Etiket: Sağlık

  • Sağlık tırı köy köy geziyor

    Sağlık tırı köy köy geziyor

    Türkiye’de sayılı ilde bulunan Mobil kanser Tarama Tırı ve Mobil Sağlık Tarama aracı Düzce’de gitmedik yer bırakmıyor. Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Hizmetleri Başkanlığına bağlı Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) biriminde görevli personel gittikleri yerde kanserinin risk faktörleri, belirtileri, tanı ve tedavi yöntemleri konularında bilgilendirme yapıyor. 40-69 yaş arası kadınlarımız meme kanseri, 30-65 yaş arası kadınlarımız rahim ağzı kanseri, 50-70 yaş arası kadınlarımız da bağırsak kanseri taramalarını ücretsiz olarak yaptırabiliyor.

    Kanserin, erken teşhis edildiğinde önlenebilir bir hastalık olduğunu bildirildi.

  • Yüksek kalorili besinler çabuk acıktırıyor

    Yüksek kalorili besinler çabuk acıktırıyor

    Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Güngör, yavaş yemek yemenin dengeli leptin salınımını destekleyeceği için iştahı kontrol etmeyi ve daha sağlıklı beslenmeyi sağladığına dikkat çekti.

    Protein içerikli beslenme

    Günlük hayatın hızlı temposunun özellikle büyük şehirlerde birçok insanın öğünlerini atlamasına, düzenli ve sağlıklı beslenememesine yol açtığını belirten Güngör, “Bu sebeple de çabuk ulaşılan, yağlı, yüksek kalorili ve doyurmak bir yana, daha çabuk acıktıran besinler tercih ediliyor. Oysa bazı yiyecekler var ki, yenildikten sonra uzun süre midede tokluk hissi oluşturuyor” açıklamasında bulundu.

    Tokluk için yüksek kalorili besilerin tüketilmesine gerek kalmayacağını belirten Hande Güngör, “Her öğünde protein içeren besinler bulundurulmalı. Proteinler hem leptin duyarlılığını artırırken, sindirim süresi daha uzun sürdüğü için ghrelin seviyelerini düşürmede ve kilo vermede etkilidir. Yağsız et, tavuk, balık, yumurta, süt, yoğurt, ayran ve kuru baklagillere öğünlerde yer verilmeli. Yağlı balıklar, zeytinyağı, avokado, ceviz, badem, fındık, keten tohumu, susam, tahin, chia tohumu gibi sağlıklı yağlar tüketilmeli. Böylece omega 3 – omega 6 sağlıklı yağ asitlerinden faydalanarak, mide boşalımı ve tokluk süresini uzatılmış olur. Su tüketimi, kalorisiz, şeker ilavesiz sıvılar tercih edilmeli” diye konuştu.

    Sürekli atıştırmak yanlış

    Öğün saatlerinin planlanmasının da çok önemli olduğuna değinen Hande Güngör, “Tüm besin öğelerini içeren dengeli ve düzenli bir beslenme planı uygulanmalı. Sık sık atıştırma alışkanlığı ve tıkınırcasına yeme davranışlarından uzak durulmalı. Yemek yeme sürenizi uzatarak, daha yavaş yeme alışkanlığı edinilmeli. Yavaş yemek yemek dengeli leptin salınımını destekleyerek iştahı kontrol etmenizi sağlar. Bunun için yeme sürenizi etkileyen faktörleri fark edip, değiştirmeyi ya da iyileştirmeyi hedefleyin” dedi.

  • 1dozla 11 yıllık antikor üretiyor

    1dozla 11 yıllık antikor üretiyor

    “Dünyada vaka görülme oranı yüzde 18 arttı”

    Dünya Sağlık Örgütünün kızamık vakalarının artışına ilişkin yayımladığı raporu değerlendiren Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Uzm. Dr. Murat Çağlar Erol, dünyada vakaların görülme oranında yüzde 18, ölümlerde ise yüzde 43 artış gösterdiğini, bu durumun Türkiye’ye de yansıdığına dikkati çekti. Aşılanmaya olan yaklaşımın değişmesiyle birlikte bu artışın yaşanabileceğine işaret eden Uzm. Dr. Erol, “Kızamık aşıyla çok kolay önlenecek bir hastalıkken, aşı yaptırmayan çocuklarda hem hastalığın kendisini hem de komplikasyonlarını daha sık görüyoruz” dedi.

