları tedavi edecekleri düşüncesiyle kullanılan şeyler ama hiçbir etkinliği yok. Her ikisi de hayati risk taşıyan durumdalardı, fakültenin acil biriminde önlem alınarak, kontrol altına alınarak normal hayatlarına döndüler. Her ikisinin de normal tedavileri devam ediyor. Kalp ritim bozuklukları çok daha ciddi sonuçlanabilirdi, onkoloji tedavisi de zamanında önlem alınmasaydı, o hasta ikna edilmeseydi hayatını kaybedebilirdi. Kanser tanısı ve tedavisi sırasında kalplerini kontrol etmeyi ihmal etmesinler”

  • Ayırdığı 5 dakika hayatını kurtardı

    Ayırdığı 5 dakika hayatını kurtardı

    Sağlıklı hayat merkezi bünyesinde meme kanserine yönelik; taramaların, elle muayenenin ve erken teşhisin önemi gibi konularda vatandaşlara yönelik eğitimler gerçekleştirdiklerini vurgulayan Dr. Yavuz, “Kendim 47 yaşındayım bu sürece kadar 2 kere mamografim olması gerekirken ben bu mamografiyi çektirmedim. Araya korkularım girdi, kaygılarım girdi, hayatımdan önemli olmayan sebepler girdi. Bir gün röntgen teknisyeni arkadaşımızın ısrarı ile kaygılarımı, korkularımı bir kenara bıraktım. 5 dakikalık sürede gittim, mamografimi çektirdim” dedi.
    Bu süreçte elle muayenede herhangi bir bulgu yaşamadığını dile getiren Dr. Yavuz, “Herhangi bir şikâyetim, semptomum da yoktu. Bana bir şey olmaz dedim ve ben mamografi çektirdiğimi unuttum. Ama görev yaptığım hizmet alanımda çekilen mamografi ile bana bi-rads 4c denilen meme kanseri öncesi tarama bulgusu tanısı konuldu. Ben bu tanıyla ileri tetkik ve tedavi yaptığımda meme kanseri ile karşılaştım” şeklinde konuştu.

    Siz de taramanızı yaptırın

    Çektirdiği mamografi sayesinde erken tanı aldığını ve tedavisini tamamladığının altını çizen Dr. Yavuz, “Şu anda hayatıma sağlıklı olarak devam ediyorum. İşte o beş dakika benim tüm hayatıma yön verirken, çok olumlu sonuçlara sebep oldu. Her ay yapacağınız bir elle meme muayenesi sizin hayatınızı tanımanızda, çektireceğiniz mamografi de tanınızın erken olmasına sebep olacak. Ben hekim olarak bunu yaptım. Kendi birimimde bunu başarabildim. Sizleri de her zaman KETEM birimlerinde mamografinizi çektirmeye davet ediyoruz” ifadelerini kullandı.

    Hızlıca tedaviye sevk edildi

    Dr. Mehlika Yavuz’a mamografi çektirmesi için ısrarcı olduğunu belirten Nilüfer Sağlıklı Hayat Merkezi’nde görevli Röntgen Teknisyeni Ayşen İsimbay Kızmaz ise, “İki hafta sonra çıkan sonuçta kendisinde bulgu olduğunu ve hastaneye sevki gerektiğini bildirdik. Çok şükür ileri tedavi almadan kendisi 5 dakikalık bir işlem ile hayatına dokunmuş olduk” ifadelerini kullandı.

  • Vajinal mantar enfeksiyonuna dikkat!

    Vajinal mantar enfeksiyonuna dikkat!

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Sedat Melikli, vajinal mantar hastalığı hakkında bilgilendirmede bulundu. Bir mantar enfeksiyonunun en yaygın belirtilerinin genital alanda ve vajen çevresinde kaşıntı veya tahriş, idrar yaparken ağrı ve yanma, cinsel ilişki sırasında ağrı, genital alandaki dokuların kızarık ve ödemli görülmesi olduğunu dile getiren Opr. Dr. Melikli, “Genelde beyaz topaklı (lor benzeri) veya sulu vajinal akıntı vardır” diye konuştu.

