Etiket: Sektör

  • Defne yaprağı hasadı başladı

    Defne yaprağı hasadı başladı

    Osmaniye’de 2 ilçede 7 köyün yer aldığı bölgede defne yaprağı hasadı başladı.
    Türkiye’nin ilaç sektöründe kullandığı defne yaprağının büyük bir bölümünü karşılayan Kadirli’nin, Yoğunoluk köyünde Osmaniye Valisi Erdinç Yılmaz, köylülerle birlikte defne yaprağı hasadı yaptı.

    Gıda, ilaç, kimya, boya ve kozmetik başta olmak üzere birçok sektörde hammadde olarak kullanılan defne ağacının yaprak hasadı Kadirli ve Sumbas ilçelerinde, Yoğunoluk, Kösepınarı, Tahta, İlbistanlı, Koçlu, Yeşilyayla köylerinin yer aldığı bölgelerde başladı.
    Defne yaprağı üretiminde dünyada birinciyiz diyebileceğimiz bir niteliğe sahip olduğumuzu söyleyebiliriz diyen Vali Erdinç Yılmaz, “Şu anda Kadirli İlçemizin Yoğunoluk köyündeyiz.

    Yoğunoluk köyümüz Kösepınarı, Tahta, İlbistanlı, Koçlu köylerimiz ve bir de Sumbas İlçemizin Yeşilyayla köyünde yoğun olarak defne hasadı yapılıyor. Bölgemizde çok kaliteli defne üretiliyor. Dünyada birinciyiz diyebileceğimiz bir niteliğe sahip. Burada bin aile istihdam edilmekte ve yaklaşık 25 milyon gelir elde edilmekte. Kıymetli bir ürün, bölgemize ekonomik katkısı çok önemli bir ürün. Parfümeri, ilaç, kimya sanayinde yoğun olarak kullanılan bir ürün.

    Burada da hemşerilerimiz zor şartlar altında bunu elde etmektedirler, gerçekten arazinin şartları çok zor. Bu şartlarda 1000 aileye defne yaprağı hasadı yaparak ciddi bir katkı sağlanmaktadır. Yoğunoluk köyümüzde de bunları işleyecek 3 tesis var, ayrıca Kadirli Organize Sanayi Bölgemizde de tesisi var. Başka illere de hammadde olarak gönderilmektedir” dedi.
    Vali Yılmaz, defne hasadının ardından Yoğunoluk köyündeki Defne İşleme Tesisi’nde de incelemelerde bulundu.

  • Konya’da nadas alanları daraltılıyor

    Konya’da nadas alanları daraltılıyor

    Konya ve ilçelerinde yürütülen çalışmalarla nadasa bırakılan alanlar daraltılıyor.
    Beyşehir ilçesinde Tarım ve Orman Bakanlığının “Ekilmeyen Bir Karış Toprak Kalmasın” projesi ve “Kırmızı Mercimekle Nadası Azalt” projesi çerçevesinde çiftçilere kırmızı mercimek dağıtımı töreni düzenledi. Törende konuşan Konya İl Tarım ve Orman Müdürü Duran Seçen, Türkiye’nin hububat ambarı olarak bilinen Konya’nın geniş tarım alanlarıyla farklı iklimlerin yaşandığı, bilinçli ve tekniğe uygun tarım yapıldığı, sulamanın da modern yapıldığı bir bölge olduğunu vurguladı.

    Bu çerçevede Konya’nın çok fazla tarım alanlarının bulunması dolayısıyla stratejik bir öneme sahip bir il konumunda olduğunu hatırlatan Seçen, “Dolayısıyla çok fazla tarım alanlarının olduğu bir ilimizde de nadas alanlarının olması muhtemel. İlimizdeki tarım arazilerimizin yaklaşık yüzde 68’lik kısmında kuru tarım yapılıyor. Dolayısıyla nadas alanlarımız oldukça fazla, yaklaşık 3 milyon dekar civarında nadas alanımız var” dedi.

    “Üreticilere 64 ton kırmızı mercimek tohumu dağıtımı”
    Amaçlarının, sertifikalı tohumların il genelinde ekiliş alanlarının yaygınlaştırılması olduğunu, böylelikle nadas alanlarının da daraltılarak sürekli üretimde bulunulmasını sağlamaya çalıştıklarını anlatan Seçen, şöyle devam etti:
    Sektörün ihtiyaç duyduğu ürünlerin ekiliş alanlarının artırılması, yine su kaynaklarımız oldukça kısıtlı, toprağımız oldukça değerli, kısıtlı ve değerli olan kaynaklarımızı hem tasarruflu ve verimli kullanmak hem de stratejik ürünlerin bu topraklarda ekiliş alanlarının yaygınlaştırılmasına çalışıyoruz. Hem de tarımsal üretim planlamasına uygun tohumlarımızın dağıtımını gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

     

    Nihai olarak da çiftçilerimize bir nebze de olsa bir tohum desteği sağlayalım, üretim maliyetlerini düşürelim, işletmeleri daha ekonomik hale getirelim diye onun çabası içerisindeyiz. Bugün bu uygulayacağımız projede 64 ton civarında kırmızı mercimek tohumumuzu yaklaşık 5 bin 100 dekarlık alanda ekilmek üzere dağıtacağız. Amacımız nadas alanlarımı daraltmak, bu nadas alanları içerisinde yaklaşık 5 bin 100 dekarlık bir alanı da kırmızı mercimek tohumuyla buluşturmuş olacağız.

    Şimdiye kadar 6 tane proje gerçekleştirdik, Tarım ve Orman Bakanlığımız Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğünün önderliğinde, il ve ilçe tarım ve orman müdürlüğü olarak bu projemizi hazırladık. Bu projedeki amacımız; nadas alanlarının daraltılması. Bir karış bile toprağımızın, tarlamızın boş kalmasını istemiyoruz. Dolayısıyla işletmelerin hem ekonomik olarak üretim maliyetlerinin düşürülmesi hem de işletmelerin daha karlı hale geçmesi için bu tohumlarımızı dağıtıyoruz.”

    “Mercimek AB Tescili yolunda”
    Beyşehir Kaymakamı Mehmet Kemal Akpınar da konuşmasında, çiftçilikteki temel amacın en yüksek hasılaya ulaşmak olduğunun altını çizerek, en yüksek verimi almak için de kaliteli tohum kullanmak gerektiğini söyledi. Tohumun özellikle ürün üretilen bölgeye, iklimine, havasına ve toprağına uyumlu olması gerektiğini vurgulayan Kaymakam Akpınar, böylelikle yüksek verime ulaşılabileceğini kaydetti. Önümüzdeki dönemde yürütülen bu çalışmalarla bölgede en yüksek verime ulaşmayı arzu ettiklerini aktaran Akpınar, konuşmasını şöyle sürdürdü:

    Tabii bir yandan çiftçilerimizin elde ettiği hasılayı, gelirini artırmak için de farklı çalışmalar var. Bu mercimeğin ilçemiz adına AB’ye tescilini yapmak için de çalışmalar başladı. İnşallah oradan da olumlu sonuç alınır. Elde edilen hasıla en yüksek fiyata satılır ve çiftçimizin geliri artar.”
    Konuşmaların ardından programa katılan çiftçilere çuvallar içerisinde yer alan kırmızı mercimek tohumları Kaymakam Kemal Akpınar, İl Tarım ve Orman Müdürü Duran Seçen ile İlçe Tarım ve Orman Müdürü Hüseyin Özver tarafından yapılan ilk teslimle beraber dağıtıldı.

