Etiket: Sağlık

  • Ayağındaki yara parmağından etti

    Ayağındaki yara parmağından etti

    Çanakkale Gelibolu’da yaşayan 65 yaşındaki Şenay Köksal, bir süre önce ayağında bir yara fark etti, sonrasında parmaklarında kızarıklıklar ve morarmalar oldu. Bu süreçte doktorlara giden Köksal’a iddiaya göre çeşitli boyutlarda ampütasyon yapılması gerektiği söylendi. Bu süreçlerde bir tanıdığını ameliyat eden Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Atakan Özkan’a ulaştı. Tedavisi için İstanbul’a gelen ve Özkan’a muayene olan adam için hızlı bir şekilde ameliyat kararı verildi. Ameliyat ile ayağının kangren olduğu belirtilen sağ ayağının bir parmağı kesilirken yaklaşık 3 ay boyunca yara bakım ve kontrol tedavileri devam etti. Tek başına yaşadığını ve hastalığını öğrendiğinde büyük üzüntü yaşadığını söyleyen Köksal, hastane çıkışında son ses müzik açarak kız kardeşiyle oynadığını söyledi. Op. Dr. Atakan Özkan ise hastasının durumu ve tedavi süreçlerine ilişkin bilgi verirken şeker hastalarına yönelik uyarılarda bulundu.

    “Gelirken çok sıkıntılıydı, giderken teybi açtık, oynaya oynaya gittik”

    Hastalığı sürecinde sıkıntılı günler geçirdiğini aktaran 65 yaşındaki Şenay Köksal, “Bundan 6 ay kadar önce başparmağımda bir kızarıklık oldu, daha sonra diğer parmaklar kızarmaya ve morarmaya başladı. Sonra kangren olduğumu beyan ettiler, o şekilde tedavilere başladım. Parmaklarım ve ayağın yarısının topuk korumalı ampute diyorlar, öyle bir ameliyat sürecine gireceğim söylendi. Daha sonra ağustosun 2’si gibiydi, ameliyat oldum. Bir tek parmak alınarak ameliyatım gerçekleşti. Ayağın altında çok derin bir yara vardı, 8-10 cm arasında. Yaranın şekerle de ilgili olabileceğini de düşündüm, yaşam şeklim olarak da biraz sigara kullanmanın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Sigara kullanıyordum ve aşırı, ailemin tamamını da sigara yüzünden kaybettim. İnsanlara mümkün olduğu kadar beslenmeye çok dikkat etmelerini öneriyorum. İlk başta ayağımın kesileceğini söyledikleri zaman inanın hayatımın şokunu yaşadım. Yalnız yaşayan birisi olarak daha sonra yaşamımı nasıl sürdüreceğimi düşündüm, çok sıkıntılı günlerdi. Tek parmakla kurtardığım zaman bayram ettim, baya baya sevindim, şu anda da çok mutluyum. Gelirken çok sıkıntılı geldik, giderken arabanın teybini açtık, oynaya oynaya gittik, öyle bir anımız da var. Bir arkadaşımızın sayesinde buraya geldik, hocamızla tanıştık” dedi.

    “Bugün kuşgözü kadar yara yarın tüm ayakta doku bozulması ortaya getirebiliyor”

    Şeker hastalığının oluşturabileceği problemlere yönelik konuşan Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Atakan Özkan, “Kontrolsüz şeker kişilerde damar ve sinir hasarı, damarlarda tıkanıklık, sinirlerde duyarsızlığa neden olmakta. Ufacık bir yara tüm bacağa, ayak bileğine, diz altına kadar çıkan büyük yaralara sebebiyet vermekte. İşte bu dönemde hastaların ayaklarında biz buna kangren diyoruz. Diyabetik ayak dediğimiz hastaların bakımlarını üstlenmekteyiz. ‘Kaşınıyor zaten bu mantardır’ deyip göz ardı etmemelerini öneriyorum çünkü bugün ufacık olan, bir kuşgözü kadar yara yarın sabah tüm parmakta, ayakta kızarıklık ya da bir doku bozulması ortaya getirebiliyor. Hastalarımıza ampütasyon; bu kesme işlemini önerdiğimiz zaman bir anda çok travmatik bir süreç bizim açımızdan da çok kolay değil bunu onlara söylemek. Bir ufak yara temizliği, pansumanı ile toparlayabileceğimiz şey karşımıza günler geçmiş, ihmal edilmiş kontrolsüz şeker hastalarında ampütasyon dışında bir şey yapamayacak hale geldiğimizde biz de üzülüyoruz” şeklinde konuştu.

    “Lütfen şeker takiplerini ihmal etmesinler”

    Şeker hastalarının kontrollerinin hayati önem taşıdığını anlatan ve hastasının durumuna ilişkin bilgi veren Op. Dr. Özkan sözlerini şöyle sürdürdü: “Öncelikle diyabet hastalarının şekerlerini zaten kontrol ettirmeleri, düzenli beslenmeleri, ayaklarında da böyle ufak yaralar, kaşıntılar olduğu zaman hemen bir hekime başvurmalarını şiddetle öneriyorum. Biz tek bir parmağında kangren dokuyu gördük, hemen gördüğümüz gün o kangren olan parmağı oradan uzaklaştırdık. Yaklaşık 2,5-3 ayda kapama tedavisi dediğimiz bir vakum tedavisi var, uyguladık, dokunun büyük oranda iyileşmesini sağladık. 3 ayın sonunda o yara tamamen kapandı, şu an Şenay Bey çok aktif, hayatına devam ediyor, rahat rahat yürüyor, bize söz verdi, bundan sonra sigara da içmeyecek. Ama sadece bir parmak ampütasyonu veya parmağın bir kısmını almakla gitmek varken diz altı kesmek gerçekten travmatik bir süreç. Tabi ki hastalarımızı bu şekilde mutlu görmek bizi çok gururlandırıyor. Diyabet hastalarına özellikle bizim hastamızın örnek olmasını söylüyorum; lütfen şeker takiplerini ihmal etmesinler, ayak bakımlarını da çok önemsesinler” dedi.

