Etiket: Sağlık

  • Babalar da “hamile” oluyor

    Babalar da “hamile” oluyor

    Adana’da faaliyet gösteren Çukurova Sağlıklı Hayat Merkezi’ndeki Gebe Bilgilendirme Sınıfı’na annelerin yanı sıra babalar da gelerek eşlerini anlamak için “hamile tulumu” giyip, eğilip kalkma gibi komutları yerine getiriyor. Sağlık Bakanlığınca 2017 yılında merkez Çukurova ilçesine bağlı Yurt Mahallesi’nde açılan Çukurova Sağlıklı Hayat Merkezi’nde birçok branştan uzmanlar görev yapıyor. Merkeze başvuranlar, kapsamlı değerlendirmeler ve tetkiklerin ardından ilgili polikliniklere yönlendiriliyor.

    Merkezde bulunan ‘Gebe Bilgilendirme Sınıfı’nda da hamile kadınlar 9 saatlik bir eğitim alıyor. Eğitimde anne adayları normal doğuma teşvik edilirken doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası konularında bilgi sahibi olmaları sağlanıyor. Ayrıca eğitimlerde baba adaylarına da hamile tulumu giydirilerek eğilip, kalkma, oturma, ayakkabı bağlama gibi komutlar verilerek eşlerini anlamaları sağlanıyor.

    “Eğitimlerimiz doğumdan sonra bitmiyor”
    Çukurova Sağlıklı Hayat Merkezi’nde bulunan Gebe Bilgilendirme Sınıfı Sorumlusu Ebe Türkan Şeker, İhlas Haber Ajansı’na konuştu. Şeker, “Eğitimlerimiz 3 seanstan oluşuyor. 3 saatlik seanslar halinde her gebe buradan 9 saat eğitim alıyor. Bu eğitimi bitiren gebelerimize katılım belgesi veriyoruz ve bu da onlar için güzel bir hatıra olarak kalıyor. Eğitimlerimizden sonra gebelerimizi arıyoruz, doğumdan sonra da bizden destek talebinde bulunabiliyorlar. İlerleyen zamanlarda da ek gıdaya geçiş, sütten kesme gibi danışanlarımıza eğitimlerimiz devam ediyor” dedi.

    “Çift olarak katılım sağlamak önemli”
    Anne adaylarına eğitimlere çift olarak katılmalarını tavsiye ettiklerini anlatan Ebe Şeker, “Böylelikle daha sağlıklı bir süreç geçirmiş oluyorlar. Biz burada o başlangıcı sağlıklı bir şekilde geçirmelerini sağlıyoruz. Eğitime katılan babalara da gebelik sürecinde eşinin yaşadığı zorlukları bir nebze de olsun hissetmeleri için kum torbasından oluşan kıyafeti giydiriyoruz. Ayakkabılarını bağlamalarını istiyoruz. Babalara ayrıca doğum sürecinde ne yapmaları gerektiğini anlatıyoruz” ifadelerini kullandı.

    “Tüp bebek yöntemiyle hamile kalıp normal doğum yaptım”
    Tüp bebek yöntemiyle hamile kalan ve merkezde eğitim alıp normal doğum yapan Meltem Kayagil, “Gebe kaldıktan sonra bilgilenmek istedim. Tüp bebek yöntemiyle hamile kaldığım için sadece sezaryen doğum yapabilirim diye düşünürken aldığım eğitimlerle normal doğum yapabileceğimi öğrendim.

    Normal doğum yaptım ve herhangi bir sıkıntı yaşamadım. Doğumdan hemen sonra hayatıma kolay adapte olup, bebeğimi emzirdim. İyi ki normal doğum yaptım. Burada aldığım eğitimlerin çok etkisi oldu” diye konuştu. Merkezde eğitim aldıktan sonra normal doğum yapan Masal Özgümüş isimli anne ise böyle bir hizmetin ücretsiz ve herkese ulaşılabilir olmasının çok güzel bir uygulama olduğunu söyledi.

  • Sahte zeytinyağı satan şahsı yakaladı

    Sahte zeytinyağı satan şahsı yakaladı

    Bilecik’te sokak üzerinde tezgâh açarak sahte zeytinyağı satan şahıs, zabıtaları ekiplerince yakalandı.

    Alınan bilgilere göre, Bilecik Belediyesi Zabıta Müdürlüğü ekipleri, merkez İstasyon Mahallesi’nde, Salim K. isimli bir şahsın ticari aracının arkasında açıkta zeytinyağı ve bal satışı yaptığı ihbarı aldı. Olay yerine gelen ekipler şahsın 5 litresini 800 liraya sattığı merdiven altı sahte zeytinyağı ve ballara el koydu.

    Zabıta Amiri Özgür Özmen, şahıs ile yaptığı sohbet sonrası şok oldu. Şahıs sattığı zeytinyağın içinde palm, pamuk ve kanola yağı karıştırdığını itiraf etti. Şahsa Kabahatler Kanunu’na göre cezai işlem yapılırken, zeytinyağı ve ballar imha edildi. Ekipler, vatandaşları sokak aralarında açıktan satışı yapılan ürünlerden almaması yönünde uyarılarda bulundu. Öte yandan, teneke içinde satılan zeytin yağlardan numune alınarak, analize gönderildi.

