Etiket: uzman

  • Uzmanından çikolata kisti hakkında uyarı

    Uzmanından çikolata kisti hakkında uyarı

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Kaplanoğlu, endometriozis kisti (çikolata kisti) hakkında uyarılarda bulundu.
    Adolesan yaş döneminin kişinin yaşam döngüsü içerisinde 10-19 yaş aralığı olarak tanımlandığını dile getiren Doç. Dr. Kaplanoğlu, “Literatürde yer alan endometriozis kisti (çikolata kisti) ile ilgili klinik çalışmalar değerlendirildiğinde, adolesanda endometriozis sıklığı yüzde 2’yi geçmediği görülmektedir. Ancak bu çalışmalar içerisinde özellikle ağrı nedenli yapılan laparoskopilerde endometriozis sıklığı yüzde 75’lere kadar çıkmaktadır. Tabii ki bu yaş grubunda histopatolojik tanı için cerrahiye sadece hasta değil aynı zamanda ebeveynlerin de ikna olması zorunluluğu en önemli sorunlardan biri olarak çalışmaları vaka sayısı açısından kısıtlamaktadır. Hastaların muhtemel geç evrede karşımıza çıkmasının diğer önemli nedeni ise, hastaların önemli bir kısmının ağrıyı normal olarak kabul etmeleri veya nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (ağrı kesiciler) ile rahatlamalarıdır” şeklinde konuştu.

    “Tanının konmasında en önemli aşama hekim ve ailenin şüphelenmesi”

    Görülebilecek belirtilere değinen Doç. Dr. Mustafa Kaplanoğlu, “Adolesan endometriozis vakalarının en belirgin şikâyetleri 6 aydan daha uzun süren kasık ağrısı, ağrılı adet görme, anormal veya düzensiz kanamalar, ağrılı idrar yapma, ağrılı dışkılama, ağrılı cinsel ilişki, infertilite, barsak kramplarıdır. Bulguların kadın doğum için spesifik olmaması, kesin tanısı için cerrahi gerektirmesi nedeniyle tanıya kadar ortalama 3 doktor tarafından değerlendirme yapılır ve gecikme minimum 23 aydır. Tanının konmasında en önemli aşama, hekim ve ailenin şüphelenmesidir. Erken yaşta adet görme, ailede endometriozis hikayesi varlığı, uzun boy, zayıf vücut yapısı, doğumsal kadın genital sistem anomalilerinin olması, adolesan kızlarda önemli risk faktörleridir” açıklamasında bulundu.

    “Üreme potansiyelini artıracak tedaviler yapılmalı”

    Hasta ve ailesi için en önemli sorunlardan birisinin de kişinin ileri yaşamında çocuk yapmasına engel bir durum olması korkusu olduğunu söyleyen Kaplanoğlu, ”Teorik olarak yumurtalık rezervini azaltması, karın içerisinde yapışıklıklar yaparak anatominin bozulması endometrioziste sık görülen ve üreme potansiyelini tehlikeye atan bir durumdur. Bu yüzden bu yaş grubunda özellikle dikkatlice yaklaşılıp üreme potansiyelini korumaya uygun tedaviler tercih edilmelidir. Burada yapılacak yumurtalığa yönelik cerrahilerin, yumurtalık rezervini azaltarak üreme yeteneğini kötü yönde etkileyeceği unutulmamalıdır” şeklinde konuştu.