  • Sağlığı tehdit eden 1 ton ‘Çin kestanesi’

    Sağlığı tehdit eden 1 ton ‘Çin kestanesi’

    Bilecik Belediyesine bağlı zabıta ekipleri kapalı pazar mevkiinde bir kamyonet içinde kestane satan bir seyyar satışıyım görünce hemen yanına gittiler. Zabıta Amiri Özgür Özmen yaptığı incelemelerin ardından kestanelerin normalinden daha büyük olduğu fark etti. Yaptığı incelemeler sonrası piştiği zaman köpüren ve zehirlenme riski taşıyan ‘Çin kestanesi’ olduğunu gördü. Ardından kamyonetin arkasında bulunan 1 tona yakın ‘Çin kestanesi’ ekipleri imha edilmek üzere el koyarken, şahsa Kabahatler Kanunu’na göre 617 TL idaresi para cezası uyguladı.
    Öte yandan ekipler Çin kestanesinin genellikle, olgunlaşmamış bir şekilde toplandığı, bu nedenle, piştiği zaman, köpürdüğünü dile getirdiler. Köpüren kestaneyi tüketmek, zehirlenme riski taşıdığının da üzerine geçen ekipler, “Pişince köpüren kestane sakın tüketin bütün satış yapan satıcılardan alış veriş yapmayın” uyarısında bulundu.

  • Dengeli bağırsak florasının önemi

    Dengeli bağırsak florasının önemi

    Bağırsak mikrobiyatasının bozulması, bağışıklık sisteminin olumsuz etkilenmesiyle beraber pek çok hastalığa davetiye çıkarabiliyor. Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, güçlü ve dengeli bir bağışıklık için sağlıklı ve dengeli bağırsak mikrobiyatasına sahip olunması gerektiğini söyledi.

    Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, “Dengeli bir bağırsak florası hem tüm vücudumuza ilaveten bağışıklık sisteminin ihtiyaç duyduğu bileşikleri sağlamakta hem de bağışıklık sistemine çeşitli antijenleri sunarak bağışıklık sistemini eğitmektedir. Bu nedenle, Covid-19 dahil birçok mikrobiyal hastalığın önlenmesinde de bağırsak mikrobiyotası çok önemli bir role sahiptir” dedi.

    Bağırsak terapisi beslenme sistemi nedir

    Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan Tezcan, “Bağırsaklardaki zararlı mikroorganizmaları uzaklaştırıp faydalıları artıran prebiyotik gıdaları kullanırken bağırsaklarımıza olumsuz etkileri olan alerjen gıdaları diyetimizden çıkartma şeklindeki beslenme disiplinine bütün olarak bağırsak terapisi beslenme sistemi diyoruz. Genel olarak kızartmalardaki yanıklar alerjen etkiye sahiptir. Ayrıca, birçok kişi çok farkında olmadan gluten ve kazein alerjisine sahip olabiliyor” dedi.

    Bozuk bağırsak florası pek çok hastalığın nedeni olabilir

    Bağırsak florasının bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde çok önemli bir rolü olduğunu belirten Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, dengesi bozulmuş bağırsak florasından kaçan toksinlerin sedef ve egzamadan romatizmaya, astımdan KOAH’a, MS’den geç başlangıçlı otizme kadar birçok hastalığa ya doğrudan sebep olduğunu veya bu hastalıkları şiddetlendirdiğini söyledi.

    Dengeli bağırsak florası, bağışıklık sistemini güçlü tutuyor

    Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, “Özellikle normal doğumdan sonra bebeğin cildinden bağırsaklarına sağlıklı mikroorganizmalar geçiyor. Ayrıca, anne sütünün faydalı mikroorganizmaları arttırırken zararlı mikroorganizmaları baskılayıcı bir rolü var. Bu nedenle, özellikle bebeklikten itibaren bağırsaklarımızda faydalı mikroorganizmaların lehine bir ortam oluşmaktadır. Bu ortam sayesinde doğuştan itibaren bağırsaklarımızda birçok çeşit mikroorganizma bulunmakta ve vücudumuzun üretemediği ama ihtiyaç duyduğu birçok molekül bu faydalı mikroorganizmalar tarafından üretilmektedir. Dengeli bir bağırsak florası hem tüm vücudumuza ilaveten bağışıklık sisteminin ihtiyaç duyduğu bileşikleri sağlamakta hem de bağışıklık sistemine çeşitli antijenleri sunarak bağışıklık sistemini eğitmektedir. Bu nedenle, literatürde birçok hastalık ile bağırsak mikrobiyotası karşılaştırılmıştır (Örneğin, akciğerlerdeki zatürre ve Covid-19). Bu nedenle, Covid-19 dahil birçok mikrobiyal hastalığın önlenmesinde de bağırsak mikrobiyotası çok önemli bir role sahiptir” dedi.

    Beslenme sistemindeki bazı yanlışlar bağırsak dengesini bozuyor

    Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, anne sütü kesildikten sonra bazı ilaçlar ve beslenme sistemindeki bazı yanlışlar nedeniyle bağırsak dengesinin bozulup bağırsaklarda zararlı mikroorganizmalar üreyebildiğini, bu zararlı mikroorganizmaların ürettiği toksinlerin ise kana geçip sonra da çeşitli doku ve organlarda birikmesinden dolayı bağışıklık sistemimizin kendi dokularımıza saldırmasına neden olduğunu söyledi.

    Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, “Dengesi bozulmuş bağırsak florasına sahip kişilerin bağışıklık sistemi mikroplara ve kanser hücrelerine ilaveten bu toksinlerle de baş etmek zorunda kalıyor. Bu yüzden, bu kişilerin bağışıklık sistemi sağlıklı bağırsak florası olan kişilere göre daha zayıf kalıyor” dedi.

    Bağırsak sağlığının bozulması hastalıklara davetiye çıkarıyor

    Son yıllarda yapılan birçok uluslararası yayında bağırsak sağlığının bozulduğu durumda vücudumuzda birçok hastalığın ortaya çıkabildiğini kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, “Eğer zararlı mikroorganizmalar fazla sayıda olursa onlardan salınan toksinler kanımıza geçer ve çeşitli doku ve organlarda birikir. Bu birikme noktalarında bağışıklık sistemine saldırarak birçok hastalığa neden olabilir. Örneğin beyinde biriken toksinler otizm ve MS gibi hastalıklara neden olurken; cildimize birikenler sedef, egzama ve vitiligoya neden olur. Eklemlerde birikenler romatizmaya, damarlarda birikenler de damar tıkanıklığına neden olur. Bizim önerdiğimiz bağırsak terapisi sisteminde kişilerin inflamasyondan uzak tutacak bir beslenme sistemi tavsiye ediyoruz ve bağırsaklardaki zararlı mikroorganizmalardan uzaklaştıracak prebiyotik öneriyoruz. Böylece tüm sorunları kökünden kesip vücudumuzun kendi kendini onarabilmesine imkân sağlıyoruz” dedi.

    Bağırsak terapisi ile bağışıklık güçlendirilebilir

    Bağırsaklardan kaçan toksinlerin, bağışıklık sisteminin dengesini bozup onu meşgul ederek asli görevlerinden alıkoyduğunu kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Erdem Tezcan, “Bu yüzden bağırsak terapisi beslenme sistemimizde bağırsaklarımızdaki zararlı mikroorganizmaları uzaklaştırarak dengeli bir bağışıklık elde edilmesi mümkün olabilmektedir. Bağırsak terapisi beslenme sistemi bağırsaklardaki zararlı bakterileri uzaklaştırıp faydalıları artırmaya yönelik prebiyotik takviyeler içermektedir. Aynı zamanda bağışıklık sisteminin tepki verdiği alerjen gıdaları uzak tutmayı içerir” dedi.

  • Sağlık çalışanlarından Gazze için “sessiz yürüyüş”

    Sağlık çalışanlarından Gazze için “sessiz yürüyüş”

    Yozgat terminal mevkiinden bir araya gelen hekimler ve tıp fakültesi öğrencileri, İsrail’in Gazze’de sivillerin bulunduğu hastaneleri bombalamasını protesto etti. Türkiye ve Filistin bayrakları taşıyan öğrenciler, hastanelerin morga dönüşmesine tepki göstererek İsrail’i kınadı. Sessiz yürüyüş Yozgat Cumhuriyet Meydanı’nda son buldu.

    Tıp Fakültesi öğrencileri adına açıklama yapan 5. sınıf öğrencisi Mustafa Dursun, işgalci İsrail’in, Filistin’de yıllardır devam ettirdiği sistematik işgal ve zulmün, 7 Ekim’den bu yana soykırımdan başka hiç bir kelimeyle anlatılamayacak boyutlara kadar ulaştığını söyledi.

    Yaşanan katliam bütün dünyanın gözü önünde devam etmekte ve gücü yetenlerin ise sessizce izlemekle yetindiğine dikkat çeken Dursun, “İnsan hakları ve uluslararası hukuk kuralları açıkça ihlal edilerek binlerce sivil, kadın ve çocuk acımasızca katledilmiştir. Ayrıca tıbbi malzemelerin temini ve sağlık hizmetlerinin sunumu da engellenerek kuvözdeki bebeklerin dahi ölümüne neden olunmuştur. Gazze’de geçtiğimiz hafta itibariyle 283 sağlık çalışanı öldürüldü, son iki ayda Birleşmiş Milletler tarihindeki en ölümcül çatışmalar yaşandı; 7 Ekim’den bu yana İsrail tarafından bombalanan 24 farklı hastane ve hizmet dışı bırakılan 100’den fazla ambulans da dahil olmak üzere Gazze’deki sağlık tesislerine toplamda 212 saldırı düzenlendi” dedi.

    Gazze’deki 35 hastaneden 26’sının şu anda hizmet dışı olduğuna da değinen Dursun, “Kalan 9 hastane kısmen çalışır durumda. Bu hastaneler aynı zamanda ülke içinde yerinden edilmiş binlerce kişinin barınma ihtiyacını karşılamakta. Hekimler ve sağlık çalışanları olarak İsrail’in bu saldırılarına karşı tepki göstermeye, Gazze’deki sivillerin, çocukların, kadınların, meslektaşlarımızın ve hastaların hayatlarının korunması adına mesleğimize yakışır bir duruş ortaya koymaya kararlıyız. Buradan tüm dünyadaki hekimleri, sağlık çalışanları ve vicdan sahibi insanları harekete geçmeye, bu onurlu yürüyüşte yer alarak zulme karşı durmak adına “Sessiz Yürüyüş” kervanımızda ses olmaya davet ediyoruz” şeklinde konuştu.

