Etiket: şifa

  • İstanbul’un ortasında şifa dolu bir bahçe

    İstanbul’un ortasında şifa dolu bir bahçe

    Türkiye’nin ilk şifa bahçesi, Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’nde tertemiz bir hava ve renk cümbüşü var. 14 dönümlük alan üzerine kurulu olan Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi, 700’ün üzerinde bitki türüne ev sahipliği yapıyor. 18 yıldır İstanbulluların hizmetinde olan bahçede, Türkiye’deki bitki çeşitliliğinin korunup geliştirilmesine katkı sağlanırken, tedavilerde alternatif olarak kullanılan tıbbi bitkilerden faydalanma konusunda çalışmalar yürütülüyor. Birçok bitki çeşidinin açık ve sera alanlarında yetiştirilmesi nedeniyle görsel bir şölen de sunan bahçeyi, şehir yaşamının keşmekeşine kısa bir mola vermek isteyen herkes ziyaret edebiliyor. Bahçede aynı zamanda meraklıları için, tıbbi bitkiler üzerine çeşitli eğitim ve etkinlikler de düzenleniyor.

    Geleneksel tıbbın merkezi

    Kurulduğu günden bu yana Zeytinburnu Belediyesi bünyesinde yürüttüğü projelerle gelişmeye devam eden Tıbbi Bitkiler Bahçesi; Tıbbi bitkileri araştırmak, üretmek, tanıtmak, bitki çeşitliliğinin korunup geliştirilmesine katkıda bulunmak, tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımlarını teşvik etmek, tıbbi bitkilerin kültür altına alınmasını özendirmek, çeşitli eğitim programları için çalışma alanı ve materyal sağlamak, tıbbi floradan faydalanma konusundaki çalışmalara zemin oluşturmak için çalışmalarına devam ediyor.

    700’ün üzerinde bitki türü

    Haftanın her günü 09.00 – 16.00 saatleri arasında ziyaret edilebilen Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’nde halihazırda 700’ü aşkın tıbbi bitki çeşidi bulunuyor. Bitkilerin büyük bölümü etiketlenirken, bazı etiketlerde QR kod vasıtasıyla bitki hakkında geniş ve sesli bilgi almak mümkün. Sentetik gübre ve ilaç kullanılmayan bahçede, bitki atıkları doğal gübre olarak değerlendiriliyor. Sulama için damlama ve yağmurlama yöntemleri kullanılıyor

  • Çamur ile gelen şifa

    Çamur ile gelen şifa

    Hastaneye özel olarak Afyon’dan getirilen “peloid” adlı tıbbi çamur, boyun, bel fıtığı ile kireçlenme gibi rahatsızlıkları bulunan ve kas ağrısı çeken hastalara uygulanıyor. İlk olarak Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji hekimi tarafından tedavinin amacına göre; çamurun sıcaklık derecesi, uygulama bölgesi ve uygulama biçimi belirleniyor. 40-45 derece arasında özel olarak ısıtılan çamur, ardından 1.5-2 cm’lik bir tabaka halinde hastanın tedavi bölgesine sürülüyor. 10 ila 15 seans boyunca rahatsızlık duyulan bölgeye çamurun uygulandığı hastalar, 30 dakika istirahat ettikten sonra bölgeyi temizleyerek hastaneden ayrılıyor.

    Çamurun kalsiyum, sodyum, sülfat, klorür gibi zengin mineraller içerdiğini ifade eden İlker Çelikcan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’nde görevli Fizyoterapist Müzeyyen Kaya, kremsi yapısının sayesinde deriden kolayca emilebildiğini söyledi. Yapılan çalışmalarda çamurun ağrı kesici, iltihap önleyici, kas gevşetici ve esneklik kazandırıcı özelliğinin görüldüğünün altını çizen Fzt. Kaya, “Tıbbi çamurumuz; kas ve iskelet sistemi hastalıkları, kronik ağrı durumları, romatizmal hastalıklar, ankilozan spondilit, eklem hastalıkları, omurganın dejeneretif hastalıkları, bel fıtığı, boyun fıtığı tedavisi, osteoporoz, fibromiyalji sendromu, spor yaralanmaları yanı sıra nörolojik hastalıklar sonrası rehabilitasyon amacıyla da kullanılabilir. Günümüzde giderek artan hasta talebi, hasta tedavilerinde görünen olumlu sonuçlar ve hasta memnuniyeti çamur ünitelerinin giderek yaygınlaşacağını göstermektedir” dedi.

