Etiket: Serap Şimşek Yavuz

  • Bilim Kurulu üyesinden PCR açıklaması

    Bilim Kurulu üyesinden PCR açıklaması

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, Omicron’un çok hızlı bulaşmasından dolayı test sistemlerinde tıkanıklığa yol açacağının öngörüldüğünü ve bunun Bilim Kurulu’nda gündeme getirildiğini söyledi. “PCR dışında testlerin çeşitlendirilmesi şart. Sağlık Bakanlığı’nın buna yönelik bir planı olacaktır diye düşünüyorum” diyen Prof. Dr. Yavuz yarıyıl tatili öncesi de uyarılarda bulundu.

    Yavuz, “Ben de açıkçası Şubat ayında belki biraz dinlenirim diye kayak otellerine bakayım dedim. Hepsinde gerçekten doluluk oranları had safhada. Omicron için riskli bir ortam. O nedenle tatile giderken aşı ve maskeyle korunmanızı asla ihmal etmeyin. Şu an bizim merkezimizde yatışlar arttı, yeni servisler açmak durumunda kalıyoruz” diye konuştu.

    Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, hastanelerdeki Omicron’a bağlı yoğunluğun artmaya başladığına işaret ederek önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Yavuz, İstanbul’un Omicron’un ilk görüldüğü yer olduğunu söyleyerek “İlk önce sağlık çalışanlarından aslında bunu gördük, aşılı olan sağlık çalışanları hastalığı hafif geçirmekte birlikte gene de hastalandılar ve sonuçta belli kliniklerde iş yükü çok arttı onlar evde kalmak zorunda kaldıkları için. İnanılmaz fazla sayıda hasta başvuruları oldu, test sıkıntısı yaşandı, çok uzun süre test sonucu bekler hale geldi insanlar. Şu anda da yatan hasta sayısında artışlar görüyoruz. Yeni servisler açmamız gerekiyor. Yatan hastalar genellikle yine yaşlı, komorbiditesi (altta yatan hastalığı) olan riskli kesim ama 40’lı 50’li yaşlarında olan genç hastalarımız da var. Bunlar da genellikle ya aşısız, ya da eksik aşılı” dedi.

    “OMİCRON PANDEMİNİN SONUNU GETİRECEK GÖRÜŞÜ HENÜZ HİPOTEZ”

    Omicron’un hafif seyrettiği için salgının sonunu getireceği yönündeki görüşlere “henüz” katılmadığını söyleyen Prof. Dr. Yavuz, tam tersine bu görüşle hareket etmenin çok tehlikeli olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Bu görüş, şu an bir hipotez. Doğrulanmış bir durum değil. Bilimsel yaklaşım, olumsuz senaryolar üzerinden hazırlanmanız gerektiğini söylüyor bize. Çünkü daha önceki tecrübelerimizde de bunu gördük. Omicron ilk çıktığında çok fazla insana bulaşabileceği, bu nedenle de hastanelerde sıkışıklıklara neden olabileceği, test kapasitesinde zorlanmalara yol açabileceği, toplumda özellikle ön saflarda çalışan sağlık çalışanları gibi, hizmet sektörü çalışanları gibi kesimlerde çok fazla hastalanmaya bağlı olarak işlerin aksayabileceği matematik modellemelerle gösterilmişti zaten. Yüzde 25 daha hafif seyirli bile olsa, o kadar fazla insana bulaşıyor ki, ölüm ve hastaneye yatış sayılarının çok daha yüksek olabileceğini matematik modellemeler gösteriyor şu anda. Mücadelenizi bunlar üzerinden yürütmeniz gerekiyor.”

    “HIZLI TESTLERİ GEÇEN HAFTA DA GÜNDEME GETİRDİK”

    Omicron varyantının dünyada hızla yayılmasıyla beraber Bilim Kurulu toplantılarında da test sayılarının artırılması, sadece PCR değil hızlı testler gibi seçeneklerin de gündeme alınması gerektiğini gündeme getirdiklerini de söyleyen Prof. Dr. Yavuz, şunları kaydetti: “Test sayınızı, test çeşitliliğinizi arttırın, Omicron’daki öngörüler bu yöndeydi. Bunu yaparsanız daha az zararlı çıkarsınız diyor öngörüler. Bilim Kurulu’nda testleri, test yöntemlerini çok yakından takip eden arkadaşlarımız var. Hızlı testler kullanıma girer girmez, Bilim Kurulu’nun da gündemine geldi ve tartışıldı bu konu; Sağlık Bakanlığı’na da önerildi hızlı test kullanımı. Hatta geçtiğimiz hafta Çarşamba günü de dahil olmak üzere. Buraya daha hazırlıklı girilseydi, test çeşitliliği, testi yapan bölümlerde çalışan insan sayısının yeniden düzenlenmesi vb, Omicron pikine böyle girmiş olmamız gerekirdi. Öyle giremediğimiz için PCR için hastanelerde korkunç kuyruklar oldu, test sayıları aşırı yükseldi. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı burada başka bir yönteme giderek, test yapılacak grupları azaltmaya gitmek zorunda kaldı. Şu anda Türkiye’nin güvenilir hızlı testlere ihtiyacı var. Geçtiğimiz haftalarda yaşadığımız PCR testlerindeki tıkanma, bu hızlı testlerin uygun endikasyonda kullanımına ihtiyaç olduğunu da gösterdi.”

    “BEDELİNİ AĞIR ÖDEYEBİLİRİZ”

    Salgının henüz “endemik” hale gelmediğini, halen pandemik koşullar içinde olduğumuzu vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, daha hipotez iken salgın sonlanıyormuş gibi hareket etmenin bedelini ağır ödeyebileceğimizi söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu senaryoyu gerçek bir senaryoymuş gibi şimdiden kabul edersek, bedelini ağır ödeyebiliriz. Biz, kötü senaryo üzerinden hazırlanmalı ve her türlü önlemi de onun üzerinden yapmalıyız. Amerika’da görüyoruz, hastaneye yatışlar müthiş arttı; ölüm sayıları arttı. Neredeyse diğer piklere yaklaşan sayılarda yatışlar var. Hatta bir önceki piklere göre daha fazla ölüm sayısı ile karşılaşılmasından korkuluyor. Yetersiz aşılı olanların ek dozlarını mutlaka yaptırması gerekli. Aşılamaya hız kazandırılması lazım. Diğer taraftan da toplumda enfeksiyonu kontrol altına almayı sağlayan, ‘tara-test et-izole et’ kuralı, mesafenin artırılması, maske kullanımına halen dikkat edilmesi ki zaten kullanıyoruz, gerekiyor. Şu anda bilim bize bunu söylüyor.”