  • Dükkanını kapatıp 20 kilometre koşuyor

    Dükkanını kapatıp 20 kilometre koşuyor

    Bursa’nın merkezindeki tarihi çarşıda esnaflık yapan Enver Koç, 2006 yılında bir rahatsızlık geçirdi. Günde 2 paket içtiği sigarayı bırakıp fizik tedaviye başlayan Koç, tedavisinin bitmesinin ardından sağlıklı yaşama yöneldi. Her gün dükkanında 10 saat çalışarak geçimini sağlayan Koç, bir arkadaşının tavsiyesi üzerine dükkanını kapattıktan sonra evine koşarak gitmeye başladı. Avrasya Maratonu ile birlikte spor hayatına başlayan Koç kendini daha da geliştirdikten sonra dünyanın birçok ülkesinde maraton koşusuna katılarak dereceler yaptı. Spor ile birlikte yeniden doğduğunu söyleyen Enver Koç, “Spor sağlıktır. Bazen bakıyorum evde kaldığım zamanlarda yattığımız zaman bir işe gitmediğim zaman kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Ama insanlar kendini dışarı attığı zaman kendini daha iyi sağlıklı hissediyor. Bütün insanlara sporu tavsiye ediyorum” diye konuştu.

    Günde 12 saat çalışıyor, akşam 20 kilometre koşuyor

    Sabah saat 9’da açtığı dükkanında 10 saat çalışıp akşam iş çıkışında 20 kilometre koşarak evine gittiğini söyleyen Enver Koç, “Hayatımızın yarısı çalışmakla geçiyor. Sabah 9’da geliyorum akşam 7 gibi mağazayı kapatıyorum. Mağazadan çıkıp 20 kilometre her akşam evime koşarak gidiyorum. Spor sağlıktır. Bazen bakıyorum evde kaldığım zamanlarda yattığımız zaman bir işe gitmediğim zaman kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Ama insanlar kendini dışarı attığı zaman kendini daha iyi sağlıklı hissediyor. Bütün insanlara sporu tavsiye ediyorum” diye konuştu.

    Birçok ülkede maraton koştu, dereceler yaptı

    Hayatını spora adamasıyla birlikte Türkiye ve birçok ülkede maraton koşan Enver Koç, dereceler yaptı. Yarışların hayatına anlam kattığını belirten Koç, “2006 yılında günde 2 paket sigara içiyordum. Sigaranın kendimde zararlı olduğunu hissettim kollarımda uyuşmalar oldu ve fizyoterapiste başvurdum. Rahatsızlığımı yenmek için kendime ‘spor hayatıyla tanışmam lazım’ dedim. Hava düzelince spora başlayacağım dedim. Spora başlamam ile sigarayı bırakmam bir oldu. Güzel insanlarla tanıştım. Arkadaşımın tavsiyesiyle Avrasya Maratonu’na katıldım, 15 kilometre koştum. Maraton’da yaşlı insanlar beni geçti. Onlar beni sollayıp gittiği zaman kendime ‘gör halini sen busun’ dedim. 2006’dan bu zamana kadar kendimi sporun içinde buldum. Birçok ülkede yarışlara katıldım madalyalarım var. Paris’te 2 defa maraton koştum, Polonya’da koştum, Bulgaristan’da defalarca koştum, Macaristan’da koştum. Adını sayamadığım bir sürü Avrupa ülkesinde koştum. Şimdi Allah nasip ederse bu yıl 3’üncü maratonumu Kıbrıs’ta koşacağım. Hedeflerim var Belgrad’ta, Sırbistan’da koşacağım. Bu hedefler beni koşuya adapte ediyor. Bunları kendime adapte etmesem spor hayatımın pek anlamı olmuyor” ifadelerini kullandı.

    Egzoz dumanından kaçmak için yolu uzatıyor

    Evine 10 kilometre koşarak gidebileceği mesafeyi akşam trafiği ve egzoz dumanından kaçarak yolu uzattığını söyleyen Koç, “Evime dönüş yolunda daha sakin rotalar takip ediyorum. Evim 10 kilometre mesafede. 35-40 dakikada yarış temposunda değil de normal tempoda gidiyorum. Ama yarış olduğu zaman daha da düşük derecelerde koşuyorum. Genelde 20-25 kilometre her akşam koşumu uzatıyorum. Başka parkurlardan gidiyorum, başka yerlerde daha fazla dönüyorum. Isınma hareketlerimi yapıp kilometre yapıyorum, sonra evime gidip dinlenmeye çekiliyorum. Akşamları buradan çıktığım zaman belirli parkurlarım var genelde evime gitmek için daha kısa mesafede de gidebilirim ben egzoz dumanlarından kaçmayı tercih ediyorum. Egzoz dumanları ve sobalarda kömür yakanlar var onların kokularından kaçmak için daha sakin yerlerden dumansız yerleri tercih ediyorum. Yolumu uzatıyorum. 10 kilometrelik yolumu 20-25 kilometreye çıkartıp öyle evime gidiyorum” şeklinde konuştu.

  • Güvensiz hasta bakımının kaybı

    Güvensiz hasta bakımının kaybı

    Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü tarafından düzenlenen 2. Ulusal Hemşirelik Kongresi’nde “Sağlık Bakım Hizmetlerinde Hasta Güvenliği ve Sürdürülebilirliği” ele alındı.

    Hasta güvenliğinin büyüyen küresel bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edildiğini kaydeden Hemşirelik Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şeyda Saydamlı, “Günümüz sağlık hizmetleri; yeni tedaviler, gelişen bakım modelleri ve teknolojiye rağmen giderek daha karmaşık bir yapıya dönüşmekte ve güvenli bakım için riskleri de beraberinde getirmektedir. Her yıl milyonlarca hasta güvenli olmayan hizmetler nedeniyle yaralanmakta, acı çekmekte ve ölmektedir” dedi.

