Etiket: Sağlık

  • ‘1-7 Ekim Emzirme Haftası’

    ‘1-7 Ekim Emzirme Haftası’

    Eskişehir İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Uğur Bilge “1-7 Ekim Emzirme Haftası” nedeniyle basın açıklaması yayımladı. “Bütün bebekler ve çocuklar sağlıklı olmak, sağlığını korumak için yeterince beslenme hakkına sahiptir” diyerek açıklamasına başlayan Bilge, “Emzirme ise bebeklere ve çocuklara bu hakkı sağlayan en ideal yöntemdir. Sağlıklı bir büyümeye giden yolda atılması gereken ilk adım anne sütü ile emzirmenin korunması, desteklenmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü, bebeklerin ilk 6 ayda sadece anne sütü ile beslenmesini sağlıklı yaşam için şart koşmakta ve her yıl ekim ayının ilk haftasını “Dünya Emzirme Haftası” olarak kutlamaktadır. Son yıllarda Sağlık Bakanlığı’nın çalışmaları ve bütün sağlık personelinin çabalarıyla ülkemizde ilk 6 ay sadece anne sütü verme ve emzirme oranları giderek artmaktadır” dedi.

    “Bebeği enfeksiyonlardan korur”
    Anne sütünün önemi hakkında da konuşan Prof. Dr. Uğur Bilge şöyle devam etti;

    “Yeni doğan bir bebeğin ilk 6 ay ihtiyacı olan her besini tek başına sağlayabilen en doğal, en taze, en ekonomik besin olma özelliğine sahiptir. Bebekler 6.aydan sonra da ek besinlerle beraber 2 yaş ve üzerine kadar emzirilmeye devam edilmelidir. Özellikle yaşamın ilk altı ayında beslenmenin sadece anne sütü ile gerçekleşmesi, anne ile bebeğin sağlığı üzerinde çok özel biyolojik ve duygusal bir etkiye sahiptir. Anne sütü, bebeğin ilk 6 ay ihtiyacı olan protein, yağ, vitamin gibi her türlü besin değerini içeren ideal besin kaynağıdır. İçindeki koruyucu maddeler nedeniyle bebeği enfeksiyonlardan korur. Anne sütü ve doğumdan sonra gelen kolostrum (ağız sütü) bebeğin ilk aşısı niteliğinde olup, yüksek protein ve vitamin içeriği ile bebeğin beslenmesini sağlayarak ishal, soğuk algınlığı, öksürük gibi hastalıklara karşı korur. Anne sütü ile beslenen çocuklarda “aşırı şişmanlık, şeker hastalığı, damar sertliği, koroner kalp hastalıkları, hipertansiyon, bronşit, ishal, astım, alerji ve psikolojik rahatsızlıklar” daha az görülür. Anne sütü alan bebeklerde kanser görülme oranının daha düşük olduğu bilinmektedir. Emzirilen bebeklerde pişik, karın ağrısı ve kabızlık daha az oluşmaktadır. Nedensiz bebek ölümlerini azaltır. Emzirme, annelerde doğum sonu kanamalarını azaltır. Meme kanseri, rahim kanseri, yumurtalık kanseri gibi kanserlerden kısmen korur. Anneler doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrasında hem aileleri ve toplum tarafından hem de sağlık sistemi tarafından desteklenmelidir. Bu nedenle amacımız emzirmenin korunması, özendirilmesi, desteklenmesi ve yapay beslenmenin çocuk sağlığı üzerine olumsuz etkilerinin halkımıza duyurulması ve annelerimizin bilinçlenmesine katkıda bulunmaktır.”

    “Bebekler hayata anne sütü ile başlayıp sağlıkla devam etsin”

    1-7 Ekim Emzirme Haftası’nın öneminden de bahseden İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Uğur Bilge, “Emzirme konusunda farkındalık yaratmak için ülkemizde her yıl 1-7 Ekim Emzirme Haftası olarak kutlanmaktadır. Söz konusu hafta içinde tüm Türkiye’de konunun öneminin vurgulanması, toplumsal farkındalık oluşturulması amacıyla çeşitli aktiviteler ve eğitimler planlanıp uygulanmaktadır. Ayrıca İlimizde hizmet veren Eskişehir Şehir Hastanesi, Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık, Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Bebek Dostu Hastane olup hastanelerimizde Emzirme ve Laktasyon Poliklinikleri ile hizmet vermektedir. Hastanelerimizde ayrıca anne ve bebekler için emzirme odaları bulunmaktadır. Emzirme Haftası kapsamında hastanelerimiz ile birlikte İlçe sağlık müdürlükleri, toplum sağlığı merkezleri, aile hekimlikleri ile sağlıklı hayat merkezlerinde farkındalık yaratmak amacıyla aktivitelerde bulunulmuştur. 4 Ekim 2023 tarihinde İl Sağlık Müdürlüğü ek hizmet binası önünde kurulan stand ile Halk Sağlığı Başkanlığı ÇEKÜS Birimi tarafından farkındalık yaratılmaya çalışılmıştır. Bebekler hayata anne sütü ile başlayıp sağlıkla devam etsin” diye konuştu.

  • “Obezite cerrahisi son tedavi seçeneği”

    “Obezite cerrahisi son tedavi seçeneği”

    Obezitenin genel olarak “bedende aşırı yağ birikmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan birtakım metabolik ve fizyolojik rahatsızlıklardan oluşan kronik bir rahatsızlık” olduğunu ifade eden Genel Cerrah Doç. Dr. Orçun Yalav, obezitenin günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer aldığını söyledi.

    “Türkiye’de obezite oranı Avrupa’dan daha yüksek”

    2030 yılında tahmini obez hasta sayısının 1 milyar kişiye olacağının öngörüldüğünü belirten Dr. Yalav, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesel Ofisi’nin, 2022 yılı verilerine göre Avrupa’da ortalama obezite yaygınlığı yüzde 58,7 iken Türkiye’de bu oranın yüzde 66,8 ile daha yüksek olduğu bilgisini verdi.

    Dr. Yalav, önlenebilir ölüm nedenleri sıralamasında sigaradan sonra 2. sırada yer alan obezite hastalığının oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin yüzde 25-40 oranında rol oynadığını; geri kalan kısımda ise dengesiz beslenme, yetersiz fiziksel aktivite ve sedanter yani hareketsiz yaşamının etkili olduğunu ifade etti. Dünya Sağlık Örgütü’nün, obezite oranlarının beden kitle indeksine göre yani vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle (kg/m) hesaplandığını; bu hesaplamaya göre BKİ 30 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerin obez, BKİ 40 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerin ise oluşan sonuçlar ile ölümcül olabilen yani morbid obez olarak kabul edildiğini dile getirdi.

