Etiket: Sağlık

  • Kalbiniz için haftada 150 dakika

    Kalbiniz için haftada 150 dakika

    İş temposu nedeniyle hafta içi egzersiz yapamayanlara önemli uyarılarda bulunan Medipol Mega Üniversite Hastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilal Boztosun, “Hafta sonu yapılacak yüksek tempolu egzersizin 5 güne eş değer olabiliyor. Avrupa ve Amerika’da kalp hastalıkları dernekleri sağlıklı kalmak için haftada 5 gün en az 30 dakika egzersiz yapılmasını öneriyor. Spor için vakti olanlar bunu yerine getirebiliyor. Yapılan yeni bir araştırma ise hafta içi egzersize vakit bulamayanları sevindirdi. Hafta sonu yapılacak yüksek tempolu egzersizin hafta içi yapılan egzersize eşdeğer olduğu, iki şekilde egzersiz yapanlar karşılaştırıldığında kalp hastalığı riski açısından fark olmadığı görüldü” diye konuştu.

    Kalp krizi riskini yüzde 27 azaltıyor

    Dünya Sağlık Örgütü’nün şu anda yetişkinlerin haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta fiziksel aktivite yapmasını önerdiğini belirten Prof. Dr. Bilal Boztosun, şöyle devam etti: “Yürüyüşe çıkmak veya hafif eforlu bisiklet sürmek de buna dahil sayılır. Alternatif olarak, koşmak veya yüzmek gibi 75 dakikalık yoğun bir aktivite de yapabilirsiniz. ABD’li araştırmacılar, sadece bir veya iki seansta egzersiz yapan insanların – sadece hafta sonu yapanların- ne kadar başarılı olduğunu görmek için 10 yıl boyunca 350 binden fazla insanı takip etti. 10 yıl boyunca her hafta önerilen düzeyde orta ila şiddetli fiziksel aktivite gerçekleştiren katılımcılar değerlendirildi, sadece hafta sonu egzersiz yapanlarla karşılaştırıldığında kalp damar hastalığı riski açısından iki grup arasında fark olmadığı ortaya çıktı. Bir veya iki gün boyunca 150 dakika egzersiz yapmanın (hafta sonu spor yapan kişiler) kalp krizi riskini yüzde 27 ve kalp yetmezliği riskini yüzde 38 azalttığını, buna karşılık haftada iki günden fazla egzersiz yapan kişilerde yüzde 35 gibi daha da fazla azalma sağladığını ortaya koydu. Bu sonuç bize, en azından bazı hastalara ‘150 dakikanızı hafta boyunca eşit bir şekilde dağıtamazsanız, bir hafta sonu boyunca 150 dakika egzersiz yapmanın yararlı olabileceğini söyleyen bazı yeni kanıtlar var’ diyebileceğimiz anlamına geliyor. Önemli olan haftada en az 150 dakika egzersiz süresini tutturabilmek.”

  • Hasta ambulans uçakla tedavi için Bursa’ya getirildi

    Hasta ambulans uçakla tedavi için Bursa’ya getirildi

    Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne (KTÜ) bağlı Farabi Hastanesi’nde siroz nedeniyle tedavi gören Orhan Ç. adlı hastada hepatik ensefalopati, pulmoner emboli ve solunum sıkıntısı gelişmesi üzerine durum Sağlık Bakanlığı’na bildirildi. Yapılan araştırma sonucunda hastanın tedavisinin Bursa’da gerçekleştirebileceği öğrenilince, uçak ambulans hazırlandı. Trabzon Havalimanı’ndan uçak ambulans ile alınan hasta, gece saatlerinde Yenişehir Havalimanı’na getirildi. Bursa İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı 112 ekibince havaalanından alınan Orhan Ç., ambulans ile Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi’ne nakledildi.

    Orhan Ç.’nin tedavisine UÜ Tıp Fakültesi’nde devam ediliyor.

  • Çocuklarda boy kısalığına dikkat

    Çocuklarda boy kısalığına dikkat

    Uzman Dr. Bilge Tütüncüler, “Bebekler yaşamlarının ilk 6 ayında 16 cm, ikinci 6 ayında ise yaklaşık 8 cm uzarlar. Çocukluk çağının 12-24. ayları arasında yıllık 12 cm uzama beklenir. Üçüncü yıl 9 cm, dördüncü yıl ise 7 cm civarında yıllık büyüme hızı beklenir. 4 yaşından ergenliğe kadar geçen dönemde ise bu hız yılda 4.5-6 cm civarında olacaktır. Ergenlik ise büyüme hızının en üst noktayı gördüğü dönemdir ve yıllık 8-14 cm boy uzaması beklenmektedir. Ergenlik çağında kızlar yaklaşık 16-20 cm, erkekler ise 25-28 cm uzarlar. Kesin bir kural olmamakla birlikte kızlar 16, erkekler ise 18 yaşına geldiğinde büyüme tamamlanmaktadır. Boy kısalığı ise yaşa göre boy uzunluğunun <2SDS olması veya <3 persantilin altında olmasıdır. Ancak sadece boy kısalığı değil büyüme hızının da yaşa göre geride olması araştırılması gereken bir durumdur” dedi.