    “Erken teşhis ve müdahale, sonuçları iyileştirmeye yardımcı olabilir”

    Tanının temelinin şüphe olduğunun altını çizen Doç. Dr. Mustafa Kaplanoğlu, ”Ağrısının nerede olduğu, ne zaman başladığı, ne kadar süredir olduğu, adet döngüsü ile olan ilişkisi, bağırsak düzeni gibi bilgiler dikkatlice değerlendirilmelidir. Özellikle konusunda uzman olmayan hekim tarafından bu detaylar kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. Vajinal muayene bu yaş grubunda sıklıkla yapılamadığından ultrasonografi çok önemlidir. Ancak yumurtalıkta oluşan çikolata kistleri yokluğu halinde, endometriozis tanısı koyulma değeri sınırlıdır. Bu yüzden hekimin şüphelenmesi durumunda direkt ağrı kesiciler, progesteron, doğum kontrol hapları gibi medikal seçenekler endometriozis yönetiminde kullanılır. Özellikle şiddetli ağrısı olan vakalarda, büyük ve ciddi şikâyeti olan adolesanlarda laparoskopik cerrahi ile kistin alınması, karın zarı altı lezyonların temizlenmesi çoğu zaman hasta için en uygun yaklaşımdır. Ancak hekimin ciddi bilgi birikim ve deneyime sahip olması gerekmektedir. Şüpheli endometriozis vakalarında, doğru değerlendirme ve yönetim için mümkünse adolesan jinekolojisi konusunda uzmanlaşmış bir sağlık profesyoneliyle danışmak önemlidir. Erken teşhis ve müdahale, sonuçları iyileştirmeye ve semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir” diyerek sözleri sonlandırdı.

  • Uzmanlardan propolis önerisi

    Uzmanlardan propolis önerisi

    Solunum yolu enfeksiyonları, erişkinlerde yılda ortalama 2-4 kez, çocuklarda ise 6-10 kez görülüyor. Enfeksiyonlarla mücadelede ise bağışıklık sisteminin doğal olarak desteklenmesi önem kazanıyor. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi KBB Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Cingi, “Mevsimsel olarak RSV, rhinovirüs, influenza ve Covid-19 virüsleri pik yapmış durumda ve bu virüsler, solunum yolu enfeksiyonları ile karakterizedir. Bağışıklık sistemi düşük bireylerde ise artan virüs yükü, bakteriyel enfeksiyonlarla bir araya geldiğinde, üst solunum yolları enfeksiyonlarına alt solunum yolu enfeksiyonları da eşlik ediyor. Bu durum, hastalık şiddetinin artmasına ve iyileşme süresinin uzamasına neden oluyor. Buna karşılık, güçlü bir bağışıklık sistemine sahip bireylerde, virüs ve bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar daha hafif belirtilerle seyrediyor, bu bireyler hastalığı ayakta atlatabiliyor. Buna karşılık doğal bir arı ürünü olan propolis, içerdiği fenolik ve flavonoidler sayesinde bağışıklık sistemini desteklemeye yardımcı oluyor” dedi.

    Yetişkinlere günde 20 damla, çocuklara günde 10 damla propolis önerisi

    Arı Ürünleri Uzmanı Gıda Yüksek Mühendisi Dr. Aslı Elif Tanuğur Samancı ise şu açıklamalarda bulundu:
    “Günümüzde, yetersiz ve dengesiz beslenme, fast food tüketimi, sigara ve alkol kullanımı, yetersiz uyku, stres gibi çevresel faktörler bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. Güçlü bir bağışıklık sisteminin anahtarı ise, hijyen kuralları, dengeli beslenme, iyi bir uyku ve sağlıklı bir yaşam tarzı Tüm bunlarla birlikte, fenolik ve flavonoidler bakımından zengin bir arı ürünü olan propolisin düzenli tüketimi de bağışıklık sistemini doğal olarak desteklemeye yardımcı oluyor. Pek çok bilimsel çalışma, propolisin virüs ve bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlarla mücadelede etkili bir doğal arı ürünü olduğuna dikkat çekiyor. Arı ürünlerinin kalitesi bakımından oldukça değerli bir bitki örtüsüne sahip Anadolu coğrafyasından elde edilen propolis özütleri, yüksek polifenol içeriğiyle bağışıklık sistemini desteklemeye yardımcıdır. En az yüzde 10 oranında saf propolis içeren bir özütten çocukların günde 10 damla, yetişkinlerin ise günde 20 damla ile beslenmesine değer katması mümkün. İhtiyaç halinde ise bu miktarlar 4 kata kadar artırılabilir.”