    “Kanserden felce pek çok hastalığa yol açıyor”

    Obezitenin sadece aşırı kilo alımı ve buna bağlı olarak fiziksel hareket kısıtlılığı olarak kabul edilemeyeceğine dikkat çeken Dr. Yalav, obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarını “İnsülin direnci – hiperinsülinemi, tip 2 diabetes mellitus (şeker hastalığı), hipertansiyon (yüksek tansiyon), koroner arter hastalığı, hiperlipidemi – hipertrigliseridemi (kan yağlarının yükselmesi), metabolik sendrom, safra kesesi hastalıkları, bazı kanser türleri (kadınlarda safra kesesi, endometriyum, yumurtalık ve meme kanserleri, erkeklerde ise kolon ve prostat kanserleri) osteoartrit, felç, uyku apnesi, karaciğer yağlanması, astım, solunum zorluğu, gebelik komplikasyonları, menstruasyon düzensizlikleri, aşırı kıllanma, ameliyat risklerinin artması, ruhsal sorunlar (tıkınırcasına yeme şeklinde çevrilebilecek ‘binge eating’, gece yeme veya bir şeyi daha fazla yiyerek psikolojik tatmin sağlamaya çalışma), toplumsal uyumsuzluklar, kas-iskelet sistemi problemleri” şeklinde sıraladı.

    “Obezite ameliyatı için vücut kitle indeksi en az 30 olmalı”

    “Obezite ameliyatı bir estetik ameliyat gibi düşünülmemelidir. Sadece gerekli olduğu sürece yapılan cerrahi bir operasyonlardır” diyen Doç. Dr. Yalav, güncel veriler ışığında bazı prosedürlerin yerine getirilmesi şartı ile cerrahi yöntem uygulanacak kişilerde şu kriterlere bakıldığını söyledi:

    “Vücut kitle indeksi 40 ve üzerinde olanlar; vücut kitle indeksi 35-40 arası olanlar ile buna ek olarak hipertansiyonu, tip 2 diyabeti, uyku apnesi, kalp rahatsızlığı, trigliserit yüksekliği, karaciğer yağlanması, hipoventilasyon sendromu gibi rahatsızlığı bulunanlar; vücut kitle indeksi, 30-35 arasında olanlar, medikal şekilde uygulanacak tedavilerle beraber, kan şekeri kontrol altında tutulamayan, tip2 diyabet hastaları.”

    Obezite ameliyatlarının alanında uzman hekimler tarafından gerçekleştirildiğinde sorunsuz bir şekilde uygulandığına ancak bunun ciddi bir ameliyat olduğuna ve bazı riskler taşıdığına işaret eden Dr. Yalav, “Obezite ameliyatı öncesinde kişiler mutlaka ameliyatsız yöntemler ile kilo vermeyi denemeli ve bunun için profesyonel bir destek almalıdır. Obezite cerrahisi başvurulması gereken son tedavi seçeneği olmalıdır” dedi.

  • “Anne sütü kişiye özeldir”

    “Anne sütü kişiye özeldir”

    Anne sütünün bir annenin bebeğine verebileceği en sağlıklı, en güvenilir, en kaliteli ve en ucuz besin kaynağı olduğunu belirten  Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Onur Yılmaz, ilk 6 ay bebeklere sadece anne sütü verilmesini tavsiye ederek, “Her annenin sütü kendi bebeğine özgü olarak üretilir. Şeker ihtiyacı olan bir bebekte karbonhidratı daha fazla olan bir süt üretilirken, kilo alması gereken bir bebekte ise daha yağlı bir süt üretilir. Bu yüzden ilk 6 ay sadece anne sütü yeterli” ifadelerini kullandı.

    “Bağışıklık sistemini güçlendirir”

    Yenidoğanların midesinin çok küçük, bir misket tanesi kadar olduğunu söyleyen Dr. Onur Yılmaz, “Doğumla birlikte annenin vücudu, yeni doğan bebeğe özel olarak kolostrum denilen ‘ağız sütü’ üretir. Bu süt daha sarımsı renkte, daha koyu kıvamda, protein ve bağışıklık koruyuculuğu açısından yüksek olan bir besin kaynağıdır. Daha sonra süt artarak, beyazlaşır ve normal anne sütüne dönüşür” diye konuştu.

    Anne sütünde yağ asitleri, karbonhidratlar ve proteinlerin özel olarak üretildiğini ve bunların çocuğun büyüme ve gelişiminde, sinir sistemi gelişiminde ve IQ’nun artmasında çok önemli rolü olduğunu vurgulayan Dr. Onur Yılmaz, ayrıca anne sütünün bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ifade etti.

    Anne sütünde bulunan demir ve çinko gibi minerallerin, bebeğin bağırsaklarından daha kolay emilerek büyüme ve gelişmeye daha fazla katkıda bulunduğunu belirten Dr. Onur Yılmaz, “Anne sütündeki yağlar, proteinler ve şekerler çok yüksek miktarda olmasına rağmen anne sütünün sindirimi daha kolaydır. Bağırsaklardan daha kolay emilir ve böbreklere yük getirmez. Bu da iyi bir besin kaynağı olduğunu bize gösterir. Bunlarla beraber postpilorik ve probiyotikler de bağışıklık sisteminin korumasına faydalı olur” dedi.

    “Emziren anneler iyi beslenmeli ve bol su içmeli”

    Emzirme sürecindeki psikolojik faktörlere de değinen Dr. Onur Yılmaz, eşlerin anneye olan ilgisinin anne sütünü artıran bir sebep olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:

    “Anne sütünü artırmak için öncelikle annemizin özgüveninin yerinde olması gerekir. Bunun için doğum öncesi eğitimler çok önemlidir. Bunlarla birlikte annemizin hayata olumlu bakması, psikolojisinin iyi olması ve eşinin de anneyle ilgili olması anne sütünü artıran etkenlerdendir. Annemizin iyi beslenmesi, özellikle öğünlerini atlamaması, kaliteli beslenmesi daha çok protein ağırlıklı beslenmesi anne sütünü artırır. Anne sütü artırıcı besinler vardır. Bu besinlerden birincisi sudur. Bir annemiz günlük 3 litreye kadar su içmelidir. Sonrasında sarımsak, havuç, yulaf ve tahin bunlarda yine anne sütünü artıran besinlerdendir. Dereotu, çemen tohumu ve rezene bunlarda sık kullanılan süt artırıcı besinlerdir. Fakat bu besinlerin de sütü artırsın diye rastgele ve çok miktarda alınmaması gerekir. Bu konuda mutlaka bir uzmana başvurmalı ve neyi, ne zaman yenmesi ve içilmesi gerektiği konusunda bilgi alınmalıdır.”