    “Yapısal boy kısalığında genellikle çocukların ergenliğe girmeleri gecikir”

    Uzmanı Dr. Bilge Tütüncüler, “ Boy kısalığı ailesel(genetik) olabileceği gibi yapısal da olabilir. Yapısal yani konstitüsyonel boy kısalığında genellikle çocukların ergenliğe girmeleri gecikir. Ancak ergenlikten sonra boy sıçraması yaşanır. Ailede benzer öyküye sahip birey sayısı çoktur. Genetik (ailesel) boy kısalıklarında ise; anne ya da baba veya her ikisinin de boyu kısadır. Bu çocuklar zamanında ergenliğe girerler, her zaman büyüme hızları normaldir. Ancak ailedeki diğer bireylerin benzer boy ortalamasına sahip olurlar” şeklinde konuştu.

    “Büyüme hormonu eksikliği gelişim geriliğine neden olabilir”

    Uzmanı Dr. Bilge Tütüncüler, “Çocuklarda sistemik hastalıkların varlığı, vitamin ve mineral eksiklikleri, anemi(kansızlık) olması durumunda büyüme hormonuna yeterli cevap alınamayacağından boy kısalığı yaşanır. Ürinersistem, solunum sistemi hastalıklarında ve kardiyolojik hastalıklarda, kanser, bağışıklık sistemi yetmezliklerinde, metaboliksorunlarda, tiroid (guatr) fonksiyon bozukluğu , büyüme hormonu eksikliği gibi endokrinolojik hastalıklarda da istenilen büyüme hızı elde edilemez. Bazı sendromlarda sağlıklı büyümenin yaşanması için dışardan büyüme hormonu takviyesi gereklidir (Turner, Noonan ,PraderWilli ve Russell Silver gibi)” ifadelerini kullandı.

    “Boy kısalığı değerlendirilmesinde düzenli doktor takibi çok önemli”

    Uzmanı Dr. Bilge Tütüncüler düzenli olarak doktora görünmek gerektiğini belirterek, “Boy kısalığının değerlendirilmesinde ve erken yakalanmasındaki en önemli faktör düzenli aralıklarla doktor ziyaretidir. Çocuğun boyunun doğru ve dikkatli ölçülmesi, not edilmesi gereklidir. Standart olarak boy ölçümü ilk 2 yaşta yatar durumda ölçüm masasında, 2 yaşından büyük çocuklarımızda ayakta boy ölçüm aletlerinde yapılır” dedi.

    “Boy kısalığı tedavisi, altta yatan nedene yönelik uygulanır”

    Uzmanı Dr. Bilge Tütüncüler, “ Yıllık büyüme hızı normal olan bir hastanın büyük olasılıkla patolojik boy kısalığı olmadığını söyleyebiliriz. 4 yaşından önce 7cm/yıl, 4-6 yas arası 6 cm/yıl, 6 yaşından ergenliğe kadar 4 cm/yıl’ın altında olması yetersizdir. Boy kısalığında tedavi altta yatan nedene yöneliktir. Vitamin eksikliği ve kansızlığın önlenmesi, sistemik hastalıkların tedavisi ve uygun görülen hastalarda büyüme hormonu kullanılmasıyla yüz güldürücü sonuçlar alınabilmektedir” diye konuştu.

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Bilge Tütüncüler, yıllık büyüme hızının doğru hesaplanması, boy kısalığının ve altta yatan hastalığın erken tanı ve tedavisinin yapılmasındaki en önemli faktörün çocuk doktoru ziyaretlerinin aksatılmaması olduğunu belirtti.

  • Yaşam süresini bile uzatabiliyor

    Yaşam süresini bile uzatabiliyor

    İnsan sağlığı açısından bağırsak sağlığının büyük bir önem taşıdığını, bağırsak ile ilgili araştırmaların her geçen gün yeni sonuçlar ortaya çıkardığını belirten Beslenme ve Diyetetik Uzmanlarından Dyt. Deniz Pirçek, “Bağırsak florasını korumak sindirim, bağışıklık hatta ruh sağlığı üzerinde bile önemli rol oynamaktadır. Bağırsak, binden fazla türde milyarlarca bakteriye ev sahipliği yapar ve bağışıklık sistemimizin yaklaşık yüzde 80’i bağırsaklarda bulunur. Son zamanlarda yapılan birçok araştırma bağırsak florasında bulunan dost bakterilerin sayısının bağışıklık sistemini, sindirim sistemini ve psikolojik durumu pozitif yönde destekleyebileceğini göstermektedir. Bu nedenle bağırsak florasına zarar verebilecek yiyeceklerden uzak durmak gereklidir” dedi.

    Yanlış, düzensiz ve dengesiz beslenmenin bağırsak sağlığını birçok açıdan etkileyebileceğini belirten Medicana Çamlıca Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Dyt. Deniz Pirçek, “Beslenmenin insan sağlığı üzerinden fiziksel ve ruhsal etkileri vardır. Bu nedenle bağırsak florasını korumak büyük önem taşımaktadır. Bağırsak florası bağırsaklarımızda yaşayan yararlı bakteriler bütünü olarak tanımlanabilir. Sindirim sistemimizde yaşayan çok sayıdaki bakteri, mantar vb. yiyecekleri sindirmemize, besinleri emmemize ve enfeksiyonlarla savaşmamıza yardımcı olur. Ayrıca sağlıklı bağışıklık fonksiyonunun korunmasında önemli bir rol oynarlar. Faydalı bakteriler sindirimi destekler, enfeksiyonu önler ve bağışıklık sistemini desteklerken, zararlı bakteriler ishal, gaz, şişkinlik ve diğer gastrointestinal semptomlara neden olurlar” dedi.

