Etiket: Sağlık

  • ‘Çözünebilir lifler kolesterolü düşürebilir’

    ‘Çözünebilir lifler kolesterolü düşürebilir’

    Kalp sağlığı için sağlıklı bir beslenme alışkanlığının edinilmesi gerektiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Amasyalı, “Kalp hastalıkları için risk oluşturan yüksek kan basıncı (hipertansiyon), fazla kilo ve yüksek kolesterol durumlarına karşı sağlıklı beslenme alışkanlığı ile mücadele edilebilir. Kan dolaşımındaki kolesterolün yüzde 75’i karaciğerde, yüzde 25’i ise aldığımız gıdalardan emilir. Gıdalarla aldığımız yağın miktarı ve türü, kan kolesterol düzeyine önemli ölçüde etki eder. Dolaşımdaki fazla kolesterol, kalbi besleyen damarların iç yüzeylerinde ‘plak’ adı verilen birikimler yapar. Bu plaklar da büyüyerek kan dolaşımını engeller. Ancak kalp hastalığına yol açan asıl etken yağın miktarından ziyade yağın türüdür. Ayrıca günde 6 gramdan fazla tuz tüketilmemelidir” diye konuştu.

    “Doymuş ve trans yağlar tüketmeyin”

    Yapılması gerekenin günlük kalorinin en fazla yüzde 30’unu yağlardan almak ve ‘kötü’ yağları ‘iyi’ yağlarla değiştirmek olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Amasyalı, şu bilgileri paylaştı:
    “Doymuş ve trans yağların tüketimi ‘kötü kolesterol’ olarak bilinen LDL kolesterol düzeyini, dolayısıyla kalp hastalığı riskini artırır. Bu tip yağlardan alınan kalorinin, günlük toplam kalorinin yüzde 10’nunu aşmaması gerekiyor. LDL kolesterolü yüksek ya da kalp hastası olanlarda ise bu oran yüzde 7’nin altına, kolesterol alımı ise günde 200 miligramın atına inmelidir. Margarin, kırmızı et, yumurta sarısı, tam yağlı süt ve ürünleri, kızarmış gıdalar, hamburger ve benzerleri, ticari unlu mamuller bu tür ‘kötü’ yağların başlıca kaynaklarıdır. Doymamış yağlar ise LDL kolesterol düzeyini düşürürken, ‘iyi kolesterol’ olarak adlandırılan HDL kolesterolü artırır. Zeytinyağı, fındık yağı, mısırözü yağı, balık, ceviz, soya fasulyesi bu ‘iyi’ yağların kaynaklarıdır ve günlük kalorinin en fazla yüzde 30’u olması gereken yağ tüketiminde bunlara ağırlık verilmelidir.”

    “Haftada 4 yumurtayı aşmayın, kırmızı et yerine balık tercih edin”

    Kalp sağlığını korumak için yapılması gerekenlerden bahseden Dr. Öğr. Üyesi Amasyalı, “Orta derecede karbonhidratlar, proteinler ve az miktarda ancak sağlıklı yağlardan oluşan dengeli öğünlerle beslenin. Tam yağlı süt ve ürünleri yerine yağı azaltılmış olanları tercih edin. Haftada 4 yumurtadan fazlasını yemeyin. LDL kolesterolü yüksek kişiler yumurta sarısı bakımından daha da dikkatli olmalıdırlar. Kırmızı et yerine balık, derisi hariç kümes hayvanları ve az yağlı etleri tercih edin. Günde en az 5 kez sebze ve meyve tüketin. Bunlarda önemli vitamin ve mineraller mevcuttur. Günde en az 8-10 bardak su içmelisiniz. Liften zengin tahıl, kepek, fasulye, meyve ve sebzeleri düzenli tüketin. Çözünebilir lifler kan kolesterolünü yüzde 15 kadar düşürebilmektedir” şeklinde konuştu.

  • Anne adaylarının yaptırması gereken testler

    Anne adaylarının yaptırması gereken testler

    Gebelikte uygulanan rutin incelemeler hakkında bilgi veren Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Volkan Aksakallı, tüm anne adaylarının yaptırması gereken test ve kontrolleri şöyle sıraladı;

    “Jinekolojik (pelvik) muayene, genel olarak ilk antenatal muayene esnasında pelvik muayene yapılır ve gebeliği olumsuz yönde etkileyebilecek muhtemel genital kitle, enfeksiyon, doğumsal genital anomaliler, kanser ve kanser öncesi lezyonlar ortaya çıkarılır. Sistem muayeneleri, genel olarak ilk antenatal muayenede sindirim sistemi, kalp ve dolaşım sistemi, solunum sistemi, lokomotor sistem (kas ve eklemler) ve sinir sistemi ve ruhsal durum hakkında şikayet sorgulaması ve genel muayene kadın doğum uzmanı tarafından yapılır. Tansiyon ölçümü, her gebelik muayenesinde tekrarlanır. Preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) adı verilen durumun erken teşhisinde tansiyon değeri en önemli kriterdir. Kilo ölçümü, özellikle kısa zamanda aşırı kilo alımı gebelik zehirlenmesi habercisi olabilir. Uzun döneme (haftalara) yayılan aşırı kilo alımı ise karbonhidrattan ve yağdan zengin yiyeceklerin gereksiz yere alınmasına bağlı olabileceği gibi diabet (gebelik şekeri) habercisi olabilir. Anne adayının kilo ölçümünü aç karnına yapması ve doktoruna bildirmesi de uygundur.”