    “TATİLDE KIŞ OTELLERİNİN RESTORANLARI RİSKLİ OLACAK”

    İki gün sonra başlayacak yarı yıl tatiliyle de ilgili önemli uyarılarda bulunan Prof. Dr. Yavuz, tatilin başlamasıyla beraber insan hareketliliği ve belli bölgelerdeki yığılmalardan endişe ettiğini belirterek “Şubat tatili için tabii ki ben de takip ediyorum, ben de dinlenmek istiyorum. Her yer dolu, inanılmaz bir kalabalık olacak, kayak otelleri, bütün kış otelleri oldukça yoğun bir şekilde dolu. Ben buraların yemek yenilen alanlarını düşünüyorum; Omicron edinmek için ya da Kovid olmak için gerçekten ideal ortamlar olacak. O yüzden kalabalıklara girmeyin diyeceğim ben yine mecburen. Bunu demek zorundayım çünkü. Hele aşısızlar kesinlikle girmesinler. Eksik aşılı olanlar da mutlaka aşı dozlarını tamamlasınlar. En azından hastalansalar bile ölüm riski neredeyse 13 kat daha düşük aşısızlara göre. Ayrıca tanıdıklarınız, aile bireyleriniz, aşılı olduğunu bildiğiniz kişiler vb dışında; kalabalık bir ortamda olacaksanız maskenizi asla çıkarmayın. Tabii ki testler herhalde ki yaygınlaştırılacaktır diye düşünüyorum. Sanırım Sağlık Bakanlığı’nın da bu yönde bir takım çalışmaları olacaktır” diye konuştu.

    “UZUN VADELİ ETKİLERİNİ HAFİFE ALMAYIN”

    Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, son olarak ‘nasılsa artık hafif geçiriliyor’ diye düşünerek salgını ciddiye almayı bırakmanın risklerine de su sözlerle değindi: “Bu aslında hala yeni bir virüs. 2 yıl oldu ortaya çıkalı ama henüz uzun dönem etkilerinin neler olacağı tamamen bilinmiyor. Hafif bile geçirseniz, bu virüsün vücutta birçok yere yerleşebildiği gösterildi. Merkezi sinir sisteminden, beyin fonksiyonlarından tutunun, üreme sistemine, birçok yere etkisi olabileceği görülüyor. Uzun dönem sonuçlarını da süreç içinde göreceğiz. Kural, bu virüsle enfekte olmamaya çalışın olmalı. Virüsler o kadar da masum değil. İlerleyen dönemde ummadığımız sonuçları çıkabilir. Mesela MS (Multipl Skleroz) hastalığının da viral bir hastalık olduğu neredeyse gösterilmiş durumda. Geçtiğimiz hafta bununla ilgili yayınlanan bir çalışma (başka bir virüse maruziyet sonucu uzun vadede ortaya çıkabileceğini) gösterdi. Dolayısıyla bilinmeyen bir virüs, hem de ölümcül olduğunu biliyoruz, Omicron da olsa öldürebildiğini görüyoruz; nitekim hastanemize de çok ağır seyreden hastalar geliyor, kaybettiğimiz hastalar oluyor.”

  • Bilim Kurulu üyesi: Bu kez dalga değil tsunami geliyor

    Bilim Kurulu üyesi: Bu kez dalga değil tsunami geliyor

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, tüm dünyada panik yaratan ve kapanmaları yeniden gündeme getiren Omicron varyantının bu kez yeni bir dalga değil, tsunamiye yol açacağını söyledi. Prof. Dr. Yavuz, özellikle yılbaşı nedeniyle kalabalık ortamlara girmekten kesinlikle uzak durulmasını, imkanı olan sektörlerde uzaktan çalışmaya yeniden dönülmesi gerektiğini, aşılamaların da halen hayati önem taşıdığını vurguladı.

    Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, tüm dünyayı hızla etkisi altına alan ve yeni yıl arifesinde ABD ve Avrupa’da kapanmaları yeniden gündeme getiren Omicron varyantı hakkında değerlendirmelerde bulundu. Prof. Dr. Yavuz, pandemi başladığından beri hep yeni dalgalardan bahsedildiğini ama bu kez ciddi bir tsunami ile karşı karşıya olunduğunu söyledi.

    Yavuz, Güney Afrika’dan gelen veriler hastalığın hafif seyirli olduğunu gösterse de vakaların çoğunluğunu gençlerin oluşturması ve Güney Afrika’da toplumda hastalığı geçirme oranının yüzde 75’leri bulması nedeniyle Omicron’un hafif hastalığa neden olduğuna dair kesin bir kanıya ulaşmak için henüz çok erken olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Yavuz, İngiltere ve Norveç’ten gelen bilgilere göre hastalık seyrinin daha çok Delta varyantına benzediği yönünde olduğunu, ancak Omicron’un bulaşma hızının Delta’yı katladığı göz önüne alındığında, vaka sayılarının sağlık sistemlerini zorlayabilecek düzeylere ulaşma riski bulunduğunu belirtti.

    “AMERİKA’DA BİR AY İÇİNDE NEREDEYSE BASKIN HALE GELDİ”

    Prof. Dr. Yavuz, “Güney Afrika’da Kasım sonuna doğru ortaya çıktıktan sonra, bir ay içinde inanılmaz hızlı çoğalarak, yaklaşık her 2 günde bir, enfeksiyon sayısı ikiye katlanarak, şu anda tüm enfeksiyonların yüzde yüze yakınına neden oluyor Omicron. Orada tanımlandıktan kısa süre içinde de hemen hemen dünyanın bütün ülkelerine yayıldı aynı hızla. Ne yazık ki diğer ülkelerde de baskın hale gelmeye başladı. Dün mesela Amerika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC genomik surveyansı açıkladılar, yüzde 73. (Yani yeni Kovid enfeksiyonlarının yüzde 73’ü Omicron’a bağlı ortaya çıkıyor.) Çok kötü olduğunu duyuyorduk ama ben de beklemiyordum bu kadarını açıkçası. Daha 1 ay geçmeden ABD’de de neredeyse baskın hale gelmiş durumda.” dedi.

    “AVRUPA VERİLERİ GÜNEY AFRİKA’DAKİ GİBİ GÖRÜNMÜYOR”

    Güney Afrika’da hastalığın hafif seyirli gözlenmesinin rehavete yol açmaması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, “Halkın hemen hemen yüzde 75’i hastalığı geçirmiş durumda. Acaba ona mı bağlı, yoksa orada daha genç bir nüfus var, ona mı bağlı; henüz bu sorunun cevabı ortaya çıkmadı. Ama Avrupa deneyimine bakıyoruz, örneğin İngiltere’de şu an hızla çoğalıyor. Norveç’te yine vakaların neredeyse yüzde 25’i Omicron. Orada aynı tablo görülmedi açıkçası. Daha çok Delta gibi ilerliyor hastalığın seyri. Bu hızla çoğalan bir virüsün o kadar çok fazla sayıda insanı hastalandırabilir ki hem hastane kapasitelerini aşma, hem de ölümleri artırma riski çok yüksek. Bu nedenle öncekileri hep dalga olarak görüyorduk ama şu andaki gerçekten tsunami gidiyor. Çok hızlı yayılıyor ve çok sayıda insanı çok kolay bir şekilde enfekte edebiliyor. Hem vaka sayısını hem de ölüm sayılarının artırabileceğine yönelik veriler var. Bu çok kaygı yaratıyor bizde gerçekten” şeklinde konuştu.