    Anneye de bebeğe de çok yararlı

    Uzun süre anne sütü alan bebeklerde üst ve alt solunum yolu enfeksiyonu, kulak enfeksiyonları, diyabet, astım, lösemi ve lenfoma görülme sıklığının çok azaldığını belirten Dr. Onur Yılmaz, anne sütünün anneye de çok faydası olduğunu, emziren annelerin kemik erimesine daha az maruz kaldığını, meme kanseri gibi kanserlerden daha çok korunduklarını ve doğum sonrası komplikasyon riskinin azaldığını dile getirdi.

  • 8 dakikada kalp damar tıkanıklığı taraması

    8 dakikada kalp damar tıkanıklığı taraması

    Öncü verilerin tedavide ellerini güçlendirdiğine dikkat çeken ve Türkiye yeni kullanılmaya başlanılan Cardisiografi yönetimi hakkında bilgi veren Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Yüksel Çiçek, uzun yıllardır kullanılan elektrokardiyografi (EKG), efor testi, sintigrafi, stres ekokardiyografi, çok kesitli bilgisayarlı tomografi gibi testlerde yapılan tetkik çeşidine göre bazı olumsuzluklar ve riskler içerdiğini ifade etti.

    Türkiye’de henüz 3 ay önce birkaç büyük merkezde kullanılmaya başlanan yapay zeka destekli Cardisiografi yönetimi hakkında bilgi veren Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Yüksel Çiçek, şöyle konuştu;

    “Koroner arter hastalığı yani kalp damar tıkanıklıkları tüm dünyada, en sık görülen ölüm sebeplerinin başında gelmektedir. Kalp damar tıkanıklıklarının taranması hedefi ile kullanılan elektrokardiyografi (EKG), efor testi, sintigrafi, stres ekokardiyografi, çok kesitli bilgisayarlı tomografi gibi testler uzun yıllardır kullanılmakla birlikte yapılan tetkik çeşidine göre bazı olumsuzluklar ve riskler içermektedir. Çok kesitli bilgisayarlı tomografi de yüksek maliyet, radyasyona maruz kalma, kontrast madde kullanımına bağlı allerjik reaksiyonlar, sintigrafide radyoaktif maddeye maruz kalma, efor testinde her hasta için uygun olmaması ve hassasiyetinin düşük olması gibi, EKG de kişisel değerlendirme faktörlerinin söz konusu olması ve düşük hassasiyet sebebiyle çeşitli dezavantajları vardır.”

    Cardisiografi yönetiminin sağladığı avantajları da dile getiren Prof. Dr. Yüksel Çicek, “Cardisiografi erişkin yaş grubunda tüm kişiler için uygundur. Yapılması sakıncalı olan hiçbir hasta grubu yoktur. Gebelik durumu olan kadınlarda dahil sağlıklı görünen ama ‘kalp damarlarımda sorun var mı?’ diye kontrol olmak isteyen veya kalp damar tıkanıklığı şüphesi olan tüm kişilerde rahatlıkla yapılabilmektedir. İşlem, sırtüstü yatar veya oturur pozisyonda 4 dakikalık kayıt alınmasından ibarettir. Damar yolu açılmasına dahi gerek yoktur. Cardisiografi yöntemi istirahatte kalp damar hastalığı teşhisine ulaşabilmek adına ucuz, güvenilir, tekrarlanabilir, 4 dakika çekim ve 4 dakika analiz süresi ile toplamda 8 dakikada yüzde 90-95 doğruluk oranıyla sonuç veren, raporlama için bekleme gerekmeyen ve kolay uygulanabilir bir yöntem olarak yurt dışında son bir yılda uygulanmaya başlamıştır” diye konuştu.

    Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Yüksel Çiçek, Kalp krizini önlemek için gerekli tedbirlerin alınması ve tedavilerinin başlanması için, özellikle ailesinde kalp damar hastalığı olanlar, şeker hastası veya yüksek tansiyon hastası olanlar, yüksek kolesterolu olanlar, sigara içen ve buna bağlı kalp krizi riski artmış olanlar başta olmak üzere erişkin yaştaki tüm kişilerin kalp damar hastalığı olup olmadığının tespiti için başvurmalarını beklediklerini ifade etti.

  • Sonbaharda kapıyı çalan hastalıklar

    Sonbaharda kapıyı çalan hastalıklar

    Sonbaharın gelmesiyle birlikte hava sıcaklıkları yavaş yavaş düşmeye başladı. Bununla beraber ortaya çıkan ani ısı dalgalanmaları ise eğer dikkatli olunmazsa hastalıklara yakalanma riskini oldukça artırıyor. Yapılan klinik çalışmalar bahar aylarında bazı hastalıkların daha fazla yaşandığını gösteriyor. Bunun sebebi ise genellikle başta ani ısı değişimleri olmak üzere yağmur, rüzgar ve polenler gibi faktörlerin vücut direncini düşürmesi şeklinde tanımlanıyor.

    İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Aktaş, “Bu hastalıklardan korunmak bizim elimizde. Yeter ki hazırlıklı olalım ve gerekli önlemlerimizi alalım” diye konuştu.

    Doç. Dr. Aktaş, sonbaharda yakalanma riski yüksek olan 5 hastalığı şu şekilde sıraladı:

    1- Üst solunum yolları hastalıkları

    Mevsim geçişlerinde yaşanan ısı değişimleri üst solunum yolu enfeksiyonlarına zemin hazırlıyor. Vücudun bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla beraber burun, sinüsler, farenks, larenks veya bronşlar gibi üst solunum yollarını ilgilendiren akut enfeksiyonlar yaygın hale geliyor. Bu enfeksiyonlar ise hafif ateş, öksürük, hapşırma, yorgunluk, burun tıkanıklığı gibi belirtilerle kendini gösteriyor ve genellikle bulaşıcı olduğundan etkileşimin fazla olduğu ortamlarda yakın temastan kaçınmak gerekiyor. Bunun yanı sıra bulunulan ortamı sık sık havalandırmak, C vitamini yönünden iyi beslenmek ve hava sıcaklığının değişkenliğini göz önünde bulunduracak şekilde giyinmek önem kazanıyor.