     

  • 3 kez kanseri yendi, keçe sanatıyla hayata tutundu

    3 kez kanseri yendi, keçe sanatıyla hayata tutundu

     Adana’da önce lösemiye ardından da tiroit ve meme kanserine yakalanan Havva öğretmen, unutulmaya yüz tutmuş keçe sanatıyla hayata tutundu. Kanserleri atlatan Havva öğretmen, ilk sergisini doktorlarının da katılımıyla açtı.

    51 yaşındaki el sanatları öğretmeni, 2 çocuk annesi Havva Kutun, çocukken lösemiye yakalandı. İlik nakli olan ve lösemiyi atlatan Kutun, 17 sene önce de tiroit kanserine yakalandı. Ailesinin ve doktorlarının desteğiyle zorlu tedaviler gören Kutun, bu kanseri de atlattı.

    Günlük yaşamına devam eden Havva Kutun, 2022 yılında gittiği doktorda meme kanserine yakalandığını öğrendi. Dünyası başına yıkılan Kutun, kemoterapi görmeye başladı. Bu sırada çok sevdiği öğretmenlik mesleğini de asla bırakmayan Havva Kutun, keçe sanatıyla da ilgilenmeye başladı.
    Keçeyi ilmek ilmek işleyen Kutun, yaklaşık 1 sene boyunca onlarca eser yapıp kanseri adeta sanatla yendi.

    Farkındalık ayında sergi açtı
    Kanseri yendikten sonra Havva Kutun, geçtiğimiz gün Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında Seyhan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde eserlerin yer aldığı ‘İlmek İlmek Umut: Küllerinden Yeniden Doğmak’ isimli sergisini açtı. Sergiye Kutun’un meslektaşlarının yanı sıra doktorları da katıldı.

    “Kansere yakalananlar asla umutsuzluğa kapılmasın”
    İhlas Haber Ajansı’na konuşan Havva Kutun, “Ben önce lösemi, sonra tiroit sonra da meme kanserine yakalandım. Bu süreçler çok zorlu geçti. Bazı günler kolumu kaldıracak halim olmuyordu. Ancak keçe sanatıyla tanıştım ve bu sanatla eserler yaptım. Sanatla hayata tutundum adeta. Bugün de sergimi açtım ve çok mutluyum. Ben 3 kere kanseri yendim. Kansere yakalananlar asla umutsuzluğa kapılmasın” dedi.

  • “Meme kanserinde erken tanı hayat kurtarır”

    “Meme kanserinde erken tanı hayat kurtarır”

    Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Mertsoylu, meme kanserinin kadınlarda en sık görülen kanser türü olduğunu belirterek, “Kansere bağlı ölümler arasında ikinci sırada yer almaktadır. Ancak erken tanı ile meme kanserinde tam iyileşme oranı oldukça yüksektir” dedi. Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Mertsoylu, Amerika Birleşik Devletleri ve birçok Avrupa ülkesinde meme kanseri vakalarının yüzde 65’ten fazlasının Evre 1 veya Evre 2’de tespit edildiğini; yalnızca yüzde 5’inin Evre 4 (metastatik) evrede teşhis edildiğini vurgulayarak, “Erken tanı, meme kanserinin başarıyla tedavi edilmesi ve hastaların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi açısından hayati önem taşır. Türkiye’de ise vakaların yüzde 20’si hala metastatik evrede tespit ediliyor. Bu gecikmenin önüne geçmek için düzenli tarama testlerinin önemi büyüktür” ifadelerini kullandı.
    “40 yaşından itibaren iki yılda bir mamografi önerilmektedir”

    Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye genelinde uyguladığı meme kanseri tarama programına göre, tüm kadınlara 40 yaşından itibaren iki yılda bir mamografi önerildiğini dile getiren Prof. Dr. Mertsoylu, “Özellikle aile geçmişinde meme kanseri bulunan ya da BRCA1 veya BRCA2 gibi genetik risk taşıyıcıları olan kadınlar için taramaya daha erken yaşlarda başlanması önemlidir. Bu yüksek risk grubundaki kadınlarda, mamografiyle birlikte meme MR gibi ek görüntüleme yöntemleri de kullanılarak sıkı bir takip yapılması önerilmektedir. Bu, yalnızca hastalığı önceden tespit etmekle kalmaz, aynı zamanda sağ kalımı ve yaşam kalitesini önemli ölçüde artırır” diye konuştu.