    Karnın büyümesinin değerlendirilmesinin de önemli olduğunu belirten Aksakallı, “Bu değerlendirme günümüzde doktorların büyük kısmının her antenatal değerlendirmede ultrason yapması nedeniyle giderek terk edilmektedir. Bebeğin karın içindeki haritasının çıkarılması, Leopold manevraları adı verilen özel muayene yöntemleri ile doktor bebeğin başının, sırtının, bacaklarının yerini belirler. Gebeliğin sonuna doğru bebeğin pelvis içine ne şekilde girdiği de bu yöntemlerle belirlenir. Bunun yanında ultrason, karnın mezura ile ölçümü ve Leopold manevraları ile elde edilen bilgilerden çok daha hassas bilgiler verir. Gebelik testleri, idrarda veya kanda gebeliğe özgü bir hormon olan HCG’nin tespiti esasına dayanan testlerdir. Kanda henüz adet gecikmeden, idrarda ise testin hassasiyetine göre bir ile on gün arasındaki gecikmelerde gebeliği belirleyebilirler. Kan gruplarının belirlenmesi, anne ve baba adaylarının kan grupları parmaktan alınan kanda belirlenebilir. Anne adayının kan grubunun Rh (-), baba adayının ise Rh (+) olması durumunda Rh uygunsuzluğundan bahsedilir. Tam kan sayımı (hemogram), lökosit (akyuvar) sayısı, eritrosit (alyuvar) sayısı, eritrositlerin ortalama hemoglobin içeriği, büyüklükleri, trombosit sayısı, hemoglobin ve hematokrit değeri dışında daha çok sayıda parametre belirlenir. Tam idrar tahlili (TİT), hedefi idrarda enfeksiyon tespitlerini ortaya çıkarmak, erken gebelik döneminde aşırı bulantı ve kusmaları olan anne adayının genel beslenme durumunu değerlendirmek, gebeliğin ilerleyen aşamalarında idrarda protein varlığını ortaya çıkarmak (idrarda protein varlığı preeklampsi tespiti olabilir) ve anne adayının yeterli su içip içmediğini değerlendirmektir. İdrar kültürü, gebelik idrar yolu enfeksiyonlarının gelişmesini kolaylaştırır. İdrar sedimentinde lökosit, eritrosit ve/veya bakteri görülmesi enfeksiyona işaret eder ve anne adayının şikayetleri varsa antibiyotik tedavisi gerektirir” şeklinde konuştu.

    Enfeksiyon tarama testleri, Toksoplazma, Rubella (kızamıkçık) ve Sifiliz (frengi) tarama testleri tercihen gebelik planlandığı dönemde yapılır. Bu amaçla anne adayından alınan kanda Toksoplazma IgG ve IgM (antikorlar); Rubella IgG ve IgM ve sifiliz için genellikle VDRL adı verilen inceleme yapılır. Hepatit B ve HIV (AIDS) için tarama testleri ise genellikle gebeliğin sonlarına doğru yapılır. Hepatit B taraması için HBsAg ve AntiHBs incelemeleri yapılır. Ultrason (vajinal, abdominal), gebeliğin ilk haftalarında yapılan ultrasonun önemi büyüktür. Bu. Son Adet Tarihi’nin (SAT) doğruluğunu onaylamak; SAT’ını bilmeyen anne adaylarında gebelik haftasını belirlemek; dış gebelik; mol gebeliği gibi durumları erken dönemde tespit etmek; gebelik üzerinde olumsuz etki oluşturulması muhtemel miyom ya da yumurtalık kisti gibi kitlesel lezyonları tespit etmek ve yine muhtemel bir çoğul gebeliği ortaya çıkarmak için son derece önemlidir. Üçlü test (İkinci trimester Down sendromu tarama testi), gebeliğin 16. – 18. haftaları arasında yapılan bir incelemedir. Anne adayından alınan kanda üç ayrı hormon tetkiki yapılarak Down sendromu ve Nöral tüp defekti riski belirlenir. Günümüzde daha çok bir üst versiyon olan dörtlü test kullanılmaktadır. Hamilelikte ikili test ense kalınlığı ölçümü, Türkiye’de Trizomi 21 (Down sendromu) risk belirlemesinde kullanılan en yaygın test halen üçlü testtir. Ancak bebeğin 11.-14. gebelik haftaları arasında ense pilisi kalınlığının ölçümü, beraberinde anne adayından alınan kanda beta HCG ve PAPP-A ölçümü ve bunlardan elde edilen değerler ile Down sendromu riski belirlenebilmektedir. Beta HCG ve PAPP-A