    “Propolis kullanımının 3. gününde nefes almada rahatlama görülmüştür”

    Anadolu propolisinin Covid-19 enfeksiyonlarında karşıda etkili olduğuna değinen Dr. Samancı, “2021 yılında yayınlanan bir vaka raporunda; Covid-19testi pozitif çıkan 38 yaşındaki hastanın medikal tedavi sürecinde propolisin kullanımı ve hastalık sürecine etkisi bildirildi. Hastaneye yatışının 3. günü şiddetli solunum yetmezliğine bağlı olarak yoğun bakıma sevk edilen hastanın tedavisini düzenleyen hekim, destek tedavi olarak propolis kullanımına karar verdi. En az yüzde 30 oranında saf propolis içeren bir özütten günde 80 damla kullanılmıştır. Bilimsel çalışmada, propolis kullanımının 3. gününde nefes almada rahatlama görüldü. Propolis takviyesinin 7. gününde ise hasta yoğun bakımdan çıkarılmış ve mekanik solunum desteği kesildi. Propolis takviyesinin 10. günde akciğer görüntülemesinde belirgin iyileşme, 15. gün kontrolünde akciğerlerinin tamamen iyileştiği bildirildi” ifadelerine yer verdi.

  • Bal uzmanı uyardı

    Bal uzmanı uyardı

    Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi bünyesindeki Araştırma Laboratuvarları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde çam balı başta olmak üzere analiz için gelen ballar 12 ayrı işlemden geçirilerek içinde katkı maddesi bulunup bulunmadığı ve sahte olup olmadığı tespit ediliyor.

    Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim Kıvrak, balın tadına bakarak sahte olup olmadığı konusunda karar vermenin zor olduğunu açıkladı. Doç. Dr. Kıvrak, herhangi bir yerden bal alacak vatandaşların mutlaka alacakları ürünün etiketine, üretici firmaya ve barkotunun olup olmadığına dikkat etmeleri gerektiğini açıkladı.

    “Türk Gıda Kodeksi Bal Tebliğine göre tahlil yapılıyor”

    Doç. Dr. Kıvrak, “Burada biz her türlü balın analizini yapmaktayız. Burada Türk Gıda Kodeksi bal tebliğindeki C4 şeker, şeker profili, EMF, diastaz, prolin, elektriksel iletkenlik, fenolik maddeler gibi tüm parametreleri bakarak bal kalitesi ile ilgili analizleri yaparak müşterilere hizmet sağlıyoruz” dedi.
    Balın gerçek mi, sahte mi olduğu 12 ayrı parametre ile belirleniyor

    Bal ürününün analizinin zor olduğunu belirten Kıvrak, “Balda, balın sahte olup olmadığına, şeker beslemeli olup olmadığına, ya da tamamen el yapımı dediğimiz bal olup olmadığını bakıyoruz. Çünkü bal komplesk bir matris olduğu için, kompleks bileşenlerden oluştuğu için bunun analizi çok zor. 12 tane parametreye bakılarak balın sahteliği veya gerçekliği ile ilgili yorumlarda bulunabiliyoruz. Bunlardan ilk baktığımız C4 şeker analizi dediğimiz bu dışarıdan mısır şurubu gibi şeker ilavesi var mı yok mu bunu anlamak için kullandığımız bir analiz. Yine Prolin değeri, prolinbir aminoasit belli değerlerde olması gerekiyor. Balın tağşişli olup olmadığı konusunda bize bilgi veriyor. Diastaz dediğimiz enzim analizi yapıyoruz. Bu da balın tazeliği ile ilgili bilgi veriyor. Yine çam çiçek balları ayırmadan elektriksel iletkenlik dediğimiz bir analizimiz var. Burada da 0,8 mikrosimens/cm altı çiçek, üstü çam balı olarak değerlendiriyoruz” dedi.