    Bağırsak florasını neden önemsemeliyiz

    Bağırsak florasında zararlı bakteri artışı ve dost bakteri azalışına etki eden gıdaların başında işlenmiş gıdaların olduğunu belirten Dyt. Deniz Pirçek, “Gluten, früktoz şurubu ve endüstriyel yağların yer aldığı bu gıdalar bağırsak florasını tahrip edebilir. GDO’lu gıdaların tüketimi bağırsak mikrobiyatasında yer alan dost bakterilerin azalmasına neden olabilir. Alkol ve sigara kullanımı vitamin ve mineral atılımını arttırırken, içeriğindeki toksin ile bağırsak florasını tahrip edebilir. Tüm bunlara ek olarak bilinçsiz ve doktor önerisi olmadan antibiyotik ilaç kullanmak bağırsak florasını tahrip edebilir. Sağlıklı bir bağırsak florası, sindirim sistemimizin düzgün çalışmasına yardımcı olur. Ayrıca B12 ve K2 vitaminlerinin yanı sıra kısa zincirli yağ asitleri üreterek bağışıklık sistemimizi destekler. Bu yağ asitleri, iltihaplanma ve enfeksiyonlara karşı koruyan bağırsak astarının bütünlüğünü korumaya yardımcı olur. Sağlıklı bağırsaklara sahip olmak düşündüğünüzden daha önemlidir. Sağlıklı bir bağırsak florası yaşam süresini bile uzatabilir. Bağırsaklar bağışıklık hücrelerinin büyük bölümünü içerir. Ayrıca, bağırsak bakterileri üç temel B vitamini üretir: Biyotin, folik asit ve B12 vitamini. Bağırsakların durumu, bağışıklık sistemini ve genel sağlığı etkileyen besinlerin emilimini etkiler. İyi bakterilerle dengelenmiş bağırsaklar vücudu enfeksiyonlara, soğuk algınlığına ve çeşitli hastalıklara karşı etkili bir şekilde korur. Bağırsak florasında bir dengesizlik durumunda vücut hastalığa yol açan kötü bakterilerle savaşma yeteneğini kaybeder” dedi.

    Dyt. Deniz Pirçek bağırsak florasına zararlı olanlar besinleri şu şekilde sıraladı:
    İşlenmiş gıdalar: Her ne kadar üzerinde organik ibaresi yer alsa da paketli gıdalar başta endüstriyel yağlar, früktoz şurubu ve glüten olmak üzere pek çok istenmeyen madde içermektedir. Sonuç olarak farkında olunmadan bağırsak florası tahrip edilmektedir.
    Tahıllar: İçeriğindeki glüten ve lektin nedeniyle tahıllar da uzak durulması gereken gıdalardandır.
    GDO: Gıdaların üretiminde kullanılan glifosfat aynı zamanda antibakteriyel bir ajan olarak görev almakta ve vücuda GDO gıdalar alınması durumunda bağırsak florasındaki faydalı mikroorganizmalar yok etmektedir.

    Şeker: Bağırsak mikropları şekerli yiyecekleri oldukça sever. Bu da yine iyi bakterilerin bastırılmasına yol açar. Yararlı bakterilerin çalışamaz hale gelmesi bağırsak iltihabı ve nöroinflamasyona neden olur. Özellikle yüksek şeker tüketimi, kabızlığı artırabilir ve genel bağırsak fonksiyonunu kötü etkileyebilir. Şekerli ve yağlı beslenme bu noktada mutlaka kontrol altında tutulmalıdır.
    Fast food: Hazır gıdalar ve fast food kategorisinde yer alan yiyecekler bağırsak bakterilerindeki dengesizliklere neden olur. Bu durum gastrointestinal sorunlardan tip 2 diyabete hatta obeziteden kansere ve depresyon gibi hastalıklara kadar birçok hastalığa yol açabilir.
    Alkol: Vücuttan pek çok vitamin ve mineralin atılmasını şiddetlendiren alkol aynı zamanda toksin içermektedir. Bu nedenle de sindirim kanalı florasını tahrip etmektedir

    Kronik stres: Streste vücut için toksik etkiye sahiptir. Stresle ilişkili kortizol, DHEA gibi hormonların metabolizmalarındaki bozukluk vücuttaki enfeksiyonu şiddetlendirmektedir.
    Az uyku: Günde 7-8 saatten az uyumak, kortizol düzeylerinin artmasına neden olmakta; vücudun parasempatik sinir sisteminden uzaklaşmasına yol açmaktadır. Bu durumda yine vücut enfeksiyona açık hale gelmektedir.
    Sigara: Sigara kullanımı vitamin ve mineral atılımını artırırken, içeriğindeki toksin ile bağırsak florasını tahrip edebilir.
    Klorlu su: Klor bakterilerinin olmadığı su içebilmek oldukça önemlidir. Fakat yüksek oranda klorlu su sadece sudaki bakterilerin ölmesine değil, bağırsaklardaki dost bakterilerin sayıca azalmasına neden olmaktadır. Bu doğrultuda temizliğinden emin olunan veya artırılan sular tercih edilmelidir.

  • SMA’lı Göktuğ destek bekliyor

    SMA’lı Göktuğ destek bekliyor

    27 aylık Göktuğ, oturmakta, yemek yemekte hatta nefes almakta dahi zorlanıyor. Çünkü SMA TİP 2 hastalığı olan minik Göktuğ, tedavi olmazsa gün geçtikçe kötüye gidecek. Bebeklerinin yaşaması için 1.8 milyon dolara ihtiyacı olan Aykan ailesi, valilik onaylı kampanyaları için destek istiyor.