    Kandaki beta HCG seviyesi gebelik ilerledikçe azalmaktadır. Trizomili bebeklerde bu azalma çok daha yavaş olmaktadır. 11.-14. gebelik haftaları arasındaki ölçümler Trizomi 21 olan bebeklerde bu azalmanın daha yavaş olduğunu doğrulamaktadır. PPG (Postprandial Glikoz) ve OGTT (Oral Glikoz Tolerans Testi), gebelik, diabet (şeker hastalığı) oluşma riskini artıran bir durumdur. Bu yüzden anne adayları 24.-28. gebelik haftaları arasında şeker yükleme testine tabi tutulurlar. Bu amaçla anne adayının risk faktörlerine göre 50 gram (PPG) ya da 100 gram glikoz ile (OGTT) yükleme yapılır. TSH (tiroid hormonu) ölçümü, hamilelik dönemi normal TSH değerleri normal erişkin değerlerinden daha farklı olarak ele alınır ve gerekli durumlarda anne adayına hormon takviyesi yapılır. Tiroid hormonu hastalığı olduğu zaten bilinen anne adaylarına ise ek olarak diğer bazı tiroid hormonu ölçümleri ve anti tiroglobulin gibi bazı maddelerin ölçümleri eklenebilir. Doppler ultrasonografi, 20-24. haftalar arasında bir tarama testi olarak önerilen Doppler ultrasonografi ülkemizde de giderek artan sıklıkta uygulanan bir inceleme haline gelmektedir” diye konuştu.

  • Kalp sağlığınızı korumak sizin elinizde

    Kalp sağlığınızı korumak sizin elinizde

    Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilal Boztosun, kalp sağlığının korunmasına ilişkin önemli uyarılarda bulundu.
    Kalp sağlığının korunmaması sonucunda ölümlerin arttığını da aktaran Prof. Dr. Bilal Boztosun, Sağlık Bakanlığı’nın konuyla ilgili yaptığı çalışmalara değindi;
    “Türkiye’de ölümlerin yüzde 33,4’ü dolaşım sistemi hastalıklarından kaynaklanıyor. Bu durum her üç dakikada bir kişinin ölümü anlamına geliyor. Her yıl yaklaşık 300 bin kişi kalp krizi geçirirken, kanser nedeniyle yaşanan kayıplar ise bu rakamın yarısını oluşturuyor. Kardiyovasküler hastalıklar dünya çapında önde gelen ölüm nedenlerinden biri olmaya devam etse bile, kalbinizi sağlıklı tutmanın yolları var.”

    Kalp sağlığınızı korumak sizin elinizde

    Sağlıklı bir hayata adım atmanın kalp sağlığını korumanın altın kuralı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Boztosun, kalbi koruyacak 10 öneriyi de şöyle özetledi;
    1. Tansiyonunuzu ölçün
    Yüksek tansiyon kalp hastalığı için önemli bir risk faktörü. Kan basıncınızı yılda en az bir kez, yüksek tansiyonunuz varsa daha sık kontrol ettirin.
    2. Kolesterolünüzü kontrol altında tutun
    Yüksek kolesterol seviyeleri atardamarlarınızı tıkayabilir, koroner arter hastalığı ve kalp krizi riskini artırabilir.
    3. Sigara içmeyin
    Sigara içmek kan basıncınızı yükselterek, kalp krizi ve felç riskinizi artırır. Sigarayı bırakmak riski ciddi oranda azaltır.
    4. Dengeli beslenin
    Doymuş veya trans yağlardan zengin beslenmek kalp hastalığıyla bağlantılıdır. Çok fazla tuz ve alkol kan basıncınızı yükselterek kalbinizi zorlar. Kronik olarak yüksek kan basıncı, kalbinizin vücudunuzda kan dolaşımı sağlamak için gerekenden daha fazla çalışması anlamına gelir bu da kalbinizi daha fazla yorar. Akdeniz diyeti, tam tahıllar, fasulye, yeşil yapraklı sebzeler, meyveler, daha az miktarda kırmızı et ve az yağlı süt ürünleri içeriğiyle kalp hastalıklarını önlemede en çok tavsiye edilen diyettir.
    5. Düzenli egzersiz yapın
    Fiziksel aktivite kilonuzu korurken kolesterol ve kan basıncınızı düşürmenize yardımcı olur. Her hafta 150 dakika orta yoğunlukta egzersiz yeterliyken koşu, spinning gibi yüksek yoğunluklu egzersizler haftada 75 dakika yeterli olur.
    6. Kilonuzu kontrol altına alın
    Aşırı kilolu olmak kalp hastalığı için önemli bir risk faktörü. Bir kilo vermek kan basıncınızı bir puan düşürürken, 10 kilo vermek 10 birim düşürür.
    7. Stresle mücadele etmeyi öğrenin
    Yüksek stres seviyeleri kan basıncınızı, kalp atış hızınızı ve nefes alıp vermenizi artırır. Bu yüksek seviyeler kalp krizi gibi kardiyovasküler bir olayı tetikleyebilir. Meditasyon, derin nefes alma, sevdiklerinizle telefonda konuşma, ailenizle ve evcil hayvanlarınızla vakit geçirme gibi farklı yöntemler stresle başa çıkma becerilerinizi geliştirir.
    8. Yıllık grip aşınızı yaptırın
    Grip, artan kalp krizi ve felçle ilişkilidir. Grip olma riskini ve ciddi enfeksiyonları ortadan kaldırmak için aşı yaptırın.
    9. Yeterince uyku
    Çoğu yetişkinin 7 ila 9 saat uykuya ihtiyacı vardır. Yeterince uyumazsanız, yüksek tansiyon, obezite ve diyabet riskini artırabilirsiniz.
    10. Birinci basamak sağlık hizmetlerinden faydalanın
    Birinci basamak aile hekiminizin ana hedefi sağlıklı kalmanıza yardımcı olmaktır. Bunu yapmanın yollarından biri, kalp hastalığı da dahil olmak üzere çeşitli hastalıklara ilişkin risk faktörlerinize bakmaktır. Aile hekiminiz orta veya yüksek risk taşıdığınızı tespit ederse ilaç yazabilir, yaşam tarzı değişiklikleri önerebilir ve gerektiğinde kardiyoloji uzmanına yönlendirebilir.