    “Grip ya da nezle gibi başlıyor”

    Kızamığın üst solunum yolu hastalığı belirtileri şeklinde başladığını belirten Uzm. Dr. Murat Çağlar, “Bildiğimiz grip, nezle tarzı belirtiler gözleniyor. Ateş, burun akıntısı, ağız içinde oluşan lezyonlar ve sonrasında oluşan döküntülerle başlıyor. Ama komplikasyonları çok daha ciddi olaylara dönüşebiliyor. Zatürreden tutun da beyin zarı iltihabına kadar ciddi sonuçlar verebiliyor. Hastalığın geçirildiği durumda, özellikle ergenlik dönemi çocuklarında ciddi sonuçlar ortaya çıkarabiliyor” ifadelerine yer verdi.

    “Ciddi bir yan etkisi yok”

    Türkiye’de 2005 yılında başlayıp 2012 yılına kadar süren aşılama programıyla birlikte, 2012 yılında kızamığın neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığını hatırlatan Uzm. Dr. Erol, “Aşı yeni bir aşı değil. Ülkemizde 2005 yılında sağlam bir kızamık aşılama programıyla birlikte 2012 yılına kadar uzayan bir süreçte bu aşı ciddi ve üzerine düşülerek uygulandıktan sonra 2012 yılında kızamık tamamen ortadan kaldırılmıştı. Yeni vakalarla tekrar ortaya çıktı. Aşının güvenilirliği ile ilgili bir soru işaretinin akıllarda oluşmaması gerekiyor. Her ilaç ve her aşı gibi minimal yan etkileri tabii ki olabiliyor. Aşı yerinde kızarıklık belki ateş olabilir, nihayetinde canlı bir aşı. Ciddi bir yan etkisi yok” dedi.

    “1 doz 11 yıl, 2 doz 15 yıl antikor üretiyor”

    Türkiye’de şu anda 9’uncu ayda başlayıp 4’üncü yaşta sonlanacak şekilde 3 doz aşılama yapıldığını belirten Uzm. Dr. Erol, “1 doz aşı yapıldıktan sonra 11 yıla kadar antikor koruyuculuğunu yüksek tutucu özelliği var. İkinci dozda ise bu süre 15 yıla çıkıyor. Kızamık aşıyla çok kolay önlenebilen ve ortadan kaldırılabilen bir hastalık” şeklinde konuştu.

    “Aileler yüreklendirilmeli”

    Uzm. Dr. Erol, ailelerin aşı konusunda yüreklendirilmesi gerektiğini de vurgulayarak, “Mümkün olduğunca hastalığı oluşmadan önleme ve ortadan kaldırma yöntemine gitmeliyiz. Bu, hem mali açıdan hem de hasta konforu açısından çok daha uygun bir yöntem. Dolayısıyla, aşılamayı yüreklendirmeli, mümkün olduğunca aşı programına ailelerimize destek vermeliyiz” ifadelerini kullandı.

  • Kozmetik ürünler sağlığı tehdit ediyor

    Kozmetik ürünler sağlığı tehdit ediyor

    Özellikle kadınların güzellik ve bakım için kullandığı makyaj ve kozmetik ürünlerin internette en çok satılanlar arasında yer alıyor.

    Kendi ürünlerini satan sosyal medya fenomenlerinin pazarladığı ürünler konusunda dikkatli olunması gerektiği konusunda uyaran Tıbbi Biyokimya Uzmanı Prof. Dr. Banu Çaycı, “Sosyal medya fenomenleri kozmetik ürünlerin içeriğini bilmeden sadece pazarlama kısmına odaklanmış durumda. Bir uzman görüşü olmadan ürünün iyi sonuçlarını doğurduğunu belirten birçok fenomen var. Pazarlanan ürünlerin bir kere sadece kaliteli ürünler ve halk sağlığını tehdit etmeyen ürünler olması gerekiyor ama üreticisi belli değil, bu ürünler nereden geliyor, içeriğinde neler var, size zararlı mı değil mi, adeta tehlike saçıyorlar” ifadelerini kullandı.

    “ÜTS kaydı olmalı”

    Sosyal medya fenomenlerinin kozmetik ürün pazarlamasını doğru bulmadığının altını çizen Çaycı, “Size ünlü biri bir şey tavsiye ettiğinde sağlık açısından uygun ve kontrollü bir ürün sanıyorsunuz ama belki de öyle değil. Ürünlerin ÜTS (Ürün Takip Sistemi) kaydının olması gerekiyor. Böylece bu ürünün merdiven altında üretilmediği görülebilir” diye konuştu.

    “Tavsiyeyle ürün kullanmayın”

    Türkiye’de Sağlık Bakanlığı onaylı 3 bin üretim yeri olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Banu Çaycı, “Standart ve testlere uyularak fason üretim de yaptırılabiliyor. Örneğin bana iyi gelen bir ürünü size tavsiye ediyorum ve diyorum ki “Benim cildimde kırmızı lekeler vardı, arkadaşım sen de bunu kullanabilirsin.” Ama bana iyi gelen size iyi gelmeyebilir. Bunun kararını tek verecek olan doktorlardır. Doktora danışmadan sadece tavsiyeye göre hiçbir kozmetik ürün kullanılmamalı” dedi.