    Bursa’da yaşayan Derya ve Eray Aykan çiftinin 27 aylık bebekleri Göktuğ’ya 13 aylıkken ölümcül bir kas hastalığı olan SMA TİP 2 teşhisi konuldu. Her geçen gün kas kaybı yaşayan Göktuğ’nun tedavi olabilmesi için Dubai’ye gitmesi gerekiyor ve tedavi masrafı için 1.8 milyon dolar lazım. Bursa Valiliği’nin izniyle açılan destek kampanyası eylül ayında sona erecek, fakat aile henüz gerekli olan tedavi masrafını toplayamadı.

    @GOKTUGAUMUTOL16 Hesabından Göktuğ’a ulaşabilirsiniz

     

     

  • Sağlıkçılar ülke genelinde iş bıraktı

    Sağlıkçılar ülke genelinde iş bıraktı

    Sağlık ve sosyal hizmetler alanlarında örgütü 19 sendika ile 2 aile hekimliği federasyonunu kapsayan SABİM’in ülke genelinde iki günlük iş bırakma kararı üzerine bugün İstanbul’da da sağlıkçılar iş bıraktı. Şiddetin önlenmesi, mali ve özlük haklarının verilmesi, liyakatli yönetim, çalışma koşullarının düzeltilmesini talep eden sağlıkçılar, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü önünde açıklama yaptı. “Bıçak kemikte” ve “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları atılan eylemde, “Vergi yükü azaltılsın”, “İnsanca yaşamak ve yaşatmak için insana yakışır sağlık” ve “Hak ettiğimiz koşullarda yaşamaya yetecek ödemeyi istiyoruz” yazılı dövizler taşındı.

    “Meslek onurumuz, insanca yaşamak ve yaşatmak için buradayız. Sonuna dek mücadele ederek birlikte kazanacağız” yazılı pankartın da açıldığı protestoda, platform adına hazırlanan ortak açıklamayı İSTAHED Yönetim Kurulu üyesi Bilge Mehmetzade okudu. “Toplu sözleşme taleplerimizi belirleyerek platformun büyük çoğunluğunun katılımıyla 1-2 Ağustos’ta ülke genelinde iş bırakma kararı aldık” diyen Mehmetzade, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “SİLAHLA POLİKLİNİĞE GİRİP ATEŞ EDEBİLENLERLE İÇ İÇEYİZ: Çünkü ölüyoruz, öldürülüyoruz, ekonomik olarak açlık sınırındayız, tükeniyoruz. Tırnak makasıyla AVM’lere dahi girilemeyen bir zamanda, silahla polikliniğe girip sağa sola ateş edebilen kişilerle iç içeyiz. Şiddetin gölgesinde hizmet üretmeye çalışırken her an bu silahtan çıkan bir kurşunla, hatta başımıza indirilen bir oksijen tüpüyle, gelecek bir bıçak darbesiyle ölebiliriz. Şiddeti engellemek için sadece kanunların yeterli olmayacağını biliyoruz. Rant alanına dönüştürülen ve kışkırtılan sağlık talebi, saygının yok edilmesi, eksik istihdamla verilmeye çalışılan hizmet, sanal kuyruklar, 5-10 dakika muayene süreleri… Şiddeti üreten, bu sistemin ta kendisi, biliyoruz. Çeşitli kalemler altında ödenen ve emekliliğe yansıtılmayan ek ödemelerle avutuluyoruz, kandırılıyoruz. Gerçek enflasyon karşısında bizlere sadece yüzde 17,5 zam reva görülürken emekliliğimize yansımayan seyyanen zam ile eğitimli olmak cezalandırılıyor ve mezarda emekliliğe mahkûm ediliyoruz.

    KİRAMIZI BİLE ÖDEMEKTE ZORLANIYORUZ: Alım gücümüz büyük bir hızla azalıyor, fazla çalışma ücretimiz, iş hukukuna göre normal mesaimizin 2 katı olması gerekirken yarısından az alıyoruz. Çocuklarımız için sağlıklı beslenme koşullarını sağlayamıyoruz, eğitim masraflarını, kiramızı bile ödemekte zorlanıyoruz. Uluslararası aile hekimliği uygulamaları ile ilgisi olmayan düzenlemeler, yetersiz aile sağlığı merkezi gider ödemeleri, yetersiz aile hekimi ve aile sağlığı çalışanı sorunu çözülmüyor, düşük tavan katsayısı ve destek ödemesi ile aile sağlığı çalışanları yok sayılıyor ve birçok angarya iş yükü ile 85 milyon vatandaşın koruyucu sağlık hizmeti ihmal ediliyor. 2010 yılında büyük umutlarla başlayan aile hekimliği uygulaması, aslında uygulamanın kendisi değil, sistem içinde emek verenler sayesinde büyük başarılar elde etmiştir fakat yıllar içinde görülmüştür ki liyakatsiz eller sebebiyle her geçen gün geriye gitmiş ve geriye gitmeye devam etmektedir. 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu’nu düzenlemek yerine 657 sayılı Kanuna göre ceza verilerek anayasal haklar görmezden geliniyor, liyakatsizlik ve art niyet, yönetimdeki etki alanını giderek artırıyor.