    2- Alerjik rinit

    Halk arasında ‘saman nezlesi’ olarak da adlandırılan mevsimsel alerjik rinit, en sık rastlanan alerjik hastalıklardan biri olarak öne çıkıyor. Bahar aylarında özellikle havada uçuşan polenler nedeniyle artış gösteren alerjik rinit, hapşırık, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı, öksürük, geniz akıntısı, koku
    almada güçlük, gözlerde kaşıntı, sulanma ve kızarıklık ile kendini belli ediyor. Alerjik belirtilerin kontrolü ise birden fazla tedavi yönteminin birlikte uygulanmasıyla sağlanıyor. Korunmak için ilk ve en önemli adım alerjik rinite neden olan etkenlerden uzak durmak olurken, verilen tedavinin kısaltılmaması gerekiyor.

    3- Sindirim sistemi sorunları

    Mevsim geçişlerinde reflü, gastrit, peptik ülser gibi mide rahatsızlıklarında gözle görülür bir artış gözleniyor. Nedeni ise bu süreçte nem oranındaki farklılıklar, gün ışığından yararlanılan sürenin azalması ve değişen hava şartlarına vücudun tepki göstermesi oluyor. Daha önceden hafif şikâyetleri olan bireylerde alevlenmeler olabilirken, hiç şikâyeti olmayanlarda da yakınmalar başlayabiliyor. Şişkinlik, geğirme, ağza ekşi su gelmesi, bulantı, kusma ve karnın üst kısmında gece uykudan uyandırabilecek kadar şiddetli hissedilen yanma veya ağrı sık yaşanan belirtiler arasında yer alıyor. Bu sorundan kaçınmak için kızartmalar, yağlı ve baharatlı yiyecekler ile kahve türü ve gazlı içeceklerden uzak durmak gerekirken, öğün atlamayarak sık ama az yemek yemek de önem kazanıyor.

    4- Ürtiker (Kurdeşen)

    Araştırmalar, her dört kişiden birinin yaşamı boyunca en az bir kez ürtiker (kurdeşen) geçirdiğini gösteriyor. Ürtikere en çok bahar aylarında polenlerin artması sebep oluyor. Deriden kabarık, basmakla solan, etrafı kızarık, sınırları net ve kaşıntılı döküntüler, ürtiker sorununun işaretleri oluyor. Bu döküntüler 24 saat içinde kaybolurken, vücudun başka yerlerinde tekrar çıkıyor. Ancak bu belirtiler hastaları özellikle geceleri daha çok rahatsız ediyor ve yaşam kalitelerini düşürüyor. Ürtikerden korunmak için diğer alerjik hastalıklarda olduğu gibi alerjenlerden kaçınmak alınacak tedbirler arasında ilk sırada geliyor.

    5- Depresyon

    Havalardaki serinlemeyle beraber açık alanlardan kapalı alanlara geçilmesi ve metabolizmadaki değişimler bireylerde farklı tepkilere yol açabiliyor. Bunlar genellikle şiddetli yorgunluk hissi ve birtakım ruhsal değişimler olarak karşımıza çıkıyor. Bahar yorgunluğunun belirtileri ise halsizlik, yorgunluk, sürekli uyuma isteği ve geçmeyen baş ağrıları oluyor. Bu gibi değişimlerin ardından yaşanması muhtemel bir depresyondan korunmak için mümkün olduğunca doğayla baş başa olacak şekilde açık havada vakit geçirmek, düzenli spor yapmak, sağlıklı beslenmek, uyku düzenine dikkat etmek ve metabolizmanın vitamin-mineral eksikliklerini gidermek gerekiyor.

  • Kanser riskini azaltmanın yolları

    Kanser riskini azaltmanın yolları

    Kanser vakalarının bir kısmı genetik faktörlerden ortaya çıkarken, büyük bir kısmı ise çevresel faktörlere bağlı olarak görülüyor.

    Çevresel faktörlerden beslenmenin kanser üzerinde etkisi olduğunu söyleyen Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Sena Çelik, “Kanser riskini azaltmaya yardımcı olabilecek sağlıklı besinler ve besin maddeleri vardır. Bunlar, antioksidanlar, lif, vitaminler ve mineraller gibi kansere karşı koruyucu özelliklere sahip olabilirler” dedi.

    Dyt. Sena Çelik, kanser riskini azaltmaya yardımcı olacak besinleri şöyle sıraladı:

    “1. Meyve ve sebzeler: Renkli meyve ve sebzeler, antioksidanlar (örneğin C vitamini, beta-karoten) ve lif bakımından zengindir. Özellikle yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, havuç, domates, brokoli gibi besinler kansere karşı koruyucu etkilere sahiptir.
    2. Tam tahıllar: Tam buğday, yulaf, esmer pirinç gibi tam tahıl ürünleri yüksek lif içerir ve sindirim sistemi sağlığını destekler. Kolon kanseri riskini azaltabilirler.
    3. Protein kaynakları: Tavuk, hindi, balık, fasulye, nohut, mercimek gibi düşük yağlı protein kaynakları tercih edilmelidir. Kırmızı et ve işlenmiş etler yerine bu protein kaynakları önerilir.
    4. Yağlar: Sağlıklı yağlar, zeytinyağı, avokado, ceviz gibi yağlı balıklar (örneğin somon) gibi kaynaklardan alınmalıdır. Bu yağlar, anti-inflamatuar özelliklere sahiptir ve kanser riskini azaltabilirler.
    5. Balık: Omega-3 yağ asitleri açısından zengin balıklar, özellikle meme, prostat ve kolon kanseri riskini azaltabilir.
    6. Turunçgiller: Portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller C vitamini içerir ve antioksidan özelliklere sahiptir.
    7. Sarımsak ve soğan: Sarımsak ve soğan, antioksidan özelliklere sahip bileşenler içerir ve kanser riskini azaltabilirler.“

    Doymuş yağlardaki tehlike

    Doymuş yağların, kırmızı ve işlenmiş et ürünlerinin, aşırı kilonun, alkol tüketiminin kanser riskini artırabileceğini söyleyen Dyt. Çelik, şöyle devam etti:
    “Yüksek miktarda doymuş yağ tüketimi, özellikle meme, prostat ve kolon kanseri riskini artırabilir. Bu nedenle, sağlıklı yağlar olan zeytinyağı, avokado ve balık gibi yağları tercih etmek önemlidir. Ayrıca bazı çalışmalar, yüksek miktarda kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin kolon kanseri riskini artırabileceğini göstermektedir. Bu nedenle, bu tür etleri sınırlamak veya daha sağlıklı protein kaynaklarına yönelmek önerilir. Bunun yanında aşırı kilo ve obezite de birçok kanser türü ile ilişkilendirilmiştir. Düzenli egzersiz yapmak ve sağlıklı bir diyet uygulamak, kilo kontrolünü sağlayabilir ve kanser riskini azaltabilir. Aşırı alkol tüketimi de bazı kanser türleri, özellikle ağız, boğaz, yemek borusu, karaciğer ve meme kanseri riskini artırabilir. Alkol tüketimini sınırlamak veya hiç tüketmemek
    kanser riskini azaltabilir.”