  • Pankreas kanserinde erken tanı

    Pankreas kanserinde erken tanı

    Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Doğuş Durmuş, pankreas kanserinin, pankreastaki bazı hücre tiplerinin kontrolsüz olarak büyümesi sonucu geliştiğini ve midenin arkasında yer alan pankreas organının genel olarak kan şekerini kontrol etmeye ve gıdaların sindirimine yardımcı olan enzimleri salgıladığını söyledi.

    17 Kasım Pankreas Kanseri Farkındalık Günü vesilesiyle önemli bilgiler veren Dr. Durmuş, “Pankreas kanserinde tedavi şansı ne kadar erken teşhis edilirse o kadar artar. Maalesef erken teşhis edilen hasta oranı tüm pankreas kanserleri arasında en düşük olanıdır. Bunun en önemli nedeni, kanserin erken evrede herhangi bir semptoma, önemli bir belirtiye neden olmamasıdır” dedi.

    “Ani kilo kaybı önemli bir belirti”

    Pankreas kanserinin genellikle hastalık ilerleyene kadar belirti vermediğine dikkat çeken Dr. Durmuş, başlıca belirtileri şöyle sıraladı: “Herhangi bir diyet veya ek bir önlem alınmadığı halde son 6 ayda kilonuzun yüzde 10’dan fazlasını azaltan kilo kaybı, iştah kaybı, yanlara ve sırta doğru yayılan göbek etrafında ağrı, sarılık olarak adlandırılan ciltte ve gözün beyaz kısımlarının sararması, açık renkli (kireç rengi/gri-beyaz renk) dışkılama, koyu renkli idrar, kaşıntı, yeni şeker hastalığı teşhisi almak ya da halihazırda kontrol altındaki şeker hastalığının aniden kontrolsüz hale gelmesi, yorgunluk veya halsizlik.”

    “Cerrahi tedavi çok önemli”

    Pankreas kanseri teşhis etmek için ultrason (USG), tomografi (BT), manyetik rezonans (MRI) ve bazen de pozitron emisyon tomografi (PET) taraması gibi görüntüleme yöntemlerinin uygulandığını belirten Dr. Durmuş, bazı kan testlerine de ihtiyaç duyulabileceğini ifade etti.

    Tedavinin pankreas kanserinin evresine ve bulunduğu yere göre değiştiğine değinen Dr. Durmuş, “Tedavide ilk amaç eğer mümkünse cerrahi tedavi ile kanserden kurtulmaktır. Pankreas kanserinden küratif olarak adlandırılan yani tamamen kurtulmanın tek yolu cerrahi tedavidir. Bu mümkün olmadığında hedef kanserin büyümesinin engellenmesi, daha fazla zarar vermemesi ve hayat kalitesini iyileştirmek olmalıdır” dedi.

    “Pankreas komşuluğundaki damar tutulumları her zaman ameliyata engel değildir”

    Pankreasın yerleşimi itibarıyla karaciğere ve bağırsaklara akım sağlayan damarlara son derece yakın konumda olduğunu söyleyen Dr. Durmuş, “Pankreas kanseri bu yakın komşuluktaki damarları tutabilir. Bu durum önceleri ameliyata engel teşkil eden bir durumken, günümüzde belli başlı sınırlar içinde tutulan damar bölgesinin pankreas kanseri ile beraber çıkarılarak yerine hastadan alınan damar veya yapay damar konularak ameliyat gerçekleştirilebilmektedir” diye konuştu.

    “Ameliyat mümkün olmadığında ilk seçenek kemoterapi olur”

    Tüm ameliyat tiplerinin açık yöntem, kapalı (laparoskopik) yöntem ve robotik yöntemlerle yapılabildiğinden bahseden Dr. Durmuş, ameliyatın yanı sıra kemoterapi ve radyoterapi uygulandığını anlattı.

    Kemoterapinin kanser hücrelerini öldürmek için kullanılan güçlü ilaçlar olduğunu belirten Dr. Durmuş, “Çoğu kemoterapi ilacı damar yoluyla verilir ancak bazıları hap şeklindedir. Ameliyatın mümkün olmadığı durumlarda ilk seçenek kemoterapi olabilir. Bazen radyoterapi ile kombine verilebilir. İlk etapta ameliyatın mümkün görünmediği ve kemoterapi alan hastaların daha sonrasındaki incelemelerinde kanser küçülebilir ve kanserin ameliyat edilebilir hale geldiği görülebilir. Radyoterapi kanser hücreleri öldürmek için güçlü enerji ışınları kullanır. Ameliyattan önce veya sonra bu işlem uygulanabilir. Genellikle kemoterapiden sonra verilir. Kemoterapi ile kombine de edilebilir” diye konuştu.