    ‘MEMURUM’ DEMEKTEN UTANIR HÂLE GELDİK: Sağlık sistemindeki kargaşa ve huzursuzluk nedeniyle hekimlerimiz, hemşirelerimiz, ebelerimiz, teknikerlerimiz, teknisyenlerimiz; genel idari, teknik ve yardımcı hizmetler sınıflarındaki çalışanlar gibi sağlık ekibinin hiçbir üyesi artık nefes alamıyor. ‘Nefes alamıyorum, imdat’ demeyen kimse kaldı mı aramızda? Daha ne kadar dibe vurabiliriz? Artık göğsümüzü gere gere ‘Hekimim, hemşireyim, ebeyim, sağlık çalışanıyım’ demeyi geçtik, çalışanlar olarak ‘Memurum’ demekten utanır hâle geldik. Ayrıca, Sarı-Sen’in toplu sözleşme teklifinde ileri sürdüğü dayanışma aidatını kabul etmiyoruz. Sendikal ikramiyenin barajlara bağlanmasını kabul etmiyoruz. Yetkili sendika tarafından kullanılan ve ayrımcılığa yol açan tabip dışı ifadesini kabul etmiyoruz. Ne yapacağız? Kafamızı öne eğip ‘Boş ver, böyle gelmiş böyle gider, başımı derde sokmayayım’ mı diyeceğiz? Yoksa bize yapılan zulme sesimizi çıkarıp tepkimizi mi göstereceğiz?

    VERDİĞİMİZ FEDAKÂRCA HİZMETİN UNUTULMAMASINI BEKLİYORUZ: Tabii ki demokratik tepkimizi meşru zeminde göstererek hep beraber, tek bir ağızdan artık yeter, hakkımızı verin diyeceğiz. Biliyoruz ki sağlık, en temel haktır. Sağlık hizmetleri bir ekip işidir ve bir bütündür. Ülkemizde oluşacak ideal sağlık sisteminin en büyük destekçisi olan bizler, hastalarımızın nitelikli tedavi olma, bakım alma ve iyileşme hakkını savunduğumuzun bilinmesini arzu ediyoruz. Pandemide, depremde ve her türlü zorlu şartta halkımıza ve hastalarımıza verdiğimiz fedakârca hizmetin unutulmamasını bekliyoruz. Nitelikli sağlık hizmeti için verilecek bu mücadelede sadece kendimiz için değil, hastalarımız için de mücadele ettiğimizin bilinciyle tüm halkımızı yanımızda olmaya davet ediyoruz. Bu sebeplerle hakkımız, halkımız ve hastalarımız için, ideal sağlık sistemi için bugün ve yarın acil işlemler dışında sağlık hizmetini durduruyor, iş bırakıyoruz.”

    Bilge Mehmetzade’nin konuşmasının ardından dernek ve sendika temsilcileri de sırayla söz alarak sorunlarını ve taleplerini anlattı.

  • Güneş ışınları cilt kanserine yol açabilir

    Güneş ışınları cilt kanserine yol açabilir

    Dermotoloji Uzmanı Dr. Abbas İnandırıcı, güneş ışınları, insan sağlığı için gerekli olduğu gibi birçok zararlı da beraberinde getirebildiğini belirterek, güneşten yayılan zararlı UV ışınlarının cilt lekelerine neden olmasının yanı sıra cilt kanserine kadar birçok sağlık problemine davetiye çıkarabildiğini kaydetti. Güneş ışınlarına uzun süre maruz kalmak ve bu ışınların zararlı etkilerden yeterli ölçüde korunmamak cilt kanserinin en önemli nedeni olduğunu hatırlatan İnandırıcı, “Cilt kanserlerinin büyük oranda gelişme sebebi, güneş ışığına bağlı UV radyasyondur. Çünkü UV cilt hücrelerinin DNA yapısını bozar. Bu nedenle güneşten korunmak, cilt kanserinden korunma kurallarının en başında gelir. Cilt kanseri; şişlik, iyileşmeyen ve tekrarlayan yara oluşumu, kızarıklık, leke gibi belirtilerle ortaya çıkar. Güneşli iklim kuşağında yer alan ülkelerde cilt kanseri riski yüksek olmakla birlikte, açık tenli ve güneş hassasiyeti bulunan kişiler risk grubundadır. Uzun süre güneş ışınlarına maruz kalan, açık tenli olan, güneş yanığı olan ve ailede cilt kanseri öyküsü olan kişilerin cilt kanserine yakalanmaya muhtemel daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz” dedi.

    Güneş ışınlarından korunma yöntemleri

    Yaz aylarında etkisini yoğun şekilde hissedilen güneş ışınlarından korunmanın önemine dikkat çeken Dr. İnandırıcı, güneşin zararlı ışınlarından korunmanın yöntemlerini ise şöyle anlattı:

    “Güneşin zararları etkilerine karşı; güneşe çıkmadan yarım saat önce 30 faktör üzeri korumaya sahip güneş kremleri sürülmeli. Güneş kremi kullanıyoruz diye kontrolsüz güneşte kalmak da zarar getirecektir. Çünkü koruyucular belirli oranda ve sürelerde etkilidirler. Bu nedenle güneş koruyucuları 4 saatte bir yenilenmelidir. Şapka ve gözlük takmak, ultraviyole geçirmeyen uzun mayolar kullanmak ve pamuklu sık dokunmuş giysiler tercih etmekte oldukça önemlidir. Özellikle yaz mevsiminde saat 11.00 ve 16.00 arası mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmamaya özen gösterilmelidir.”