    “Her kanser türündeki beslenme planı farklıdır”

    “Kanserli hastaların tüketmemesi veya sınırlı miktarda tüketmesi gereken bazı besinler ve besin maddeleri vardır” diyen Dyt. Sena Çelik, “Bu besinler kanser tedavisi sırasında veya sonrasında bazı olumsuz etkilere neden olabilir veya kanserin yayılmasını teşvik edebilir. Ancak unutmayın ki her kanser vakası farklıdır ve beslenme önerileri, hastanın genel sağlık durumu, kanserin türü ve tedavi planına göre değişebilir. Tedavi sürecinde ve sonrasında sağlık profesyonellerinin önerilerine uymak önemlidir” şeklinde konuştu.

    Kanser hastaları bu besinlere dikkat

    Kanserli hastaların işlenmiş gıdalardan, fast-food ürünlerden, cipslerden kaçınması gerektiğinin altını çizen Dyt. Çelik, “Yüksek şekerli besinler ve içecekler, hızlı bir şekilde kan şekerini yükseltebilir ve kanser hücrelerinin büyümesini teşvik edebilir. Bu nedenle, rafine şeker içeren ürünlerden uzak durmalı ve şekerli içeceklerden kaçınılmalıdır. Alkol, yüksek tuzlu gıdalar, trans yağlardan da uzak durulmalıdır. Bunun yanında bazı kanser türlerine yakalanan hastalar süt ve süt ürünlerindeki laktozu sindiremeyebilir. Bu nedenle süt ve süt ürünlerini tolere edemeyen kanser hastaları alternatif sütler (badem sütü, soya sütü) veya laktozsuz ürünler tercih etmelidir. Ayrıca kafein içeren içecekler bazı kanser türlerinde aşırı tüketilmemelidir. Kanserli hastaların beslenme ihtiyaçları, genel sağlık durumlarına ve tedavi planlarına bağlı olarak değişebilir. Bu nedenle bir onkolog veya beslenme uzmanıyla işbirliği yaparak kişiselleştirilmiş bir beslenme planı oluşturmak en iyisi olacaktır. Ayrıca yeterli beslenme ve vücut ağırlığını koruma veya kazanma önemlidir, çünkü kanser tedavisi sırasında kilo kaybı ve beslenme sorunları sıkça görülebilir” dedi.

  • Solunum yolu enfeksiyonları artıyor

    Solunum yolu enfeksiyonları artıyor

    Üst solunum yolları enfeksiyonları doktora başvurunun en sık sebeplerinden birisi. Mevsim geçişlerinde yaşanan ısı değişimleri birçok hastalık gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarına da zemin oluşturuyor. Zayıflayan bağışıklık sistemiyle birlikte vücut direncinin düşmesi, bu dönemlerde üst solunum yolu enfeksiyonlarında artış yaşanmasına neden oluyor. Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. İdil Öztürk, çok sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı şu uyarılarda bulundu:

    “Üst solunum yolu enfeksiyonları, dünyada en çok görülen ve en fazla iş gücü kaybına neden olan hastalıklardır. Üst solunum yolu enfeksiyonuna en sık neden olan faktörler virüslerdir, virüslerin zayıf düşürdüğü bireylerde diğer bakteriyel enfeksiyonlar da görülebilir. En çok bilinen üst solunum yolu enfeksiyonları nezle ve grip olmakla birlikte bu hastalıklar sinüzit, tonsillit (bademcik iltihabı), orta kulak iltihabı ve larenjite neden olabilir. Alerjik bünyeye sahip olma, burun kemiği eğriliği veya konka büyüklüğü gibi anatomik sorunlar nedeniyle ağızdan nefes alıp verme, sigara içme, düzensiz beslenme gibi faktörler de üst solunum yolu enfeksiyonuna yatkınlığı artırır. Bu hastalıklar mevsim geçişlerinde ve kalabalık ortamlarda sık görülürler. Damlacık enfeksiyonu biçiminde ortaya çıkarlar, yani yakın mesafeden konuşma, öpme, öksürme sonucunda bulaşırlar. Bulunulan ortamda havalandırmanın yetersiz olması da bulaşmalarını kolaylaştırır. Virüs bulaşı olan yüzeylere temas sonrası ellerin yıkanmaması ile de bulaş meydana gelir. Gereksiz antibiyotik kullanımını önlemek amacıyla üst solunum yolu enfeksiyonlarının tanısında viral/bakteriyel hastalık farklarının bulunması gerekir.”

    Op. Dr. İdil Öztürk, erişkinlerde sık olarak görülen üst solunum yolu enfeksiyonlarını da şöyle sıraladı:

    Nezle (akut nazofarenjit)

    Nezle birden çok virüsün yol açtığı, kişiden kişiye bulaşan, üst solunum yollarını tutan hafif seyirli bir hastalıktır. Üşütme, soğuk algınlığı olarak da bilinir. Soğuk mevsimlerde daha sıktır. Sigara içenlerde daha sık görülmez fakat ağır seyreder. Bir insan, ömrü boyunca yaklaşık olarak 300 defa nezle olur. Beş yaşın altındaki çocuklar yılda ortalama 8-10 kez üst solunum yolu enfeksiyonu geçirir. Klinik bulgular genellikle hafiftir. Hafif ateş, burun akıntısı, hapşurma bazen öksürük, en sık rastlanan belirtilerdir. Özel bir tedavisi yoktur. Komplikasyon gelişmezse hastalık kendini sınırlar ve ortalama bir hafta sürer. Antibiyotik kullanımı gereksizdir. Burunu açmak için okyanus suyu içeren spreyler, bazen ateş düşürücü-ağrı kesiciler, destekleyici tedavi olarak uygulanır. Hastayı izleyen doktor ikincil bakteri enfeksiyonu eklendiğini görürse antibiyotik başlayabilir.