  • Kadınlarda meme kanseri riski

    Kadınlarda meme kanseri riski

    Haraççıoğlu Medresesi’nde, Bursa Kent Konseyi Kadın Meclisi üyelerine meme kanseri hakkında bilgiler veren Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Servet Yetgin, “Her 8 kadından birisinin meme kanserine yakalanma riski taşımaktadır. Ayrıca her 2 dakikada 1 meme kanseri teşhisi konulduğunu unutmamak gerekiyor. Meme kanseri risk faktörleri arasında, aile öyküsü, genetik, geç yaşta doğum yapmak, erken yaşta adet görmek, geç yaşta menopoza girmek, uzun süre doğum kontrol ilaçları kullanmak, menopoz sonrası hormon tedavisi görmek, alkol ve sigara tüketmek sıralanabilir” dedi.

    Hastaların kendi muayenelerini yapmalarının erken teşhis yüzde 70 oranında etkili olduğunu dile getiren Yetgin, “Ele gelen kitle, meme başında çekilme, çukurlaşma, akıntı, kızarıklık ve döküntü ile cilt değişiklikleri meme kanserinin belirtileri arasında sıralanabilir. Meme kanseri teşhislerinde doktor muayeneleri de önemlidir. meme kanserinde teşhis yöntemlerinin mammografi, meme ultrasonu ve biyopsidir. olduğunu söyledi. 35 yaşın altında yılda bir kere ultrason, 40 yaşın üstünde yılda bir kere mammografi ve ultrason, 35-40 yaş arasında ise bir kez mammografi çektirmekte fayda vardır. Mamografi, memenin düşük dozajı özel bir X ışını yardımıyla detaylı bir şekilde görüntülenmesidir. Meme kanseri yavaş gelişir. 1 santimetrelik bir çapa ulaşana kadar geçen süre 5-8 yıldır. Meme kanserini ele gelmeden 2 yıl önce belirler. Meme kanserinin tedavi yöntemleri de cerrahi operasyonun ardından kemoterapi, radyoterapi ve hormonoterapidir” dedi.

    Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Servet Yetgin meme kanserinden korunmak için yapılması gerekenleri sıralarken de, “Aile öyküsünün öğrenilmesi, aşırı kilo almayın, eksojen hormon alınmaması, düzenli egzersiz, erken doğum ve uzun süreli emzirme, stresten uzak durulması, alkol ve sigaradan uzak durulması önemlidir” diye konuştu.
    Katılımcıların sorularının cevaplandırılmasının ardından programın sonunda Bursa Kent Konseyi Kadın Meclisi Yönetimi tarafından Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Servet Yetgin’e teşekkür belgesi takdim edildi.

  • Uzmanından artan vakalara karşı uyarı

    Uzmanından artan vakalara karşı uyarı

    Tuzla Devlet Hastanesi Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. İrem Yörük, “Geçtiğimiz aralık ayının ilk haftasından itibaren acil servislere özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu şikayetleri ile başvuran hasta sayısında ciddi bir artış var. En sık başvuru şikayetleri arasında ateş, öksürük, kusma, ishal ve döküntü gibi şikayetler geliyor. Takip ettiğimiz hastalarda sıklıkla influenza testinin, yani grip hastalığının pozitif olduğunu görüyoruz. İnfluenza da kuru öksürük, ateş, kusma, ishal, halsizlik ve ciddi kas ağrılarıyla seyreden bir virüs enfeksiyonu. Solunum yoluyla virüsün ağız ve buruna taşınması şeklinde bulaşabiliyor.

    Özellikle 2 yaş altı çocuklarda hastanede yatış gerektiren hastalığa sebep olabiliyor. Solunum yolu ve elle temas ile bulaştığı için hastalıktan korunmak amacıyla el hijyenine dikkat etmek, özellikle toplu taşıma kullanan, kalabalık ortamlara giren ve sağlık merkezlerinde çalışan personelin maske takması çok önemli. Özellikle evinde 2 yaşından küçük bebeği olan anne ve babaların da toplum içerisindeyken maske kullanmaları çok önemlidir. Biz 9 yaşın altındaki tüm çocukların ekim ve kasım aylarında grip aşısı olmasını öneriyoruz. Ailelere önerimiz bahsettiğimiz virüsler solunum ve hava yoluyla bulaştığı için maske takmaları çok önemli. Özellikle 2 yaş altındaki çocukların bakımını üstlenen anne ve babaların dışarıdan eve geldiklerinde kullandıkları kıyafetleri değiştirip, el ve yüzlerini sabunlu suyla güzelce yıkamalarını, hasta olan kişinin çocuğun bakımı ile ilgilenmemesi, eğer çocukların şikayetleri varsa da bir süre okula göndermemelerini öneriyoruz” dedi.