    Tüketicilere tavsiye

    Dışarıdan bal alacak vatandaşları uyaran MSKÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim Kıvrak, “Maalesef balı tadına bakarak bir yorumda bulunmak mümkün değil. Mutlaka uzman kişiler tarafından analizlerin yapılmış olması ve sertifikalarının olması gerekiyor. Tüketicilere tavsiyemiz dışarıdan bal alacakları zaman mutlaka etiketinin olup olmadığı, üretici firmanın gerçek bir firma olup olmadığı, karebarkotu varsa analizlerinin yapılıp yapılamadığını kontrol etmeleri gerekmektedir” dedi.

  • Uzmanlardan ‘Sezaryen’ uyarısı

    Uzmanlardan ‘Sezaryen’ uyarısı

    Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sezaryenle doğumun yüzde 10-15 oranlarında olmasını ‘kabul edilebilir’ bulurken Türkiye ve dünyada sezaryen oranlarının yüksekliği dikkat çekiyor. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri 2022 Yıllığı’nda yer alan verilerde 2022’de hastanelerde gerçekleşen doğum oranının yüzde 97,3 olduğu, sezaryen ameliyatının canlı doğumlar içindeki oranının yüzde 60,1 ve primer sezaryen (annenin ilk sezaryen doğumu) ameliyatının canlı doğumlar içindeki oranının yüzde 31,1 olduğu yer aldı.

    Uzmanlar sezaryenin bir ameliyat olduğunu, anne ve bebek sağlığını tehdit eden riskleri beraberinde getirdiğini belirterek anne adayının durumu tıbbi olarak uygunsa normal doğum tercih edilmesi gerektiğini vurguluyor. Gaziosmanpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Eğitim Sorumlusu Prof. Dr. Süleyman Salman da konuya ilişkin bilgi verdi. Prof. Dr. Süleyman Salman normal doğumun anne ve bebek sağlığı için en uygun yol olduğunu doğumun nasıl olacağına hekimin karar vermesi gerektiğini belirtti.

    “Dünyada olduğu ülkemizde de sezaryen oranlarında bir artış var”

    Kadınların tıbbi durumları elverdiği sürece normal doğumu tercih etmelerinin hem kendileri hem de bebekleri için daha sağlıklı olacağını aktaran Gaziosmanpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Eğitim Sorumlusu Prof. Dr. Süleyman Salman, “Vajinal doğum biz kadın doğum hekimlerinin tercih ettiği yol çünkü hem anne hem bebek için vajinal yolla yapılan doğum daha sağlıklı. Hastalar daha çabuk ayağa kalkıyorlar, bebeklerle daha iyi ilgileniyorlar sonuçta ameliyat olmamış oluyorlar. Sezaryen bir ameliyat, karna kese yapılarak bebek çıkarıldığı için ameliyat ve iyileşme süreci en az 1 hafta sürmekte. Annenin bebekle ilgilenmesi vajinal doğuma göre daha zor, sezaryen olduğu zaman bebekten ayrı kalma ihtimali biraz daha fazla. Bir ameliyat olduğu için ameliyatın bütün komplikasyonlarını da içeriyor. Enfeksiyon, yara yeriyle ilgili sıkıntılar, bağırsakla ilgili problemler, idrar kesesi, idrar kanalıyla ilgili problemler bütün ameliyatlarda olduğu gibi sezaryen ameliyatında da komplikasyon olarak karşımıza çıkmakta. Bu tür komplikasyonları vajinal yolla yapılan doğumlarda daha az görmekteyiz. Dolayısıyla hem fizyolojik olan hem de hekimi uygun görmüşse, bir problem yoksa hastalar için her zaman vajinal doğumun olmasını öneriyoruz, sağlıklı olan da bu. Maalesef tüm dünyada olduğu ülkemizde de sezaryen oranlarında bir artış var, bunun birçok sebebi var. Gebelerin başından beri iyice eğitilmeleri, vajinal yolla doğum hakkında bilgilendirilmeleri belki bu oranların biraz azalmasını sağlayabilir” dedi.