    Ayrıca, bağışıklık sisteminde saklanarak hayatta kalan kanser hücrelerine karşı bağışıklık hücrelerinin kanser hücrelerini bulmasına ve öldürmesine yardımcı olan immünoterapi tedavisinin de bir seçenek olduğunu aktardı.

    “Tedavi multidisipliner yapılmalıdır”

    “Pankreas kanseri savaşı bir ekip işidir” diyen Dr. Durmuş, en iyi tedavi yöntemini belirlemede ve ara takiplerde gelişebilecek diğer durumlar için hastanın cerrah, tıbbi onkolog, patolog, radyasyon onkolojisi, radyoloji, girişimsel radyoloji gibi branşların bir araya gelerek karar aldığı bir multidisipliner yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu anlattı. Tedavi kararı verirken de hastanın, bu disiplinlerin kurumda olup olmamasına bakabileceğini ifade etti.

    “Doktorunuza bu soruları sorun”

    Dr. Durmuş, tanı alan hastanın kendi durumunun farkına varabilmesi için hekime şu soruları sorabileceğini dile getirdi:

    “Kanserimin evresi nedir? Daha fazla tetkike ihtiyacım var mı? Tedavi seçenekleri neler? Hangi tedavi daha uzun yaşam süresi sağlayabilir? Olası tedavi seçeneklerinin potansiyeli veya riskleri nelerdir? Benim için en iyi olduğunu düşündüğünüz bir tedavi var mı? Pankreas kanseri tanı ve tedavi ile ilgili deneyiminiz nedir? Tedaviyi gerçekleştirecek kurumunuz bu işlemler için yeterli donanıma sahip mi? Semptomları hafifletmek için neler yapılabilir? Pankreas kanseri için hangi klinik çalışmalar mevcut? Herhangi biri için uygun muyum? İmmünoterapi için uygun muyum?”

  • Çocuklarda ishale dikkat

    Çocuklarda ishale dikkat

    Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Mesut Arslan, “5 yaş altındaki çocukların yılda 3-9 kez ishal atağı geçirdikleri bildirilmiştir. İshaller hijyen şartlarının ve sağlık sisteminin geri olduğu, altyapının yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak görülmektedir. İshal sulu veya yumuşak sık dışkılamadır. Günde üç veya daha fazla sayıda ve normale göre daha yumuşak veya sulu dışkılama olarak tarif edilir. Ateş veya kusma eşlik edebilir. İshal genel olarak 7 günden daha kısa sürer, iki haftadan daha kısa süren ishal ve kusma ataklarının hepsi akut ishal olarak adlandırılır. Özellikle yeterli sıvı tüketebilen sağlıklı fertlerde hastalık kendini sınırlar ve kendiliğinden iyileşir. Ancak, küçük çocuk ve bebeklerde sakatlık ve ölüme sebebiyet verebilir” dedi.

    “İshal enfeksiyöz veya enfeksiyöz olmayan sebeplerle meydana gelebilir” diyen Arslan, “Enfeksiyona bağlı ishallere virüs, bakteri, parazit ve mantarlar sebep olur. Çocukluk çağında enfeksiyona bağlı ishallerin çoğu viral sebeplidir. Viral ishal, bu gruptaki infeksiyonların büyük bölümünü kapsar ve özellikle 5 yaş altı çocuklarda en sık sebeptir. Rotaviruslar, dünya genelinde yılda 500 bin, günde yaklaşık bin 600 çocuğun ölümünden sorumludur. Ülkemizde yapılan çalışmalarda ise 5 yaş altı çocuklarda görülen ishallerin yüzde 30-50’sinden rotavirusların sorumlu olduğu görülmüştür. Rotavirus ishali primer olarak 2 yaş altındaki çocukların akut infeksiyonudur ve sulu dışkılama ve kusma ile karakterizedir. Rotavirus infeksiyonları herhangi bir bulgu vermeden seyredebildiği gibi, ağır ishallere de sebep olabilmektedir” şeklinde konuştu.