  • Sahte bal sağlığı olumsuz etkiliyor

    Sahte bal sağlığı olumsuz etkiliyor

    Gezgin arıcıların en çok tercih ettiği iller arasında yer alan Yozgat, birçok arıcıya ev sahipliği yapıyor. Yüzlere endemik bitki türü ve zengin çiçek florasına sahip Bozok Yaylası’nda gezginci arıcılar, kaliteli bal üretebilmek için mesai harcıyor. Özellikle Ordu ve Samsun gibi Karadeniz illerinden Yozgat’a gelen gezgin arıcılar, bal sağımını tamamlayıp emeklerinin karşılığını alabilmek adına çaba gösteriyor. Ancak tonlarca organik bal üreten gezgin arıcılar, son günlerde merdiven altında üretilen sahte ballar nedeniyle ürünlerini pazarlamada sıkıntı yaşıyor. Ucuz olduğu için tercih edilen ancak insan sağlığına faydası olmadığı gibi zararı da dokunan sahte ballar, arıcıların emeklerinin de boşa gitmesine neden oluyor. Yozgat’ta üretim yapan gezgin arıcılar da bu durumun arıcılık sektörünü bitirdiğini ifade ederek gelecek yıl bal üretimi yapamayacaklarını ifade ediyor.

    “Organik balın değerini bilen yok”
    Yozgat’a Ordu’nun Kumru ilçesinden gelen ve yaklaşık 40 yıldır Bozok Yaylası’nda organik bal üreten 57 yaşındaki Selim Alpaydın, piyasada üretilen ucuz ve sahte ballarla insan sağlığının tehlikeye atıldığını iddia etti. Alpaydın, “Ben Orduluyum, 35-40 yıldır gezginci arıcılık yapmaktayım. Maalesef gezginci arıcılığı bitiren bazı nedenler oldu. Balımızın hasadını yaptık ama bal elimizde kaldı çünkü vatandaşa sahte, yapay balı ucuz ucuz satıyorlar. Merdiven altı bal dediğimiz bu zehri bal diye üretiyorlar. Onların yüzden gezginci ve Türkiye’deki arıcılık bitirme noktasına geldi. Ne kadar organik bal yaparsak da yapalım biz bu işin altından çıkamıyoruz. Televizyonlarda vatandaşlar sahte bal siparişi veriyor, evlerine kanserojen madde içeren zehirler geliyor. Bu balı ucuz veriyorlar, biz de organik balı ucuz veriyoruz ama organik balın maalesef değerini bilen yok.” dedi.

    “Vatandaşa bal yerine zehir satıyorlar”
    Sahte balların insan sağlığını olumsuz etkilediğini de aktaran Alpaydın, “Bu sahte balları şeker fabrikası atıklarından, mısır şurubu dediğimiz baklava şerbeti tarzındaki maddelerden yapıyorlar ve vatandaşa zehir satıyorlar, vatandaşı kanser yapıyorlar. Üretim işleri çok zorlaştı, masraflarımız arttı, eleman sıkıntısı çekiyoruz. Gençler bu işlere heveslenmiyor. Önceden herkes bu işi yapardı ama şu an da bu işin sonu yok diyorlar. Böylece arıcılığında sonu gelmiş oluyor. Arıcılık yok olursa dünyanın sonunu bilim adamları anlatıyor zaten. Arıcılık Türkiye’de bitti, lütfen yetkililerimiz bu işe el atsın. Ürünümüz iyi çıkıyor ama bu sahte balcılar, merdiven altı balcılar maalesef bu işi bitirdi. Ben bu işi isteyerek yaptım, memurluğu bıraktım, severek yapıyordum ama bende tükendim artık. büyük bir ihtimal bu sene son olacak ben de üretim yapmayacağım. Benim gibi düşünen Ordulu birçok arkadaşım var ve bu işi bırakmaya karar verdiler. Masrafların altından kalkamıyoruz, balımızı değerinde satamıyoruz.” şeklinde konuştu.

  • İnşaat sektörü elemanları rezervasyon yapıyor

    İnşaat sektörü elemanları rezervasyon yapıyor

    Türkiye ekonomisinin lokomotifi olan inşaat sektöründe 6 Şubat 2023’te yaşanan deprem felaketinin ardından daha yoğun bir döneme girildi. Hem deprem bölgesinde hem de diğer noktalarda süren inşaatlarda ise çalışacak eleman bulma sorunu yaşandı.

    Aylıklar 150 bin liraya yükseldi

    Aylık en az 70, en fazla da 150 bin lira verilmesine rağmen sektör temsilcileri, kalifiye inşaat işçisi bulma sıkıntısı yaşadıklarını söyledi. Kalıpçı, kule vinç operatörü, elektrik, su, sıva ve boya ustası gibi birçok meslek grubunda artık usta-çırak ilişkisi kalmaması eleman sorunlarını da beraberinde getirdi. Ayrıca ailelerin çocuklarını sadece avukat, doktor, öğretmen gibi mesleklere yönlendirmesi birçok sektörde ara eleman bulunmamasına neden oldu.

    “Ara eleman sorununu kapatamıyoruz”

    Konuyla ilgili İhlas Haber Ajansı’na konuşan müteahhit Savaş Yükselyalçın, eleman sorununun yapı maliyetlerine de etkisi olduğunu belirterek, “Şu anda ara eleman bulamıyoruz. Çok ciddi ihtiyacımız var. İnşaatlar arası transferler de tıkandı. Maalesef eğitim sistemi nedeniyle herkes beyaz yaka oldu. Arkadan gelen usta-çırak ilişkisi olmadığı için bu ara eleman sorununu kapatamıyoruz. Boyacı, kalıpçı, sucu, sıvacı gibi teknik ara elemanlara ihtiyaç var” dedi.