    Cildin doğal rengini koruyun

    Cildin doğul renginin korunması önerisinde de bulunan Abbas İnandırıcı, “Solaryum gibi yapay bronzlaştırıcı cihazların kullanımından kaçınılmalıdır. Çünkü UV A radyasyonu normal güneş ışığında bulunduğundan daha fazla bulunur. Cilt kanserlerinde erken teşhis çok önemlidir. Erken safhalarda ve küçük boyutlarda iken teşhis edilen cilt kanserlerinin tedavisi çok daha kolay olur. Bu nedenle en az yılda bir kez cilt muayenesi olunması oldukça önemlidir” diye konuştu.

  • Hastalığa değil, sağlığa yatırım

    Hastalığa değil, sağlığa yatırım

    Bursa’da tedaviye yönelik hizmetlerin yanında koruyucu sağlık hizmetlerinin de güçlendirilmesi hedefiyle inşa edilen sağlıklı hayat merkezleri, vatandaşlara bir çok konuda hizmet veriyor.

    Sağlık Bakanlığı’nın vizyon projelerinden olan sağlıklı hayat merkezlerinde sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam gibi vatandaşların hayat kalitesini yükseltecek alışkanlıklar kazandırılmasının yanı sıra, obezite, kanser tarama, sigara bırakma, ağız ve diş sağlığı konularında koruyucu sağlık hizmeti sunuyor.

    Bursa’da 10 farklı ilçede olmak üzere 13 aktif sağlıklı hayat merkezi hizmet veriyor.

  • Sıcak havalarda nasıl beslenilmeli?

    Sıcak havalarda nasıl beslenilmeli?

    Türkiye genelinde sıcaklıkların normalin üzerinde artması vatandaşların olumsuz yönde etkiliyor. Son zamanlarda en sıcak günleri yaşarken sağlık prolemlerini yaşamamak için su tüketimi ve doğru beslenmek önemli.

    Yaz mevsimi denilince akla soğuk içecekler geliyor. Ancak vücuda zararları ise oldukça fazla. Serinlemek için tercih edilen içecekler sağlık sorunlarını açığa çıkarabilir. Özellikle vatandaşların mevsiminde olan meyve ve sebzeleri tercih etmeleri daha dirençli ve sağlıklı birey olmalarını sağlıyor. Uzmanlar sıcak yaz günlerinde kabak, patlıcan, bamya gibi ürünleri zeytinyağlı olarak tüketilmesini gerektiğini söylüyor.

    Diyetisyen Serenay Bölükbaş, vatandaşlara öneride bulundu.

    Bölükbaş, şöyle konuştu: “Yaz aylarında damaların genişlemesiyle birlikte vücut daha fazla ödem tutuyor. Bu yüzden daha fazla su tüketilmesini ve mineral kaybı olduığu için 1-2 kişi sade maden suyu öneriyoruz. Sebze ve meyve kalori olarak hesaplamıyoruz. 2-3 porsiyon şeklinde tüketilmesi gerekiyor. Yaz meyveleri genelde çok şekerli oluyor. Diyabet hastaları mutlaka meyvelerin yanında ayran ya da peynir tüketsinler. Genelde tek meyve tüketsinler. İçecekler de meyveli soda kesinlikle önermiyorum. Ödemden şikayetçi olanlar ise soğuk yeşil çay tüketebilirler” dedi.

  • En sık görülen 15 hastalık

    En sık görülen 15 hastalık

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Esra Nur Özgür, “Bazı ciddi hastalık belirtileri kadınlar tarafından göz ardı edilebilir. Hangi hastalık olursa olsun erken tedavi çok önemlidir” dedi.
    Büyük Anadolu Hastaneleri Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Esra Nur Özgür, kadınlarda sıkça görülen 15 kadın hastalığı ve rahim ağzı kanseri ile ilgili bilgi verdi.

    Her kadın hayatının bir döneminde kadın hastalıkları ile karşılaşabileceğini ifade eden Opr. Dr. Esra Nur Özgür, “Her kadın hayatının bir döneminde kadın hastalıkları ile karşılaşabilir. Bu hastalıklar kadının cinsel hayatını, üreme kapasitesini olumsuz etkileyebileceği gibi hayatını tehdit edecek durumlar oluşturabilir. Ancak kadın hastalıklarında erken teşhis yaşam kalitesi ve süresi açısından büyük önem taşır. Buna rağmen bazı ciddi hastalık belirtileri kadınlar tarafından göz ardı edilebilir.

    Oysa düzensiz adet kanamaları, karında şişlik, ağrılı adet dönemi gibi belirtiler çeşitli jinekolojik kanserlerin sinyalini verebilir. Özellikle üreme dönemindeki kadınlarda daha sık görülen kadın hastalıkları bazı ciddi hastalıkların belirtisi olmasına rağmen çoğu kadın tarafından göz ardı edilebilir. Bazı hastalıklar ise diğer hastalıklara göre daha sık görülebilir.

    Kadın hastalıkları dendiğinde rahim, yumurtalık, tüpleri ve dış genital organları içeren kadın üreme sisteminin hastalıkları anlaşılmaktadır. Sık karşılaştığımız kadın hastalıkları ya da jinekolojik hastalıklar olduğu gibi, bunlardan bazıları tehlikeli kadın hastalıkları grubuna girer” diye konuştu.