    Genellikle kusmanın hastalığın ilk iki gününde olduğunu ve ateş görüldüğünü belirten Uzm. Dr. Arslan, “İshal mikrobu, insandan insana özellikle de bir çocuktan diğerine kolaylıkla bulaşabilir. Genellikle, tuvalet temizliğini tam olarak öğrenememiş küçük çocuklar arasında hızla yayılabilir. Çocuklar ve yetişkinler tuvalete gittikten hemen sonra ellerini doğru bir şekilde yıkamalıdır. Yeterli sıvı tedavisi ishallerin ana tedavisini oluşturur. Ağızdan sıvı tedavisi hafif ve orta şiddetteki olgularda yeterli olur ancak tedavi hastanın sıvı ve elektrolit kaybını karşılayacak şekilde hazırlanmış olan sıvıları kapsamalıdır (ORS). Ağızdan sıvı tedavisinin (ORS) erken uygulanması, daha az hastane yatışına sebep olur. Hafif-orta, hatta ağızdan alabilen ağır sıvı kaybı olgularında bile ağızdan tedavi (ORS) tercih edilmelidir. İshal olan çocuk emzirme dönemindeyse mutlaka anne sütü almalıdır. Anne sütü, ishalden koruyan önemli bir besin kaynağıdır. Anne sütü alan bebekler daha çabuk iyileşmektedir. İshal süresince doğru beslenme çok önemlidir. Bu dönemde yağlı ve lifli yiyecekleri tüketmemek gerekir. Patates ve muz potasyum kaybını önlemek açısından önemli gıdalardır. İshale iyi gelen yiyecekler arasında çorba, haşlama, püre, makarna ve pirinç yer alır. Bunların tüketimi, ishali kesmek için faydalıdır. İshal tedavisinin en önemli kısmı sıvı ve elektrolit kaybını önlemektir. Hijyen şartlarının iyileştirilmesi, insan atıklarının kullanım ve içme suyuna karışmasının engellenmesi ve el yıkamak enfeksiyona bağlı ishali engeller” diye konuştu.

  • Öksürüğe karşı babaanne tarifi

    Öksürüğe karşı babaanne tarifi

    Mevsimsel geçişlerle birlikte birçok vatandaş gribal enfeksiyon ve öksürüğe yakalanıyor. Bitmek bilmeyen rahatsızlıklar yaşam kalitesini düşürüyor. Bahse konu hastalıklara karşı sofralarda yer alan karaturp, içerisinde filtre edilen zencefil, zerdeçal ve bal karışımı ise geçmek bilmeyen öksürüklere şifa oluyor. Babaanne ilacı olarak tarif edilen bu karışım, çok kısa sürede hazırlanarak tüketilebiliyor.

    Sivas’ta Çarşıbaşı Mahallesi’nde perakende sebze halinde esnaflık yapan Ferhat Çobanoğlu, öksürüğü iyi gelen bu formülü yıllar önce babaannesinden öğrendiğini belirterek, karışımın soğuk algınlığı, öksürük ve boğaz ağrısına iyi geldiğini söyledi.

    “Doğal bir antibiyotik”

    Karışımın yapılışını anlatan Çobanoğlu, “Bu babaannemin bize yaptığı karaturp karışımı. Karaturpu oydum, içine biraz zencefil ve zerdeçal ekledim, üzerine de bal ekledim. Bu şifa kaynağıdır. Doğal bir antibiyotik. Bademcik şişliğini, öksürmeyi, yutkunma sorunu yaşayan insanlar bunu yapsınlar. Sürekli öksüren çocuklara özellikle bunu yapsınlar. Bu akşamdan yapılır, sabah kadar bardağın içerisine akar. Akan içilecek, bittikçe de takviye edilecek. Bu ilaç en az 50-60 senelik bir ilaç. Sivas gibi bir yerde -10, -15 gibi derecelerde çalışıyoruz ama hiç hastalanmıyorum. Sebebi de bu. Hafiften kırgınlık olduğu zaman bundan yapıyorum, sabah içiyorum ve hiçbir şeyim kalmıyor” dedi.

  • Diş beyazlatmada yapılan yanlışlar

    Diş beyazlatmada yapılan yanlışlar

    Çoğu insan, diş sağlığını önemsemeden, dişlerin daha temiz ve beyaz görünmesi için özellikle internet vasıtasıyla paylaşılan ve uzmanların tavsiye etmediği uygulamalar yapmaya devam ediyor.

    Oksijenli su, sirke, karbonat ve limon tuzuyla birlikte yapılan diş fırçalamasına dair tavsiyelerin zamanla diş aşımına sebep olduğunu söyleyen ve önemli uyarılarda bulunan Diş Tedavisi Ana Bilim Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Sevda Öztürk Yeşilırmak, “Uzun vadede bu uygulamalar diş kaybına bile neden olabilir” dedi.