    “Kayıtlı, geçici işçi getirmeliyiz”

    İnşaatlarda maaşların aylık 70 bin ile 150 bin lira arasında değiştiğini vurgulayan Yükselyalçın, “Ne kadar maaş verirsek verelim ihtiyacımızı karşılayamıyoruz. Ustaları rezervasyon yapıyoruz ama bazıları verdiği sözü tutmuyor. Herkesten talep var çünkü. Daha yüksek fiyat veren firmaya gidiyor. Sorunun kısa vadede çözümü bizim Filipinler, Hindistan ve Afrika’dan geçici, kayıtlı işçi getirmemiz gerekiyor. İşçilerin işi bittiğinde geri göndermemiz gerekiyor” diye konuştu.

    “İnşaat işçileri yüksek maaş alıyor”

    Öte yandan müteahhit Savaş Yükselyalçın, birçok sektörde yaşanan eleman sorunları için meslek liselerine ailelerin çocuklarını göndermesi gerektiğini anlatarak, “Eski usul çırak, kalfa ve usta ilişkilerine dönülmesi gerek. Şu anda bazı inşaat işçileri polis, mühendis, doktor ve savcılardan daha yüksek maaş alıyor. Aileler bunun farkına varmalı. Bu meslekler unutulmamalı” ifadelerini kullandı.

  • “Temizlik sektörü işçi bulamıyor”

    “Temizlik sektörü işçi bulamıyor”

    İş gücü piyasasında son yılların en hızlı değişimi yaşanıyor. Maaşlar ve iş gücü talepleri değişimin belirleyicileri olarak öne çıkıyor. En fazla işçi talep eden sektörleri ve en fazla işçi aranan meslekleri belirlemek amacıyla İŞKUR tarafından hazırlanan Açık İş İstatistikleri Araştırması’nın 2024 yılı ikinci çeyrek sonuç raporuna göre en yüksek iş açığı imalat sanayinde yaşandı. İmalat sanayini servis elemanları ve temizlikçiler takip etti.

    Allservice Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Akyüz, Haziran ayı İŞKUR verileri ile iş gücü piyasasında son yılların en hızlı değişimini değerlendirdi. Akyüz, teknik eleman maaşlarının memur maaşlarıyla yarıştığını belirterek “En büyük istihdam açığının imalat sanayiinde, onu servis elemanlar (garson vs) ve temizlik sektörü takip ediyor. Türkiye genelinde temizlik personeli pozisyonlarına olan ilgi azalırken, şirketler maaş politikalarını gözden geçiriyor. Son dönemde Türkiye’de temizlik personeli pozisyonlarına olan talebin azalması, sektördeki eleman açığını derinleştiriyor. Tesis yönetim hizmetleri şirketleri, asgari ücretin üzerinde maaş teklifleriyle dikkat çekse de, ekonomik koşullar ve alternatif iş olanakları, temizlik personeli bulma ve elde tutma konusunda zorluklar yaşanmasına neden oluyor. Şirketlerin çoğu, temizlik personeli için net 22 bin TL ile 27 bin TL arasında değişen maaşlar öneriyor. Ancak, bu maaşlar, ülke genelindeki asgari ücretin biraz üzerinde olduğu için, işe olan ilgiyi artırmakta yeterli olmuyor. Ekonomik belirsizlikler ve yüksek enflasyon da çalışanların maaş beklentilerini etkileyerek, temizlik personeli açığının artmasına katkı sağlıyor. Teknik personellerde ise durum farklı, tesisatçı, elektrik teknisyeni, mekanikçi gibi alanlarda teknik personellerin maaşları memur maaşlarını geçmiş durumda” dedi.
    Sektörde teknik personel maaşlarının 55 bin liradan başladığını söyleyen Akyüz, “Teknik personel için önerilen maaşlar net 55 bin TL ile 65 bin TL arasında değişirken, bu rakamlar kamu sektöründe çalışan birçok memurun maaşlarını geçmiş durumda. Burada maaşların yüksekliği bu pozisyonlara olan ilgiyi artırıyor. Ancak yine de sektörün bu alanda eleman bulmakta zorlandığını söylemek yanlış olmaz” dedi.

    Tesis yönetim hizmetleri şirketleri, eleman açığını azaltmak için çeşitli çözüm önerileri üzerinde çalıştığını söyleyen Ebru Akyüz, “Bunlar arasında maaş politikalarının gözden geçirilmesi, ekonomik desteklerin sağlanması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi yer alıyor. Özellikle maaşların asgari ücretin üzerine çıkarılması, şirketlerin bu pozisyonları daha cazip hale getirmesine yardımcı olabilir. Günlük yevmiye işlerinin, temizlik personeli pozisyonlarına göre daha yüksek gelir sağladığı belirtiliyor. Bu durum, temizlik personeli için rekabetçi maaş tekliflerinin önemini vurguluyor. Şirketler, alternatif iş olanaklarını değerlendirerek maaş ve yan haklar konusunda yenilikçi yaklaşımlar geliştirmeye çalışıyor” dedi.

  • Mesai saatleri düşüyor mu?

    Mesai saatleri düşüyor mu?

    Hükümet çalışma saatlerini azaltmak için kolları sıvadı. Buna göre; Türkiye‘de haftada 45 saat olan mesai süresi, 40 saate düşecek. İş kanunu düzenlemesi ile farklı konular da hedefleniyor. Standart ve mevcut haklar korunacak.

    Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından “mesai saatlerinde düzenleme” çalışması başlatıldı. Avrupa standartlarına göre Türkiye’de çalışma saatleri fazla. Durum böyle olunca kişisel yaşam hakları da kısıtlanıyor. Özellikle özel sektörde çalışanlar ailelerine ve kendilerine daha az vakit ayırabiliyor.

    Çalışma saatleri düzenlenecek. Yıllık izin ve ücretlere değinilecek. Avrupa’da olmak üzere birçok ülkede pilot uygulama başlamıştı. Dört günlük çalışma haftası hayata geçirilerek verimliliği arttırmak planlanıyor. İşverenler ücret konusunda bir değişikliğe gider mi?

    Bursa Uludağ Üniversitesi Doç. Dr. Filiz Eryılmaz, şöyle konuştu.

    “Olumlu bir adım. Kanunda 45 saat ama fiilen haftalık çalışma saatleri 50 saati buluyor. İnsanların iş ve yaşam dengelerini sağlamaları adına atılması gereken bir adım. Sadece çalışanlar için değil, ekonomi içinde dolaylı yoldan birçok faydası olabilecek bir durum. İnsanlar daha verimli hale gelecekler. İş yerleri çalışma saati düşünce ek istihdam yaratmak zorunda kalacaklar. İşgücü ve emek verimliliği de arttırır. Kadın istihdamına olumlu katkı sağlar. Gelir dağılımı dağıtıcı süreci olabilir. Beyin göçünü orta vadede azaltabilir. Ücretlerin üstünde bir baskı olabilir. Eğer çalışma saatleri kısalırsa asgari ücret pazarlığında ya da asgari ücreti baz alan özel sektör ücret sözleşmelerinde işgücü maliyetim arttığı için ücret konusunda baskı olabilir” dedi.