    “Desteğe ve eğitime ihtiyaç var”

    İlk doğumun önemli olduğunu sezaryenle yapılması halinde sonraki doğumlarda da bu durumun sürebileceğini belirten Prof. Dr. Süleyman Salman sözlerini şöyle sürdürdü:

    “İlk doğumda sezaryen yapılmışsa genelde 2’inci, 3’üncü doğumlar da sezaryen oluyor. İlk sezaryenden sonra normal doğum yapılabilir ancak bu hekimin muayenesi ve kararı sonucunda alınabilecek bir karar, bunu birçok faktör etkilemekte, o faktörlerin sezaryen sonrası normal doğum yapmak için uygun olması lazım. Ancak hasta daha önce 2 sezaryen olmuşsa o hastalara biz normal doğum önermiyoruz. Rahmin sezaryen yapılan bölgesinde kesilme, yırtılma dediğimiz şeyler olabilir, bunlar anne ve bebeğin sağlığı için risk oluşturmakta, bu anlamda ilk gebelikler bizim için çok önemli. İlk defa doğum yapacak olan kişilerin tıbbi olarak uygunsa muhakkak vajinal yolla doğum yapmalarını öneriyoruz, destekliyoruz. Bunun için de elimizden gelen her şeyi, her türlü tıbbi desteği veriyoruz. Sezaryen talebi olan hastalarımız da oluyor, tabi onların kararı saygı duymak lazım. Faydaları ve zararları hakkında detaylıca konuşup iyi bir eğitim verebilirsek çoğu zaman bunu yapıyoruz, fikirlerinden vazgeçebilirler. Gebeliğin başından itibaren desteğe ve eğitime ihtiyaç var, kliniğimizde gebe okulumuz var, duyuruyoruz, talep eden kişileri gebe okuluna alıyoruz. Süt ve emzirmeyle ilgili problemler kesinlikle vajinal doğumda daha az çünkü vajinal doğum sonrası bir ameliyat geçirmediği için hemen ayağa kalkıyor, bebeğiyle ilgileniyor, anne ile bebek arasındaki ilişki, ilk 24 saatte çok önemli, vajinal yolla doğum yapan hastalar da sezaryen olan kişilere de göre bunu daha iyi gerçekleştiriyor. İlk defa gebe kalan ve doğum yapacak olan kişilere önerim; vajinal yolla doğumu tercih etmeleri, bu konuyla ilgili hekimlerinden destek istemeleri, bilgi alışverişinde bulunmaları, bu konuyu araştırmaları. Tüm dünyada sezaryen oranlarının düşürülmesinin kadın, bebek sağlığı açısından önemli olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

  • Uzmanından skolyoz uyarısı

    Uzmanından skolyoz uyarısı

    Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Gökalp Karaarslan skolyozun nedenleri ve tedavisi hakkında bilgilendirmede bulundu.
    Karaarslan, “Skolyoz, omurganın üç boyutlu bir deformitesidir. İdiyopatik skolyoz, omurgada yapısal eğriliğe neden olan bilinmeyen faktörlerle ortaya çıkan bir türdür. Skolyoz vakalarının yüzde 80’ini oluşturur. Genellikle erken gençlik ve çocukluk döneminde hızlı büyüme sırasında ortaya çıkar. Başlangıçta ağrısız ve asemptomatik olabilir. İlerleyen evrelerde duruş bozukluklarına, sırt ve bel ağrılarına, solunum ve kalp fonksiyonlarında bozulmalara neden olabilir.