    “LİSEYE GİDEN KENDİ KIZIMA DA AŞI YAPTIRDIM”

    Omicron açısından alınması gereken önlemlere de değinen Prof. Dr. Yavuz, bunun başında yine aşılamanın geldiğini söyledi. Prof. Dr. Yavuz, “Bizim en büyük sıkıntımız bu hastalıkta, ölüm. Şu anda aşılama sağlandığında, ek dozlar da yapıldığında, yine ölüm ve ağır hastalıktan korunabilmek büyük oranda mümkün oluyor. Yapılan çalışmalarda aşılanmanın, üç doz mRNA aşısından sonra hala yüzde 75 ağır hastalık ve ölümden koruduğu gösterildi. Türkiye’de aşılanma oranımız hala yüzde 60’larda. Bunu artırmamız şart. Çocuk grubunda da aşılanmaya geçilmesi gerekiyor. 5-11 yaş grubuna kullanılan aşının Türkiye’ye de gelmesi ve aşı hakkı tanınması gerekiyor. Yine genç yaş grubunda, 12 yaş üstünde aşılama çok yavaş gidiyor. Benim kızım da lise öğrencisi ve aşı hakkı tanımlandığı anda yaptırdım. Üçüncü doz hakkı geldiğinde, onu da yaptıracağım.” diye konuştu.

    “BİLMEDİĞİNİZ KİŞİLERLE BİR ARAYA GELMEYİN”

    Dünyada çeşitli ülkelerde kapanma kararlarının alınmaya başlandığını ama Türkiye için böyle bir durumun şu an söz konusu olmadığının defalarca dile getirildiğini söyleyen Prof. Dr. Yavuz, “En azından kalabalıkların azaltılması yoluna gidilebilir. Maske kullanımı çok kritik hale geliyor. Uygun ve düzgün maske kullanmak gerekiyor. Özellikle riskli gruplarda tarama testlerinin, erkenden yakalayarak izole edebilmek için yapılması lazım. Hapishaneler, okullar gibi yerlerde düzenli tarama testleri yapılmalı. Mümkünse uygun sektörlerde uzaktan çalışma sistemine bu dönemde geri dönülmesi etkili olabilir. Ama en önemlisi özellikle yılbaşı kutlamaları sırasında kesinlikle çok kalabalıklara girilmemeli. Bunalmış olmak akılsızca davranışlar yapmamıza gerekçe olmamalı. Daha küçük gruplarla, örneğin tam aşılı olduğunu bildiğiniz üç beş kişi ile belki bir araya gelinebilir. Ama tanımadığınız, bilmediğiniz, aşı olup olmadığından bihaber olduğunuz kalabalık gruplarla, hele ki kapalı, kalabalık ortamlarda kesinlikle bir araya gelinmemesi lazım.” şeklinde konuştu.

    “PANKORONAVİRÜS AŞILARINDAN UMUTLUYUM”

    Koronavirüslerin hepsine karşı etkili olabilecek pankoronavirüs aşısı ile ilgili çalışmalardan da bahseden Prof. Dr. Yavuz, bu çalışmalardan ümitli olduğunu ve bu aşılar çıkarsa artık mutasyon kaygısı kalmadan tüm koronavirüs türlerine karşı korunma sağlanabileceğini söyleyerek sözlerini şöyle noktaladı:

    “Bir solunum yolu virüsünün aşı bağışıklığından kaçması, bizim açımızdan çok şaşırtıcı bir şey değil. Bunu gripten de zaten biliyoruz. Burada önemli olan, genomik sürveyansın yapılması ve (baskın olan suşa göre) aşının ne zaman değişmesi gerektiğine karar verilmesi. Örneğin grip aşılarında, aşı etkinliği yüzde 50’nin altına düştüğünde, o anda baskın olan suşa karşı yeni aşı çalışması yapılır. Şu anda halen üç doz mRNA aşıları ile yüzde 75’e varan oranlarda korunabiliyoruz. Bu, grip aşılarının etkinliğinden daha yüksek. Şu anda virüsün aşılardan kaçabilmesi, Spike proteininin belli bölgelerinin üzerindeki mutasyonlar nedeniyle oluyor. (Virüs Spike’ı kullanarak insan hücresine geçebiliyor yani bulaşıyor.) Ama Spike proteininde mutasyondan korunmuş bölgeler de var. Onlar bulunarak da yeni aşı çalışmaları yürüyor. Ama Sars-Cov 2’nin sadece Spike proteini değil, 29 tane farklı proteini var. Virüsün replikasyonu dediğimiz yani RNA’sının çoğalmasını (dolayısıyla virüsün kendini çoğaltmasını) sağlayan birtakım enzimleri var. Ona karşı gelişen T hücre yanıtının (bağışıklığın hafıza hücresi), aslında bütün koronavirüslere, yani nezle yapanlar da dahil, MERS, SARS, bütün koronavirüslere karşı çok etkili bir T hücre yanıtı sağladığı gösterildi. Sadece Spike değil, virüsün toplamdaki 29 proteininin her birine karşı da çalışmalar yapılıyor. İşte bunların hepsini hedefleyebilecek, yani virüsün aşılardan kaçışını önleyebilecek pankoronavirüs aşıları bunlar. Bu çalışmalardan ümitliyiz Böylece mutasyon sıkıntısıyla başa çıkılmış olunacak. Aslında gripte de bu çalışmalar yapılıyor. Ben ümitliyim bu çalışmalardan, pankoronavirüs aşısı da mutlaka bulunacaktır.”

  • Bilim Kurulu üyesinden ‘favipiravir’ açıklaması

    Bilim Kurulu üyesinden ‘favipiravir’ açıklaması

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, Kovid 19 hastalarında kullanılan “favipiravir” etken maddeli antiviral ilaçla ilgili bilim dünyasının merakla beklediği PRESECO çalışmasının sonuçlarını yorumladı. ABD, Meksika ve Brezilya’daki 38 çalışma bölgesinden hafif veya orta şiddette, ayakta takip edilen Kovid pozitif hastaların verilerinin değerlendirildiği Faz 3 çalışmasında ilacın erken dönemde verilse dahi iyileşmeyi hızlandırmadığı gösterildi. Prof. Dr. Yavuz, ilacın Türkiye’de de Kovid tedavi protokolünden çıkarılacağını tahmin ettiğini söyledi. Yavuz, “Bu ilaç vücutta birikip herhangi bir şekilde istenmeyen bir sonuca yol açabilecek bir ilaç değil” dedi.