  • Mudanya Üniversitesinde Sektöre Uğurlama töreni

    Mudanya Üniversitesinde Sektöre Uğurlama töreni

    Bursa’nın tek vakıf üniversitesi olan Mudanya Üniversitesi, bir ilki daha hayata geçirdi. Üniversitede uygulanan 3+1 eğitim modeli kapsamında Meslek öğrencileri, eğitim hayatlarının son yılını sahada çalışarak tamamlamaları ve mezun olduklarında önemli bir tecrübeye sahip olmaları hedefiyle sektöre uğurlandı. Anestezi, İlk ve Acil Yardım, Fizyoterapi ve Tıbbi Görüntüleme Teknikleri öğrencileri, teorik bilgilerini uygulama ile pekiştirecekleri Medicalpark Bursa Hastanesi’ndeki görevlerine başlayacaklar.

    GIYASETTİN BİNGÖL: YOLUNUZ AÇIK OLSUN

    Konferans Salonun’nda düzenlenen Sektöre İlk Adım Töreni’nde konuşan Mütevelli Heyeti Başkanı Gıyasettin Bingöl, şunları sööyledi:
    “Bugün de üniversitemiz için yine önemli bir ilk için buradayız. Eğitim hayatımıza başlarken, lisans programlarımız için 7+1, Mesleki Yüksekokulumuz için de 3+1 eğitim modelini uygulayacağımızı duyurmuştuk. Nedir bu model…Öğrencilerimiz eğitim hayatlarının son yılını sahada çalışarak tamamlayacaklar ve mezun olduklarında önemli bir tecrübeye sahip olacaklar. Sevgili gençler. Ben hep çalışarak okudum. Bizimki belki mecburiyetti ama bana çok şey öğretti. Siz de çalışarak hayatı öğreneceksiniz. Bugün sizleri sektöre uğurluyoruz. Eğitim hayatınızın son döneminde, çözüm ortağımız Medicalpark Hastanesi’nde uygulamalı eğitim alarak mezun olacaksınız. Ben hepinizi tebrik ediyor, sağlık ordusunun nitelikli birer elemanı olacağınıza inanıyorum. Yolunuz açık olsun.”

    Rektör Vekili Prof. Dr. Emin Karip, MYO Müdürü Öğr. Gör. Esin Baylançicek ile Medicalpark Bursa Hastanesi Başhekimi Öğr. Gör. M. İkbal Bakırcı da yaptıkları konuşmalarda öğrencilere başarılar dilediler.
    Konuşmaların ardından öğrenciler yaka kartlarını takarak görev yerlerine uğurlandılar.

  • “Tarımın modası hiçbir zaman geçmeyecek”

    “Tarımın modası hiçbir zaman geçmeyecek”

    Tarım ve Orman Bakanlığının ev sahipliğinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında “2023 Yılı Tarımsal Üretici Temsilcileri İstişare Toplantısı” düzenlendi. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ndeki toplantıya Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı da katıldı. Toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, Türkiye’nin üç yıllık politikalarını içerecek Orta Vadeli Program çerçevesinde tarım sektörünün fikir ve önceliklerine büyük önem verildiğini ifade etti.

    Buna benzer istişare sürecinin iş ve finans dünyasının yanı sıra çalışan kesimleri temsil eden sendikalarla gerçekleştiğini hatırlatan Yılmaz, “Gerek kamu, gerek işçi sendikalarıyla. Politika yapım sürecinde ilgili taraflarla istişare içinde olarak hem paydaşların sahiplenmesini hem de politikalarımızın niteliğinin artmasını sağlamış oluyoruz. Böylece eylül ayında kamuoyuyla paylaşacağımız Orta Vadeli Program, ekim ayında yine Meclisimize arz edeceğimiz 12. Kalkınma Planı ve akabinde 2024 yılına ilişkin hazırlayacağımız merkezi yönetim bütçe süreçlerine tüm ilgililerin öneri ve beklentileri katılımcı bir şekilde yansımış olacaktır” ifadelerini kullandı.

    Toplantıda konuşulan konular hakkında bilgi veren Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Sözlü ifadelerinin yanı sıra bizlere çeşitli yazılı dokümanlar, raporlar da sundular. Bütün bunları tabii detaylarıyla burada aktarmak mümkün değil. Ana hatlarıyla belli başlıklar üzerinde duracağım. Birincisi herkesin üzerinde uzlaştığı konu. Her alanda olduğu gibi tarım alanında da belirsizlikleri azaltmamız, öngörülebilirliği arttırmamız gerekiyor. Zaten Orta Vadeli Program’ın amacı da bu. Ekonominin temeli öngörülebilirliğe dayanıyor. Belirsizlik azaltmaya dayanıyoruz. Bunun siyasi boyutu var, teknik boyutu var. Siyasi belirsizlikler mayıs ayında yapılan seçimlerle ortadan kalktı. Çok şükür ülkemiz uzun bir süre siyasi istikrar ve güven ortamı içinde yoluna devam edecek. Dolayısıyla siyasi taraftaki mesele çözülmüş durumda.

    Bize düşen şimdi Orta Vadeli Program ve diğer dokümanlarla teknik anlamdaki belirsizlikleri de ortadan kaldırıp ülkemizde öngörülebilirliği güçlendirme, belirsizlikleri azaltmak. Belirsizlikleri ne kadar azaltırsak ekonomik aktörler o derece rahat bir ortamda çalışma imkanı bulmuş olacaklar. Bu çerçevede tarım sektöründeki belirsizlikleri azaltma, öngörülebilirliği arttırma üzerinde geniş olarak durduğumuz bir alan. Yine tarım sektörünün stratejik bir konu olduğu, milli güvenliğimizi ilgilendirdiği, özellikle son dönemlerde yaşanan süreçlerle bu niteliğinin daha belirgin hale geldiğini hep birlikte ifade ediyoruz. Bir taraftan bulaşıcı hastalıklar, Covid gibi diğer taraftan küresel düzeyde yaşanan iklim değişikliği, küresel ısınma gibi meseleler, bir diğer taraftan jeopolitik gelişmeler, Ukrayna-Rusya savaşı gibi çatışmalar. Bütün bunlar tarım sektörünün, gıda alanının ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gösterdi.”

    “Tarım hiçbir zaman modası geçmeyecek bir sektördür”

    Tarımın hiçbir zaman modası geçmeyecek bir sektör olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Geçmişte kalkınma anlayışında bu bir miktar ihmal edilmiş. Bizim tarihimize baktığımız zaman sanki modernleşince, gelişince tarım sektörü eski önemini taşımayacak gibi bir anlayış olmuş. Bizim kalkınma tarihimizde ama geldiğimiz noktada aslında tarımın en kritik alanlardan biri tarihte de sanayi devriminden önce tarım devrimi yapıldığını, birçok ülkede tarım üzerine sanayi devriminin inşa edildiğini görmemiz gerekiyor. Dolayısıyla tarımdaki gelişmeler genel kalkınmamız açısından, makro istikrarımız açısından da son derece önemli. Covid döneminde özellikle gıda milliyetçiliğinin hangi boyutlara ulaştığını görmüş olduk.