    “Metastatik meme kanseri için de umut verici gelişmeler var”
    Mertsoylu, Trastuzumab’ın (meme kanseri ve mide kanserini tedavi etmek için kullanılan bir antikor) 1998 yılında kullanıma girmesiyle, özellikle HER2-pozitif meme kanseri olan hastalarda yaşam süresi ve kalitesinde kayda değer bir artış sağlandığını belirterek, “O günden bu yana birçok yeni hedefe yönelik tedavi geliştirilmiş, metastatik hastalıkta bile yaşam süresi ve kalitesi belirgin şekilde yükselmiştir. Bu tedaviler sayesinde, metastatik meme kanseri ile yaşayan birçok kadın uzun yıllar boyunca aktif bir yaşam sürebilmektedir” dedi.

    Unutmayın, tarama hayat kurtarır”
    Prof. Dr. Hüseyin Mertsoylu, “Meme kanserinin erken teşhisi için kendi kendine muayene yapmayı ihmal etmeyin ve Sağlık Bakanlığı’nın sunduğu düzenli tarama programlarına katılın. Özellikle aile öyküsü veya genetik yatkınlığı olan kadınlar, kendi sağlığını korumak için bu önemli adımları atmalıdır. Meme kanserinde erken tanı, hayat kurtarıcıdır. Bu farkındalık ayında kadınları bilgilendirerek, onların da sağlıklı bir yaşam sürmesine katkıda bulunun” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.

  • Rahim nakliyle dünyaya gelen bebek

    Rahim nakliyle dünyaya gelen bebek

    Türkiye’de ikinci rahim nakliyle dünyaya gelen Özlenen bebek, 2 yaşına Rektör Prof. Dr. Özlenen Özkan ile birlikte girdi.
    Dünyanın ilk kadavradan rahim naklinin yapıldığı Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde ikinci rahim nakli 27 Temmuz 2021’de yapılmıştı. Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan ve Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Özkan başkanlığındaki 40 kişilik ekip, Havva Erdem’e 8,5 saat süren operasyonla kadavradan rahim nakletti.

    Türkiye’de kadavradan ikinci rahim nakli yapılan Havva Erdem, 14 ay sonra doğum yaparak bebeği Özlenen Erdem’i kucağına aldı. Doğumun üzerinden geçen iki yılın ardından Havva Erdem, eşi Şükrü Erdem ve kızları Özlenen, Rektör Prof. Dr. Özlenen Özkan ile bir araya geldi. İkinci yaş pastası kesilen ziyarette Rektör Özkan, Özlenen bebeğe hediyeler verdi.

    “Hayatlarının değiştiğini görmek mutluluk kaynağı”
    Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan, “Yaptığınız her şeyin sonucunun bu olduğunu görmek hakikaten insan için, bir doktor için çok kıymetli. Doktor olmanın en güzel tarafı da bu dokunduğunuz insanların hayatının nasıl değiştirdiğinizi görmek en büyük mutluluk kaynağı. İnsanın bu açıdan doktor oluyor diye düşünüyorum. En azından ben öyleyim” dedi.

    “İnsanlar için bir umut oldu”
    İlk rahim naklini 2011 yılında yaptıklarını söyleyen Rektör Özkan, “Bundan 13 yıl önce bütün dünyanın da ilkiydi aynı zamanda. O süreç biraz uzun bir süreçti bizim için. Çünkü hesaplayamadığımız şeylerle karşılaştık Derya’da ancak 9 yılın sonunda dünyanın ilk rahim nakli bebek sahibi oldu. Ömer Özkan bebeğimiz oldu.

    Bunun sonrasında da akabinde hemen Havva’ya ikinci rahim naklini yaptık. O ilkinde edindiğimiz bilgiler ışığında Havva çok daha şanslıydı. Çok kısa bir süre sonra 14 ay gibi bir zaman sonucunda da Özlenen bebeği kucağına aldı. Her şey gayet iyi gidiyor. Hem Havva için hem Derya için hem de çocuklar için. Ve tabii dünyada bebeği olmayacak olan insanlar için bir umut oldu. Bu anlamda bütün ekip bütün hastalar bunu bekleyenler de var. Hala o açıdan gerçekten çok mutluluk verici” diye konuştu.

    “Yeni nakiller yapmayı planlıyoruz”
    Rahim naklini bekleyen birçok hastanın olduğunu söyleyen Rektör Özkan, “Havva’nın tecrübelerini merak eden adaylar da var, sık sık görüşüyorlar, anlattığı kadarıyla bize de başvurdular zaten. Bu anlamda bekleyen birçok hasta var. Hem yurt içinden hem yurt dışından rahim naklini bekleyen birçok hasta var. Eğer uygun bir zaman olursa onları da yapmayı planlıyoruz. Mevzuat çalışmalarıyla ilgili çalışmalar tamamlandı aslında bundan sonra süreç çok da sanıyorum uzun sürmez. Biz de Sağlık Bakanlığıyla koordinasyonlu gidiyoruz” şeklinde konuştu.