    “Milyonlarca insan hayatını kaybediyor”

    Hasta güvenliği sürdürülebilirliğinin de oldukça önemli olduğunu kaydeden Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şeyda Saydamlı,“Hasta güvenliği ile ilgili kuralların konulmasının ötesinde belirlenen kuralların gelecekte de daha geliştirerek uygulanabiliyor olması son derece önemli. Hasta güvenliği derken; hastaların düşmesinden, yatak yaralarından, yanlış ilaç uygulamalarından, yanlış enjeksiyonlardan söz ediyoruz. Hastanelerde yapılan genel uygulamalardaki hatalar ve güvensiz hasta bakımı nedeniyle insanlar hayatını kaybetmekte, acı çekmekte ya da sakat kalmaktadır.
    Bu konuda Türkiye’de çok belirgin istatistikler yok. Maalesef raporlar belirtilmediği ve hastaneler bildirimde bulunmadığı için sağlıklı istatistik verililerimiz yok. Ancak dünya geneline bir yılda 1 milyon 300 bin civarında insanının güvensiz bakım nedeniyle hayatını kaybetmekte olduğunu biliyoruz” dedi.

    “Hastaneler gerekli raporlamaları yapmalı”

    Hastanelere düşen önemli rolleri de anlatan Dr. Öğr. Üyesi Şeyda Saydamlı, “Hastaneler bakanlığın belirttiği politikalar doğrultusunda politikalarını belirlemeli. Liderlik özelliği son derece önemli. Dönüşümcü liderlere ihtiyaç var. Çünkü bu süreç sürekli gelişiyor ve değişiyor. Liderlerin de buna uyum sağlaması gerekiyor. Ayrıca çevreye önem vermek lazım. Hasta ile ilgili yapılan herhangi bir hatada raporların tutulması, bildirimlerinin yapılması lazım. Amaç kişilerin cezalandırılması değil de sürecin iyileştirilmesidir” diye konuştu.

    “Sağlık çalışanları da risk altında”

    Hasta güvenliği kadar sağlık çalışanlarının güvenliğinin de dikkate alınması gerektiğini söyleyen Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ünal, “Hasta güvenliği konusu 1950’lerden bu yana dünyada konuşulan bir konu. Ülkemizde ise 2009 yılında Sağlık Bakanlığı konuya el atmıştır. Artık güncel olarak tartışılan bir konu haline geldi. Hasta güvenliği konusu akreditasyonlarda olmazsa olmaz konulardan biri haline geldiği için bütün sağlık kurumları da ilgilenmeye başladı. Bunun yanı sıra verilen sağlık hizmeti sırasında zarar gören sadece hastalar değil, sağlık çalışanları da etkilenebiliyor. Sağlık çalışanları çeşitli bulaşıcı enfeksiyon hastalıkları ile karşı karşıya kalabiliyor” şeklinde konuştu.

    İnsan odaklı bakım hizmetlerini benimsediklerini ifade eden Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Uzman Hemşire Sibel Kibar Dağlı ise, “Sağlık Bakım Hizmetleri konusunda Türkiye’de ulusal ve uluslararası tüm standartlar; hasta güvenliği hizmetleri, hasta bakım standartları, sürdürülebilirlik ve çalışan hizmetleri güvenliği çerçevesinde oluşturulmuştur. Bu bakımdan hastaneler bakanlık tarafından denetlenmektedir. Bakım hizmetleri kalite belgeleri ile de sınıflandırılmaktadır. Bizler de sağlık çalışanları olarak insan odaklı bakım hizmetlerini en iyi şeklide yapmak için elimizden geleni yapıyoruz “ dedi.

  • Omurga çökmelerine dikkat

    Omurga çökmelerine dikkat

    Omurga çökme kırıklarının kadınlarda erkeklere oranla 2 kat daha fazla görüldüğüne dikkat çeken Beyin, Sinir ve Omurga Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Timur Yıldırım, “Çoğunlukla menopoz sonrasında kadınlar bu hastalığa yakalanır. İleri kemik erimesi sonucunda omurgadaki omurun cinsi süngersi bir yapıda olduğu için zamanla eriyen kemik ile birlikte çökmektedir. Sanki bir kutunun içine çökmesi gibi omurga boydan ve kenarlardan yavaşça kendi içinde çöker. Bazen o kadar çok çöker ki ince bir şerit halini aldığı durumlar görülebilir. Kişi öne doğru eğilerek kamburlaşır. Omurganın boyu ile birlikte diğer organlar sıkışır ve en önemlisi arkada omurilik ve onun yanından çıkan diğer sinir kökleri sıkışır. Hapşırık ya da öksürük, doğrulma, bir şeyi yerden kaldırma gibi kırık bazen çok küçük bir travmayla bile oluşur” dedi.

    Omurga çökme kırıkları ile çok sık karşılaştıklarını ifade eden Yıldırım, “Bu kırıklar ağrıya, boy kısalmasına, omurganın duruş bozukluğuna yol açarak ilerleyen dönemlerde iç organlarla ilgili fonksiyon bozukluklarına yol açabilir. Bu fiziksel değişiklik hastayı depresyona da sokabilir” ifadelerini kullandı.

    Omurga çökme kırıklarının tedavisinde Vertebroplasti

    Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle omurga çökme kırıklarının tedavi seçeneklerinin de geliştiğini anlatan Beyin, Sinir ve Omurga Cerrahı Doç. Dr. Timur Yıldırım, “Vertebroplasti, omurga kompresyon (çökme) kırıklarının tedavisinde kullanılan minimal invaziv bir cerrahi prosedürdür. Bu yöntemde, öncelikle radyolojik görüntüleme yöntemleriyle omurga kırığı tespit edilir ve müdahale yapılacak bölge belirlenir. Daha sonra lokal anestezi altında ince iğneler kullanılarak kırık bölgesine bir kemik çimentosu enjekte edilir. Bu çimento, kırığın sabitleştirilmiş olmasını sağlar ve ağrıyı hafifletmeye yardımcı olur” şeklinde konuştu.