    Parası olduğu halde bazı ülkeler gıdaya erişimde sıkıntılar yaşadılar. Dolayısıyla bütün bunlardan geleceğe dönük olarak dersler çıkarılması gerekiyor. Yine son dönemlerde makro ekonomide yaşadığımız, enflasyonda yaşadığımız hareketlilikte gıdanın son derece önemli bir unsur olduğunu özellikle de imkanı kısıtlı kesimlerin harcamaları için de gıdanın payının daha yüksek olduğu dikkate alındığında hem makro istikrarı açısından hem gelir dağılımı bakımından, sosyal adalet bakımından gıdanın tarımın yine çok kıymetli bir alan olduğunu ifade etmek isterim” şeklinde konuştu.

    Toplantıya katılan tarım sektörünün üzerinde durduğu ortak noktalar hakkında konuşan Yılmaz, “Birinci başlığımız aslında planlı üretim. Bütün bu hususları daha etkili bir şekilde sürdürebilmek için planlı üretim yapılması gerekiyor. Yerli üretimin her alanda geliştirilmesi gerekiyor. Burada da en kıymetli ifadelerden biri sürdürülebilirlik. Sürdürülebilirlik bugünkü nesil ile gelecek nesil arasındaki adalet açısından da çok kıymetli. Sosyal adalet dediğimiz hadise bir taraftan bugünkü nesil içindeki adaleti ifade ediyor. Bir taraftan da bugünkü nesille de gelecek nesiller arasındaki adaleti gerektiriyor. Dolayısıyla sürdürülebilir bir tarımsal üretim son derece kıymetli ve herkesin üzerinde durduğu bir konu. Bu da uzun vadeli bakış açılarını gerektiriyor.

    Kısa vadedeki hadiselerin ötesine giderek tam da bizim bugünün üzerinde durduğumuz daha uzun vadeli bir bakışı gerektiriyor. Bu anlamda sürdürülebilir bir yapıyı sağlamada girdi maliyetlerinden fiyat dengelerine, sözleşmeli üretime varıncaya kadar birçok konunun tartışıldığını ifade edebilirim.

    Yine burada bakanlığımızın, bakanımızın beş kavramla özetlediği sürdürülebilirlik, verimlilik, kayıtlılık, kalite ve sektöre yatırım başlıklarının son derece kıymetli başlıklar olduğunu tekrar ifade etmek isterim. Hastalıklar konusu yine burada tartışıldı. İnsan sağlığı, bitki sağlığı ve hayvan sağlığının aslında birbirleriyle bir bütünlük arz ettiğini, aralarında bir etkileşim olduğunu arkadaşlarımız gayet güzel anlattılar. Sağlıklı beslenemeyen insanların sağlıklı olması beklenemez. Hayvan, bitki sağlığı ve insan sağlığı birbiriyle ilişkili. Bu çerçevede yapılması gerekenler arasında aşı ve ilaç konuları yine gündemimize geldi. İlaç konusunda ülkemizin artık belli bir yere geldiğini, kendine yeter halde olduğunu, daha fazla ARGE’ye ruhsat gibi çalışmalarla ihracatla güçlenmesi gerektiği üzerinde duruldu.

    Bir taraftan da aşı konusunda kendi aşılarımızı üretme meselesi tartışıldı. Burada Sayın Bakanımızın yaptığı planlamalarla ilgili hedefleriyle ilgili bilgilendirmesi çok kıymetliydi gerçekten. Kanatlılar başta olmak üzere belli alanlarda kendi aşılarımızı geliştirme noktasında Tarım Bakanlığımız ve strateji bütçe başkanlığının birlikte bir çalışma yapma iradesi ifade edildi sektörün beklentisine dönük. Bu anlamda önemli bir inisiyatifin önümüzdeki günlerde ortaya konacağını ifade edebiliriz” ifadelerine yer verdi.

    Her alanda olduğu gibi tarım alanında da araştırma geliştirmenin son derece önemli olduğunu, teknoloji ve bunun takibinin son derece önemli olduğunu bu vesileyle bir kez daha gördüklerini söyleyen Yılmaz, sözlerini şu şekilde sürdürdü:

    “Diğer taraftan kayıt dışılıkla mücadele konusu, istihdam başta olmak üzere, tarımdaki istihdamın kayıtlı bir şekilde yapılması başta olmak üzere kayıt dışılıkla mücadele ve tarımsal istatistiklerimizin kalitesini arttırma yine tarımdan envanter çalışmaları gerçekleştirme konuları gündemimizi yine işgal etti. Bu çerçevede ölçemediğimiz şeyi yönetemeyiz anlayışının altının çizilmesi gerekiyor. Tarım alanında mutlaka çok şeyler yapıldı. Geçmişe baktığınızda son yirmi yılda istatistik alanında gerçekten çok önemli çalışmalar yapıldı. Kalkınma bakanıyken istatistik kurumu bana bağlıydı. Orada Tarım Bakanlığımızla protokol yapacağız, çalışmalar yaptık. Ama geldiğimiz noktada daha ileri adımlar atmamız gerekiyor. Çok daha üst düzeyde istatistikler üretmemiz gerekiyor.

    Bu konunun da altı burada çizildi. Sahte ürünlerle mücadele, gıda güvenliği, denetimlerin çok daha güçlü hale gelmesi yine bir başlık olarak ön plana çıkıyor. Bu konularda sektörle kamunun iş birliği içinde yanlış yapanlara karşı halkın sağlığını tehdit edenlere karşı ve daha yüksek maliyetlerle bu işlerin rekabeti de bozarak yürütülmesine engel olmamız gerekiyor. Burada da sahte ürünlerle mücadele, gıda güvenliği, denetim boyutu vurgulandı.

    Bunlar yapılırken bir taraftan da bilgi kirliliğine de yol açmadan yapılması hususu önemli. Bu anlamda medyayla sektörün etkileşimi, işbirliği de kıymetli bir alan, bazen yetkinliği olmayan insanların halkı da tedirgin edecek şekilde, sağlıklı bilgilere dayanmadan bu anlamda yaptığı açıklamalar yerine bilimsel kurulların yetkin insanların bu alanda söz söylemesinin kamu düzeni açısından, halk sağlığı açısından önemi üzerinde de dururdu. Aslında aynı şey finans piyasalarında da yaşanıyor. Zaman zaman bakıyorsunuz hiçbir temeli olmayan işte ben bir kaynak belirtmeden, delillendirmeden ortaya konan ifadelerle istikrarsızlık oluşturmaya çalışan çevreler olduğunu görüyoruz. Finansta, tarımda olsun her alanda dezenformasyonla mücadelede son derece kıymetli. Diğer yandan ölçek konuları yine burada ele alınan çok önemli konular. Burada bir taraftan tarımsal ölçekleri yükseltmemiz, verimlilik açısından, rekabet gücü açısından önemli.”