    İnfluenza (grip) enfeksiyonu

    İnfluenza virüslerinin yol açtığı üst solunum yolu enfeksiyonudur. Virüsün 3 tipi vardır. Tip A insanlar, domuzlar ve kümes hayvanlarında, Tip B sadece insanlarda hastalık yapar. Tip C ise insanlarda çok hafif belirtilere yol açar. Sıklıkla ani başlayan yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, baş ve kas ağrıları, bitkinlik, burun akıntısı veya tıkanıklığı ile kendini gösterir. Ateş genellikle 5 gün ya da 1 hafta sürer. Tanıda grip benzeri hastalık bulguları olan ve bu şikâyetlerden herhangi biri ile başvuran olgulardan boğaz, burun ya da geniz sürüntüsü alınarak yapılan hızlı tarama testleri kullanılabilir. Tedavide dinlenme çok önemlidir. Ateş düşürücüler, bol sıvı tüketimi ve iyi beslenme önemlidir. Viral bir hastalık olduğu için antibiyotik verilmez ancak orta kulak iltihabı, sinüzit, zatürre gibi ikincil enfeksiyon, komplikasyon olarak eklenmiş ise antibiyotik kullanılır. Tedavi için bazı antiviral ilaçlar kullanılabilir ancak etki için tedaviye hızlı başlanması gerekir ve hastalığın seyrini ancak 1-2 gün kısaltır. Bu yüzden ilaç kullanımı daha ciddi enfeksiyonlar açısından risk taşıyan çocuklar veya hastaneye yatırılması gereken vakalar için önerilmektedir. Grip, bazı insanlar için daha tehlikelidir. Bebekler ve küçük çocuklar, 65 yaş ve üzerinde olanlar, gebeler, bazı hastalıklara sahip kişiler ve bağışıklık sistemi zayıflamış olanlar en yüksek risk altındadır. Gripten korunmanın en etkin yolu, grip aşısıdır. Dünya Sağlık Örgütü 6 aydan büyük tüm çocuklar ve erişkinlere her yıl aşı uygulanmasını önermektedir. İki tip aşı mevcuttur. İlki 6 aylıktan büyük herkese uygulanabilen inaktif (ölü virüs içeren) aşıdır. İkincisi burun spreyi olarak uygulanan canlı zayıflatılmış grip aşısıdır, bu aşı 5-49 yaş arası sağlıklı, ek kronik hastalığı bulunmayan bireylere uygulanmak üzere onay almıştır. 6 ay- 9 yaş arası küçük çocuklarda yüksek düzeyde yeterli cevap oluşması için, inaktif aşının bir ay ara ile iki doz yapılması önerilmektedir. Çocuklarda ve yüksek risk grubunda özelikle aşı uygulanması önerilmektedir.

    Akut farenjit -tonsilit

    Yutak ve bademciklerin ani başlayan enfeksiyonudur. Virüs veya bakteriyel kaynaklı olabileceği için etkene göre tedavi metodu değişiklik gösterir. Belirtileri yüksek ateş, boğaz ağrısı-yutkunma zorluğu, halsizlik-kırgınlık, baş-eklem-kas ağrıları, öksürük ve bazen de boyunda lenf bezlerinin şişmesidir. Bronşit ve zatürre önemli komplikasyonlardandır.Bakteriyel sebeplerle oluşan farenjitte hastalık daha ağır seyreder. Yapılan fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri ( boğazdan alınan örnek ile hızlı antijen tarama testi) sonucu etkenin bakteri olduğu düşünülürse uygun antibiyotik tedavisi başlanmalıdır.

    Orta kulak iltihabı
    Çocuklarda orta kulak enfeksiyonu daha sık görülür. Sıklıkla nezle, grip gibi enfeksiyonları takiben gelişen ikincil bakteriyel enfeksiyon şeklindedir. En sık 6-18 ay asındaki çocukları etkiler. 6 yaşından sonra hastalık sıklığında bariz azalma görülür. Çocukta huzursuzluk, sık ağlama ve kulaklarını tutma gibi belirtiler olur. Çoğunlukla bakteriyeldir ve doktor kontrolünde antibiyotik tedavisi gerekebilir.

    Akut sinüzit
    Yüz kemiklerinin içerisinde sinüs adı verilen hava boşluklarının iltihabına sinüzit adı verilir. Yine sıklıkla viral üst solunum yolu enfeksiyonlarını takiben gelişir. Vira enfeksiyonlardan sonra 7-10 günde tam iyileşme beklenirken genellikle burun doluluğu ve öksürük artışı olur. Büyük çocuklar ve erişkinlerde baş ve yüz ağrıları görülebilir. Antibiyotik tedavisi gerekebilir.
    Op. Dr. İdil Öztürk, söz konusu bu üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunmak için hijyene ve el yıkamaya özen gösterilmesi, kalabalık ortamlardan uzak durulması, kalabalık ortamların (sınıf v.b.) sık sık havalandırılması, hasta kişilere mümkünse maske taktırılması ve fazla yaklaştırılmaması, yaşa uygun ve dengeli beslenilmesi, mevsime uygun giyinilmesi gerektiğini söyledi.

  • “2.3 milyon kadın meme kanseri”

    “2.3 milyon kadın meme kanseri”

    Dünya çapında kadınları etkileyen en yaygın kanser türü ve kansere bağlı en fazla ölümün ise meme kanserinden olduğu biliniyor. Bu nedenle dünyada her sene Ekim ayı boyunca, meme kanserine yönelik farkındalık oluşturma ve bilinçlendirme etkinlerine yer veriliyor. Altınbaş Üniversitesi de Cumhuriyetimizin 100. yılı anısına çıkardığı 100 kitap serisinden Dr. Hüseyin Akyol’un hazırladığı “50 Soruda Meme Kanseri” kitabı ile bilinmesi gereken en önemli konulara değindi. Kitap içeriği ile ilgili bilgi veren Dr. Hüseyin Akyol, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 yılına dair paylaştığı en son verilere göre dünya çapında 2,3 milyon kadına meme kanseri teşhisi konulduğunu belirtti. Meme kanserine bağlı 685 bin ölüm kaydedildiğini söyleyen Dr. Hüseyin Akyol, Türkiye’de ise kanser olan her dört kadından birinin meme kanseri olduğunu açıkladı.

    Küresel meme kanseri kontrolünü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve bir insan hakları sorunu olarak değerlendiren Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, Dr. Akyol, “Kadınlar toplumda merkezi roller oynarlar. Kadınları meme kanserinden korumak aynı zamanda ailelerini, toplulukları ve bir bütün olarak ekonomiyi de korur.” dedi. Meme kanseri ölümlerinin yüzde 70’den fazlasının 70 yaşın altındaki bireylerde meydana geldiğini ayrıca düşük ve orta gelirli ülkeleri de daha fazla etkilediğini dile getirdi.

    “Hayat boyu her 8 kadından biri meme kanserine yakalanıyor”

    Dr. Hüseyin Akyol, meme kanseri gelişme riskinin, ilerleyen yaş, obezite, alkol tüketimi, ailede meme kanseri küsü, radyasyona maruz kalma, üreme öyküsü ve hormonal geçmiş ve tütün kullanımı gibi faktörlere bağlı olduğuna kaydetti. Dr. Akyol’a göre, meme kanserin yükü, herhangi bir belirti vermeden erken teşhisle tedavi ederek azaltılabilir.