    “Antibiyotik kullanımı risk oluşturur”

    Mantar enfeksiyonunun nedeninin normalde de vajende yaşayan C.albicans ve ya diğer tür mantarların anormal üremesi olarak kabul edildiğini söyleyen Opr. Dr. Sedat Melikli, “Antibiyotik kullanımı, doğum kontrol hapı kullanımı, vajinal sünger, diafram, rahim içi araç (spiral) kullanımı mantar açısından risk oluşturur. Bunun dışında gebelik, diyabet, bağışıklık sisteminin düşük olması, cinsel aktivite vajinal mantar açısından risk faktörleri arasındadır” ifadelerine yer verdi.

    “Mantar enfeksiyonunu teşhis etmek için doktora başvurulmalı”

    Bir mantar enfeksiyonunu teşhis etmek için doktorun hastanın vulvası ve vajinasını incelemesi gerektiğini belirten Opr. Dr. Melikli, “Mantar enfeksiyonunuz olduğu kesinleşene kadar evde tedaviye başlamanız önerilmez” dedi.

    “Vajinal krem ve tabletlerle hızlı ve etkili tedavi mümkün”

    Tedavi için ağızdan veya vajinal tablet ve vajinal krem kullanıldığını belirten Opr. Dr. Melikli, “Vajinal krem veya tablet yatmadan vajinanın içine veya vulvaya uygulanır. 1, 3 ve 7 günlük tedaviler mevcuttur. Tedavinin uzunluğu, enfeksiyonun şiddetine bağlıdır” şeklinde konuştu.

    “Tedavi sonrası sürece dikkat edilmeli”

    Çoğu mantar enfeksiyonunun tedaviye başladıktan birkaç gün sonra kaybolduğunu söyleyen Opr. Dr. Melikli, “Ancak enfeksiyon geçtikten sonra bile kaşıntı ve tahriş hissi devam edebilir. Tedaviyi bitirdikten sonra birkaç gün içinde iyileşemezseniz doktorunuza ulaşın” dedi.

    “Tekrarlayan semptomlar için vajinal kültür alınmalı”

    Kadınların yüzde 5 ila 9’unda, yılda üç veya daha fazla tekrarlayan mantar enfeksiyonu geliştiğini belirten Opr. Dr. Melikli, “Çoğu vajinal mantar enfeksiyonuna Candida albicans adı verilen bir mantar neden olur. Kalıcı veya tekrarlayan enfeksiyonlar, Candida glabrata veya Candida krusei gibi daha az yaygın olan Candida türlerinden birinin enfeksiyonuna bağlı olabilir. Tekrarlayan veya kalıcı semptomları olan kadınlarda vajinal kültürler alınmalıdır” ifadelerine yer verdi.

    “Cinsel yolla bulaşmaz”

    Tekrarlayan semptomları olan kadınlara genellikle 6 aylık haftalık ağızdan alınan mantar ilacı şeklinde tedavi planı uygulandığını vurgulayan Opr. Dr. Melikli, “Vajinal mantar enfeksiyonu cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon değildir, ancak enfeksiyon nadiren bir partnerden diğerine geçebilir. Cinsel partnerin şikâyeti yoksa rutin tedavisi önerilmez” dedi.

    “Mantar enfeksiyonunda alınabilecek önlemler”

    Uzun süreli antibiyotik tedavisine mantar ilacı eklenmesi, kan şekerinin normal sınırlarda olması, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların doz ayarı yapılmasının alınabilecek önlemler olduğunu söyleyen Opr. Dr. Melikli, “Gebelikteki vajinal mantar hastalıkları gebelikte hormonel düzende oluşan farklılıklar nedeniyle oluşur. Genellikle doğumdan sonraki dönemde normale döner.” şeklinde konuştu.

    “Doğru temizlik ve tedavi önemli”