    Evli Çiftin Ağrıları Dindi

    Bir süredir bel ve ayak ağrısından şikayet ettiğini belirten 61 yaşındaki Fitnet Eser, henüz ilk seansın ardından çamur tedavisinden fayda gördüğünü söyledi. Ağrılarından dolayı daha önce dizlerini bükemediğini söyleyen Eser, “Şu an rahatlıkla dizlerimi bükebiliyorum. Belimden aşağı ağrılarım yok oldu. Henüz bir seans tedavi aldım fakat faydasını gördüm. Bütün hastane personelinden Allah razı olsun” dedi.
    40 sene inşaatçılık yaptığını belirten 68 yaşındaki Mustafa Eser ise, bundan dolayı son 13 yıldır dizlerinde kireçlenme oluştuğunu söyledi. Ayaklarında daha önceden ağrı ve kasılmalar olduğunu bu sebeple günlük yaşamda zorlandığını ifade eden Eser, “Ayaklarım açılıp kapanmakta zorluk yaşadığım  için sofrada bile oturup yemek yiyemiyordum. Burada 15 gündür çamur tedavisi alıyorum, ayaklarım baya rahatlamış hissediyorum. Şu an ayaklarımı istediğim gibi açıp kapatabiliyorum” diye konuştu.

  • Bursa Şehir Hastanesi’nde şifa buldu

    Bursa Şehir Hastanesi’nde şifa buldu

    Ailesiyle birlikte gittiği Gölyazı’da mangal kömürünü alevlendirmek isteyen 30 yaşındaki Sabri Karakaş, kullandığı mangal jelinin parlamasıyla alevler içinde kaldı. Göle atlayarak alevlerden kurtulan Karakaş, ailesi tarafından Bursa Şehir Hastanesi’ne getirildi. Vücudunda çeşitli yanıklar oluşan Karakaş, ilk değerlendirmelerin ardından ameliyata alındı. Başarılı geçen operasyon sonucu servise alınan Karakaş’ın tedavisine devam ediliyor.

    Ailesiyle geçireceği keyifli vaktin zehir olduğunu dile getiren Sabri Karakaş, “Ailecek bir göl kenarında mangal yapalım dedik. Odunlarla beraber mangalı yaktık. Daha sonra kömür attığım zaman mangal söndü sandım. Üzerine mangal yakıcı jeller var. Yanımızda onlardan vardı. Ondan dökmek istedim. Daha önce birkaç kere kullanmıştım. Döktüğüm anda nasıl olduğunu anlamadan içine alev karıştı galiba bir anda patladı elimde. Ne olduğunu anlayamadım zaten olayın şoku ile çevredekiler yanıyorsun dediler. Bunu duyunca en yakın yerden kendimi göle attım. Aileme seslendim ‘hemen beni hastaneye götürün.’ Canım çok yanıyordu çünkü. Bursa Şehir Hastanesi’ne geldik. Sağ olsunlar yanık merkezinde çok ciddi bir şekilde ilgileniyorlar. Doktorlarımız devamlı yanımızda ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar” dedi.

    Mangal yapılırken jel kullanımından kaçınılması gerektiğini söyleyen Karakaş, “Mangal keyif işiydi, keyif yapalım diye gittik. Tamamen bize eziyet oldu. Bir an önce iyileşip aileme kavuşmak istiyorum” şeklinde konuştu.

    Şuursuz kullanım yanıklara sebep oluyor

    Hastanın tedavisini yürüten Bursa Şehir Hastanesi Erişkin Yanık Sorumlusu Op. Dr. Selma Beyeç, yaptığı açıklamada yaz mevsimiyle birlikte mangal sebepli yanık vakalarının arttığına dikkat çekti. Özellikle mangal jeli kullanmanın tehlikelerine değinen Op. Dr. Beyeç, “Mevsimsel olarak yaz aylarında artış gösteren mangal jeli olarak tabir edilen parlayıcı ve yanıcı maddeye bağlı yanıklara dikkat çekmek istiyorum.

    Piyasada perakende olarak marketlerde herhangi bir sınırlama gözetilmeden herkes açık şekilde satılan, kolaylıkla ulaşılabilir ve ucuz olan bu maddeler, kontrolsüz ve bilinçsiz şekilde kullanılmakta. Sonuç olarak geniş ve derin yanıklara hatta bazen birden fazla kişinin yandığı kazalara neden olabilmektedir” ifadelerini kullandı.