    “Rahim nakliyle dünyam değişti”
    Rahim nakli ile anne olan Havva Erdem, “Benim dünyam değişti. Hayatım değil, dünyam değişti. Her şey Özlenen şu an, başka hiçbir şey yok. 2 yıl o kadar güzel ki, diyorum ya dünyam değişti benim, her şeyim onun üzerine. O uyursa belki birazcık otururum, onun haricinde her şeyim onunla. O gözünü açtıktan sonra başka ikinci düşündüğüm hiçbir şey yok. Gözüme onunla açıp onunla kapatıyorum. Hiçbir şey düşünmüyorum” dedi.

    “Özlenen’den sonra korku başladı”
    Hayatında yaşanan değişimleri anlatan Havva Erdem, “Sadece Özlenen’den önce ben de korku yoktu, şimdi ben de korku başladı. Korkar oldum bilmiyorum, her şeyden tedirginim, ayağa kalsa düşecek mi, kalkacak mı? Her şeyden korkuyorum yani aklımıza gelebilecek dışarıya çıksa evde bile korkuyorum.

    Zaten gözümün önünden ayırmam da ama bilmiyorum acayip bir korku var bende. Eski Havva gitti, korkusuz Havva gitti, şimdi korkulu bir hava geldi, aynen önceden kaybedecek hiçbir şeyim yoktu şu an var ve çok değerli. Rabbime emanet tüm evlatlarımız ve içinde de benim evladım Allah’a emanet. Biz de elimizden geleni yapacağız, onları koruyup yetiştirebilmek için” şeklinde konuştu.

    “Rahim nakli olmak isteyenler iletişim kuruyor”
    Rahim nakli olmak isteyenlerin kendisiyle iletişim kurduklarını söyleyen Erdem, “İletişim kuruyorlar ve tabii ki hepsine yetişmem mümkün değil ama aralarında görüştüğüm tabii ki var 1, 2 kişi özellikle bir kişiyle çok fazla görüşüyorum. Çünkü onda kendimi görüyorum.

    Ben çok çaba sarf ettim Özlenen’e kavuşmak için ve onun çabalarında da kendimi gördüğüm için onunla çok daha fazla görüşüyorum. O da tabii ki bekliyor. Yani tabii ki herkesin bir an önce evladını kucağına almasını isterim ama yani onda kendimi gördüğüm için üçüncünün onun olmasını çok isterim inşallah. Tabii ki rabbim herkesin gönlüne göre versin” dedi.

    “Özlenen Erdem de annelere umut olur inşallah”
    Erdem, “Yani ben çok istiyorum. Yani doktor mu olur ne olur bilmiyorum ilk önce gerçekten eğitimini çok iyi bir şekilde almasını istiyorum ve tabii ki gönlüm benim doktorluktan yana hatta plastik. Hocalarımızın inşallah yolundan gider diye ben çok arzu ediyorum ama tabii ki kendisi büyüdüğünde kendi yolunu kendisi çizecek. Ben elimden geleni yapacağım eğitimi için yani gönlüm benim o yönde ama kendisi de inşallah vefalı olur izinden gider ve bizim gibi bekleyenlere, bekleyen annelere inşallah benim kızım da umut olur” ifadelerini kullandı.

  • “Diyetler, ani kalp krizine neden olmaz”

    “Diyetler, ani kalp krizine neden olmaz”

    Kardiyoloji Uzmanı Dr. Zeki Doğan, sakıncalı diyetlerin sadece kalbi değil tüm vücudu olumsuz etkilediğini belirtirken, ani kalp krizlerine ise neden olmayacağını söyledi. Dr. Doğan, zayıflama iğnelerinin kalp sağlığı açısından faydalı olduğunu ifade etti.
    Hızlı kilo vermek için uygulanan ketojenik diyet, su diyeti, şok diyeti, aralıklı oruç gibi bazı diyetler, tartışma konusu haline geldi. Uzmanlar bu tür diyetlere karşı uyarılarda bulunurken Atlas Üniversitesi’nden Kardiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Zeki Doğan, diyetlerin kalp sağlığı üzerindeki etkisine ilişkin önemli noktalara değindi.

    Tekdüze diyetlerden kaçının

    Tekdüze diyetlerin sadece kalp değil, vücut sağlığı açısından da sakıncalı olduğunu belirten Doğan, şu ifadeleri kullandı:
    “Tekdüze diyet dediğimiz gruba giren aralıklı oruç, ketojenik diyetler, su diyetleri veya şok diyetler, genel anlamda aynı kategoride. Ketojenik diyette protein ağırlıklı beslenen kişilerde bu sefer protein fazlalığı nedeniyle sakıncalar olabilir. Mesela safra kesesinde taş oluşabilir, ürik asit artar, gut olur. Gutun olması zaten kardiyovasküler risk faktörlerinden bir tanesi. Bu durumda kalp krizi riskini de beraberinde getirebilir. Yapılan diyetlerin ılımlı, sporla bütünleştirilerek yapılması lazım. Çok hızlı kilo verip sağlığınızdan olmaktansa yavaş yavaş verip daha sakin, daha kabul edilebilir bir tarzda diyet yapılmasını kardiyolojik açıdan tercih ederiz.”