    Aile işletmeciliğini korumanın, desteklemenin altının çizildiğini ifade eden Yılmaz, “Aile işletmecilerinin özellikle küçükbaş konusundaki kıymeti üzerinde de burada duruldu. Yine yöresel ürün kıymeti üzerinde duruldu. Bu anlamda kırsal alanda sosyal desteklerimizle tarımsal desteklerimizin birbirini tamamlayıcı bütünlük arz eden bir şekilde ele alınması son derece önemli.

    Bir diğer husus üzerinde birçok arkadaşımızın durduğu tarımdaki kırsal alandaki nüfusumuzun yaşlanması meselesi. Genç nüfusun bu alana daha fazla girmesi kadınlarımızın tabii bir taraftan daha fazla aktif olması genç nüfus konusunda şunu ifade edebilirim. Kayıtlı sigortalı bir şekilde gençlerimizin eğitimli bir şekilde bu sürece dahil olması tarımdaki kalitenin verimliliğinin artması bakımından da son derece kıymetli. Bu konuda hükümetlerimizin çeşitli politikaları oldu. Önümüzdeki dönemde bunları güçlendirerek devam ettirme noktasında da sektörün beklentisini almış olduk. Burada ben bir noktanın üzerinde durmak istiyorum.

    Özellikle genç istihdamını arttırma noktasında artık kent köy şehir ayrımının ötesinde özellikle şehirlerin çeperlerinde şehirle ulaşım açısından iletişim açısından son derece entegre alanlarda genç nüfusun hem şehir hayatının sosyal ortamını yaşaması hem de tarım sektörü için de girişimci ve üretici olması gayet mümkün. Bunu sağladığımız zaman ben genç nüfusun çok daha güçlü bir şekilde tarımda yerini alacağını düşünüyorum. Bu çerçevede yerel yönetimlerden beklentiler de dile getirildi. Kent tarımı kavramı üzerinde durulan yine bir kavram oldu. Özellikle yakın kırsal dediğimiz şehrin çeperlerini oluşturan bölgelerde kent tarımı yapılması, genç nüfusun tarıma dahil olmasının yanı sıra ulaşım maliyetlerini düşünerek daha düşük karbonla, daha düşük maliyetle insanımızın gıdaya erişimini sağlamada da kıymetli diye ifade etmek isterim” dedi.

    Dünyada ısınmayla birlikte su konusunda sıkıntılı bir dönem yaşandığını belirten Yılmaz, “Çok sayıda destek yerine bunları belli alanlara odaklayarak daha sade, idari olarak da yürütülmesi daha kolay. Çiftçilerimizin de üreticilerimizin de daha kolay kullanabileceği şekilde desteklerin sadeleştirilmesi konusu ifade edildi. Teşvikler verilirken kapasite kullanım oranı düşük. Atıl kapasite olan alanların mutlaka dikkate alınması ve buralara teşvik verilmemesi hususu yine önemli bir konu. Su çok kritik bir unsur. Dünyada da ısınmayla birlikte su konusunda çok daha sıkıntılı bir dönem. Tüm dünyayı bekliyor. Dolayısıyla suyu çok verimli kullanmak durumundayız. Suyun işrafından kaçınmak durumundayız. Yeri geldiğinde su varlığına göre bitki desenini şekillendirmektir Dolayısıyla tarımsal desteklerde de suyun çok önemli bir parametre olarak esas olması gerektiği noktasında genel bir kanaat olduğunu söyleyebilirim” diye konuştu.
    Tohum ve tohumculuğun özel olarak altı çizilen bir sektör olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Bu halkımızın da hassas olduğu bir konu. Burada geçtiğimiz 20 yılda gerçekten büyük gelişmeler sağlandı. Şu an geldiğimiz noktada net ihracatçı konumdayız. Yüzün üzerinde ülkeye tohum ihraç eden bir ülke konumundayız. Kendi ihtiyacımızın da büyük bir kısmını kendi kaynaklarımızla karşılıyoruz. Ama tabii ki daha atmamız gereken adımlar var. Özellikle sertifikalı tohum ve daha da ileriye taşınmalı ruhsatlandırma konuları, başka konularda çalışmalarla daha da ileriye gidilmeli. İhracatçı konumumuz da daha fazla pekiştirilmeli gibi ifade edebilirim. Birçok ürünle ilgili, etle, sütle ilgili, balıkçılık, bal, kanatlı, bitkisel üretim çok çeşitli teklifler yapıldı. Onların detaylarına müsaadenizle girmek istemiyorum. Ama onları not ettik hepsini. Örgütlenme yine genel bir başlık olarak burada ifade edilebilir” dedi.
    Tarımda depolama konusuna değinen Yılmaz, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
    “Tarım sektörü malum. Bolluğun ve kıtlığın olduğu bir sektör tarihte de böyle olmuş, bugün de böyle. Bu bolluk ve kıtlık dönemlerini yönetebilmede depolama son derece kıymetli. Bol olan yıllarda iyi bir depolama yapan ülkeler, kıt olan yıllarda da o süreçleri çok daha iyi ve avantajlı yönetebiliyorlar.

    Burada depolama kapasitemizi son yine 20 yılda önemli oranda arttırdık. Lisanslı depoculuk hadisesini kazandırdık ülkemize. Ama daha da geliştirmemiz gerektiğini buradan görüyoruz. Gerek kamunun depolama kapasitesini, gerekse özel sektörün lisanslı depoculuk kanalıyla kapasitesini daha da geliştirme yönünde burada fikirler ifade edildi.”
    Toplantıda sigortacılık ve finans fonlarının da ele alındığını aktaran Yılmaz, “Sigortacılıkta TARSİM’i ülkemize kazandırmıştık. Bunun daha da geliştirilmesi gerektiği, kamu kaynaklarının yanı sıra sigortacılık kanalıyla da sektörün daha güvenceli bir finansal ortama kavuşturulması hususu ifade edildi.

    Finansa Yine çiftçimizin daha uygun koşullarda ve zamanlamayla erişimi konuları da bu çerçevede dile getirilen hususlar arasında. Başlı başına ele alınan konulardan birçok arkadaşımızın vurguladığı konulardan bir tanesi de sulama konuları. Bu da israfı önleme, gıdada israfı önleme konuları. Bu konularda özellikle su konusunda kapalı kanallar, basınçlı sulama, sulamayı önceliklendirme konuları gündeme geldi.