  • “Kısa molalarda bile egzersiz yapılmalı”

    “Kısa molalarda bile egzersiz yapılmalı”

    Günümüzde pek çok kişi, vaktini ofis ortamında ve masa başında çalışarak geçiriyor. Uzun süreli oturarak çalışmak, birçok sağlık sorununa yol açabiliyor. Bu sorunların en başında; bel, boyun ve sırt bölgesi ağrılarının yer aldığını belirten Op. Dr. Osman Görkem Muratoğlu, “Bu ağrılarla birlikte boyun düzleşmesi, bel ya da boyun fıtığı, kaslarla ilgili problemler, kamburluk gibi sorunlar da görülebiliyor. Oysa düzenli egzersiz ve doğru oturma alışkanlıkları sayesinde bazı ortopedik problemlerin önüne geçilebiliyor” dedi.

    Op. Dr. Osman Görkem Muratoğlu, şöyle devam etti:

    “Uzun süreli oturma pozisyonunda çalışmak sıklıkla bel ve sırt ağrılarına, boyun gerginliğine, boyun düzleşmesine, kas sertleşmelerine neden olabilir. Ergonomik bir çalışma ortamı sağlamak ve vücudun doğru pozisyonda kalmasını desteklemek için ideal masa ve sandalye yüksekliğini ayarlamak önem taşıyor. Doğru masa ve sandalye yüksekliği seçimi; sırt ağrıları, boyun ağrıları ve postürle ilgili diğer sorunları önleyebilir. Bu seçim, oturma pozisyonunun da doğru olmasını sağlar.”

    Ergonomik bir çalışma ortamı için masa-sandalye yüksekliği iyi ayarlanmalı

    Op. Dr. Muratoğlu, ideal masa-sandalye yüksekliğini ise şöyle açıkladı: “Oturulduğunda dirseğin masaya paralel olmasını sağlayacak bir masa yüksekliği seçmek önemlidir. Masada otururken dirsek, 90 derece açı yapacak şekilde masanın üzerine yerleştirilmelidir. Masa yüksekliği, genellikle ortalama bir kişinin dirsekten zemine olan mesafesine göre ayarlanmalıdır. Sandalye yüksekliği, oturulan yerde ayakların zemine düzgün bir şekilde temas etmesini sağlayacak şekilde ayarlanmalıdır. Masa ve sandalye arasındaki mesafe ise rahatça oturulabilecek kadar geniş olmalıdır. Herkesin vücut yapısı farklı olduğu için, masa ve sandalye yüksekliği bireysel ihtiyaçlara uygun olarak ayarlanmalıdır.”

    Ofis içinde sık sık hareket edin

    Masa başında çalışırken uyulması gereken kurallarla ilgili bilgi veren Op. Dr. Muratoğlu, şunları söyledi: “Bilgisayar ekranının göz seviyesinde olmasına dikkat edilmelidir. Gerekirse bir monitör standı kullanarak yükseklik ayarlanabilir. Klavye ve fare için kolay erişilebilir bir konum seçilmelidir. Böylece eller ve bilekler doğru pozisyonda olur. Ayrıca, ofis içinde sık sık kalkıp gerinmek ve hareket etmek; uzun süreli oturmayı azaltarak sağlığa olumlu etki eder.”
    Otururken bile basit esneme hareketleri yapılabilir
    Masa başında çalışanlar için egzersiz yapmanın önemli olduğunu vurgulayan Op. Dr. Muratoğlu, “Sadece kısa molalar sırasında bile hareket etmek vücut sağlığı için faydalıdır” diyerek egzersiz önerilerini sıraladı:
    “Dik duruş için omurga esneme hareketleri: Dik oturabilmek için omurgayı esnetmek önemlidir. Belirli aralıklarla yapılacak omurga esneme hareketleriyle postür düzeltilebilir.

    Boyun ve omuz egzersizleri: Boyun ve omuz gerginliklerini önlemek için basit egzersizler yapılabilir. Başı yavaşça sağa-sola çevirme, öne-arkaya eğilme veya kulaklardaki kasları germe gibi hareketler fayda sağlayabilir.
    Bacak ve ayak egzersizleri: Oturma pozisyonunda bacak ve ayak kaslarının sertleşmesi yaygın bir sorundur. Bu durumu önlemek için ara sıra bacaklar uzatılarak veya ayak bileğiyle dairesel hareketler yaparak kan dolaşımı düzenlenebilir.
    Streç hareketleri: Oturulan yerde yapılabilecek streç hareketleriyle vücut rahatlatılabilir. Omuzları germe, kolları uzatma veya yanlara doğru uzanma gibi basit ve etkili streç egzersizleri yapmak fayda getirebilir.”

  • Gribal enfeksiyonlar için uzmanından uyarılar

    Gribal enfeksiyonlar için uzmanından uyarılar

    Grip virüsünün damlacık yoluyla bulaştığını dile getiren Manisa Merkezefendi Devlet Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Mürvet Sungur, “Öksürüp hapşıran kişi, virüs içeren çok sayıda damlacığı etrafa yayar. Bu damlacıkların ağız, burun ya da gözlerimize bulaşması ile hastalık bulaşır. Gripli bir kişi virüsü etrafa yaymamak için öksürüp hapşırırken ağzını bir mendille, mendil bulamıyorsa kolları ile kapatmalıdır. Ellere hapşırmak en tehlikeli olanıdır. Ellere bulaşan virüs buradan dokunulan her yere yayılır. Gripli kişi sık sık ellerini yıkamalıdır. Su ve sabun bulunamadığı durumda el antiseptikleri ile eller ovalanarak da temizlik sağlanabilir. Gribin toplumda yayılmaması için, virüsün en çok saçıldığı hastalığın ilk günlerinde, okula, işe gidilmeyip evde istirahat edilmelidir. Ağız ve burunu tam kapatacak şekilde maske kullanılmalıdır.” şeklinde konuştu.