    “Kalp kasları diyetle zayıflamaz”

    Diyet sonucu kalp kaslarının zayıfladığına dair yaygın bir düşüncenin olduğunu belirten Dr. Öğretim Üyesi Zeki Doğan, “Diyetlerle beraber kalp kasının zayıflaması gibi bir şey olmaz. Diyet, su diyeti ya da şok diyeti gibi diyetlerle yağlar dışında kaslardan da kaybedildiği ve kalp de kastan oluştuğu için o da zayıf düşer gibi bir algı var. Böyle bir şey olmaz. Kalp kası en son etkilenecek organdır. Kalp krizi, yıllar içinde biriken zararların ortaya çıkardığı bir süreçtir. Kalp krizinin öncesi vardır, bir anda olmaz. Kolesterol, sigara, hipertansiyon, diyabet, stres gibi faktörlerin aylar yıllar içerisinde yaptığı birikim sonucunda kalp damarında plak oluşur. Herhangi bir tetikleyici faktörle damardaki darlığın tamamen dolması neticesinde kalp krizi olur. Zaman içerisinde oluşan bir şeyi kısa bir süre içinde aniden olmuş gibi gösterme konforu doğru bir yaklaşım değil” dedi.

    “Yanlış diyet, kalp ritmini bozabilir”

    Diyetlerin fizyolojik olmak zorunda olduğunu hatırlatan Dr. Doğan, “Diyetle birlikte spor mutlaka yapılmalı. Her şeyden yemeliyiz ama az az yemeliyiz. Karbonhidratlardan, şekerden, hamur işlerinden, kızartmalardan uzak kalmak daha doğru olur. Proteini, sebzesi, meyvesi beslenme listesinde olmalı. Bu besinlerin tamamen yok sayıldığı diyet türlerine karşıyız. Sağlık açısından bu tür diyetlerin hiçbir faydası yoktur. Bunların tamamının sağlığa zararlı olduğu çok net. Uzun süre kötü diyetler yaparsanız elektrolit dengesizliği olabilir. Elektrolit dengesizliği kalp ritim bozukluklarının bir tetikleyicisi olabilir” diye konuştu.

    “Zayıflama iğneleri doktor tavsiyesiyle kullanılmalı”

    Zayıflama iğneleri ve ilaçlarla ilgili de önemli bilgiler veren Dr. Doğan, “FDA (Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi) ve Sağlık Bakanlığı onaylı zayıflama iğnelerini biz de gereken hastalarımızda kullanıyoruz. Bu ilaçların kalp krizinden ölümü azaltmak, kalp hastalıklarına yakalanma riskini azaltmak gibi olumlu özellikleri var. Bunlarla ilgili bizim bir şüphemiz yok. Bunların kullanımının doktor kontrolü ve tavsiyesinde olması gerekiyor. Kişi bunu bir yerden temin edip aklına gelen bir dozu kendine uygulaması asla kabul edilebilir bir şey değil” dedi.
    En başta kalp sağlığı için obeziteyle savaşmanın önemini vurgulayan Dr. Zeki Doğan, bu durumun istismar alanına çevrilmemesi gerektiğini belirterek sakıncalı diyetlerden uzak durulması konusunda uyarıda bulundu.

  • “Tamamlayıcı besine erken geçilmesi birçok hastalık oluşturabilir”

    “Tamamlayıcı besine erken geçilmesi birçok hastalık oluşturabilir”

    “Ülkemizde yapılan çalışmalar şunu göstermiş; 2’nci aydan itibaren tamamlayıcı besin dediğimiz, vücudunun sindiremeyeceği, bebeğin böbreklerinin atamayacağı maddelerin verilmesi o bebeklerin hem büyümesinin geri kalmasına hem de pek çok alerjik hastalığın ortaya çıkmasına neden oluyor. Anne sütü aslında bir bebeğin ilk aşısı, ilk 1 saat içinde bebeğin emzirilmesi ve bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmesi, 6’ncı aydan sonra tamamlayıcı besinlere başlanarak 2 yaşına kadar en az anne sütüyle beslenmesine devam etmeli” dedi.
    Yeni doğan bebeğin beslenmesinin temeli olan anne sütü hem anne hem de bebek açısından büyük kazanımlar sağlıyor. Uzmanlar, anne sütünün anne ile bebeğin duygusal bağını sağlaması, birçok hastalığa karşı koruyuculuğun yanı sıra besin alerjisi, egzama ve astım riskini azalttığını, bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için çok önemli olduğunu sıklıkla vurguluyor. Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Yeni Doğan Kliniği Sorumlusu Prof. Dr. Merih Çetinkaya da anne sütü kullanımı, tamamlayıcı beslenme gibi birçok konuya ilişkin bilgi verdi. Bebeğin ilk 6 ay yalnızca anne sütü ile beslenmesinin önemine dikkat çeken Prof. Dr. Çetinkaya, anneler ve anne adaylarına önemli uyarılarda bulundu.