    Hastaların genellikle aynı gün taburcu edilebildiğini ekleyen Doç. Dr. Timur Yıldırım, “Vertebroplasti genellikle hastanın karın üstü yattığı ve lokal anestezi altında gerçekleştirildiği bir işlemdir. Radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılarak kırık belirlenir ve iğnelerin doğru yerleştirilmesi için rehberlik sağlanır. Ardından, polimetilmetakrilat (PMMA) adı verilen bir kemik çimentosu kırık bölgesine enjekte edilir. Enjeksiyonun ilerlemesi ve hastanın pozisyonu radyolojik olarak izlenir ve çimento sertleşinceye kadar işlem devam eder. İşlem genellikle 30-60 dakika sürer” diye konuştu.

    Vertebroplasti’nin, kompresyon kırıklarında ağrı azalması ve fonksiyonel iyileşmede umut verici sonuçlar gösterdiğine dikkan çeken Doç. Dr. Timur Yıldırım, “Hem yapılan çalışmalarda hem de bizim hastalarımızdan aldığımız geri dönüşlerde, ağrı skorlarında önemli bir azalma ve yaşam kalitesinde iyileşme sağladığı görülmüştür. Bununla birlikte, her tıbbi müdahalede olduğu gibi, vertebroplasti de potansiyel riskler ve komplikasyonlar taşır. Bunlar arasında çimento sızıntısı, enfeksiyon, komşu seviye kırıkları ve alerjik reaksiyonlar yer alabilir. Bu riskleri minimize etmek için hasta seçimi ve dikkatli bir ön operasyon değerlendirmesi önemlidir” dedi.

    Beyin, Sinir ve Omurga Cerrahı Doç. Dr. Timur Yıldırım, “Vertebroplasti, minimal invazif bir yaklaşım olarak vertebral kompresyon kırıklarının etkili bir tedavi seçeneği sunar. Prosedür, hastaların yaşam kalitesini artırabilir, ağrıyı azaltabilir ve hareket kabiliyetini geri kazandırabilir. Ancak, vertebroplastiye geçmeden önce bireysel hastaya özgü faktörleri dikkate almak ve vertebroplastinin uygunluğunu değerlendirmek önemlidir. Vertebroplasti başarısı, multidisipliner bir yaklaşım ve deneyimli bir cerrahın uzmanlığına dayanır. Araştırma ve teknoloji ilerledikçe, vertebroplastinin etkinliği ve güvenliği sürekli geliştirilmekte ve hastalar için daha iyi sonuçlar elde etmek için yeni imkanlar sunmaktadır” diye ekledi.

  • Şifa arayanlar aktarların yolunu tutuyor

    Şifa arayanlar aktarların yolunu tutuyor

    Kış mevsiminin gelmesi ve havaların soğumasının ardından Erzincan’da yaşayan vatandaşlar, hastalıklara önlem alabilmek için aktarlara koşuyor. Kış çaylarının, hastalanmadan önce bağışıklık sistemini güçlendirmek için içilmesi gerektiğini vurgulayan aktarlar, bu dönemde en çok ıhlamur, hatmi çayı ve hibiskus gibi bitkisel ürünleri tavsiye ediyor.

    “İnsanlar kış çayının grip olduktan sonra içildiğini düşünüyor”

    Özellikle kış mevsimine geçiş aylarında insanların sert hava değişiminden etkilendiğini kaydeden aktar Murat Sönmez, bu dönemlerde vatandaşların genellikle ıhlamur, kış çayı, tarçın ve zencefil gibi ürünler tükettiğini söyledi.
    Sönmez, “Kış mevsiminde hastalıkların daha çok artması ile birlikte ülke genelinde aktarlara ilgi arttı. Son zamanlarda insanların alternatif tıpa talebi arttığı için biz daha çok burada hatmi çayı, hibiskus, ıhlamur ve benzeri ürünleri öneriyoruz. Kışın hem boğazı yumuşatır, hem de boğazdaki enfeksiyon oranını azaltır. İnsanlarda yanlış bilinen bir algı var. Genellikle kış çayının grip olduktan sonra içildiği düşünülür ama tam tersi. Kış çayı vücudun bağışıklığını ve direncini kuvvetlendirmek için tüketilmesi gereken bir içecektir” dedi.

    Kış çaylarının faydalarından da bahseden Sönmez, “Kış çayının olmazsa olmaz ıhlamurdur. Boğazı yumuşatma etkisi vardır. Hatmi çayına da bu aralar ilgi arttı. Çünkü kuru öksürüğe ve boğazdaki tahribata çok iyi geliyor. Onun haricinde enfeksiyonu azaltacak etkisi olduğu için kuru zencefil antioksidan özelliğe sahip tarçın ve karanfil çok etkilidir. Bunun içine tatlandırıcı olsun biraz daha vücudun direncini arttırması için hibiskus bizim önerdiğimiz bitkiler arasındadır. Bu saydığım bitkiler genellikle demirbaş ürünlerdir yani herhangi bir aktarda olmazsa olmaz ürünlerdir. Kış çayına ilave olarak genelde herhangi bir içeceğinize veya tükettiğiniz yiyeceğiniz içerisine sıvı propolis de takviye ederek bağışıklığımızı koruyabiliriz. Sıvı propolis bence Türkiye’de hak ettiği değeri görmüyor. Sıvı propolis vücudun bağışıklığı ve direnci için çok önemli. Özellikle küçük yaştaki çocukların bağışıklığını güçlendirmek için propolis öneriyoruz. İnsanların daha çok kimyasal ilaçlardansa yavaş yavaş aktar ürünlerine, yani alternatif tıpa yönelmesini destekliyoruz” diye konuştu.