    En sık görülen kadın hastalıkları
    Bir kadının hayatı boyunca en sık karşılaştığı hastalıkları sıralayan Opr. Dr. Esra Nur Özgür, “En çok karşılaşılan kadın hastalıkları ise ağrılı adet görme, vajinal akıntı, adet görememe, polikistik over hastalığı, miyomlar, çikolata kisti, idrar kaçırma, kasık ve bel bölgesi ağrıları, cinsel fonksiyon bozuklukları, kısırlık, vajinal mantar, yumurtalık kisti, pelvik enfeksiyon ve rahim iltihabı, rahim duvarı kalınlaşması ve de rahim ağzı kanseri hastalıklarıdır diyebiliriz. Hangi hastalık olursa olsun erken tedavi çok önemlidir. Aradan çok bir süre geçmeden doktorunuza başvurmanız gerekmektedir” şeklinde konuştu.

    Rahim ağzı kanseri
    Rahim ağzı kanseri, dünyada kadınlarda meme kanseri ve kalın bağırsak kanserinden sonra üçüncü sıklıkta görülen kadın hastalığı olduğunu ifade eden Dr. Esra Nur Özgür, “Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde onuncu sıradadır.

    Rahim ağzı kanseri nedeni tamamen aydınlatılmış ve önlenebilen tek kanserdir. Rahim ağzının yüzeyini oluşturan hücre tabakasının anormal hücrelere dönüşmesiyle ‘kanser öncülleri’ denilebilecek hücreler ortaya çıkıyor. Kanser öncülleri erken saptanıp tedavi edilmediklerinde rahim ağzı kanserine dönüşebiliyorlar. Yapılacak olan jinekolojik muayene esnasında alınacak papsmear tarama testi bu kanser öncülü hücreleri ve kanser varlığında da kanser hücrelerini erken tespit edebilmesi bakımından çok önemlidir ve çok kolay bir tarama yöntemidir.

    Rahim ağzında gelişen hücre değişikliklerinin en sık sebebi HPV enfeksiyonlarıdır. Ulusal ve uluslararası sağlık kuruluşları HPV kaynaklı kanserlerden korunmak için 11-12 yaş arasındaki tüm erkek ve kızlara iki veya üç doz HPV aşısı yaptırmalarını öneriyor.

    Eğer daha önce aşı yapılmadıysa, erkekler için 21 yaşına kadar, kadınlar için ise her yaşta HPV aşısı yapılabiliyor. 21-65 yaş arası kadınlara yapılan smear ve HPV gibi rutin tarama testleriyle rahim ağzı kanseri erken teşhis edilebilir. Erken evrelerde cerrahi tedavi ön planda iken ileri evrelerde radyoterapi öncelikli tedavi seçeneğidir” ifadeleri kullandı.

    Tarama testleri ihmal edilmemeli
    ‘Pap smear’ testinin çok önemli bir test olduğunun altını çizen Dr. Esra Nur Özgür, “Rahim ağzı kanserinin taranması için kullanılan bu test, kullanım kolaylığı, sonuçlarının doğruluğu ve bu sonuçlar sayesinde hastalık ilerlemeden tedaviye ulaşma imkânı vermesi nedeniyle kadınların yaptırabileceği ‘en değerli tarama testi’ olarak kabul ediliyor.

    Rahim ağzı kanserinin oluşumu insan siğil virüsü olan HPV ile yüzde 99.7 oranında ilişkili olduğu için bu taramanın yapılması büyük önem taşıyor. HPV virüsünün bulaşmasından kanserin ortaya çıkmasına kadar geçen süre 10-15 yıl kadar sürebildiği için, bu aralıkta testin düzenli yaptırılması gerekiyor.

    Pap smear sayesinde yıllar içinde kadınlarda rahim ağzı kanserine yakalanma oranı hızla düşüyor. Cinsel ilişki başladıktan sonra üç yıl içinde ve en geç 21 yaşında pap smear testi yaptırmaya başlamak gerekiyor. Örneğin cinsel hayatı 20 yaşında başlamış olan bir kadının üç yıl beklememesi, 21 yaşından itibaren bu testi yaptırması ve taramaların her yıl düzenli olarak tekrar edilmesi öneriliyor” açıklamasında bulundu.

    Testin yapılması ve riskler
    Testin nasıl yapıldığı, risk saptanırsa neler olabileceği hakkında bilgilendirmelerde bulunan Dr. Özgür, “Jinekolojik muayene sırasında, hastanın fark etmeyeceği kadar hızlı ve kolay bir şekilde rahim ağzından fırça ya da çubuk yardımı ile sürüntü alınıyor ve cam üzerine sürülerek, sıvı bazlı testlerde ise özel taşıyıcılar içinde patoloji laboratuvarına gönderiliyor.

    Burada mikroskop altında özel tekniklerle incelenerek hücreler değerlendiriliyor. Rahim ağzındaki hücrelerde görülen değişiklikler, öncü lezyonlar olarak adlandırılıyor ve değişikliğin oranına göre bunlar sınıflandırılıyor. Bu öncü lezyonların tedavisinin kansere göre çok daha kolay olması pap smearın önemini ortaya koyuyor.

    Bu tarama testinin bir başka avantajı ise hastanın radyolojik ışın almaması oluyor. Pap smear testi sonucunda riskli gruba giren öncü lezyon saptanırsa rahim ağzının büyütülerek incelendiği kolposkopi yöntemine başvuruluyor. Burada anormal görülen alanlardan biyopsi alınarak smear sonucu ile karşılaştırılabiliyor. Müdahale edilmesi gereken bir lezyon varsa leep denilen yöntemle bölgeden parça çıkartılabiliyor. Yakma ve dondurma yoluyla tedavi yöntemleri günümüzde daha az tercih ediliyor. Pap smear sonucunun kanseri göstermesi durumunda ise cerrahi tedavi planlanıyor” bilgilerini verdi.