    “İlk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmeli”

    Anne sütünün yerini hiçbir ürünün tutamayacağını söyleyen Yeni Doğan Uzmanı Prof. Dr. Merih Çetinkaya, “Daha bebekleri doğar doğmaz ilk 1 saat içinde anneyle bebeğin bir ara gelerek bebeğin emzirilmesinin sağlanması ve bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmesi, 6’ncı aydan sonra tamamlayıcı besinlere başlanarak da 2 yaşına kadar en az anne sütüyle beslenme devam etmeli. Anne sütü aslında bir bebeğin ilk aşısı, içindeki antikorlarla beraber bebeğin pek çok enfeksiyonlara karşı korunmasını sağlıyor. Aynı zamanda içeriğinde çok farklı bileşenleri var, bunlar bebeğin uygun şekilde büyümesini sağlamakla beraber bebeğin beyin fonksiyonlarının gelişimini, gelecek dönemdeki pek çok hastalığa karşı da korunmasını sağlayan en önemli besin maddesi olarak özetleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

    “Erken başlanan her tamamlayıcı beslenme pek çok alerjik hastalık yapabilir

    Çalışan annelerin kimi zaman bebeklerine yeterli zaman ayıramama konusunun dünyada da sık konuşulan bir konu olduğunu aktaran Prof. Dr. Merih Çetinkaya, “Emzirme eşitsizliği olarak tanımlanıyor. Özellikle çalışan annelerin bebeklerine yeterince vakit ayıramaması, yeterli izinlerinin olmaması ya da çalıştıkları yerlerde emzirmeyi yapabilecekleri, sütleri sağabilecekleri alanların olmaması gibi konuların nasıl geliştirileceğiyle ilgili çalışmalar devam ediyor. Ülkemiz zaten bakanlıklarımız düzeyinde de çalışan anneleri desteklemeye devam ediyor. Emzirmeye mutlaka 6 ay devam etmelerini öneriyorum. Bir bebeğin anne sütüyle beslenirken su bile verilmesine gerek yoktur çünkü anne sütünün içeriği, içeriğindeki besin ve diğer bileşenleriyle beraber o çocuğun büyümesi için yeterlidir. Bebeğin büyümesi uygun hızda devam ediyorsa anne sütünün 6’ncı aya kadar tek başına verilmesi son derece önemlidir. Daha önce verecek olursanız bebeğin bağırsakları ve sindirim sistemi bu gıdalara tam olarak hazır olmadığı, sindiremeyeceği için erken dönemde başlandığı takdirde hastalıklara özellikle alerjik reaksiyonlara yol açabilme ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim. Ülkemizde yapılan çalışmalar şunu göstermiş; anneler aslında 16 aya kadar emzirmeye devam ediyorlar ancak 2’nci aydan itibaren de tamamlayıcı besin dediğimiz, o bebeğin vücudunun sindiremeyeceği, böbrekleri tarafından atılamayacak maddelerin verilmesi o bebeklerin hem büyümesinin geri kalmasına aynı zamanda pek çok alerjik hastalığın ortaya çıkmasına neden oluyor. 6’ncı aydan itibaren de bebeğin büyümesi için yeterli olmadığını biliyoruz, onun için tamamlayıcı beslenmeye 6’ncı ayda başlayalım diyoruz. Anne sütünün içeriğine güvenmelerini istiyoruz. Anne sütünün içeriği bir bebeğin büyümesini sağlayacak şekilde organize edilmiş durumda, verdikleri ek besinlerle bunları karşılayamayacaklarını bilmeleri son derece önemli. Erken başlanan her tamamlayıcı beslenmenin pek çok alerjik hastalık başta olmak üzere bebeğe yan etki yapabileceğini, bağırsaklarının ve böbreklerinin, diğer organ sistemlerinin bunların sindirilmesi ve atılması için yeterli olmadığını bir kez daha hatırlatmak istiyorum” şeklinde konuştu.

    “Çok yüksek oranlara çıkan sezaryen mutlaka azaltılmalı”