    Birkaç gün önce ilk sonuçları yayınlanan PRESECO çalışmasına göre ülkemizde de pandeminin ilk dalgasından sonra Kovid tedavi protokolüne giren “favipiravir” etken maddeli antiviral ilacın, Kovid 19’da iyileşmeyi hızlandırmadığı gösterildi. İlacın ABD’deki pazarlamasından sorumlu firmanın yürüttüğü ve geçtiğimiz yıl Kasım ayında başlatılan Faz 3 çalışmasının ilk sonuçları geçtiğimiz hafta açıklandı. Favipiravir’in Kovid-19’daki etkinliğine dair verileri “çift kör kontrollü randomize çalışma” ile ilk kez ortaya koyan çalışmaya ABD, Brezilya ve Meksika’daki 38 merkezden, yaklaşık 1150 hafif-orta semptomlu Kovid hastası dahil edildi. Evde ilaç tedavisi alan hastalar, klinik araştırmacılar tarafından uzaktan izlendi. Ancak favipiravir tedavisinin hastalığı iyileştirmede bir avantaj sağlamadığı ortaya kondu. İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Öğretim Üyesi ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, “Favipiravir’le ilgili şimdiye kadar yapılan çalışmalar ya gözlemseldi, ya da az sayıda vaka ile veya plasebo grubu olmayan küçük çaplı, heterojen hasta gruplarının alındığı çalışmalardı. PRESECO ile ayaktan tedavi gören hastalar incelendi ve ilk açıklanan sonuçlara göre ilacın hastalığı tedavi etmede çok da etkin olmadığı gösterildi. Ülkemizde de tedavi protokolünden çıkarılmasını bekliyoruz. Şimdiye dek ilacı kullanmış kişilerde ise yan etki açısından tehlikeli bir durum yok” dedi.

    “RİSK GRUBUNDAKİLERDE BEN DE KULLANMAK ZORUNDA KALDIM”

    Salgın durumlarında pandemik enfeksiyon tedavisinde, “yeniden konumlandırma” ile kullanılan bazı tedaviler olabildiğini, elde hiçbir seçenek olmadığı için benzer enfeksiyonlarda etkinliği ve güvenliği gösterilmiş ilaçlarla “kısmi etkinlik ihtimali” için yapılabildiğini söyleyen Prof. Dr. Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ölümcül salgınlarda büyük çalışmaların sonuçlarını bekleyecek zaman olmadığı için bütün dünya bu ilaçları kullanmak durumunda kaldı. Hidroksiklorokin bunlardan biriydi, Avrupa ve Amerika’da kullanılan remdesivir bunlardan biriydi, favipiravir de bunlardan biriydi. Son 6 aya kadar Kovid’de etkili bir ilaç yok diye hep söylüyorduk. Kullandığımız ilaçların ne kadar etkili olduğunu bilmiyoruz da diyorduk. Bu, gizlenen bir şey değil. Ama sonuçta ölümcül bir hastalıkla karşı karşıyasınız, kısmi bir etkinliği bile olsa, özellikle risk gruplarında bu ilaçları kullanmak zorundasınız. Bu çerçevede favipiravir’i ben de kullandım risk grubu yüksek hastalarda. Faydası olabileceğine yönelik veriler olduğu için. Ama genç, Kovid’i ağır geçirme riski olmayan hastalarda kullanmadım. Favipiravir ile ilgili şimdiye kadarki çalışmaların hepsi ya gözlemsel çalışma dediğimiz dezavantajlı çalışmalardı ya da heterojen hasta grupları ile yapılmış çalışmalardı. Bu konudaki esas iki çalışmadan biri de bu PRESECO çalışmasıydı.”

    “BU ÇALIŞMA EN GÜÇLÜ VERİLERİ SUNDU AMA KARARI BAKANLIK VERECEKTİR”

    Bir diğer çalışmanın da İngiltere’de yürütülen “PRINCIPLE” çalışması olduğuna işarete den Prof. Dr. Yavuz, “Onlar da Kovid’de etkili olma olasılığı diyelim yüzde 20-25 olan bu tarz ilaçlarla ilgili bir çalışma yürütüyor. Favipiravir de var içinde. O da devam ediyor binden fazla hastayla. Bu iki çalışmada da oral verilen favipiravir ilacının erken dönemde ve ağır olmayan hastalarda, gerçekten de bu antivirallerin etkili olabileceği ilk haftalarda kullanılarak inceleniyor. Bu nedenle buradan çıkacak sonuçlar bizim açımızdan çok güvenilirdi. Bu çalışmadan birinin ilk sonucu açıklandı bu hafta ve benim de kafamdaki soru işaretlerini gideren bir çalışma oldu. Benim Bilim Kurulu sözcüsü olmadığımı bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bilim Kurulu üyesiyim ve Bilim Kurulu da bir bilimsel danışma kuruludur. Biz bu ilaçları baştan beridir çok yakından izliyorduk. Her türlü çalışmayı, nerede ne çıktı, ne tür gelişmeler oldu ilaçlarla ilgili, çok yakından izliyoruz, bu bilgileri de paylaşıyoruz. Ama son tahlilde, salgının her türlü yönetimi sağlık otoritesi yani Sağlık Bakanlığı’nın kontrolünde. Benim tahminim, favipiravirin de tedavi rehberinden çıkarılacağı yönünde. Çünkü bu çalışma bayağı güçlü veriler sundu” şeklinde konuştu.