    Kış çayını kesinlikle kaynatmayın önerisinde bulunan Sönmez, kış çayının tarifini de şöyle anlattı:
    “Kış çayımızın içerisine ilk önce ıhlamurumuzu atıyoruz. Ihlamurdan sonra antibiyotik özelliğinden dolayı 1 adet de kuru zencefil koyuyoruz. Bağışıklığı arttırması için hibiskus dediğimiz nar çiçeğini atıyoruz. Daha sonra antioksidan özelliğine sahip olmazsa olmaz 2 ürünümüz var. Bunlardan birisi tarçın, diğeri de karanfil. Bunları da ekliyoruz. Boğaz ağrısı ve kuru öksürüğe çok iyi gelir. Bizim yöremizde çok meşhur olan doğal kuşburnumuz var. Kuşburnu hem aroma verir renklendirir, hem de vücudun bağışıklığını arttırıcı özelliğe sahiptir. Bunları attıktan sonra içerisine bir adet de kurutulmuş limon ekliyoruz

  • Çapraşık dişlerin akılalmaz zararları

    Çapraşık dişlerin akılalmaz zararları

    Pedodonti (Çocuk Diş) Kliniği’nden Uzm. Dt. Yeşim Sağır, ortodonti tedavileri hakkında bilgilendirmelerde bulundu.

    Ortodontik tedavide amacın karşıt çenedeki dişler ile uyumlu düzgün bir diş dizilimi elde etmek olduğunu vurgulayan Uzm. Dt. Sağır, “Ortodontik tedavi sabit braketler, şeffaf plaklar ve/veya aparey adı verilen takıp çıkarılabilir hareketli aygıtlar ile yapılabilir. Sabit ortodontik tedavide dişler üzerine, hastanın çıkaramayacağı braket adı verilen parçalar yapıştırılır. Bu parçalar metal veya seramik olabilir ve özel teller ile birbirine bağlanır. Bu sayede dişler hareket ettirilerek çapraşıklıklar düzeltilir” şeklinde konuştu.

    “Diş eti hastalıklarından korunmak için tercih edilebilir”

    Ortodontik tedavi amacıyla hekime yapılan başvuruların büyük çoğunluğu çapraşıklığın sebep olduğunu ve estetik bir probleme yol açtığına dikkat çeken Uzm. Dt. Sağır, “Ancak diş çapraşıklığı ve uyumsuz çene ilişkilerinin neden olduğu problemler estetikten çok daha fazlasını kapsar. Çapraşık dişlere sahip bireyler ağız hijyenini yeterince sağlayamaz ve bu kişilerde çürük daha kolay oluşur. Aynı şekilde diş arayüzlerinde plak birikimi ve diştaşı oluşumu artar dolayısı ile diş eti çekilmeleriyle birlikte diş eti hastalıkları oluşur” diye konuştu.

    “Gömülü dişler komşu dişlerin köklerini eritebilir”

    Üst çenesi alt çeneye göre daha önde olan ve/veya üst dişleri alt dişlere kıyasla daha ileride konumlanan çocuk ve yetişkinlerde üst kesici dişlerin travmadan (düşme, top çarpması vs.) zarar görme veya diş kaybı oranının diğer bireylere göre daha yüksek olduğunu kaydeden Uzm. Dt. Sağır, şu bilgileri paylaştı:

    “Çeneler ve dişler arasındaki uyumsuzluktan dolayı veya süt dişlerinin erken yaşta çekilmesinin neden olduğu yer kaybı nedeniyle yer bulamadığı için bazı dişler gömülü kalabilmektedir. Gömülü dişler komşu dişlerin köklerini eritebilir veya gömülü dişlerin etrafında kistler oluşabilir ve patolojik sonuçlar ortaya çıkabilir. Dişlerdeki çapraşıklık sebebiyle alt ve üst dişler normal kapanışına gelemezse kuvvetler çene kemiklerine dolayısıyla ekleme normal iletilemez. Bu da eklem problemlerine neden olabilir. Çene ilişkileri ayrıca başta omurga olmak üzere tüm vücudu etkiler; duruş bozuklukları, boyun ve sırt ağrılarına da neden olabilir. Alt ve üst ön dişlerinin arasında olması gerekenden fazla açıklık bulunan bireylerde bazı seslerin telaffuzu zorlaşır ve bu da konuşma bozukluklarına yol açabilir”.

    “Her yaşta uygulanabilir”

    Ortodontik tedavinin her yaşta uygulanabilen bir tedavi olduğunun altını çizen Uzm. Dt. Sağır, “Önemli olan diş bozukluğunun nasıl olduğu ve hangi aşamada olduğudur. Mevcut bozukluk sadece diş kaynaklı ise tel tedavisiyle her yaşta düzgün bir diş dizilimi ve çeneler arası ilişki elde etmek mümkündür. Ancak sorun sadece diş kaynaklı değil ise iskeletsel olarak çeneler arası uyumsuzluk söz konusu ise ergenlik tamamlanmadan sorun ortodontik tedaviyle çözülebilmektedir. İskeletsel bozukluğa sahip olan yetişkinlerde sorun küçük yaşlarda tedavi edilmediği için tedavi daha komplike bir hal alır, tel tedavisine ek olarak çene cerrahisi de gerekmektedir. Ortodontik tedavi sonrası diş diziliminin bozulmasını önlemek amacıyla pekiştirme tedavilerinin ihmal edilmemesi büyük önem taşımaktadır. Bu dönem için pasif olarak çalışan farklı apareyler kullanılabilmektedir” ifadelerini kullandı.