    Türkiye’de sezaryen oranlarının yüksekliğine dikkat çeken Prof. Dr. Çetinkaya, bu oranların azaltılmasının gerekliliğine dikkat çekti. Anne ve anne adayların doğum ve anne sütü konusunda bilinçlendirilmesinin önemine vurgu yapan Çetinkaya, “Ülkemizde çok yüksek oranlara çıkan sezaryen oranlarının mutlaka azaltılması gerekiyor çünkü sezaryenle doğan bebeklerde annenin sütü en az 24 saat gelmeyebiliyor. İlk 1 saatte emzirilmeye başlanmasıyla 24 saatten sonra emzirilmeye başlanması arasında da bağırsak mikrobiyotasının gelişiminde ve uzun dönem hastalıklar açısından son derece riskli olduğunu söyleyebiliyoruz Tamamlayıcı beslenmeye geçtiğiniz zaman öncelikle uygun zamanda başlamanız gerekiyor. 6’ncı ayı geçtikten sonra tek bir besin maddesiyle başlamanız onu yavaş yavaş artırıp tolere ettikçe de sindirilebileceği diğer besin maddelerine başlayarak bu olayı artırmanız en önemli kritik nokta. Genellikle ilk başlarda bir sebze çorbası, mevsiminde uygun bir meyve, evde yapılmış bir yoğurt ile başlanmasını, çok az miktarlarda başlanıp günlük olarak belirli bir miktara kadar artırılmasını mutlaka ondan sonra ikinci bir besine geçilmesini istiyoruz. Taramalar bugün dünyanın birçok ülkesinde o ülkelerde görülen hastalıklara ve tedavi seçeneklerine göre tarama şeklinin belirlendiği özel sağlık bakanlıkları tarafından geliştirilmiş tarama programları. Belirli hastalıkların daha bulgu vermeden tespit edilmesi sonrasında tanı kesinleştirildikten sonra ona yönelik müdahalenin yapılmasını öneriyor. Belli hastalıkları tarıyoruz ve bu hastalıkların en önemli özelliği bunların hemen yeni doğan döneminde bulgu vermeyecek olmaları ancak bulgu verdikleri dönemde sürecin ilerlemiş olacağı, özellikle de santral sinir sistemi ve beyin gelişimine olumsuz etkileri olmasından dolayı çok önem veriyoruz. Anne sütüne benzeyebilen ve anne sütünü taklit edebilen hiçbir ürün yok, her annenin kendi bebeği için üretmiş olduğu, en özel hediyesi ve emzirilmek ve anne sütüyle beslenmek de her bebeğin aslında bir yaşam hakkı” dedi.

  • Nilüfer’de Sağlık Buluşmaları

    Nilüfer’de Sağlık Buluşmaları

    Nilüfer Belediyesi, toplumda sağlık bilincini artırmak amacıyla düzenlediği Sağlık Buluşmaları’nda bu yılın ilk etkinliği Acıbadem Bursa Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Prof. Dr. Hakan Seçkin’in katılımıyla düzenlendi. Vatandaşların yoğun ilgi gösterdiği konferansta, bel ağrısı ve bel fıtığı konularındaki doğru bilinen yanlışlar ve modern tedavi yöntemleri konuşuldu.

    Bel ağrısı ve bel fıtığının sıklıkla karıştırılan rahatsızlıklar olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Hakan Seçkin, bel ağrısının toplumun yüzde 80’inde görüldüğünü ve doktor başvurularının başlıca nedeni olduğunu söyledi.

    Bel ağrılarının genelde 2-6 hafta içinde geçtiğini, bazılarının ise kronikleşebildiğini kaydeden Prof. Dr. Seçkin, kas zorlanması ve yanlış ağırlık kaldırma gibi nedenlerin bel ağrısına yol açtığını vurguladı. Seçkin, doğru ağırlık kaldırma tekniğinin çömelerek olduğunu belirtti.

    Prof. Dr. Seçkin, yaşlılık ve hareketsizliğin de bel ağrısına neden olabileceğini belirterek, bel fıtığının en ciddi bel ağrısı sebebi olduğunun altını çizdi. Seçkin bel fıtığına işaret eden ciddi belirtileri; 6 haftayı aşan bel ve bacak ağrısı, bacaklarda güç kaybı, kısa yürüyüşlerde bile uyuşukluk ve yorgunluk olarak sıraladı. Prof. Dr. Hakan Seçkin, bu gibi durumlarda uzman bir doktora başvurulmasını tavsiye etti.,

  • Okullarla birlikte sağlık sorunları da başladı

    Okullarla birlikte sağlık sorunları da başladı

    Okulların açılması ile birlikte çocukların kapalı ve kalabalık ortamlarda daha fazla zaman geçirdiğini belirten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Cansu Yılmaz, hijyenin ve aşılamanın çok önemli olduğunu söyledi.

    Okulların açılmasıyla hastalıkların artma ihtimalinin arttığını belirten Dr. Cansu Yılmaz, çocuklarda sık görülen hastalıkları ve bu hastalıklardan korunma yollarını anlattı. Soğuk havaların giderek arttığı sonbahar mevsiminde çocukların daha sık hastalandığına dikkat çeken Yılmaz, “Çocuklarda sık görülen hastalıklar, akut solunum yolu enfeksiyonları, soğuk algınlığı, grip, orta kulak yolu enfeksiyonu, dış kulak yolu enfeksiyonu, sinüzit, farenjit, larenjit, bronşit, krup, zatüre, rotavirus ishalleri, el ayak ağız hastalığı, idrar yolu enfeksiyonlarıdır. Okullarda en sık görülen bulaşıcı hastalıklar, döküntülü çocukluk çağı hastalıkları, grip, nadiren de olsa menenjit, hepatit A (sarılık) ve paraziter enfeksiyonlardır. Okul çağında sık gördüğümüz enfeksiyonlardan korunmak için, tüm aşıları yaptırmak, el yıkamak, yeterli ve düzenli beslenmek, sıvı tüketmek, uyku saatlerine dikkat etmek, mevsime uygun kıyafetler giymek, düzenli spor yapmak gerekir. Özellikle aileler ve öğretmenler hijyene çok dikkat etmelidir” dedi.