  • Minimal invaziv kalp cerrahisi hastalara şifa oluyor

    Minimal invaziv kalp cerrahisi hastalara şifa oluyor

    Halk arasında ‘kapalı yöntem’ veya ‘mini bypass’ olarak da bilinen minimal invaziv kalp cerrahisi ameliyatı, Bursa Şehir Hastanesinde başarıyla yapılıyor. Göğüs kemiği kesilmeden, küçük kesilerle kalbe ulaşılarak, gerçekleştirilen ameliyat sayesinde hastalar kısa süre içinde yeniden sosyal hayatlarına dönebiliyor. Türkiye’de sayılı merkezlerde yapılabilen bu teknikle şifa bulan son isim 70 yaşındaki kalp hastası Sayime Tayır oldu. Tayir, Bursa Şehir Hastanesinde görevli Kalp Damar Cerrahı Doç. Dr. Nail Kahraman tarafından yapılan operasyon ile kısa sürede sağlığına kavuştu.
    Bir hastayı daha sağlığına kavuşturmanın sevincini yaşadıklarını söyleyen Doç. Dr. Kahraman, “Yaptığımız ameliyatla hastamızın kalp kapağının değişimini gerçekleştirdik. Minimal invaziv kalp cerrahisi, küçük kesilerle kalbe ulaşılarak gerçekleştirilen ameliyatları ifade eden bir kavramdır. Geleneksel yöntemlerle yapılan açık kalp ameliyatlarında göğsün ortasında bulunan ve ‘iman tahtası’ olarak bilinen kemiğin kesilmesi gerekmektedir.

    Bu durum özellikle kalp ameliyatları sonrası iyileşme dönemini zorlaştırmakta ve uzatmaktadır. Gelişen teknoloji sayesinde üretilen yeni nesil malzemelerle kalp ameliyatları, göğüs ortadan yarılmadan, göğüs duvarı bütünlüğü bozulmadan, kemik kesilmeden küçük kesilerle aynı nitelikte ve etkinlikte gerçekleştirilebilmektedir. Ameliyatın özelliğine göre sol ya da sağ kaburgaların arasından, koltuk altından, meme altından ya da dış kıvrımından 4-5 santimlik kesilerle yapılabilmektedir. Tabii öncelikle hastanın uygunluk durumunun belirlenmesi için gerekli test, analiz ve değerlendirilmelerin yapılması gerekmektedir” dedi.


    Bu yöntem ile yapılan kalp ameliyatlarının hem ameliyat esnasında hem de ameliyat sonrasında özellikle hasta için ciddi avantajlar sağladığına dikkat çeken Doç. Dr. Kahraman, “Cerrahi kesinin küçük olması ve herhangi bir kemik dokunun kesilmemesi sayesinde kanama ve komplikasyon riski daha düşüktür. Kalbe ulaşırken daha az doku ile karşılaşıldığından meydana gelebilecek doku hasarlarının önüne geçilmesini ve hastanın daha erken taburcu olmasını sağlar. Ameliyat sonrası hızlı bir şekilde günlük hayata dönülebilir, iyileşme dönemi kısadır” şeklinde konuştu.

    Yapılan ameliyat sonrası sağlığına kavuştuğunu ve her geçen gün daha da iyileştiğini dile getiren hasta Sayime Tayır ise, “Ameliyat sonrası çok şükür iyi oldum. Önceki halimden eser yok, eski vaziyetime ve sağlığıma döndüm. İlgi ve alakalarından ötürü Bursa Şehir Hastanemize ve doktoruma çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.

  • Şifa deposu: ‘Kaldirik Otu’

    Şifa deposu: ‘Kaldirik Otu’

    Birçok derde deva olan ‘Kaldirik Otu’ Sakarya’nın Hendek ilçesi Dikmen Mahallesi’nde toplanılmaya başlanıldı. Genellikle Mayıs ayının ortalarında toplanılmaya başlanılan bitki ormanlık ve yüksek alanlarda yol kenarlarında bulunuyor. Lila renkli çiçekleriyle gönle ferahlık veren ve baharın müjdecisi de olarak bilinen bitki, özellikle sigara içenler için balgam söktürücü özelliği ve boğaz-bademcik iltihaplarına da iyi gelmesi yönüyle biliniyor. Yöresel lezzeti toplayan mahalle halkı, bitki hakkında bir takım bilgiler de verdi. ‘Kalındirek’ ve ‘Hodan’ isimleriyle de bilinen ve yabani olarak yetişen bitki, metabolizmaya da oldukça fayda sağlıyor. Kaldirik Otu, ayrıca çeşitli yemekler ile sofraları da süslüyor.