    “Diş taşı yılda en az 1 defa temizlendi”

    Diş temizliği ve beyazlatma işleminin sadece doktor kontrolünde ve kliniklerde yapılması gerektiğini aktaran Dr. Öğretim Üyesi Sevda Öztürk Yeşilırmak diş sağlığı için de gerekli olan işlemler hakkında bilgilendirmelerde bulundu.

    Özellikle diş taşı olarak bilinen tartarların en kötü senede 1 defa temizlenmesini hatırlatan Sevda Öztürk Yeşilırmak, “Diş temizliği genellikle 6 ayda 1 ya da en kötü ihtimalle yılda 1 önerdiğimiz bir işlem. Dişlerimizi biz efektif fırçalayamazsak ya da efektif fırçalasak bile diş-diş eti birleşiminde oluşan dental plağın daha fazla birikimi neticesinde kalınlaşarak ve kireçleşerek tartar dediğimiz diş taşı oluşumu gerçekleşir. Diş taşı temizliğinde öncelikli olarak bu diş tartarını kaldırarak temiz bir ağız sağlıyoruz. Çünkü diş taşını kaldırmazsak uzun vadede çene kemiğindeki diş kökünü saran kemik erimeye başlıyor ve bu kemikle beraber diş eti de çekilmeye başlıyor. Diş eti çekildikten sonra diş tartarlarını kaldırırsak hastada yine hassasiyet oluyor ve bu halk arasında yanlış bilinen ‘diş taşı temizliğini çok sık yaptırmak dişe zararlıymış’ kanısına sebep oluyor. O yüzden düzenli olarak 6 ayda 1 ya da en kötü senede 1 diş taşı temizliğini yaptırılmasını öneriyorum. Diş taşı temizliğini yaptırdıktan sonra polisaj adını verdiğimiz bir cila işlemi var. Burada da boyar gıdaların yani sigara, çay, kahve gibi ürünlerin lekelerini çıkarıyoruz. Bu, diş taşı temizliğinde hastaların beyazlatma olarak adlandırdığı ama tam manasıyla beyazlatma olmayan sadece dişin etrafındaki renklenmiş alanın çıkarılması anlamına gelen temizlik işlemidir” dedi.

    Diş temizliği başka diş beyazlatma başka

    Diş beyazlatmanın diş temizliği uygulamasından farklı olduğunu ve beyazlatma için dentin dokusuna özel işlemler yapıldığını söyleyen Öztürk Yeşilırmak, “Diş minesi zaten şeffaf renklidir, asıl renkli alan dentin dediğimiz dokudur. Bu renk kişiden kişiye değişir tıpkı sarışın ya da esmer olmamız gibi. Dentin rengimiz de beyaz ya da sarımtırak olabilir. Fakat herkes beyaz ister. Bu yüzden de mevcut dentin rengimizin tonlarını açmaya çalışırız. Bunu da diş beyazlatma dediğimiz işlemlerle yapabiliyoruz. Bunun bir yolu ev tipi beyazlatma olabiliyor. Bir diğer yol da hele ki daha kısa zamanda sonuç alınması isteniyorsa ofis tipi dediğimiz beyazlatmayı yapıyoruz. Ofis tipi beyazlatmada dişlerin üzerine oksijenli su, hidrojen peroksidin sürüyoruz ama bu jel formatında olan bir madde. Jel formatında olduğu için diş dentininin içine nüfus ederek oksijen ve suya ayrışıyor. Oksijen de dentin tonlarını beyazlatmaya başlıyor. Ama biz bunu evde tezgah altı ürünler kullanarak ya da bildiğiniz normal oksijenli su ile dişi fırçalarsak diş sağlığı için sıkıntılı oluyor. Çünkü bizim klinikte kullandığımız jel formatı değil sıvı su formatı olduğu için arzu edilen beyazlatma düzeyini zaten hastaya veremez. En fazla diş taşı temizliğinde yaptığımız yüzeysel lekelenmeleri alabilir. Aynı zamanda fırça ile de aşındırıcı bir etki de yaptığı için diş minesini ortadan kaldırma tehlikesi olabilir” şeklinde konuştu.