    Gripten nasıl korunulur?

    Gribe yakalanmamak için sık el temizliği, sağlıklı beslenme, mevsime göre giyinme gibi kişisel önlemlerin yanı sıra özellikle risk altındaki kişiler için en etkili korunma yolunun aşı olduğunu dile getiren Sungur, “Grip her yıl ekim ayında başlayarak aralık ayında artıp nisan-mayıs aylarını kapsayan dönemde sık görülmektedir. Bu nedenle grip aşısının her yıl ekim ayında yaptırılması gerekmektedir. Ancak risk grubundaki kişiler, daha önce yaptırmadılarsa, şubat ayına kadar aşıyı yaptırabilirler. Grip hastalığının geçirilmesiyle veya aşılama ile oluşan bağışıklık, virüsün yapısında gerçekleşen sürekli değişiklikler nedeniyle kalıcı değildir. Aşılanan veya hastalığı geçiren bireyler bir sonraki grip mevsiminde hastalığa tekrar yakalanabilir. Ayrıca, virüsün yapısı değiştiği için, takip verilerinden elde edilen bilgilere göre aşı içeriği her yıl yenilenmektedir. Bu nedenle mevsimsel gripten korunmak için her yıl aşı olunması gerekir” şeklinde konuştu.

  • Kanser hastalarına 6 beslenme önerisi

    Kanser hastalarına 6 beslenme önerisi

    Uzman Diyetisyen Gamze Gültekin, kanser hastalarının kullandıkları ilaçlara, uygulanan tedaviye ve süresine bağlı olarak yemek düzenlerinde olumsuz değişiklikler yaşayabileceklerini ifade etti. Hastanın iştahının da bu süreçte olumsuz etkilenebileceğini, bunun kilo kaybına yol açabileceğini belirten Gültekin, “Hastanın günlük ihtiyacı olan; protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineralleri almasının sağlanması çok önemlidir. Hasta yeterli enerjiyi almalıdır. Tedavi sürecinde ortaya çıkabilecek sindirim sistemi sorunları bu ihtiyacın karşılanmasına engel olabilir. Dolayısıyla yaşanan; ağız ya da boğaz ağrısı, koku ya da tat değişikliği, bulantı, kusma, ishal, kabızlık gibi sindirim sistemi şikayetlerinin giderilmesi gerekir. Örneğin; ağızda acıma, diş etlerinde hassasiyet ve boğaz ağrısı çoğu zaman kemoterapiden ve radyoterapiden kaynaklanır. Bu gibi durumlarda; tuzlu, asitli, sert ve kuru besinleri çiğnemek ve yutmak zor olacaktır. O nedenle yumuşak fakat besleyici besinler seçilmelidir.” diye konuştu.

    “Bulantınız olduğunda; az, sık ve yavaş yemeye gayret edin”

    Uzman Diyetisyen Gamze Gültekin, “Ağız ve boğaz ağrısı olduğunda; yoğurt, muz, patates püresi, ezme çorbalar, çok pişmiş et, sebze püresi, olgun taze meyveler, pişmiş yumurta, elma püresi, yumuşak peynir, makarna, muhallebi, sütlaç gibi yiyecekler doğru tercihler olacaktır. Tedavi sırasında tat ve koku algılama duyusu değişebilir; yiyeceklerin, özellikle et ve yüksek proteinli diğer besinler acı ya da metalik bir tat vermeye başlar. Bu değişikliklerin nedeni kemoterapi ya da radyasyon tedavisi olabileceği gibi, hastalığın kendisi de olabilir. Genellikle tedavi tamamlandıktan sonra bu değişiklikler normale döner. Tat ve koku değişikliği olursa; alışverişinizi kendiniz yapın, gözünüze hoş görünen ve güzel kokan yiyecekleri seçin. Beslenmede protein önemli. Dana eti kokuyorsa; tavuk, balık, kuzu eti gibi diğer et türlerini ya da yumurtayı deneyin. Etleri meyve suları ya da hoşunuza giden soslara yatırarak lezzetini arttırın. Fesleğen, biberiye, defne yaprağı vb. gibi aromalı baharatlar veya otlar kullanabilirsiniz. Kötü kokarsa yemeklerinizi dışarıda pişirin. Yemek pişirirken mutfağı iyice havalandırın, varsa pencere, balkon kapısı açın. Yemeğinizi oda sıcaklığına geldiği zaman yiyin. Sizi rahatsız etmezse tat ve kokularını değiştirmek için soğan veya sarımsak ekleyin. Sabah kalktığınızda 1 bardak oda sıcaklığında suya limon damlatarak o suyla ağzınızı çalkalayın. Kusma bulantı ile birlikte olabilir ve bazı tedavi şekillerine bağlı olarak ortaya çıkar. Bulantınız olduğunda; kızarmış ekmek, kraker, gevrek, simit ve bunlarla beraber peynir yiyebilirsiniz. Makarna, fırında pişmiş ya da haşlanmış derisiz tavuk, kuru meyveler, ayran, patates bulantı olduğunda tüketilebilir. Bu süreçte yağlı besinler, kızartmalar, şekerlemeler, tatlılar, baharatlı ya da sıcak yiyecekler, ağır kokulu yiyecekler bulantıyı daha da artıracağı için sakıncalı yiyecekler listesinde yer alır. Bulantınız olduğunda; az, sık ve yavaş yemeye gayret edin. Açlık hissederseniz öğün aralarında da yiyin ve sizi cezbeden yiyecekleri tüketin. İçecekleri öğünlerde değil öğün aralarında, oda sıcaklığında yavaş yavaş ve yudum yudum için. Sevdiğiniz yiyecekler bulantı yapıyorsa onları yemeyin. Bu sevdiğiniz yiyeceklerden tiksinmenize sebep olabilir. Yemeklerden hemen sonra 1 saat ya da daha fazla dinlenmek iyi gelecektir. Sabah kalktığınızda bulantı oluyorsa, yataktan çıkmadan önce kraker ya da kızarmış ekmek yemeniz sizi rahatlatabilir. Rahat giysiler giyin” şeklinde aktardı.