    Malum bir deprem yaşadı ülkemiz. Kamu kaynaklarını çok daha dikkatli bir şekilde Kullanmamız gereken bir dönemdeyiz. Çok daha verimli kullanmamız gereken bir dönemdeyiz. Ancak şunu ifade edebilirim. Toplam kamu yatırımları içinde mutlaka sulamaya daha fazla önem ve öncelik verdik, vermeye devam edeceğiz. Sulamanın içinde de tamamlanıp üretim Oluşturacak daha ileri aşamaya gelmiş projelerin öncelikli olarak ele alınacağını yine buradan ifade edebilirim. Son aşamaya gelmiş işleri tamamlayalım ki oradan gelecek gelirle, oradan gelecek imkanlarla gelecekte daha fazla projeyi destekleme şansımız olsun. Son olarak tarım sektörünün artık günümüzde sadece Tarım Bakanlığı’nı değil birçok bakanlığı da ilgilendiren teknolojiden ulaştırmaya, maliye hazineden başka alanlara varıncaya kadar birçok bakanlığın da katkı sunması gereken bir alan olduğu ifade edildi. Ben de buna yürekten katılıyorum. Hepimiz Tarım Bakanımızın, bakanlığımızın yanında olmalıyız. Diğer bakanlıklar da böyle. Bugünkü geldiğimiz dünyada sektör dediğimiz konunun net sınırları artık yok. Dolayısıyla her konuda ilgili tüm bakanlıklarla da, kurumlarla da birlikte bu konuların ele alınması gerekiyor. Biz de bu anlayış içinde hareket edeceğiz diyorum. Tekrar bu toplantıya katılan tüm arkadaşlarımıza, sektör kuruluşlarına şükranlarımı sunuyorum. Çeşitli ortamlarda istişarelerimizi sürdürerek Türkiye Yüzyılı’nı hep birlikte inşa edeceğiz. Halkımızın sağlıklı güvenli kaliteli bir şekilde uygun maliyetlerle beslenmesinde daha fazla gelir elde etmesinde de bütün bu fikirlerin katkıları olacaktır diye düşünüyorum” diye konuştu.

  • Günlük kiralık evler otel sektörünü etkiliyor

    Günlük kiralık evler otel sektörünü etkiliyor

    Otelcilik sektörü, günlük kiralık evlerle ilgili yapılacak düzenlemeleri bekliyor. Sektör, yapılacak düzenlemelerle eşit şartların oluşmasını istiyor. Kişibaşı gecelik harcamaların 100 dolara yükseldiği ilk 6 ayda geceleme sayılarındaki gerilemenin günlük kiralık evlere olan yönelimden kaynaklandığı düşünülüyor. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, 2023 yılı ilk 6 aylık turizm verilerini açıkladı.

    Geçen yılın aynı döneminde 10,5 olan gecelik konaklama 9,9 geceye geriledi. Kişi başı gecelik harcama yüzde 11,9 artarak 99,9 dolara yükseldi. 2017 yılında 62 dolara kadar düşen kişi başı gecelik geliri 100 dolara yaklaştı. Bu gelişmelere ek olarak Bakan Ersoy, günlük kiralık ev kiralamaları yapanlara belli yükümlülüklerin getirileceğini, uygulamanın dünyadaki örnekleri gibi yapılacağını açıkladı. Turizm sektörünün en önemli ayaklarından olan otel yönetimleri bu açıklamalardan memnun oldular.

    “Günlük kiralamalar sektörümüze darbe vuruyor”
    Günlük kiralamaların otelcilik sektörünü olumsuz etkilediğinin altını çizen üst düzey yönetici Mehmet Aksekili, “Otele gelen müşteriler yaz aylarında genelde tatil için geliyorlar fakat kışın ise iş ve sağlık turizmi için geliyorlar. Günlük kiralamalar sektörümüze darbe vuruyor. Özellikle kalabalık aileler günlük kiralamaları seçiyor. Biz otelciler olarak günlük kiralama yapanlarla şartlarımızın eşit olmasını istiyoruz. Biz otelciler olarak yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz. Onlarında aynı yükümlülükleri yerine getirmesini talep ediyoruz” dedi.

    İstanbul’da otel dolulukların beklenildiği seviyede olmadığını söyleyen Aksekili, “Şu an İstanbul’da otellerde doluluk oranı yüzde 50 civarında. Gelecek aylarda da doluluk oranının bu rakamlarda kalacağını öngörüyoruz. Kültür Bakanımızın belirttiği gibi şu anda kişi başı günlük harcama 99 dolar civarında. Bu durum biraz daha böyle devam edecek. Normalde gelen turistler genelde 4 gün konaklıyordu şimdi ise ortalama 2 gün konaklıyorlar. Bu yıl genelde ağırlıklı olarak Orta Doğu ve Avrupa’daki gurbetçi vatandaşlarımızın talebi oluyor. Bizim beklentimiz Avrupa’dan daha çok turist çekmekti fakat genel anlamda bu ivmeyi sektör olarak yakalayamadık” şeklinde konuştu.

     

  • Bursa’da sektörlerin geleceği şekilleniyor

    Bursa’da sektörlerin geleceği şekilleniyor

    Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın (BTSO) Türkiye’de bir ilke imza atarak hayata geçirdiği Sektörel Konseyler, yeni dönem yol haritalarını belirlemek üzere Bursa Business School’da “Strateji Arama Çalıştayı” gerçekleştirdi. BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, Bursa Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Çağlar, Mudanya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Tosun, Bursa Uludağ Üniversitesi Önceki Dönem Rektörü Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, BTSO Yönetim Kurulu ve Meclis Başkanlık Divanı Üyeleri ile Konsey Başkanları ve Başkan Yardımcılarının katıldığı Uludağ’daki iki günlük çalıştay programında Konseylerin yapacağı çalışmaları daha sistemli hale getirecek yol haritasının oluşturulması ve iş dünyası-üniversite işbirliğinin geliştirilmesi hedefiyle yeni stratejiler değerlendirildi.

    Bursa Business School dünyada ilk 5’e sday

    BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, Uludağ’daki Kirazlıyayla Sanatoryumu’nun Cumhuriyet döneminin en önemli eserleri arasında yer aldığını söyledi. Anıtkabir’in mimarı Ordinaryüs Prof. Dr. Emin Onat ile ilk kadın mimarlardan Prof. Dr. Leman Tomsu’nun yaptığı eseri geniş bir renovasyon çalışmasının ardından iş dünyasının hizmetine sunduklarını ifade eden Başkan Burkay, “Bu eser, alanında dünyada ilk 5 tesis içerisinde yer alıyor. Odamız bünyesinde 1992 yılında Eğitim Vakfı kurulmuştu. Şimdi biz bu eğitim çalışmalarını Bursa Business School (BBS) ile bir kademe yukarı taşıyoruz. Üniversitelerimiz ile yapacağımız işbirlikleri ile özellikle şirketlerdeki üst yöneticilerin bilgilerini upgrade etmelerini sağlayacağız. Şimdiye kadar 6 üniversitemizle işbirliği anlaşması yaptık. INSEAD, Harvard Business School gibi dünyadaki başarılı örneklerden ilham alarak kurguladığımız BBS, Türkiye’de tek olacak. Buradaki eğitimler eski ekonomiden yeni ekonomiye dönüşüme güç katacak.” dedi.