    Genital mantar enfeksiyonlarından korunmak için kimyasal temizlik ürünleri kullanmadan genital bölgenin az sabun ile yıkanıp temiz ve kuru tutulmasının önerildiğini vurgulayan Opr. Dr. Melikli, “Renkli ve kokulu tuvalet kâğıtları, kullanılan yıkama jelleri özel bölgenizde tahrişe, alerjik reaksiyona sebep olabilir. Günde ekstra özel durum yok ise bir kez su ile temizlik yeterlidir. Vajen içerisini tıbbi endikasyonlar dışında yıkamanızı önermiyoruz. Defalarca genital bölgeyi ve vajeni yıkamak, lif benzeri ürünler kullanmak tahrişe sebep olur ve sizi enfeksiyonlara açık hale getirir. Çok dar olmayan ipek ve ya pamuk iç çamaşırları kullanmanız ve belli aralıklarla değiştirmeniz önerilir. Günlük ped kullanımı enfeksiyonlar açısından nemli ve sıcak ortam oluşturduğu için tavsiye etmiyoruz. Son olarak muayene olmadan önce mantar enfeksiyonu için tedavisiye başlanmaması gerektiğinin tekrar altını çizmek isterim. Çünkü bu sizde tekrarlayan, 6 ay gibi uzun sürebilen tedavi gerektiren mantar enfeksiyonlarına sebep olabilir. Bahsi geçen şikayetler varsa doktorunuza başvurunuz” diyerek sözlerini noktaladı.

  • Solunum yolu enfeksiyonları çoğaldı

    Solunum yolu enfeksiyonları çoğaldı

    Kış mevsimiyle birlikte ve okulların açılmasıyla enfeksiyon hastalığına yakalananlar arttı. Özellikle okul çağında olan çocuklar influenza, covid, RSV gibi virüslerden nasibini aldı. Hastaneye başvuranların sayısı artarken uzmanlar bu sürecin geçen seneye oranla normal seyrinde ilerlediğini söylüyor.

    Aynı zamanda Bursa genelinde hava durumu değişkenliğe uğradı. İklim normallerine göre kar ve yağmur yağışları beklenirken hava sıcaklığın yükselmesi virüslerin yaşam ortamını da desteklenmesini sağladı. Öte yandan bu durum bulaşıcılık süresini de kısalttı. Kalabalık ortamlarda bulunanlar ya da toplu taşıma kullanan vatandaşlar hastalığa daha hızlı yakalanıyor.

    Uzm. Dr.Turgay Baz salgın sürecini mevsimin normali diye kabul ediyoruz dedi. Baz, konuşmasına şöyle devam etti.

    “Geçen yıla göre bu yıl biraz daha sakin geçiyor. Bu mevsimsel geçiş ve okulların açık olması temasları daha fazla artması enfeksiyonları da arttırıyor. 3-4 virüsün hakim olduğunu görüyoruz. En önemli koruyucu yöntem mesafe. Pandemi döneminde çok sık duyduğumuz maske ve hijyen kuralları. Bütün enfeksiyonlar için bu kurallar geçerli. Kapalı ortamlarda çok fazla bulunmamaya çalışmak, ortamı havalandırmak. Hastalığın olduğu yerde maske kullanmak. El temizliğine dikkat etmek. En az 2 dakika sabunla elimizi yıkmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

  • Koçarlılı üreticilere ‘sağım hijyeni’ eğitimi verildi

    Koçarlılı üreticilere ‘sağım hijyeni’ eğitimi verildi

    Aydın İl Tarım ve Orman Müdürlüğü koordinesinde gerçekleştirilen ‘buzağı bakım ve besleme, süt sağım ve hijyeni’ eğitimleri devam ediyor. Gerçekleştirilen eğitim ve bilgilendirme etkinlikleri bölgedeki tarım ve hayvancılık sektörünün gelişimine önemli katkılarda bulunarak çiftçilerin daha bilinçli bir şekilde üretim yapmalarına imkan tanıyor. Bu çerçevede Koçarlı’nın Cincin Mahallesi’nde üreticiler ile bir araya gelen veteriner hekimler, ‘buzağı bakım ve besleme, süt sağım ve hijyeni’ eğitimi vererek bilgilendirmelerde bulundu. Eğitimde, buzağı bakımının önemi, doğru besleme teknikleri, süt sağımının nasıl verimli bir şekilde gerçekleştirileceği ve hijyen standartlarının korunmasının hayvan sağlığı üzerindeki etkileri konularında detaylı bilgiler paylaşıldı. Katılımcı üreticiler, eğitim sonrasında elde ettikleri bilgilerle günlük pratik hayatlarında daha bilinçli ve etkili kararlar alabileceklerini belirtirken, bölgelerinde tarım ve hayvancılık sektörünün daha sürdürülebilir ve verimli bir hal almasına katkı sağlamayı amaçladıklarını dile getirdi.

    Eğitim sonunda Aydın İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından üreticilere buzağı biberonu ve süt sağım hijyeni temizlik aparatları dağıtıldı.