    “Doğal ve sağlıklı”

    Topladıkları bitki hakkında bilgiler veren Hanife Köseoğlu, “Bu çok sağlıklı bir şey aslında. Hiç ilaç katkısı yok, doğal bu. Bağırsaklara, şeker hastalığına iyi gelir. Mideyi rahatlatır, yararlı bir şey yani zararsız. Taze şekilde topluyoruz biz bunu, ayıklıyoruz, eve gidince de güzelce yıkıyoruz ve doğruyoruz ince şekilde. Soğuk suyun içerisinde bırakıyoruz bunu ateşin üzerine. Acele pişmesi lazım yeşil kalması için soğuk suya koyulması lazım, hem de acele pişmesi lazım. Beklememesi lazım, kararmaması için. Küçük küçük doğruyoruz biz bunu. Turşusu yapılıyor, sarımsaklı, tuzla beraber. Normal suyu da sarımsaklı turşusunu koyuyoruz. Ondan sonra gene artı böyle ince ince doğruyoruz, yıkayıp güzel öldürüp haşlayıp mısır unuyla içine iki patates veyahut da iki soğan rendeleyip az da bir mısır unuyla karıştırıp tavada biz bunu kızartıyoruz, kavuruyoruz. Bunun her türlü yemeği olur. Bunu kurutup ateşte haşlayıp evin üstlerine betonlara serip öyle kurutuyoruz. Kuruduktan sonra çuvala koyuyoruz bunu dövüyoruz odunla beraber. Saklıyoruz bez poşetlerde daha sonrasında kışın haşlıyor, yemek yapıp yiyoruz” dedi.


    “Birkaç çeşit yemek oluyor bu bitkiden”

    Yasime Ark ise, “İdrar yollarına iyi geliyor. Şeker hastasına iyi geliyor. Bağırsakları güzel çalıştırıyor. Şifalı, faydalı bir bitki. Her sene bu günlerde toplarız bu bitkiyi. Turşusu, kavurmasını yaparız haşlayıp. Tavasını yaparız. Kuruturuz kışın yine aynı yemeklerini yaparız. Barbunyalı kavururuz. Birkaç çeşit yemek oluyor bu bitkiden” diye konuştu.

  • Erzincan’da şifalı su

    Erzincan’da şifalı su

    Mollaköy Beldesinde halkın şifalı olarak nitelendirdiği göze suyunun şifa dağıttığına inanılıyor. Ülkenin birçok şehrinden özellikle doğum yaptıktan sonra sütü az olan kadınların sütlerinin artması için akın ettiği şifalı suyun aktığı havuzda bulunan balıklar kutsal sayıldığı için insanlar tarafından tutulmuyor.

    Bilgin bir molladan kalan bir efsane olduğunu ifade eden belde sakinleri, suyun şifa dağıttığını belirtti.

    Şifalı sayılan suyla ilgili yaptırılan kitabede şu yazıya yer verildi:

    “Molla Köyü, efsaneler konu olmuş sevimli ve bilgin bir molladan (Ehmedi Pekeriç) alır. Molla Köyünde halen camii ve caminin yanında akan buz gibi berrak ve içinde balıkların yaşadığı bu su için şu efsane anlatılmaktadır.

    Eskiden, bugünkü caminin yerinde bir kilise varmış. Bir İslam beldesinde kilise değil, camii bulunması gerektiğini düşünen Ehmedi Pekeriç adlı molla, bu kiliseyi yıkmak, yerine bir camii yaptırmak istemiş. Bunu haber alan kilise mensupları bölgenin valisine başvurarak şikayetlerini arz etmişler. Bölgenin valisi, mollayı huzuruna getirmek için adam göndermiş. Giden adam mollayı tarlada bir çift geyikle çift sürerken bulmuş. Mollanın elindeki massa da bir yılanmış. Adam hayrette kalarak, mollaya yaklaşmadan uzaktan valinin emrini bildirmiş. Molla işini bitirdikten sonra şehre, valinin yanına gitmek için hareket etmiş. Molladan önce şehre varan valinin adamı, valiye gördüklerini bir güzel anlatmış. Ondan sonra da sevimli molla huzura çıkmış. Molla valinin huzuruna çıkar çıkmaz şiddetli bir deprem olmuş. Vali, depremin molladan dolayı olabileceğini, adamının anlattıklarını da göz önünde bulundurarak tahmin etmiş ve mollaya camii yaptırmak için gerekli izini vermiş. Molla, camiyi yapmaya başlamış.