    Ciddi ve çok ileri eğriliklerde ani ölüm riski yüksektir.
    Skolyozun açısı büyüdükçe ciddi nefes darlığı, solunum güçlüğü ve kardiyovasküler problemler oluşur. Bu tip ağır sağlık sorunları haliyle zamanla hastanın psikolojisini olumsuz etkiler.
    Erken tanı önemlidir, özellikle ergenlik döneminde eğriliğin ilerlemesini engellemek amaçlanır. Tedavi planı, hastanın yaşına, cinsiyetine, eğriliğin derecesine, tipine ve ilerleme riskine bağlı olarak belirlenir. Konservatif tedavi yöntemleri arasında egzersizler, korse kullanımı ve özel tedavi yöntemleri bulunur.

    Cerrahi tedavi, ilerleyen durumlarda ve eğrilik derecesi belirli bir seviyenin üzerindeyse tercih edilebilir. Yani omurga eğriliğini düzeltmeye yönelik olarak schroth tekniği gibi özel egzersizler ile birlikte stabilizasyon ve mobilizasyon egzersizleri ile birlikte etkili korse kullanımı ile kontrol altına alınamayan skolyoz vakalarında cerrahi yöntem tercih edilir.
    Skolyoz cerrahisinden amaç; eğriliğin ilerleyişinin durdurulması, deformitenin azaltılması, genel gövde dengesinin korunmasıdır. Kişinin yaşam kalitesinde olumlu ivme kazandırmasına yönelik yapılan skolyoz cerrahisi sonrasında hasta belli bir süre yakın izlem gereklidir. Günlük yaşam aktivitelerine dönme süreci 3-4 haftayı bulabilir.

    Cerrahi öncesi ve sonrası dikkatli bir izleme süreci çok önemlidir. Bu bilgiler, skolyozun tanısı, tedavisi ve olabilecek komplikasyonları hakkında genel bir anlayış sağlar. Ancak, her hasta özel olarak değerlendirilmeli ve tedavi planı bireysel ihtiyaçlara göre uyarlanmalıdır. Bu nedenle skolyoz tedavisinde konusunda uzman hekimler ve deneyimli sağlık merkezleri tercih edilmelidir” ifadelerine yer verdi.

  • Uzmanından şehirlerin güven sıralaması

    Uzmanından şehirlerin güven sıralaması

    Türkiye’nin en güvenilir şehirleri araştırması yaptığını belirten Jeoloji Mühendisi Fahri Çelik, araştırmaları neticesinde Türkiye’de en güvenli illerden birincisi Gümüşhane, ikincisi sırada Trabzon’da üçüncü sırada Rize ve daha sonra Zonguldak ile birlikte tüm Karadeniz boyunca illerin güvenli olduğunu değerlendirdi.

    İstanbul’un altıncı sırada olduğunu ifade eden Çelik, “Karadeniz sınırı boyunca bu şekilde devam etmektedir. İstanbul dağları ve tepeleri olduğu için güvenli buluyorum. Bodrum, Antalya illerimiz de sağlamdır. Buralarda fay hattı olsa dahi bu saydığım bölgelerde dağlar olduğu için saydığım illerde deprem olduğu zaman kısa sürer. 6 Şubat Kahramanmaraş depreminden sonra düz alana vurduğu için çok uzun sürdü” dedi.

    Deprem olma ihtimalinin en yüksek olan ili Hakkari olduğunu öne süren Çelik, “Hakkari ilimizde deprem olma riski yüksek. Fakat deprem olsa bile oradaki vatandaşlar korkmasın. Çünkü Hakkari’nin çevresi dağ olduğu için ve zemini yüksek olduğu için büyük bir yıkım söz konusu olmaz. Bir başka deprem beklediğim yer Suriye, Şam bölgesinde olma ihtimalini yüksek buluyorum. Suriye sınırında oluşacak bir deprem eğer ters teperse yani güneye değil de kuzeye doğru ilerleme olursa Güneydoğu Anadolu Bölgemizde zarar olabilir” ifadelerinde bulundu.

  • Uzmanından antibiyotik uyarısı

    Uzmanından antibiyotik uyarısı

    Antibiyotiklerin bakteriyel enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde kullanılan ve insan sağlığı açısından çok büyük öneme sahip olan ilaçlar olduğunu belirten eczacı Emire Bengisu Keçeci, bilinçli antibiyotik kullanımına dikkat çekti.