    Kusma, ishal ve kabızlık ile ilgili neler yapılabilir

    Kusma ile ile ilgili bilgi veren Gültekin; ishal ve kabızlık ile ilgili de önerilerini şöyle sıraladı:
    “Kusma sorunu geçmeden bir şey yiyip içmeyin. Kusma tekrar kontrol altına alındıktan sonra az miktarda su ya da et suyu gibi hafif sıvı yiyecek-içecekleri alın. Her 10-20 dakikada 1 çorba kaşığı ile başlayınız. 20-30 dakikada bir 2-3 çorba kaşığına çıkartın. Hafif sıvılarla rahatladıktan sonra tamamen sıvı ya da hafif yiyecekler yemeye çalışın. Tedavi sırasında, özellikle kemoterapi ve vücudun alt bölgelerin, mide ve bağırsaklara radyoterapi uygulanması sırasında ishal yaygın olarak görülür. Enfeksiyonlar, besinlere karşı hassasiyet (ilaçlar nedeniyle ortaya çıkabilir) ve duygusal sorunlar ishale yol açabilir. İshal durumunda kaybettiğiniz suyu yerine koymak için bol su için. Sık ve az yiyin. Ağır öğünler yemeyin. Yüksek oranda sodyum ve potasyum içeren besinler; et suyu, muz, patates, pişmiş havuç yiyin. Yoğurt, pilav, şehriye, makarna, yayla çorbası, ekmek, kraker, derisi alınmış tavuk ya da hindi, az yağlı kuzu eti ya da balık, katı haşlanmış yumurta bu süreçte tüketilebilecek yiyeceklerdir. Sakınılması gerekenler ise yağlı besinler, kızartmalar, çiğ sebze ya da salata, süt ve yağlı peynirler, fındık, fıstık, ceviz gibi yağlı tohumlar, brokoli, kuru baklagiller, mısır, karnabahar gibi zengin lifli gıdalar, kayısı, erik, armut gibi lifli meyveler olarak sıralanabilir. Tedavi sırasında bazı ilaçlar kabızlığa yol açabilir. Yeterince lif içermeyen ya da yağ oranı yüksek beslenme tarzı da kabızlığa neden olabilir. Kabızlık çektiğinizde her türlü sıvı besini daha çok alın. Günde en az 8 bardak su için. Kuru baklagiller, kepeği ayrılmamış tahılları tüketin. Kayısı ya da kuru erik ya da bunların komposto/hoşaflarını tüketin. Her gün hafif egzersiz yapın.”

  • “Yemek borusu kanseri sinsi hastalıktır”

    “Yemek borusu kanseri sinsi hastalıktır”

    Artan yemek borusu kanseri vakalarının ardından hastalıkla alakalı uyarılarda bulunan Ermerak, “Yemek borusu kanseri dünyada 9. sırada en sık görülen kanser tipidir. Ve çok sinsi seyreden bir hastalıktır. Geç bulgu ve şikayet verdiği için genelde hastalar erken evrede fark edemezler. Hastaların sadece yüzde 25’ini diğer organlara sıçramadan yakalayabiliyoruz. Hastalar bu kansere erken evrede yakalandıklarında sağ kalımları yükseliyor. Bu hastalığın semptomları; yutma güçlüğü, yemek yerken takılma hissi, istemsiz kilo kaybı, öksürük, göğüs, iman tahtası ve sırtta özellikle yemek sonrası gelen bir ağrı ve bu gibi şikayetlerle hastalar mutlaka ilgili merkeze başvurmalılar. Erken evrede teşhis hastaların tedavi şansı artmaktadır.” dedi.

    “Erkeklerde daha sık görülen bir hastalık”

    Günümüzde bizim yaptığımız cerrahi tedavilerde kapalı ameliyatlar, küçük kesilerle kamera eşliğinde yapılan, hastalara bu hastalığın dışında daha az travma sağlayacak şekilde dizayn edilmiş ameliyatlarla hastalara şifayı kavuşturduklarını ifade eden Ermerak, “Hastaların risk faktörü olarak sigara, alkol tüketimi, çok sıcak içeceklerin tüketilmesi, çeşitli meslek gruplarında maruz kalmak risk faktörlerini arttırmaktadır. Erkeklerde daha sık görülen bir hastalık. Bu kanser kendini en sık 50-60 yaş arasında gösteriyor. Hastaların yedikleri besinleri dikkatle tüketmeleri, sigara kullanmamaları, alkol konusunda dikkatli olmaları, yedikleri besinleri iyi çiğnemeli, porsiyon ve besin düzeylerini iyi ayarlamalı Çok önemlidir. Bunlar kesin önleyicidir diyemeyiz ama bunlar koruyucudur. Hastaların ‘can boğazdan gelir’ lafını düzgün bir şekilde uygulayıp, yemek borumuza dikkat edersek canımızın da iyi yolda ilerleyeceğini söylemek isterim” dedi.