    Camii bitince, yanında berrak, buz gibi bir su kaynayarak akmış. Suyun içinde iki tane balık varmış. Molla, yazın işini bitirince geyiklerden birini Allah için kurban keser, diğerini de dağa salarmış. Kışı dağda geçiren geyik, her gündönümünde (22 Haziran) çift olarak geri gelirmiş. Bu durum yıllarca böyle devam etmiş. Molla yaşlanmış, köylülere aynı durumu devam ettirmelerini tavsiye etmiş. Gelin görün ki, köylüler mollanın tavsiyelerini unutur olmuşlar. Yine bir gündönümünde su içmeye gelen geyiklerden ikisini de kesmişler. O andan itibaren buz gibi ve berrak su kurumuş. Suyun kurumasıyla kalan çukurlukta tavuklar eşinir olmuşlar. Bu tavukları da her akşam telli duvaklı bir gelin gelir alır götürürmüş. Yine bir günün akşamında, gelin tavukları almaya gelince birdenbire su fışkırmaya başlamış. Telli duvaklı gelinde bu suda boğularak kaybolmuş. Bu olaydan sonra, her gündönümünde ölen telli duvaklı geline ve geyiklere Allah rızası için kurbanlar kesilmiş. Bu efsaneye konu olan camii ile sütü olmayan kadınlar, aslında oradan geçen herkesin kana kana içtikleri su hala yerindedir. Suyun içinde de kutsal sayılan yüze yakın balık vardır. Süt çeşmesi olarak ta bilinmektedir. Molla keramet sahibi evliyalardandır. Müslümanlar buna inanır ve onun olağan üstü gücünden, kerametinden yardım umarlar. Camii su ve sudaki balıklar kutsaldır. Balıklara kimse dokunmaz. Balıkların bulunduğu su bir göze suyudur. Halk şifa niyetine buradan su içer.”

  • İnsanların hayatını kabusa çeviren hastalığa şifa oluyorlar

    İnsanların hayatını kabusa çeviren hastalığa şifa oluyorlar

    Halk arasında ‘delirten hastalık’ olarak bilinen trigeminal nevralji, hastaların yüz bölgesinde gün içerisinde yüzlerce defa tekrar ederek kişide çok şiddetli ağrı atakları oluşturuyor. OMÜ Tıp Fakültesi Algoloji Bölümü’nde ise tedavisi yapılan trigeminal nevralji hastalarında yüzde 80-90 oranında başarı sağlanabiliyor. Tıp Fakültesi Başhekimi Anesteziyoloji ve Algoloji Uzm. Prof. Dr. Fatih Özkan ve Algoloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Kurçaloğlu hastalığın tedavisi hakkında önemli açıklamalarda bulundular.

    “Çok ciddi ve sıkıntılı ağrılar”

    Başhekim Fatih Özkan, bu hastalığın bilinen en kötü, en trajik ağrı sebeplerinden biri olduğunu ifade ederek, “İnsanlar bu ağrıları çok çeşitli şekilde tarif ediyorlar. Ağrılar oluş mekanizmasına göre yaptıkları, kişide oluşturdukları ağrı anlatım şekliyle de değişebilir. Bu nevralji dediğimiz ağrılarda sadece bugün bahsettiğimiz trigeminal nevralji değil, başka bölgelerde de nevralji görülebiliyor. İnsanların hayatını zehir eden, hatta bu ağrı ile başa çıkamadığı için hayatını sonlandırmayı düşünen hastalarımız oluyor. Trigeminal nevralji ağrısı, çok ciddi ve sıkıntılı bir klinik durumdur. Kişi saniyeler içerisinde onlarca voltun kendi suratına geldiğini ifade eder. Bu gerçekten dayanılmaz bir ağrıdır. Konuşamaz, yiyemez, su içemez. Hatta hayattan, evinden, ailesinden koparlar. Neticede bu sonuç kronikleştiği zamanda kendini hayattan kopartacak duruma getirebilir. Dolayısıyla ağrının bile iyisi kötüsü vardır diyebilirim. Bu bizim bildiğimiz en kötü ağrılardandır diyebilirim. Bir hekim olarak bizim ‘önce zarar verme’ prensibimiz vardır. Onun için her zaman hem hastayı hem de kendimizi koruyacak şekilde tedavi ederiz. Trigeminal nevralji hastalarında öncelikle ilaç tedavisine başlarız, onların tedavilerinin dozlarını artırırız, başka ilaçlara geçeriz ama bunlarla başa çıkamadığımız zamanda kliniklerimizde girişimsel ağrı tedavileri ile önemli bir seçenek sunarız. Bu, hastaların hayatını zindan eden bir ağrıdır. Girişimsel ağrı tedavileri yapıldığında da bu ağrıların tamama yakın geçtiğini söyleyebiliriz. Bu işlemleri biz tekrar edebiliriz. 1 kere yapıldığında tekrar yapılamayacak diye bir şey değildir. Ağrı seneler sonra tekrarlasa bile bununla başa çıkma şansına sahibiz. Uzman kişilerin elinde bu işlem yapılırsa riskler minimuma indirilmektedir. Hiçbir zaman, hiçbir hekim ‘ben bu işlemi yaparım kötü bir durum olmaz’ diyemez. Çok nadir görülen şeyler olsa da bu durumları da hastaya belirtiriz. Ağrının geri dönmesi, ağrının istenilen miktarda azalmaması gibi durumlar olabiliyor. Trigeminal nevralji önemli bir ağrıdır. Sinirlerin hasarı sonrası meydana gelir. Biz de kafa tabanının içerisine girerek orada merkezi yakalayıp ilgili sinirin dalını test ederek koordineli şekilde yakarak tedavi ettiğimiz bir hastalıktır” dedi.