  • Akran zorbalığı toplumsal bir problem

    Akran zorbalığı toplumsal bir problem

    Akran zorbalığının fiziksel, sözel, sosyal ve siber zorbalık olarak dört temel başlıkta incelenebileceğini belirten İlayda Sezen, “Fiziksel zorbalık; çocuğa yönelik doğrudan fiziksel güç uygulanmasıdır. Vurmak, yumruklamak, tekmelemek, tırmalamak, çelme takmak, tükürmek gibi Sözel zorbalık; Çocuğa yönelik olumsuz sözel ifadelerin kullanılmasıdır. İsim takmak, alay etmek, hakaret etmek, tehdit etmek gibi. Sosyal zorbalık; Çocuğun arkadaşlık/sosyal ilişkilerine zarar vermeyi hedefleyen davranışların yapılmasıdır. Hakkında dedikodu yapmak ve yaymak, arkadaş grubundan dışlamak, yalnızlaştırmak gibi. Siber zorbalık ise; dijital teknolojiler kullanılarak gerçekleştirilen zorbalıktır. Sosyal medyada bir kişi hakkında yalanlar yaymak ya da utandırıcı fotoğraflar yayınlamak, mesajlaşma platformlarından incitici mesajlar ya da tehditler yollamak gibi” ifadelerini kullandı.

    Akran zorbalığının okuldaki tüm çocukları ve okul ortamını etkileyeceğini söyleyen Sezen, “Akran zorbalığı durumlarında yer alan çocukları da dört temel grupta ele alabiliriz; zorbalık yapanlar, zorbalığa maruz kalanlar, hem zorbalık yapan hem de aynı zamanda zorbalığa maruz kalanlar, seyirciler” dedi.

    “Psikolojik ve fiziksel sağlık etkileniyor”

    Akran zorbalığının çocukların ruh sağlığına etkilerini hakkında Uzm. Klinik Psikolog İlayda Sezen şöyle konuştu:

    “Yapılan araştırma sonuçlarından, akran zorbalığının çocuk ve ergenlerin psikolojik ve fiziksel sağlığını hem kısa ve hem de uzun vadede olumsuz olarak etkilediğini biliyoruz.
    Bu durumun belirtileri, kişiye bağlı olarak farklılaşabilir. Bununla birlikte zorbalık yapanlar, zorbalığa maruz kalanlar ya da seyirci grupta görülen belirtiler birbirinden farklı olabilir. Zorbalık yapan çocuklarda; okula uyumda güçlük, dışlanma, yalnız kalma, saldırgan davranışların sürmesi, problemli davranışlarda (örn. suça yönelik) bulunma görülebilmektedir. Zorbalığa maruz kalan çocuklarda; okula gitmek istememe, düşük özgüven ve benlik saygısı, depresyon ve kaygı bozuklukları, sosyal ilişkilerde problemler, somatik belirtiler (baş ağrısı, karın ağrısı, mide bulantısı) görülebilmektedir. Seyirci konumunda olan çocuklarda ise; kendisinin de aynı şeyleri yaşayacağına dair korku ve endişe, kendisini savunmak için sürekli tetikte hissetme, ispiyoncu olarak damgalanmaya karşı endişe duyma gibi sorunlar yaşandığını görmekteyiz.”

    “Toplumsal bir sorun”

    Akran zorbalığının sadece zorbalığa maruz kalan bireyi değil, ailesini ve okulunu da etkileyen toplumsal bir sorun olduğunun altını çizen Uzm. Klinik Psikolog İlayda Sezen, “Tüm toplumu ilgilendiren olumsuz psikolojik etkilere yol açan akran zorbalığına yönelik koruyucu ve önleyici çalışmalar büyük önem arz etmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın akran zorbalığı ve siber zorbalığı müfredata alması bu açıdan önemli bir gelişmedir. Öğrencilerin yaş gruplarına uygun şekilde hazırlanacak psikoeğitim içerikli çalışmalar iç görü kazanmaları ve farkındalıklarının gelişmesine katkı sağlayacaktır. Akran zorbalığına maruz kalan öğrenciler içerisinde, gruptan dışlanma, korku, ne yapacağını bilememe gibi nedenlerle konuyu kimseyle paylaşamayan öğrenciler olduğunu biliyoruz. Bu çalışmanın önleyici etkisinin yanı sıra, zorbalığa maruz kalanlar çocukların ne yapmaları gerektiği konusunda bilgi sahibi olmaları ve kendilerini güvende hissetmeleri açısından da yararlı olacaktır. İstanbul Beykent Üniversitesi olarak, toplumsal bir sorun olan akran zorbalığı ve siber zorbalığa yönelik koruyucu ve önleyici çalışmalar yürütüyoruz. İstenmeyen davranışların değişiminde ve önlenmesinde olumlu dil kullanmanın, psikoeğitim çalışmalarının önemli olduğu bilinci ve sorumluluğu ile 2017 yılından beri, düzenli olarak ortaöğretim kurumlarında öğrenci, öğretmen ve velilere akran zorbalığı konulu psikoeğitim çalışmaları ve seminerler gerçekleştirmekteyiz. Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu sene de kurum ve kuruluşlar ile işbirliği içerisinde yapılan ve yapılacak olan çalışmaları desteklemekte ve çalışmalarımızı geliştirerek devam ettirmekteyiz” diye konuştu.