  • Kışın artan göz enfeksiyonlarına dikkat

    Kışın artan göz enfeksiyonlarına dikkat

    Göz Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Selçuk Sızmaz, halk arasında “kırmızı göz” hastalığı, tıp literatüründe ise “konjonktivit” adı verilen, göz akını örten şeffaf dokunun ve göz kapaklarının içinin iltihaplanmasıyla ilgili bilgiler verdi.

    “Konjonktivit tablolarının çok büyük kısmının viral kökenli”

    Prof. Dr. Sızmaz, “Konjonktivit tablosu alerjik veya enfeksiyon kaynaklı olabilirken, enfeksiyonların yüzde 75’i virüsler ile meydana gelir. Viral konjonktivit yaz aylarında da görülebilmekle beraber, özellikle kış aylarında görülme sıklıkları çok artmaktadır. Şu halde, kış aylarında karşılaşılan konjonktivit tablolarının çok büyük kısmının viral kökenli olduğunu kabul edebiliriz” dedi.

    “Yüzme havuzlarına dikkat”

    Viral konjonktivite yol açan en büyük etkenlerden birinin “adenovirus” olduğunu ifade eden Prof. Dr. Sızmaz, “Adenoviral konjonktivit olgularına üst solunum yolu enfeksiyonu bulguları, hatta özellikle çocuklarda ishal de eşlik edebilir. Genellikle havada asılı virüs parçacıkları ile temas yoluyla bulaşsa da yüzme havuzları da bu hastalığa yol açabilir. Farklı virüs türleri ve elbette son yılların güncel sorunu SARS-COV-2 virüsüne bağlı olarak da meydana gelebilir” diye konuştu.

    “Bir gözde başlıyor, birkaç gün içinde diğer göze de geçiyor”

    Rahatsızlığın genellikle bir gözde başlayıp birkaç gün içinde diğer gözde de bulguların ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Sızmaz kızarıklığa ek olarak yüzeysel kanamalar, sulanma, çapaklanma, ağrı, yabancı cisim hissi ve ışığa duyarlılık görüldüğünü anlattı. Hastalığın çok yüksek bulaşıcılığı olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Sızmaz, daha sonra şunları söyledi:
    “Bulaşıcılık 10- 14 gün kadar devam eder. Hava yoluyla da bulaş olabilmesi, özellikle ailenin bir ferdinin dışarıdan hastalığı almasından sonra evdeki tüm bireylerin enfekte olmasına yol açabilir. Bu nedenle, ellerin sık yıkanması gibi kişisel önlemlerin yanında yakın temastan kaçınmak, havlu ve çarşaf gibi ortak kullanılan eşyaları ayırmak gibi önlemler de mutlaka alınmalıdır. Hasta birey elini gözüne sık götürmekten de kaçınmalıdır bu durum diğer göze ve diğer fertlere bulaş açısından önemli yer tutar.”

    “Belirti ve bulgular genellikle 1 haftada düzelir”

    Klinik bulguların tanı koymak için çoğunlukla yeterli olduğundan bahseden Prof. Dr. Sızmaz hastalığın kendi kendini sınırladığını ve tedavisiz bile düzelebildiğini dile getirdi. Belirti ve bulguların genellikle 1 haftada düzeldiğini vurgulayan Prof. Dr. Sızmaz, “3 haftaya kadar uzayan veya erken tekrarlayan olgulara da rastlanıyor. Tedavide antibiyotiklerin yeri olmadığı gibi adenoviral konjonktivitte antiviral göz damla veya pomadlarının da yeri yoktur. Soğuk pansuman ve sık uygulanan, koruyucu madde içermeyen göz damlaları hastaların konforunu artıracaktır. Bununla beraber, özellikle çocuklarda sekonder bakteriyel enfeksiyonların tabloya eklenmesini önlemek için antibiyotik damlalar reçete edilebilir. Yalancı membranların yani zarsı oluşumların temizlenmesi göz kapağında şekil bozukluğu kalmaması için önemlidir. Kornea tutulumu varsa uzun soluklu takibe ihtiyaç olduğu hasta ile paylaşılmalıdır bu durumda kortikoseroid içeren göz damlalarının kullanılması gerekebilir” dedi.

    “Hastalık sırasında kontakt lens kullanmayın”

    İstirahatin hem hastanın iyileşmesini hızlandıracağının hem de bulaşmasına engel olacağının altını çizen Prof. Dr. Sızmaz hastalık farklı virüs türleriyle meydana gelebildiği için hastalığı geçiren kişinin tekrar hastalığa yakalanabileceğini ifade etti. Öte yandan Prof. Dr. Sızmaz, hastalık süresince kontakt lens kullanımına ara verilmesi gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Sızmaz, muayene sırasında kullanılan cihaz ve aletlerin uygun şekilde dezenfekte edilmesi ve doktorun da muayeneden sonra ellerini yıkamasının çapraz bulaşmanın ve hastalığın yayılmasının önüne geçmede etkili olacağını anlattı