    “Hasta olan çocuğu okula göndermeyin”

    Döküntülü çocuk çağı hastalıklarından kızamık, kızamıkçık, kabakulak, su çiçeği gibi hastalıklarda aşı ile korunmanın mümkün olduğunu ifade eden Yılmaz, “Bulaşıcı döküntülü çocukluk çağı hastalıkları geçiren çocuğun okula gönderilmemesi gerekir. En sık okul döneminde nezle, grip görülmekte ve öksürük, ateş, halsizlik ile seyreder. Grip aşısı 6. aydan itibaren yapılmaktadır. Dışkı ile kirlenmiş yiyeceklerin ağız yolu ile alınması sonrası hepatit A (sarılık) bulaşabilir. Aşılama ve gıdaların yıkanarak yenmesi ile korunmak mümkündür” şeklinde konuştu.

  • Sahte bal sağlığı olumsuz etkiliyor

    Sahte bal sağlığı olumsuz etkiliyor

    Gezgin arıcıların en çok tercih ettiği iller arasında yer alan Yozgat, birçok arıcıya ev sahipliği yapıyor. Yüzlere endemik bitki türü ve zengin çiçek florasına sahip Bozok Yaylası’nda gezginci arıcılar, kaliteli bal üretebilmek için mesai harcıyor. Özellikle Ordu ve Samsun gibi Karadeniz illerinden Yozgat’a gelen gezgin arıcılar, bal sağımını tamamlayıp emeklerinin karşılığını alabilmek adına çaba gösteriyor. Ancak tonlarca organik bal üreten gezgin arıcılar, son günlerde merdiven altında üretilen sahte ballar nedeniyle ürünlerini pazarlamada sıkıntı yaşıyor. Ucuz olduğu için tercih edilen ancak insan sağlığına faydası olmadığı gibi zararı da dokunan sahte ballar, arıcıların emeklerinin de boşa gitmesine neden oluyor. Yozgat’ta üretim yapan gezgin arıcılar da bu durumun arıcılık sektörünü bitirdiğini ifade ederek gelecek yıl bal üretimi yapamayacaklarını ifade ediyor.

    “Organik balın değerini bilen yok”
    Yozgat’a Ordu’nun Kumru ilçesinden gelen ve yaklaşık 40 yıldır Bozok Yaylası’nda organik bal üreten 57 yaşındaki Selim Alpaydın, piyasada üretilen ucuz ve sahte ballarla insan sağlığının tehlikeye atıldığını iddia etti. Alpaydın, “Ben Orduluyum, 35-40 yıldır gezginci arıcılık yapmaktayım. Maalesef gezginci arıcılığı bitiren bazı nedenler oldu. Balımızın hasadını yaptık ama bal elimizde kaldı çünkü vatandaşa sahte, yapay balı ucuz ucuz satıyorlar. Merdiven altı bal dediğimiz bu zehri bal diye üretiyorlar. Onların yüzden gezginci ve Türkiye’deki arıcılık bitirme noktasına geldi. Ne kadar organik bal yaparsak da yapalım biz bu işin altından çıkamıyoruz. Televizyonlarda vatandaşlar sahte bal siparişi veriyor, evlerine kanserojen madde içeren zehirler geliyor. Bu balı ucuz veriyorlar, biz de organik balı ucuz veriyoruz ama organik balın maalesef değerini bilen yok.” dedi.

    “Vatandaşa bal yerine zehir satıyorlar”
    Sahte balların insan sağlığını olumsuz etkilediğini de aktaran Alpaydın, “Bu sahte balları şeker fabrikası atıklarından, mısır şurubu dediğimiz baklava şerbeti tarzındaki maddelerden yapıyorlar ve vatandaşa zehir satıyorlar, vatandaşı kanser yapıyorlar. Üretim işleri çok zorlaştı, masraflarımız arttı, eleman sıkıntısı çekiyoruz. Gençler bu işlere heveslenmiyor. Önceden herkes bu işi yapardı ama şu an da bu işin sonu yok diyorlar. Böylece arıcılığında sonu gelmiş oluyor. Arıcılık yok olursa dünyanın sonunu bilim adamları anlatıyor zaten. Arıcılık Türkiye’de bitti, lütfen yetkililerimiz bu işe el atsın. Ürünümüz iyi çıkıyor ama bu sahte balcılar, merdiven altı balcılar maalesef bu işi bitirdi. Ben bu işi isteyerek yaptım, memurluğu bıraktım, severek yapıyordum ama bende tükendim artık. büyük bir ihtimal bu sene son olacak ben de üretim yapmayacağım. Benim gibi düşünen Ordulu birçok arkadaşım var ve bu işi bırakmaya karar verdiler. Masrafların altından kalkamıyoruz, balımızı değerinde satamıyoruz.” şeklinde konuştu.