    “İLACI KULLANMIŞ OLANLARIN ENDİŞELENMESİNE GEREK YOK”

    Prof. Dr. Yavuz, şimdiye dek tedavisinde bu ilacı kullanmış olan hastaların endişeye kapılmaması gerektiğini de söyleyerek şu açıklamayı yaptı: “Bu ilaç vücutta birikip herhangi bir şekilde istenmeyen bir sonuca yol açabilecek bir ilaç değil. Kullanılan doz da çok yüksek bir doz değildi. Aslında çok çok daha yüksek dozları, RNA virüslerinin tedavilerinde, mesela Ebola’da kullanılıyor. Bu dozların 2-3 katı üstelik. Kovid’de kısa süreli kullanıldığı için, vücutta uzun vadeli istenmeyen etkileri olması ya da ilaç birikimi gibi bir durum söz konusu değil”

    Özellikle evde Kovid tedavisi gören hastaların kafasına göre ilaç kullanmaması gerektiğini bir kez daha vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, uyardı: “Hastalar çok çeşitli. Komorbiditesi olanlar var, hiçbir risk faktörü olmayanlar var. Herkes kafasına göre kan sulandırıcılar, vitaminler steroidler kullanmamalı. Riskine göre gerekiyorsa, hekimin verdiği tedavileri uygulamalı. Onun dışında semptomatik şikayetleri giderecek ateş düşürücüler, ağrı kesiciler dışında ilaç önermiyoruz”

    “İYİ HABER, ARTIK ETKİNLİĞİ GÖSTERİLMİŞ İLAÇLAR VAR”

    Pandeminin yarattığı çaresizlik nedeniyle bu tarz tedaviler bütün dünyada kullanıldığını ve bazılarının hala da kullanılmaya devam ettiğini belirten Prof. Dr. Yavuz, bir de iyi haber verdi ve “Ama bunun da sonuna geldik. İyi haber bu, mesela yurt dışında kullanılan monoklonal antikorlar var. Onlar özellikle erken dönemde oldukça etkililer. Ayrıca iki tane de antiviral ilacın gene erken dönemde aynen favipiravir gibi oral bir şekilde kullanıldığında oldukça etkili olduğu, güvenilir çalışmalarla gösterildi. Şu anda esas sorun, tabii ki bütün dünyanın bu ilaçlara nasıl ulaşabileceği. Kovid’de etkili olduğu gösterilmiş olan mesela Paxlovid, aslında SARS için bulunmuş bir ilaç. SARS kontrol altına alındıktan sonra rafa kaldırılmış, çalışmalara kaynak ayrılmamış bir daha. Oysa o ilaç şu anda raflarda hazır olsaydı, çaresizlik içinde kalmadan biz o ilacı kullanılabilir hale gelecektik” dedi.

    “ARTIK ÇOCUKLARIN DA BULAŞTIRICI OLDUĞUNU BİLİYORUZ”

    Pandemideki son durumu da değerlendiren Prof. Dr. Yavuz, sözlerini şöyle noktaladı: “Türkiye’de koronavirüs salgını seyrinde maalesef kontrolsüz bir gidiş var. Çünkü vaka sayıları hala yüksek ilerliyor. Elimizde sadece aşı var bu enfeksiyonun bulaşmasını azaltmak için. O da bu oranlarla engellenemez. Bir sıkıntı bu. İkincisi, aşıların belli bir süresi var, ek doz zamanı gelen herkes aşılamaya gelmiyor ve onlar da yine enfekte olabilecek gruba katılmış oluyor. Enfeksiyon bu şekilde kontrolsüz olarak yayılmaya devam ettiği için de ölümler maalesef 200’ün altına inemiyor. Ayrıca maske mesafe kurallarına hala dikkat etmemiz gerekiyor. Dışarıda diyelim ki açık havada bile olsa, kalabalık ortamdaysanız ve mesafeyi de koruyamıyorsanız, iki metreden daha yakınsınız, oradaki insanlar aşılı mı değil mi bilemediğiniz için maske kullanmak zorundasınız. Ben böyle ortamlarda maskemi çıkarmıyorum. Yine toplu taşımada insanlar aşılı mı değil mi bilmiyorum ve çok kalabalık, mesafeyi koruyamıyoruz, kesinlikle maske kullanıyorum. Salgının başlangıcında okullar kapalı olduğu için çocukların bu kadar bulaştırıcı olabileceği bilinmiyordu. Çocukların da aynı oranlarda virüsü saçabileceğini biliyoruz. Aşı yaş grubundaki çocukların aşılanması gerekiyor. Aşılı öğrencilerin çoğunlukta olduğu sınıflarda, benim de kızım var okula gidiyor, hiç sıkıntı yaşamadılar. Bir çocuk hasta oldu mesela, diğerlerine bulaşmadı ve gayet güzel derslerine devam ettiler”

  • Aşı zorunlu olmalı mı? Bilim Kurulu üyesinden net yanıt

    Aşı zorunlu olmalı mı? Bilim Kurulu üyesinden net yanıt

    Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, kendi merkezlerinde test pozitiflik oranının yüzde 10’a ulaştığını söyleyerek, böyle giderse sağlık sisteminin zorlanacağını söyledi. Aşıların ölüm ve ağır hastalıktan korumada son derece etkili olduğunu vurgulayan Yavuz, aşı zorunlu olmalı mı tartışmalarına net yanıt verdi:

    “Öğretmenler, sağlık çalışanı gibi belli meslek gruplarında kesinlikle zorunlu olmalı. Sosyal ortamlara girmek isteyenlere de ya aşı kartı, ya da son 48 saatte yapılmış negatif sonuçlu PCR testini gösterme şartı getirilmeli. Zaten restoran sahipleri de bunu istiyor. Bu artık bireysel tercih olamaz, toplumun her şeyi buna bağlı. Kapanmalar, büyük ekonomik kayıplar yaşadık, okulları açamadık. Eylül’de aynı noktaya geri dönebiliriz.”

    Günlük pozitif vaka sayısının 20 binlere dayandığı bu günlerde bayram sonrası etkinin henüz bu sayılara yansımadığı, çok hızlı yayılan Delta varyantı nedeniyle önümüzdeki günlerde bu sayının da katlanacağı konuşulurken, iki doz aşısını tamamlayanların oranı ise halen yüzde 50’ye dahi ulaşmadı. Böyle giderse Temmuz-Ağustos aylarının çok sıkıntılı geçebileceğini ve özellikle Delta varyantın hızının kesilebilmesi için iki doz aşılamanın ve kişisel korunmayı sürdürmenin daha da önem kazandığını söyleyen Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, Demirören Haber Ajansı’na önemli açıklamalarda bulundu. Hem İstanbul’da hem de ülke genelinde ciddi bir artış olduğunu belirten Prof. Dr. Yavuz, “Hem test pozitiflik oranında hem başvuru sayısında ciddi artış var. Bizim kendi merkezimizde test pozitiflik oranı yüzde 10’u buldu neredeyse. Çok yüksek bir oran bu. Herkesin, özellikle aşısız olanların, kalabalık ortamlara girmemesini, iki doz aşısı tamamlanana kadar özellikle kapalı ortamlarda bulunmamasını tavsiye ediyorum” dedi.