    “Dışsal renklendirmeyi giderdiği için hastada optik bir yanılma oluşuyor”

    Evde doktor tavsiyesi dışı kullanılan ürünlerin dişte aşınmaya ve belli bir süre sonra ise dişin gri renge dönmesine sebep olabileceğini aktaran Yeşilırmak sözlerini şöyle sonlandırdı:

    “Uzun dönemde diş tozları, limon tuzu, sirke, karbonat ve oksijenli su ile yapılan uygulamalar aşındırıcı olacaktır ve kesinlikle önermiyoruz. Zaten dişin yüzeyindeki dışsal renklenmeleri giderecektir, fakat dentin dokusunun içine nüfus edemiyorlar. Fakat dışsal renklendirmeyi giderdiği için hastada optik bir yanılma oluşuyor ve sanki beyazlatmış gibi düşünüyor. Aşınma sonucu diş minesi ortadan kalkar ve dentin dokusu açığa çıkar. Hastalarımız da dentin hassasiyeti dediğimiz sevimsiz tablo ile yüzleşirler. Sıcakta-soğukta özellikle tatlı-ekşide ciddi bir ağrı duyabilirler. En sonunda aşındırıcı etki mineyi ortadan kaldırdığı için o bölgelere dolgu yapmak zorunda kalırız. Dolgusunu yaptırmaz ve aşındırıcı bir şekilde oksijenli su ya da diğer beyazlattığını düşündüğünüz ürünlerle fırçalamaya devam ederseniz lekeler de bir süre sonra çıkmamaya başlıyor ve diş minesinin camsı görüntüsü de grimtırak bir tona geçiyor. En sonunda da aşındırıcı etki diş pulposuna kadar gidebiliyor. Bu durumda da kök kanal tedavisi ya da diş çekimi yaptırmak durumunda kalınıyor.”

  • Bursa’da sağlık çalışanlarından İsrail’e tepki

    Bursa’da sağlık çalışanlarından İsrail’e tepki

    Bursa Gönüllü Kuruluşlar Platformu, sağlık çalışanlarıyla birlikte Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma hastanesi önünde İsrail’in Filistin halkına ve sağlık çalışanlarına karşı yaptığı soykırımı protesto etti. Siyah önlüklerini giyen sağlık çalışanları, ellerindeki dövizlerle biran önce savaşın durmasını istedi. Platform adına konuşan Sağlık-Sen Bursa Şube Başkanı Gökhan Yünkül, “Sağlık çalışanlarımızı temsil eden beyaz önlüklerimizi çıkardık. Siyah önlüklerimizi giydik. Gazze’de artık beyaz önlüğün anlamı kalmadı. Kanla lekelenerek kızıla boyanan önlükler yıkılan enkazların tozu toprağıyla siyaha döndü. Bizlerde hayatını kaybeden Gazzeli sağlık çalışanlarımız için siyah önlükler ile meydanlarda onların yanında olduğumuzu haykırıyoruz. 45 gündür, insanlığın rafa kaldırıldığı, hiçbir ayrım gözetilmeksizin bebek, çocuk, genç, yaşlı, kadınların dünyanın gözü önünde canlı yayınlarla soykırıma tabi tutulduğu bir vahşeti seyretmekteyiz ve şahit olmaktayız. Bizlerin seyretmeye dayanamadığı bu görüntüleri Filistinliler bizzat yaşamaktadır” dedi.

    Ortada hastane kalmadığı için sokaklarda sağlık hizmeti vermeye çalışan bir avuç sağlık çalışanı belki de dünyanın en zor şartlarında bu işi yapmakta olduğunu ifade eden Yünkül, “Sağlık malzemesi olmadan ellerinde kalan ne varsa onunla sağlık hizmeti vermeye çalışan Gazzeli sağlık çalışanı kahramanları Bursa’daki sağlık çalışanları olarak selamlıyoruz. Uluslararası hukukun, savaş hukukunun, uluslararası ceza hukuk kurallarının ve insan haklarının yok sayıldığı bir tabloda inisiyatif sahibi olacak merciler ve Devletler bu vahşetin önüne geçmek yerine, bunu teşvik edecek açıklamalar, tavırlar sergilemekte ve bu soykırımın ortağı olmaktadırlar. Terör devleti İsrail’in hayasızca saldırılarının başladığı 45 gündür 17 bin 500 insan katledildi. Bunların 7 bine yakınını çocuklar oluşturmaktadır. Evet, BM Genel Kurulunda 1989 yılında imzalanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile birlikte tüm dünyada 21 Kasımda Dünya Çocuk Hakları Günü kutlanıyor ve bu sene de kutlandı. Böylesi bir günü ihdas eden BM ve alt kuruluşları 45 gündür saatte 5 çocuğun öldürüldüğü, dünyada en kısa sürede en çok çocuğun katledildiği Gazze’de yaşanan soykırımı basit üzüntü ve eleştiri açıklamaları ile geçiştirdiler” diye konuştu.