    “Ekonomideki değişime adapte olacak girişimcilere ihtiyaç var”

    Bursa’nın küresel rekabet yarışında nitelikli insan kaynağı kadar, ekonomideki değişim ve dönüşüme adapte olacak girişimcilere de ihtiyacı olduğuna vurgu yapan Başkan Burkay, “Artık konvansiyonel alandan çıkmamız lazım. Ancak iş dünyamızın gündelik birçok problemle uğraştığı bir gerçek. Finansmana erişim, nitelikli istihdam, ihracat tahsilatları, iç piyasadaki zorluklar gibi çeşitli sorunlarla mücadele eden firmalarımız, çoğu zaman günü kurtarma psikolojisi ile hareket ediyor. Yalnızca büyük ölçekli, güçlü Ar-Ge ve İş-Ge departmanlarına sahip firmalar yeni ekonomiye ilişkin yol haritası ve strateji belirleyebiliyor. BTSO olarak 55 bin üyeye sahibiz. Üyelerimizin büyük kısmı KOBİ ölçeğindeki firmalar. Bursa Business School ile ana hedefimiz, düzenleyeceğimiz eğitimlerle tüm üyelerimize ve sektörlerimize yön göstermek, vizyon katmak. BTSO gibi kurumların kuruluş amacı da bu. Bu yüzden BTSO Meclisi ve Konseyler çok önemli.” dedi.

    “Yeni stratejilerle sektörlere yön vermeye devam edeceğiz”

    BTSO gibi kurumların her alanda dönüştürücü gücünü kullanması gerektiğini vurgulayan Başkan Burkay, 2013 yılında Türkiye’deki oda ve borsalar arasında ilk kez sektörel konsey yapılanmasını oluşturduklarını hatırlattı. Sektörlerin yeni ekonomiye uyum sağlayabilmesi için iş dünyası, kamu ve üniversitelerin birlikte yol haritalarını çıkarmasının kritik bir öneme sahip olduğunu kaydeden Burkay konuşmasını şöyle sürdürdü: “Özellikle pandemi sonrası ekonomide önemli bir paradigma değişimi yaşanıyor. Yönetilmesi zor bir döneme giriyoruz. Odamız bünyesindeki 23 sektör konseyimizin her birinin stratejik yol haritalarını güncellememiz gerekiyor. Bu çerçevede arama toplantılarımıza başlıyoruz. Geçmişten bugüne yapılan çalışmaları, Türkiye ve dünyadaki başarılı örnekleri konsolide ederek yeni stratejilerle sektörlere yön vermeye devam edeceğiz. BTSO olarak büyük önem verdiğimiz iş dünyası-üniversite işbirliği de bu çalışmalarımıza güç katacak. Destekleri için Sayın Rektörlerimize teşekkür ediyorum.”
    Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, Bursa Business School projesinin hayat boyu öğrenme yönünde iş dünyasına önemli katkılar sağlayacağına inandığını söyledi. Uludağ Üniversitesi’nin Türkiye’deki 23 araştırma üniversitesinden biri olduğunu belirten Yılmaz, “YÖK her yıl üniversitelerimizin performansına yönelik bir karne hazırlıyor. Üniversitelerimiz arasında çetin bir rekabet var. Bu karnede iş dünyası olan ilişkilerimiz de parametrelere yansıyor. Bu sıralamada daha iyi noktalara ulaşabileceğimize inanıyoruz. BTSO Sektör Konseyleri ve Bursa Business School’un düzenleyeceği eğitim programlarına her türlü katkıyı sağlamaya hazırız.” dedi.


    Sanayiyi güçlendiren akademik akıl, sanayiyle güçlenen üniversite

    Bursa Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Çağlar, BTÜ’nün genç, dinamik ve güçlü bir üniversite olduğuna vurgu yaptı. Sanayinin üniversiteden büyük beklentileri olduğunun farkında olduklarını dile getiren Çağlar, “Bu beklentilere cevap vermeye çalışıyoruz. Sanayiden kopuk bir üniversite olamaz. Ancak üniversiteden kopuk bir sanayi de olamaz. Biz akademik aklın sanayiye taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Sanayiyi güçlendiren akademik akıl, sanayiyle güçlenen üniversite olmak istiyoruz. Böyle bir mottomuz var. BTSO Sektör Konseyleri’nde yer almaktan da çok memnunuz.” ifadelerini kullandı.

    Mudanya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Tosun, Bursa Business School’un Bursa için çok önemli bir fonksiyon üstleneceğini belirterek, Mudanya Üniversitesi’ni iş dünyası ile yapılacak çalışmalarda öne çıkarmak istediklerini kaydetti. Türkiye’nin en genç üniversitesi olduklarını hatırlatan Rektör Tosun, “Üniversiteler, bilgi üreten, bilgiyi transfer eden ve toplumsal fayda sağlayan kurumlar haline dönüşüyor. Biz de Üniversitemize bu değerler üzerinden bir boyut kazandırmak istiyoruz.” dedi.

    “Bursalıların teşekkür borcu var”

    Bursa Uludağ Üniversitesi Önceki Dönem Rektörü Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz ise, “Tarihi Sanatoryum binasını öncesini bilen biri olarak bu eserin bu noktaya gelmiş olmasında başta Sayın İbrahim Burkay olmak üzere emeği geçen herkese Bursalıların bir teşekkür borcu olduğunu düşünüyorum. Hem iş dünyamıza eğitim verme hem de Uludağ’ın marka değerine sağlayacağı katkılar dikkate alındığında tarihe iz bırakacak bir proje olmuş.” dedi. Üniversite-iş dünyası ilişkilerine de değinen Kılavuz, “Bursa’da büyük işlere imza atmış önemli sanayi kuruluşları var. Ayrıca yaşları genç, idealleri ve Türkiye sevdaları olan yeni nesil bir sanayici grubu var. Bu grubun aşkını ve heyecanını üniversitedeki bilgi potansiyeli ile buluşturabilirsek Bursa daha da büyür.” diye konuştu.

    Toplantılarda 23 ayrı sektörde faaliyet gösteren Sektörel Konseylerin temsilcileri de yeni dönemde planladıkları projelere ilişkin görüş ve önerilerini paylaştı.