    “İKİ DOZ AŞIDA YÜZDE 25’İ BULAN ÜLKELERDE BİLE ÖLÜMLER AZALDI”

    En az yüzde 25 oranında iki doz aşılamayı tamamlamış olan ülkelerde ölüm oranlarının dramatik bir şekilde düştüğünü vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, “Mesela Delta pikini bizden önce yaşayan İngiltere’de vaka sayıları 50 binleri buldu. Ama ölüm oranları gerçekten çok çok düşük. Türkiye’de çift doz aşılanma oranı eğer yüzde 50 olsaydı, daha rahat olabilirdik. Ama şu anda yüzde 25’lerdeyiz. O kadar rahat olamıyorum, yani sistem zorlanmaz, hastanelerde sıkıntı yaşamayız diyemiyorum maalesef. O nedenle Temmuz-Ağustos boyunca aşılanmanın yanı sıra bireysel önlemlerin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Delta’ya etki edebilmesi için herkesin iki doz aşısını olması gerekiyor. Aşılar çok çok etkili. En en önemlisi de ağır hastalığı ve ölümleri engellemekti ve yüzde 90’lara varan etkinliği var bu konuda aşıların” şeklinde konuştu.

    “SADECE İNGİLTERE’DE AŞILAR 30 BİN ÖLÜM, 8 MİLYON HASTANE YATIŞINI ÖNLEDİ”

    Sadece İngiltere’de aşılanma sayesinde 30 bin kişinin hayatının kurtulduğunu söyleyen Prof. Dr. Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Aşılar 30 bin ölümü engellemiş durumda İngiltere’de. Bu inanılmaz bir rakam. Yine 8 milyon hastaneye yatışı engellemiş. Yani aşılar etkisiz diyebilmek için ya çok cahil olmak gerekiyor, ya da en iyi niyetle konuyu hiç bilmemek gerekiyor. Aşıların hepsi etkili. İngiltere’de mesela Şubat Mart’ta yaşanan pikte, günlük 1000’in üzerinde ölüm oluyordu, şu anda günde 50-60 ölüm oluyor en fazla, ki aynı vaka sayılarına rağmen. Bu tamamen aşılanmanın farkı. Yine İsrail’de, günlük vaka sayısı çok yükselmedi. İngiltere’den daha fazla aşılama yaptı İsrail. Günlük vaka sayıları 10 binlere çıkarken o kadar düşük nüfusuna rağmen; şu anda 2 bin civarı bu sayı ve hastalananlar da genellikle küçük yaş grubu. Yine ölüm oranları da çok düşük, 1 kişi falan ölüyor şu anda İsrail’de.”

    “AŞI KARTI YA DA NEGATİF PCR ZORUNLULUĞU OLMALI”

    Elimizde etkili aşılar olduğu halde iki doz aşılanma oranlarında istediğimiz noktaya ulaşamadığımızı söyleyen Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, aşı zorunlu olmalı mı tartışmalarına da kesin bir dille yanıt verdi. Prof. Dr. Yavuz şunları söyledi: “Herkesin aşılı olmasını istiyoruz, gerçekten bunu ikna ederek yapmak en güzeli. Ama şu anda acil bir durum var. Delta çok bulaşıcı ve elimizde aşı da var. Bu nedenle hızla bizim aslında aşılanmayı artırmamız gerekiyor. Belli meslek gruplarında aşının zorunlu olması gerektiğini düşünüyorum ben. Öğretmenler, sağlık çalışanları gibi… Bunlarda kesinlikle zorunlu olması lazım. Sosyal ortamlarda bulunmak isteyenler için ise diyelim ki toplantı yapacak, kongre yapacak, konser yapacak ya da restoranlara girecek, ki Türkiye’de zaten restoran sahipleri de bunu istiyor, ya aşı kartını ya da son 48 saatte yapılmış negatif sonuçlu PCR testini gösterme zorunluluğu olacak. Ancak bu şekilde toplu ortamlara girebilmeliler. Şu aşamada biz bu önlemleri almazsak yine Eylül geldiği zaman okulu nasıl açacağız diye kara kara düşünüyor olacağız. Bireysel özgürlük olarak düşünülemez artık bu. Çünkü toplumun her şeyi buna bağlı. Belli yerlerin kapatılması gerekiyor, çok büyük ekonomik kayıplar oldu, okulları açamıyoruz.”

    “OKULLARDA HIZLI TESTLERLE SÜREKLİ TARAMA YAPILMALI”

    Ne olursa olsun bu yıl artık eğitimin kesin olarak devam etmesi gerektiğini vurgulayan Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yavuz, bunun için gereken şartları da şöyle sıraladı: “Bir, hızla aşı olması lazım toplumun. Diğeri de okullarda hızlı testlerle sürekli olarak tarama yapmak gerekli. Ayrıca altyapı olanaklarının düzeltilmesi gerekiyor. Yani havalandırma olanakları kötü olan okullarda bunun düzeltilmesi gerekiyor. Bu üçünü aynı anda yapmazsak, eğitimi başlatalım diye tutturursak da devam ettirmemiz mümkün değil. Bunu da şu anda, tam yaz aylarındayken, şimdiden yapmamız gerekiyor bu hazırlıkları.”

    “ÜÇÜNCÜ DOZ İHTİYACI ANTİKORLARIN DÜŞÜŞ SÜRESİYLE İLGİLİ”

    Kovid aşılarında şu an için nötralizan antikor titresi yani virüsle savaşan antikor miktarının koruyuculuğu belirlediğinin bilindiğini anlatan Prof. Dr. Yavuz, bu antikor düzeyinin zamanla düşmesi ya da bazı kişilerde baştan düşük olması nedeniyle aşıda ek dozların konuşulduğunu anlatarak “Ne kadar iyi bir nötralizan antikor titreniz varsa o kadar güzel korunuyorsunuz. Yüzde yüz doğru olmamakla birlikte, şu andaki verilerle bunu görüyoruz. Fakat antikor titreleri, belli kişilerde düşük olabiliyor, örneğin çok ileri yaş olanlarda. Zaman geçtikçe de düşüyor, bunu da biliyoruz. mRNA aşılarında başta çok yüksek olduğu için, biraz daha uzun sürüyor bu düşüş. (CoronaVac gibi inaktif aşılarda ise titreler baştan biraz daha az olduğu için, daha kısa sürede düşüş yaşanabiliyor.) Bu nedenlerle ek dozların gerekebileceği ortaya çıktı aslında. Ama ne zaman yapmamız gerekiyor, bu sıkıntılı şu an. mRNA aşılarının koruyuculuğunun 9-12 ay gibi sürdüğü düşünülüyor. İsrail’deki veriler de bunu gösteriyor. Zira iki doz aşısının üzerinden 6 ay geçmemişlerde ya da gençlerde çok daha iyi bir yanıt gözlenirken, yaşlılarda ve aşının üstünden 6 ay geçmiş kişilerde antikorlarda düşme görüyorsunuz. Bağışıklık sisteminde sıkıntı olanlarda biraz daha erken, belki 9 ay gibi gerekebilir. Çalışmalar yapılıyor şu anda üçüncü dozlarla ilgili sonuçları da göreceğiz. Ama tahminim mRNA aşılarında, normal insanlarda 9-12 ay gibi olacak üçüncü doz. Yaşlılarda vb ise daha erken gerekebilir.” dedi.