    “Hastaların çoğu böyle bir tedavinin olduğunu bilmeden bizlere geliyorlar”

    Trigeminal nevralji hastalığının tedavisi uygulayan az merkez olduğunu ve birçok hastanın bu nedenden dolayı hastanın böyle bir tedavinin olduğunu bilmeden kendilerine geldiklerini söyleyen Algoloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Kurçaloğlu, “Bu hastalıkta, hastaların yüzünde sinirin trasesinde bulunan iz düşümünde saniyeler süren çok şiddetli elektrik çarpması gibi gelen birkaç saniye süren fakat gün içerisinde yüzlerce defa tekrar eden çok şiddetli ağrı atakları meydana geliyor. Özellikle hastaların yemek yemesiyle, konuşmasıyla, yüzlerini yıkamasıyla tetiklenen çok şiddetli bir ağrı ataklarıyla karakterize olan bir hastalıktır. Trigeminal nevraljinin hastaların esasında yarısında sebebi belli değildir. Kalan yarısında da trigeminal sinirin beyine girdiği yerde bir damarın sinirin köküne teması ağrıya sebep olabilir. Esasında çok nadir bir hastalık sayılmaz. 50 yaşın üzerinde hastalığın sıklığı artar. 50 yaş üzerinde yaklaşık 200’le 1 oranında hastalık görülür. Öncelikle ilaçla tedaviye başlıyoruz hastalarımızda. İlaç tedavisi ile fayda görmeyen, ağrısı azalmayan hastalarda bu sinirin uç dallarına enjeksiyonlar ya da radyo frekans tedavileri yapıyoruz. Ufak enjeksiyon işlemleriyle de fayda görmeyen hastalarda sinirin beyin sapına girdiği yerde kökünü bularak, radyo frekans dediğimiz özel bir iğne ile kontrollü lezyonla birlikte ısı enerjisi vererek yakım işlemi yaparak sinirdeki çakmaları engelliyoruz. Bu işlem hastaların yüzde 80-90’ında fayda etmektedir. Özellikle 2 yıllık takiple hastaların yüzde 80’inde hala işlemin etkisinin devam ettiğini gözlüyoruz. Birkaç sene sonra ağrıları tekrar ederse tekrar yapılabilen bir işlemdir. Bu işlem üst düzey teknik beceri gerektirmektedir. Çünkü iğneyi 1 santim fazla ilerletirsek beyin sapına da girmiş olabiliyorsunuz. Biz yılda yaklaşık 50 hastaya bu işlemi yapıyoruz. Maalesef hastalar ve hekimler tarafından çok bilinen bir yöntem değildir. Uygulayan merkez sayısı da çok az olduğu için hastaların çoğu böyle bir tedavinin olduğunu bilmeden bizlere geliyorlar. Fakat tedaviyi anlattıktan sonra kabul ediyorlar. Yıllarca çok şiddetli ağrı duyan, sosyal, iş, evlilik hayatlarında sekteye uğramış hastalar bizim tedavimizden sonra mutlu bir şekilde ayrılıyorlar. ‘Bu zamana kadar keşke bu işlemi yaptırsaydım. Bu kadar yıldır boş yere ağrı çekmiş olmazdım’ diyorlar” diye konuştu.