    “Meme kanseri, ileri dönemlere gelene kadar belirti vermeyebilir”

    Erken dönemde tanı konması tedavinin başarıya ulaşması ve kişinin hayatta kalma şansını artırıyor. En önemli faktör ise kişinin bu konuda bilinçli olması. Dr. Akyol, erken evrelerde tespit edilen meme kanserlerinin hem tedavilerinin daha başarılı olduğunu hem de hastanın yaşam kalitesinin önemli ölçüde artığına dikkat çekti. Türkiye’de, Ulusal Kanser Tarama Standartlarına göre 40-69 yaş aralığında; yakınması olmayan kadınlarda meme kanserinin erken tanısı için her 2 yılda bir mamografi kontrolü yapıldığını hatırlattı.

    “Tarama ve tedavi nasıl yapılmalı”

    Dr. Akyol, bu taramalar sırasında her iki meme için mamografi çekilmesini gerektiğinde meme ultrasonu ve MR’ı ile kontrollerin yapılmasını önerdi. Tedavinin ise genellikle radyasyon, kemoterapi ve ameliyat gerektirdiğine işaret etti.

    “Kötü beslenme ve hareketsizlik riski artırıyor”

    Meme kanserine yakalanma riskini artıran faktörlere de değinen Akyol, fiziksel olarak aktif olmayan kadıların daha yüksek risk taşıdıklarını anlattı. Kötü beslenmenin önemli bir etkisi olduğu belirterek, “Doymuş yağ oranı yüksek ve meyve ve sebzelerden yoksun bir diyet meme kanseri riskini artırabilir. Fazla kilo veya obezite sorunları olan kadınların da normal kilodakilere göre daha yüksek risk altında. Menopoz döneminde alınan bazı hormon replasman tedavisi türlerinin (hem östrojen hem de progesteron içerenler), beş yıldan uzun süre alındığında meme kanseri riskini artırır. Bazı oral kontraseptiflerin yani doğum kontrol haplarının da meme kanseri riskini artırdığı bilinen bir durumdur” uyarısında bulundu.

    8 Madde de meme kanserinden korunma yolları

    “Meme kanserinden korunmak için 30’dan önce doğum yapın, emzirin”

    Doğum ve hamilelik süreçlerinin meme kanseri ile doğrudan bağlantılı olduğunu anlatan Akyol, “Bir kadının ilk doğum yaşı 35’ten sonra olursa veya uzun süreli bir hamilelik yaşamamışsa meme kanseri riski daha yüksektir. Hamilelik, meme hücrelerini olgunlaşmanı, son aşamasına ittiği için meme kanserine karşı korunmaya yardımcı olabilir.” değerlendirmesini yapın.

    Akyol son olarak, alkol gibi birçok faktörün meme kanseri riskini etkilediği ifade ederek, “Yaşlanmak veya aile geçmişiniz gibi bazı faktörleri değiştiremezsiniz. Ancak sağlığınıza dikkat ederek meme kanseri riskinizi azaltmaya yardımcı olabilirsiniz” diyerek basit ama etkili şu yöntemleri önerdi.

    “Sağlıklı bir kiloda kalın.

    Düzenli egzersiz yapın.

    Alkollü içecekleri tüketmeyin.

    Sağlıklı beslenin

    30 yaşından önce doğum yapın.

    Çocuklarınızı emzirin.

    Ailenize meme kanseri küs varsa veya BRCA1 ve BRCA2 genlerinizde kalıtsal değişiklikler varsa, riskinizi azaltmanın diğer yolları hakkında doktorunuzla konuşun.

    Hayatınız boyunca sağlıklı kalmak, kansere yakalanma riskinizi azaltacak ve ortaya çıkarsa kanserden kurtulma şansınızı artıracaktır.”

  • Bakan Koca, aşı hakkında konuştu

    Bakan Koca, aşı hakkında konuştu

    “Sağlık çalışanları aşılandıktan sonra bu ölümler çok azaldı”

    Covid-19 salgını başladığında aşı çalışmalarının tamamını yakından takip ettiklerini ve yerli aşıyı da en kısa sürede geliştirip üretmeye çalıştıklarını dile getiren Bakan Koca, “Sonunda Turkovac da ortaya çıktı. O dönemde hızla ülke sathında bir aşılama kampanyası yürüttük ve sonuçta çok başarılı olduk. Hayatını kaybeden sağlık çalışanı haberleri çok sıktı. Sağlık çalışanları aşılandıktan sonra bu ölümler çok azaldı” ifadelerini kullandı.

    “Mutasyona göre yeni aşılar geliştirilmeye çalışılıyor”

    Salgının direncinin kırılması için aşının o dönem elzem olduğunu vurgulayan Koca, “Virüsle ilk defa karşılaşıyorduk ve bağışıklık sistemimizin virüsü tanıması gerekiyordu. Çok işe yaradı aşılama kampanyamız. Virüs bir RNA virüsü olduğu için çeşitli mutasyonlar geçirdi, virülansı yani hasta etme gücü azaldı. Ya Covid geçirdik ya aşılandık ya da her ikisi birlikte oldu ve sonuçta bünyelerimiz virüsü tanır hale geldi. Virüsün de etkisi azaldı. Mutasyona göre yeni aşılar geliştirilmeye çalışılıyor. Bu normaldir” dedi.

    “Toplu aşılamaya kesinlikle ihtiyaç duyulmayan bir dönemdeyiz”

    Koca, gelinen noktada toplu aşılama propagandası yürütüldüğünü kaydederek, “Toplu aşılamaya kesinlikle ihtiyaç duyulmayan bir dönemdeyiz. Biz gerekli olduğunda gerekeni yaptık. Kapanma gibi toplu tedbirler artık söz konusu değil. Açıkça söylüyorum: Covid-19 için mevcut kişisel tedbirler dışında yeni bir tedbir asla söz konusu değil” ifadelerine yer verdi.

    “Sağlık ve bilim pazarlamanın alanına dahil değildir”

    Türkiye’nin küresel propagandanın uygulama sahası olmayacağını belirten Koca, sözlerine şöyle devam etti:
    “Türkiye, sağlık konusunda da tam bağımsızdır. Covid-19 aşısının yeniden toplu olarak yapılmasını gerektiren, bilimin teyit ettiği bir durum yoktur. Sağlık ve bilim pazarlamanın alanına dahil değildir.”