    “SİNOVAC’TA İSTEYEN ÜÇÜNCÜ DOZUNU DA SİNOVAC İLE YAPTIRABİLİR”

    Türkiye’de ilk uygulanan aşı olan Sinovac ile ilgili Çin’de yaklaşık 500 kişi ile yapılan üçüncü doz çalışmalarının sonuçlarına da değinen Prof. Dr. Serap şimşek Yavuz, sözlerini şöyle noktaladı: “Bizim ilk uygulamaya başladığımız Sinovac’ın Coronavac aşısı, inaktif virüs aşısı biliyorsunuz. Bu aşı da hastaneye yatış ve ölümleri azaltmada çok etkili oldu. Mesela sağlık çalışanlarında her ay onlarca kayıp yaşıyorduk. Gerçekten dramatik bir düşüş yaşandı, birkaç kişi kaybettik aşıdan sonra, tam aşılı olmayan kişilerdi onlar da. CoronaVac’taki sıkıntı şuydu, daha kısa dönemde ek dozlara ihtiyaç duyulacağını düşünüyorduk. Çünkü başlangıçtaki antikor seviyesi çok yüksek olmayınca, daha kısa sürede ek dozlara ihtiyacı oluyor. Bu konuda yapılan bir çalışmada da 6 aydan sonra yine inaktif aşı ile yapılan ek dozların, antikor seviyesini oldukça yükselttiği, ilk iki doz aşılamadan sonra çıkan antikor seviyesinden daha yüksek düzeye çıktığı gösterildi. Dolayısıyla üçüncü doz olarak CoronaVac tercih edenler olabilir, bunun da antikor seviyesini artıracağını görmüş olduk bu çalışmayla.”

  • Bilim Kurulu Üyesi’nden aşı yorumu! Çin mi Alman mı?

    Bilim Kurulu Üyesi’nden aşı yorumu! Çin mi Alman mı?

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, pandeminin tek bir aşı ile değil, ancak etkinliği ve güvenliğinden emin olunan birkaç farklı aşı ile sonlandırılabileceğini söyledi. Prof. Dr. Yavuz, “Bir ülkenin aşısı iyi, diğeri kötü tartışmaları çok anlamsız. Biz, her iki aşı çalışmasına da dahil olduk. Herhangi bir yan etkiyle karşılaşmadık. Her aşının avantajları dezavantajları var. Önemli olan etkinlik ve güvenlik sonuçları. Dolayısıyla bir aşı mükemmel, öteki kötü demek çok yersiz. Klinik çalışmalardaki etkinliği çıktıktan sonra her aşı kullanılabilir. Araştırmalara dair sonuçlar da şeffaf bir şekilde paylaşılıyor. Zaten böyle bir salgında tek bir aşıyı bütün ülkeye yapabilme şansınız olmaz. Onun için çeşit çeşit aşılarımızın olması lazım” dedi.

    Tüm dünyanın heyecanla beklediği koronavirüs aşısında, ipi göğüsleyen birkaç aşı adayından biri olan ve Almanya’da Prof. Dr. Uğur Şahin ile eşi Prof. Dr. Özlem Türeci’nin geliştirdiği BioNTech firmasına ait aşıyla ilgili açıklanan son veriler akademi dünyası kadar tüm kamuoyunda heyecanla karşılandı. Bu haberin ardından özellikle sosyal medyada “Çin aşısı mı Alman aşısı mı?” tartışmaları da ağırlık kazanırken, bilim insanları aşılara duyulan güven ya da güvensizliğin ülkelere göre değil ortaya konan klinik araştırma sonuçlarına göre olması gerektiğini vurguluyor.

    İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, kendi merkezlerinde de Alman BioNTech aşısı ile Çinli Sinovac firmasının Faz 3 klinik araştırmalarının halen devam ettiğini vurgulayarak, “Biz her iki aşı çalışmasına da girdik. İkisi de devam ediyor ve ikisinde de şimdiye dek major bir yan etki görmedik. İlk aşıları yaptık, ikişer doz oluyor ikisi de. İkinci dozlara başlayacağız. Zaten birisinin (BioNTech) ara analiz sonuçları açıklandı. Diğerinin de (Sinovac) yakın zamanda açıklanacak. Duyduğum sonuç açıkçası beni bu süreçte en çok sevindiren haber oldu. Umut geldi içime diyeyim, çok sevindirdi gerçekten beni. Diliyorum ki öbür aşıda da böyle bir sonuç elde edeceğiz” dedi.

    “BAŞARILI BİR AŞIDA PLASEBO GRUBUNDAN DAHA FAZLA HASTA ÇIKAR”

    Alman BioNTech-ABD Pfizer ortaklığı ile sonuçları bu hafta duyurulan aşının Faz 3 araştırmalarıyla ilgili değerlendirmeler yapan Prof. Dr. Yavuz, “Yüzde 90’ın üzerinde etkinliği açıklandı. Eğer gerçekten son analizde de bu şekilde çıkarsa ve özellikle de her yaş grubunda böyle bir sonuç çıkarsa gerçekten müthiş bir şey olacak. Bu, bizim tahminlerimizden de daha kısa süre içerisinde bu hastalığın kontrol edilmesinde büyük bir aşama kaydedilmiş olunacak demektir. Bu nedenle Faz 3’e dair bu ilk veriler bize umut aşıladı. Faz 3 çalışmalarında amaç, aşının hastalıktan koruyup korumadığını anlamak. Dolayısıyla bir gruba aşı yapıyorsunuz, bir gruba da plasebo yani boş aşı yapıyorsunuz. Aşı ya da plasebo yapılan gruptan belli sayıda insanın hastalanması beklenir. Aşının başarılı denebilmesi için ise bu hastalanan insanların da daha çok plasebo grubundan, yani aşı olmayan gruptan çıkması beklenir. Burada hedeflenen aslında, en az yüzde 50 plasebo grubundan daha fazla hasta insan çıkmasıydı. Fakat burada çok daha büyük bir başarı görüldü ara analizlerde. Plasebo grubundan yüzde 90’larda bir oran çıktı” diye konuştu.