    Trigeminal nevralji hastalığını yenen hasta yorumları

    Naim Altınışık (75), “4-5 sene önce yemek yerken ağzım tıkanmıştı ve nefes alamayacak şekle gelmiştim. Birçok hastaneye gittikten sonra en son buraya sevk ettiler. Tedavi olmaya başladım ve uzun süre bir ilaç kullandım. Kullanırken de şiddetli ağrılarım geliyordu. Ne yapsam ağrılarım geçmiyordu ve bu operasyonu geçirdim. Ondan sonra kontrole geldiğimde ilacı da bırakabileceğimi söylediler. Çene kısmının birazı uyuşuk bir durumda ama ben buna çok razıyım. O hastalık gelmesin yeter ki şu an çok iyiyim” şeklinde konuştu.

    “Allah’ım düşmanımın başına vermesin”

    Hasan Özçakır (63), “Bu hastalık bende 1993 yılından beridir vardı. Bayağı bir rahatsızlanıyordum. Hocamın ismini duydum ve buraya geldik. Bıçak batıyormuş gibi, yıldırım çarpıyormuş gibi hissedip bayağı bir rahatsızlanıyordum. Hocam iğne tedavisini uyguladı ve şu anda çok iyiyim. Bu acı çekilmez dayanılacak bir acı değil. 25 sene çektim bu acıyı ben Allah’ım düşmanımın başına vermesin” ifadelerini kullandı.
    Ekrem Civil (68), “Nevralji sıkıntım vardı. Sağ olsun Mustafa hocam benimle ilgilendi ve 2 defa işlem yaptı. İşlemde başarılı bir sonuç aldım. Çok kötü bir ağrım vardı. Elektrik çarpması gibi bir ağrım oluyordu. Çok sıkıntı çekiyordum fakat şu anda o sıkıntıları yüzde 2-3’e kadar indirdim. 15 yıldır uğraşıyorum bu hastalıkla. En son çareyi Mustafa Bey’de buldum. Birinci işlemde ağrılarım yarıya indi. İkinci işlemde de yüzde 2’ye indi ve şu an çok az bir ağrım var. Daha önce ilaç kullanıyordum şu an ilaç falan da kullanmıyorum. Şükürler olsun hiçbir sıkıntım yok” ifadelerine yer verdi.

  • Avrupa’da bulamadığı şifayı Oylat’ta buldu

    Avrupa’da bulamadığı şifayı Oylat’ta buldu

    Turizm alanında yaptığı girişimlerle şehre yerli ve yabancı turist çekmek, kazan kazan politikasıyla gelen her misafirin şehir ekonomisi ile esnafına kazanç sağlayacak tanıtım organizasyonlarına önem veren İnegöl Belediyesi, Dünya’nın en büyük 5 turizm fuarı arasında yer alan EMITT’te yerini aldı. 12-15 Nisan tarihlerinde İstanbul TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen EMITT Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı’nda İnegöl’ün değerlerini yerli ve yabancı turistlere tanıtan İnegöl Belediyesi, burada açtığı stantta şehrin müdavimlerini de misafir ediyor.


    45 yıldır Oylat’tan vazgeçemiyorlar

    Bu yıl 26. kez kapılarını açan EMITT Fuarında İnegöl Belediyesi de 7. HOL 7441’nci stant içerisinde İnegöl Doğa Sporları ve Turizm Merkezi (DOSTUM), Oylat Kaplıcaları, ilk İlçe Kent Müzesi ile Ağaç Sanayi Müzesi, Ortaköy Kervansarayı ve şehrin doğal güzelliklerinin tanıtılmasının yanı sıra stant ziyaretçilerine İnegöl’ü tanıtan broşür ve bilgilendirme kitapçıklarının yer aldığı çantalar hediye ediliyor.

    Fuarın ilk günü İnegöl Belediyesi standının misafirlerinden biri de Oylat Kaplıcalarının 45 yıllık müdavimi olan Sevinç Alpsoy oldu. İstanbul’da yaşayan ve daha önce pek çok kaplıca gezdikten sonra tavsiye üzerine keşfettiği Oylat’a 45 yıldır düzenli olarak geldiklerini belirten Alpsoy, buranın şifalı suları ve doğasından vazgeçemediklerini ifade etti.


    “Düzenli olarak geliyoruz”

    İnegöl Belediyesi standında Oylat’ı keşfetme süreci ve 45 yıllık misafirliğini anlatan Sevinç Alpsoy, “Eskiden başka kaplıcalara gidiyorduk. Bir hocamız ne işiniz var oralarda, Oylat’a gidin hem orman havası alın hem suyu çok şifalı dedi. Havuzunu her akşam boşaltıyorlar tertemiz dedi. O tavsiye üzerine Oylat Kaplıcalarını tanıdık ve o yıl ilk kez geldik. Bize az bile methetmiş. O günden itibaren 45 yıldır düzenli olarak Oylat’a geliyoruz. Sadece biz değil; arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, çevremize de tavsiye ediyoruz. Oylat’ta şifa bulduk, sağlık bulduk. Her bakımdan çok memnunuz. İstanbul’dan kaçıp Oylat’ta dinleniyoruz. Herkese de tavsiye ediyoruz. Çok tanıdığımızı getirdik Oylat’a. Bir defa gelen her yıl giderken bize de haber verin diyorlar, gelmek istiyorlar” dedi.