  • Cips tüketiminde büyük tehlike

    Cips tüketiminde büyük tehlike

    Son yıllarda paketli gıda tüketiminin hızla arttığı belirtilirken içeriğinde katkı maddesi yer alan ürünlerin obezite başta olmak üzere birçok hastalığa davetiye çıkardığı ifade ediliyor. Uzmanlar, özellikle küçük yaşlardan itibaren sağlıklı beslenme alışkanlığının edinilmesi gerektiğini vurgularken çocuklarda ve gençlerde sık tüketilen cips gibi paketli gıdaların zararlarına da dikkat çekti. Medicana Ataköy Hastanesi’nden Dahiliye Uzmanı Doç. Dr. Derya Arğun ve Uzm. Diyetisyen Ayça Sena Yılmaz da işlenmiş gıdaların tüketiminin oluşturduğu problemlere ilişkin bilgi verdi.

    “Çocukları cipsten kesinlikle uzak tutmalılar”

    Cips tüketiminin çocuklardaki etkilerine yönelik bilgiler veren İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Derya Arğun, “Cips tüketimi özellikle büyüme, gelişme çağındaki çocuklarda oldukça sık. Bu çocukların kronik olarak cips tüketimi hem onların gelişmelerine negatif etkide bulunuyor hem de uzun vadede çocukluk çağı obezitesi dediğimiz duruma neden oluyor. Nihayetinde cips dediğimiz şey; saf haliyle yağdan ibaret. 1 yıl düzenli cips tüketen bir çocuk yaklaşık 9 kilo gibi bir kilo alıyor. Cips tüketimi özellikle diyabet, tansiyon yüksekliği, kalp damar hastalıkları, felç gibi hastalıkların riskini artırıyor. Yapılan çalışmalar şunu göstermiş ki infertilite yani kısırlık, demans, alzheimer ile yoğun ilişkisi bulunmuş. Bu nedenle çocukluk çağından itibaren cips tüketimi erişkin yaşlarda çok ciddi hastalıklara neden olabiliyor. Cipsin içerisinde yoğun karbonhidrat bulunduğu için kişi cips tükettiğinde aniden kan şekeri yüksekliği ve akabinde tekrardan hipoglisemi dediğimiz kan şekeri düşüklüğüne sebep olabiliyor. Bu da tekrarlayan seferlerde açlık hissi doğurup kişinin sürekli yemek yeme isteğine sebep oluyor. Anne babalara şunu söyleyeyim; ilerleyen zamanlarda çocuklarının metabolik hastalığı, şekeri, tansiyonu, kalp, damar hastalığı, demans gibi problemlerinin olmasını istemiyorlarsa cipsten kesinlikle uzak tutmalılar. Marketten paketler halinde cips almak yerine kendileri sağlıklı atıştırmalıklarını yapabilirler” diye konuştu.

    “Kanser gelişme riski, damar ve iltihabi hastalıkları oldukça yoğun görülüyor”

    Sağlıksız besin tüketiminin obeziteyle birlikte birçok hastalığı beraberinde getirebileceğini anlatan Doç. Dr. Arğun sözlerini şöyle sürdürdü: “Obezite çağımızın hastalığı sadece cips değil günlük paketli gıda, fast food tüketiminin yoğun olduğu ülkelerde gelecekte çok çok daha büyük problemlere yol açacak. Bu nedenle gerek çocukluk çağında beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi gerekse ilerleyen yaşlarda erişkinlerin atıştırmalık sağlıklı yiyecekleri tercih etmesi obeziteye geçiş sürecini durdurur. En azından minimalize eder. Bir zararlı maddeyi ne kadar uzun süre tüketirsek ileride karşılaşacağımız hasar o kadar büyük oluyor. İçerisinde akrilamid dediğimiz bir kimyasal madde var. Bu özellikle plastik sanayiinde ve sigaranın içerisinde bulunan en zararlı kimyasal maddelerden. Buna uzun süre maruz bırakılan çocuklarda ilerleyen zamanlarda kanser gelişme riski, damar ve iltihabi hastalıklar oldukça yoğun görülüyor. Hiçbir anne baba çocuğunun zarar görmesini istemez, uzun vadede bu kadar probleme yol açabilecek bir madde olduğunu bilseler eminim ki çocuklarına yedirmezler. O yüzden verdiğimiz atıştırmalıkların, paketli gıdaların içeriğini düzgünce kontrol etmek, kendi çocuklarına uzun vadede verebileceği etkileri düşünmek onlara söyleyebileceğim en önemli uyarı. Normalde özellikle çocuklar için hiçbir paketli gıdanın tüketilmesini önermiyorum, bu konuda çok netim. Tabi cips bunların en zararlı olanlarından bir tanesi. Okul yönetimleri buna bir önlem anlamında el atmalı, ulaşımın bu kadar kolay olmaması gerekiyor”

    “Çocukların metabolizmasını düzene koymak bir tık daha zor”

    Paketli gıdalar yerine evlerde sağlıklı atıştırmalık ürünler hazırlanabileceğini söyleyen Uzm. Diyetisyen Ayça Sena Yılmaz, “Özellikle son dönemde çocukların da tüketimiyle beraber cips tüketimin çok fazla derecede arttığını görüyorum. Cipslerin içerisinde tuz çok fazla ve monosodyum glutamat içerir. Bu da yedikçe yiyelim psikolojisiyle insanlarda aslında daha fazla cips yemeye teşvik eder. Diyabet riskini artırabilir. Çocukların aslında bu ürüne çok kolay ulaşılabilirliği sağlandığı için aslında çocuklar birbirine ikram ederek yavaş yavaş başlıyor. İsterlerse kendileri evde patatesleri ince ince soyarak fırında patates cipsi yapabilirler. Paketli ürünlerden ziyade ‘Bak biz bu ürünleri kendi evimizde de yapabiliyoruz’ deyip çocukla beraber yaparak beslenmeye teşvik edilmelidir. Yetişkinlerde kilo verip almak daha kolay çocukların metabolizmasını düzene koymak bizim için bir tık daha zor. ‘Arkadaşım da yiyor ben niye yemeyeyim’ psikolojisiyle gördüğünün lezzetli olduğuna inanarak bunu yiyerek çocuklarda ileri yaşlarda obezite artıyor. Çocuklar mutlaka kahvaltıyla güne başlamalı, okula geldikleri zaman çantalarında ara öğünleri bulundurulmalı. Yüksek trans yağ içeriği olduğundan dolayı ciltte yaşlanmalara neden olabilir. Aynı şekilde rafine şeker içerir bu da kan şekerini arttırır, kolesterole neden olur ve kardiyovasküler sistem risklerini de artırır” dedi.