    “SALGININ HIZI ARA ANALİZİ DE HIZLANDIRDI”

    Bu ara analizlerin aslında aşılanan 40 binden fazla gönüllü içerisinde 35 kişide hastalık görüldüğünde yapılmasının planlandığını, ancak salgının tüm dünyada çok hızlı ilerlemesi nedeniyle gönüllülerden 94’ünün hastalandığına işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bunun da Faz 3 araştırmalarının beklenenden de önce bitirilebileceği anlamına geldiğini söyleyerek şu bilgileri verdi:

    “Bu hastalanan 94 kişinin büyük çoğunluğunun (yüzde 90’dan fazlası) plasebo grubundan olduğu tespit edildi. Yani aşı olanların (beklenenden) çok daha az hastalandığı, boş aşı grubundekilerin çok daha fazla hastalandığı tespit edildi. Ara analiz de aslında daha fazla vaka ile yapılmış olundu. Faz 3 çalışmasının sonlandırılması 140 veya 160 hastaya ulaşıldığında yapılacaktı. Bu da 40 bin kişi içinden bu sayıya ulaşmanın çok uzun sürmeyeceğinin de bir işareti. Çünkü tüm dünyada şu anda çok fazla aktivasyon var, bu çalışma Almanya, Amerika ve Türkiye’de de yapılıyor örneğin ve bu üç ülkede de salgın ciddi tırmanışta tekrar. O nedenle kısa sürede de sonuçlanma noktasına ulaşacağını düşünüyoruz. Bu sayıya ulaştığında son analiz yapılacak. Aşılananlardan kaçı hastalanmış, aşılanmayanlardan kaçı hastalanmış, aşılanmayanlar da ne kadar çok (şiddetli) hastalanmışlar. Yani o yüzde 90’dan fazla koruyuculuk şeklinde bahsedilen sonuç, aslında bunu anlatıyor bize. Bu ara analizde de hedeflenenden daha fazla hasta üzerinden yapıldığı için, çok daha kıymetli. Sona yaklaşmış gibi görünüyor.”

    “HER AŞININ AVANTAJI VE DEZAVANTAJI VAR”

    BioNTech firmasının geliştirdiği mRNA tabanlı aşının lojistikle ilgili dezavantajlarına da işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bunun da iyi bir planlama ile çözülebileceğine inandığını belirterek, şöyle konuştu:

    “BioNTech aşısının dezavantajı eksi 70 derecenin altında saklanması gerekliliği. Tabii ki o imkan da çok fazla yerde yok. Eğer Türkiye’ye de yeterli miktarda bu aşıdan gelebilirse eksi 70-85 derecede buzdolaplarının bulunabileceği yerlerden, gün içinde aşılamanın yapıldığı yerlere transportu gerçekleşecek. Örneğin Faz 3 çalışması için bize gelen aşıları, çözdükten sonra 6 saat içinde yapmamız gerekiyordu burada. Aşı piyasaya çıktıktan sonra gene aynı formülasyondaki bir aşı gelirse, onu da 6 saat içinde yapmak gerekecek. Bunlar da uygun planlama ile halledilebilecek şeyler aslında. Çünkü bu aşının avantajı, kısa sürede çok fazla üretebiliyorsunuz. Yani virüsü çoğaltmanıza gerek kalmadan bu aşıdan bir sürü yapabiliyorsunuz. Öbür aşılarda (inaktif virüs aşıları) virüsü çoğaltmanız gerekiyor ki bu da zor bir süreç. Ama o aşıların avantajı ne? Normal, 4 derecede de saklayabiliyorsunuz. Zaten herhalde karma bir aşı uygulaması olacak diye düşünüyorum. Yani herkes bir çeşit aşıyla değil, ikinci aşıda da umarım iyi sonuçlar alınırsa, olanağı olan yerlerde biri, yani eksi 85 derecede korunması gereken aşı (BioNTech); olmayan yerlerde ise belki öbür aşı (Sinovac) uygulanacak. Önemli olan aşının etkili çıkması. Bunları çözebileceğimizi düşünüyorum.”

    “ÇİN AŞISI DEYİP ELEŞTİRMEK YERSİZ, ÖNEMLİ OLAN ARAŞTIRMA SONUÇLARI”

    Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, Çin’in geliştirdiği ve Faz 3 çalışmaları tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de süren inaktif virüs aşısı ile ilgili olumsuz polemiklerin de yersiz olduğunu söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Çin, aşıda çok gelişmiş bir ülke. Dolayısıyla önemli olan, klinik çalışmada nasıl bir sonuç alınacağı. Yoksa orası yapmış, öteki ülke yapmış, bu tartışmalar çok gereksiz. Hangi aşı etkili çıkarsa, güvenle yapılabilir. Her iki aşı türünün de avantajları ve dezavantajları var. Bir aşı mükemmel de öteki kötü gibi bir şey yok. Klinik çalışmaların sonuçlarıdır önemli olan. Etkili (ve güvenli) çıktıktan sonra her aşı kullanılabilir. Biz mesela inaktif virüs aşılarını influenzada çok rahatlıkla kullanıyoruz. Güvenli aşılardır bunlar. Önemli olan Faz 3’de de etkili çıkması. O nedenle kimse endişe etmesin. Zaten sonuçlar çıktıkça da paylaşılıyor, hepsi çok şeffaf bir şekilde görülüyor, sonuçları gizlenebilecek gibi de değil. Tek bir aşıyı bütün ülkeye yapabilme şansınız olmaz. Onun için çeşit çeşit aşılarımızı olması gerekli.”

    “GÖNÜLLÜYE ARABA DA ÇARPSA, ÇALIŞMA BİR SÜRELİĞİNE DURDURULABİLİR”

    Faz 3 çalışmasının Faz 1 ve 2’ye ek olarak etkinliğin yanı sıra güvenlik değerlendirmelerinin de tekrar detaylı araştırılması anlamına geldiğini söyleyen Prof. Dr. Yavuz, çalışmanın durdurulmasının söz konusu olabileceğini ancak tekrar devamına da karar verilebileceğini söyleyerek sözlerini şöyle noktaladı:

    “Gönüllülerde herhangi bir olay gelişirse, çalışmalar durdurulabilir. Ara verip ‘Neden oldu bu’ diye bakmanız gerekir. O gönüllüye araba da çarpsa çalışmayı durdurup bunun aşıya bağlı bir yan etki sebebiyle oluşup oluşmadığını belirlemeniz gerekir. Nitekim Sinovac aşısında da geçtiğimiz günlerde (Brezilya’da) bir kayıp yaşandı ve çalışma durduruldu; çalışmaya dahil olan gönüllülerden birinin intihar sonucu öldüğü anlaşılınca bize de bildirildi ve dolayısıyla çalışma tekrar başladı. Daha önce başka bir aşı çalışmasında da ölüm olmuştu ama o kişinin de aşıya bağlı kaybedilmediği ortaya çıktı, tekrar başladı çalışma. Bu çalışmaların doğası bu. Burada sürpriz bir şey yok. Çalışma durduruldu, çok büyük bir olay/skandalmış gibi bir hava yaratılması gereksiz. Bu araştırmaların özelliği budur. Bu nedenle yapılır zaten. Durup bakarsınız, ne olmuş anlarsınız, sorun yoksa devam edersiniz.”