    Oylat’ı Avrupa’da biliyorlar

    Oylat’ın şifalı su tabirinin hakkını verdiğini ifade eden Alpsoy, “Ben Türkiye ve Avrupa’da o kadar çok kaplıca gezdim, hiçbir yerde böyle bir hizmet yok. Eşim rahatsızlandığı için Avrupa’da bir doktora gittik. İranlı bir doktor bize ‘Türkiye’de ne yapıyorsunuz, nasıl tedavi uyguluyorsunuz’ dedi. ‘Oylat’a gidiyoruz’ dedim. ‘Oranın suyu mu var’ dedi. Evet dedim. Daha önce de duyduğunu söyledi Oylat’ı. Yurt dışından bile biliyorlar. Avrupa’dan bile suyu için gelenler var. Şifalı su tabirinin hakkını veriyor” şeklinde konuştu.

  • Diyadin Kaplıcaları

    Diyadin Kaplıcaları

    Ağrı’nın Diyadin ilçesinde bulunan ve hastalıklara iyi geldiğine inanılan Diyadin Kaplıcaları şifalı suyuyla bölgenin en sık tercih edilen turizm alanlarının başında geliyor.

    Kaplıca sularının çıktığı bölgeye jeotermal kaynaklarla kurulan kaplıca tesisleri, hastalıklarına şifa arayan vatandaşların uğrak yeri olurken bölgedeki tarihi yerleri ziyarete gelen turistlerin de dinlenme noktası oluyor. Soğuk havaya rağmen kaplıcalara gelen vatandaşlar soğuk havada sıcak suyun tadını çıkarıyor.

    Çevre illerden ve ülke dışından çok sayıda ziyaretçinin kaplıcalara geldiğini ve birçok insanın bu su sayesinde sağlığına kavuştuğunu söyleyen kaplıca tesisi işletme sahiplerinden Özcan Tunca, “Ülkemizin dört bir yanından müşterilerimiz geliyor.

    Yaz aylarında insanlar buraya kaplıcalar için geliyor. Diyadinliler için burası zaten olmazsa olmazlardandır. Bel fıtığı, romatizma, yaralar gibi hastalıklar için çok iyidir.

    Bir müşterimiz Antalya’dan gelmişti, bel ağrısından yürüyemiyordu. Onu burada 1 ay misafir ettik. Eski sağlığına geri döndü. Yürümesinde falan değişme oldu. Buraya gelenlerin çoğu şifa görüyor. Tüm milletimizi bekleriz” ifadelerine yer verdi.

  • Şifa kaynağı ‘Çiriş’ otu

    Şifa kaynağı ‘Çiriş’ otu

    Mart ve nisan aylarında dağlardan toplanan çiriş otu, birçok pazarcının da geçim kaynağı oldu. Saatlerce kırsal alandan toplanan ot, merkezdeki bazı noktalara getirilerek kilosu 17 TL’den satışa sunuluyor.

    Çorba, pilav, börek ve sulu yemeklerde kullanılan çiriş otunun, birçok hastalığa da şifa kaynağı olduğu ifade ediliyor. Geçimlerini doğadan topladığı doğal otları satarak yapan pazarcılar, çiriş otunun bağırsaklara, mideye ve kansere iyi geldiğini söyledi.

    Fiyatının bu yıl 17 TL olduğunu aktaran pazarcılar, “Baharın gelmesiyle birlikte de ilk aylarda çiriş otu, ışgın, kenger gibi otlar bizim bölgemizdeki dağların yüksek kesimlerinde yetişiyor. Genelde yöre insanımız, bu otları toplayıp kendi evlerinde yiyecek olarak kullanıyor. Bizlerde çarşı pazarda bunları satarak geçimizi sağlamaya çalışıyoruz. Şu an ilk etapta çiriş otu yetiştiği için onu getirip satıyoruz.

    Önümüzdeki haftalarda ise ışgın ve diğer otlar yetişince getirip satacağız. Bu otun yanında yetişen diğer otlar, genelde insanımız tarafından yöresel yemeklerde kullanılıyor” dediler.