    Yumurtalık kanseri
    Dr. Özgür, konuşmasını şöyle sürdürdü:
    “Ultrasonografi yöntemiyle yapılacak yıllık rutin jinekolojik muayenelerin yumurtalık bölgesinde oluşan kitlesel lezyonları tanımlayabilmek ve gerektiğinde başka testlerle bulguları desteklemek açısından önem taşıyor. Pap Smear testi de bu muayeneler sırasında yapılabiliyor.

    Cinsel açıdan aktif her kadının, normal koşullarda yılda bir kez kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından muayene edilmesi öneriliyor. Rahim kanseri riski açısından özellikle menopoz döneminde rahim iç duvar kalınlığının ölçülmesi de önem taşıyor. Transvajinal ultrason denilen yöntemde, ultrason cihazı vajinal yolla uygulanıyor ve rahim iç duvarı bu şekilde inceleniyor.

    Rahim iç duvarı (endometrium) her ay hormonal etki ile kalınlaşıyor ve adet ile atılıyor. Muayene sırasında burada sürekli bir kalınlaşma görülmesi uyarıcı oluyor. Bu muayene sırasında yumurtalıklardaki kistik oluşumlar da değerlendiriliyor. Gerekli vakalarda rahim içinde biyopsi ile örnek alınarak patoloji laboratuvarına gönderiliyor ve gelen sonuca göre tedavinin yönü belirleniyor. Yumurtalık kanserinde kandaki tümör belirteçlerinin artması nedeniyle, riskli gruplarda bunların taranması teşhis açısından yol gösterici olabiliyor. Ancak bu belirteçlerin yüksek olması her zaman yumurtalık kanserini işaret etmiyor.

    Risk faktörü yüksek olan kadınlarda, yıllık jinekoloji muayenede tümör belirteçlerine bakılıyor. Muayeneye gelen hastadan kan örneği alınarak bakılıyor. Yumurtalık kanserinde en sık yükselen tümör belirteçi olan CA125, adet dönemine yaklaşılan dönemde, çikolata kisti olan kadınlarda, miyomların varlığında, sigara içen kadınlarda ve yüzde 2 oranında hiçbir sorunu olmayan kadınlarda da kanser vakalarındaki kadar olamasa da yüksek çıkabiliyor.

    Bu nedenle bu testin sonuçları sadece uyarıcı oluyor. Ailesinde yumurtalık kanseri var olan kadınlarda, belirteçlerin yüksekliği halinde nedenlerini değerlendirmek önem taşıyor. Elle muayene herkesin hemen ulaşabileceği bir tarama yöntemi. Her kadının adet bitiminde kendi memesine dokunması, daha önce var olmadığını düşündüğü bir kitle varsa bununla ilgili hemen kadın hastalıkları ve doğum uzmanına ya da genel cerrahi uzmanına başvurması gerekiyor.

    Bu kitlenin iyi huylu olma ihtimali de var. Ancak muayene edilmesi şart. Birçok kanser türünde olduğu gibi, erken teşhis hayat kurtarıyor. Doğru bir elle muayenenin ayna karşısında ayakta ve yatarak yapılması gerekiyor. İki meme arasında simetri bozukluğu meydana gelip gelmediğini ve deri üstündeki değişiklikleri görmek önem taşıyor.

    Muayeneyi meme başından başlayarak, yuvarlak hatlarla tüm meme dokusunu ve koltuk altını kapsayacak şekilde, parmak uçlarıyla ciltten göğüs kafesi kemiklerine doğru bastırarak yapmak gerekiyor. Bu sırada ele gelen ağrılı veya ağrısız kitlenin ve daha önce olmadığı düşünülen en küçük lezyonun dahi dikkate alınması ve doktora başvurulması hayat kurtarıyor.”

    Meme muayenesi
    Meme muayenesinde de pap smear testi önemli olduğunu altını çizen Özgür, “Her sekiz kadından birinde meme kanseri görüldüğü gerçeği göz önüne alındığında, bu test büyük önem taşıyor. Birinci dereceden kadın akrabalarında meme kanseri öyküsü olanların, adet düzeni erken başlayanlar ile menopoza geç girenlerin risk faktörleri daha yüksek oluyor.

    Bu kişilerin düzenli kontrolleri daha erken olabilmekle birlikte günümüzde her kadının 35 yaşında ilk mamografiyi çektirmesi, bunu ultrasonografi taraması ile desteklemesi, sonuçları 40 yaşına kadar saklaması, beş yıllık süreçte problem çıkmadığı sürece 40 yaşından itibaren mamografi çekimini yılda bir tekrarlaması öneriliyor.

    35 yaş öncesinde hormonlara bağlı olarak meme dokusunun dolgun olması mamografinin görüntüleme yeteneğini düşürüyor. Her iki meme de mamografi cihazında plakalar arasına sıkıştırılarak görüntü alınıyor ve el muayenesiyle saptanamayacak kadar küçük anomaliler tespit edilebiliyor. Kitle tespit edilirse Kitlenin türü çeşitli yöntemlerle tespit ediliyor. Kitle kötü huylu ise bulunduğu evreye göre tedavi planlanıyor” diyerek sözlerine son verdi.