    Birleşmiş Milletlere ve UNICEF’e seslenen Yünkül, “Batının hegemonyası altına alınmak ve tutulmak istenen bölge ve ülkelerde çocukların mahrumiyetlerine dair kötü karne yayınlamakla şöhret bulan bu uluslararası kuruluşlar 45 gündür neden gözlerini Gazze’ye kapatıyor? Gazze, Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ve gününün ne yanına düşüyor. Bu hafta bütün Dünya’da kutlanan “Çocuk Hakları Günü” ne anlama geliyor? Her zaman ve her şartta korunması, kollanması gereken çocuklar bilinçli olarak bu saldırıların hedefi olmaktadır. Çünkü İsrail’in nihai hedefi bir soykırımdır. Geçmişte yaşadığı soykırımdan kaçarak, sığındığı Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği bu alçaklığın tarifi yoktur. Terör devleti İsrail bu süreçte dokunulmazlığı olan her şeye saldırdı. 22 hastaneyi, 55 kliniği kullanılmaz hale getirdi. 46 ambulansı bombalayarak yok etti. 60 basın mensubunu katletti. 80 cami ve 3 kiliseyi bombaladı. Yüzlerce okulu, Birleşmiş Milletler ofislerinin içine sığınan masum sivilleri bile bile bombaladı. Bizler, Filistin davasının ezeli ve ebedi savunucuları olarak ilk günden bugüne kadar bu insanlık ayıbına karşı durduk, durmaya da devam edeceğiz. Gücümüzün yettiği, sesimizin ulaşabildiği her yere bu katliamları duyurmak bizlerin asli vazifesidir” şeklinde konuştu.

  • “Ayak bileği yer yapmamalı”

    “Ayak bileği yer yapmamalı”

    Ortopedi ve Travmatoloji Bölümünden Doç. Dr. Bilgehan Çatal, ayak bileği burkulması sonrası geçmeyen ağrılar ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

    Doç. Dr. Bilgehan Çatal, her gün acil servislerin ayak bileği burkulmaları şikâyetiyle dolduğunu belirterek “Ayak bileği burkulmaları en sık görülen ortopedik yaralanmalardan bir tanesidir. Acil servislere onlarca hasta ayak bileği burkulmaları şikâyetiyle geliyor. Sık görülen bir yaralanma olduğu için ileride problem çıkarma ihtimali de diğer yaralanmalara göre sayısal üstünlüğü daha fazla oluyor. Ayak bileği iyi tedavi edilmezse, kalıcı ağrılar meydana gelebiliyor. Hastanın ayak bileği çok ödemliyse yarım alçıya alıyor ve yaklaşık 1 hafta dinlendirdikten sonra çeşitli ayak bileklikleriyle hastanın basmasını sağlayıp 2 ila 3 hafta daha takibi yapıyoruz. Daha sonrasında ise denge ve güçlendirme egzersizleri ile yeniden ayak bileği burkulması önlemeye çalışıyoruz. Ayak bileği burkulması sonrası iyi tedavi edilmesi gerekir. Uygun tedavi uygulanmazsa eğer öncelikle ayak bileğini dış yan bağı düzgün olarak iyileşmez ve gerginliğini kaybeder. Bu durum ise fonksiyonunu yerine getirmesini engeller ve sık sık ayak bileği burkulmalarına sebebiyet verir” diye konuştu.

    Engebeli yüzeyde yürümekte zorluk çekiyorlar

    Sık olan ayak bileği burkulmalarının ayak bileği ağrılarına sebep olacağına değinen Doç. Dr. Çatal, şöyle devam etti:

    “Halk arasında ‘ayak bileği yer yaptı’ denilen bir olaya sebep oluyor ve sık ayak bileği burkulmaları görüyoruz. Sıklaşan ayak bileği burkulmaları ayak bileği ağrılarına sebep oluyor. Hastalar özellikle engebeli yüzeyde yürümekte zorlanır ve haftada en az 1 kere ayak bileği burkulması yaşarlar. Ayak bileği burkulması sonrasında geçmeyen ağrılar kıkırdak hasarlarına da işaret edebilir. Ayak bileği eklemini oluşturan kıkırdaklar burkulma sonrasında bazen yaralanabiliyorlar. Eğer hasta uygun tedavi edilmesine rağmen yaklaşık 1.5 ay sonra ağrıları devam ediyorsa, derin bir ağrı tarif ediyorsa ve şişmeler oluyorsa hastada bir kıkırdak hasarı vardır diyebiliriz. Bunun için ileri görüntüleme yöntemlerine başvuruyoruz. Genelde MR ile hastaların kıkırdak lezyonlarını görebiliyoruz. Bu yüzden ayak bileği burkulmasının çok iyi tedavi edilmesi gerekiyor. İyi tedavi edilmesine rağmen geçmeyen ayak bileği ağrılarında mutlaka doktora başvurmak gerekiyor. İleride ameliyat olmayı gerektirecek bir durum çıkma ihtimali bile var.”