    Keçeci, ”Antibiyotikler bakteriyel enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde kullanılan ve insan sağlığı açısından çok büyük öneme sahip ilaçlardır. Antibiyotikler soğuk algınlığı veya grip gibi virüslerin yol açtığı enfeksiyonlarda etkili değildir. Bu gibi durumlarda kullanılmamalıdır. Sadece bakterilerin neden olduğu enfeksiyon hastalıklarında kullanılmalıdır. Antibiyotik kullanımı sonrasında hastalarda dengeli barsak florasının bozulması sonucu ishal gelişebilir. Hasarlı mikrobiyomu onarmak ve korumak için probiyotikler önemli bir araçtır. Bu nedenle probiyotik kullanımını tavsiye ediyoruz” dedi.

    “Sadece gerekli olduğunda doğru seçilen ilaçlarla, uygun dozda ve uygun sürede antibiyotik kullanılmalıdır” diyen Keçeci, sözlerini şöyle sürdürdü:

    ”Antibiyotiklerin doğru kullanılmaması, bakterilerin direnç kazanmasına yol açar. Antibiyotik direnci doğal olarak oluşur, ancak insanların antibiyotikleri yanlış kullanması süreci hızlandırmaktadır. Bu da daha uzun hastanede kalış süresine, daha yüksek tıbbi maliyetlere ve artan ölümlere yol açmaktadır. DSÖ’nün verilerine göre ilaca dirençli bakterilerin herhangi bir önlem alınmazsa her yıl 10 milyon ölüme yol açacağı öngörülmektedir. Bu yüzden bilinçli antibiyotik kullanımı toplum sağlığı açısından büyük önem arz etmektedir. Hayır. Her hastanın kendine ait özellikleri olduğu gibi her antibiyotiğin de birbirinden farklı özellikleri vardır. Hastaların bilinen kronik hastalıkları dışında yaş, gebelik, alerji gibi özel durumları da dikkate alınarak antibiyotik seçilmesi gerekir. Bu yüzden başka bir hasta için önerilen antibiyotiği kendiniz için kullanmamalısınız. Sadece doktorunuzun reçete ettiği ve eczacınızın tarif ettiği şekilde antibiyotikleri kullanmalısınız. İlaçları akılcı kullanarak antimikrobiyal direnci birlikte önleyelim.”

  • Uzmanlardan kaliteli lastik uyarısı

    Uzmanlardan kaliteli lastik uyarısı

    Ülke genelinde hava sıcaklıklarının düşmesi ile kar yağışı etkili olmaya başladı. Kar yağışı ve buzlanmanın olduğu yollara kış lastiği olmadan çıkan sürücüler zor anlar yaşadı. Yaşanan kar yağışlarının ardından sürücüler lastikçilerin yolunu tutmaya başladı. 1 Aralık’ta başlayacak olan kış lastiği uygulaması öncesinde yoğunluğun arttığı Kastamonu’daki oto lastikçiler sürücülere önemli uyarılarda bulundu. Buzlanan yollarda kalitesiz kış lastiklerinin kazaların önüne geçemediğini ifade eden oto lastikçiler, sürücülerin kaliteli kış lastiklerine yönelmesini tavsiye etti. Kışlık lastiklerin vakumlu ve en 8 milimetre civarında diş derinliğine sahip olması gerektiğini belirten oto lastikçiler, lastik içerisindeki hava basıncının da önemli olduğunu kaydetti.

    “Kış mevsiminde kaliteli kışlık lastik kullanın”

    Kastamonu’da oto lastikçilik yapan Metin Nahar, kar yağışının ardından vatandaşların lastikçilere yöneldiğini belirterek, “Kışlık lastiklerimizi bir an önce taktırmamız gerekiyor. Kışlık lastiklerimizin özellikle vakumlu ve kaliteli olması gerekiyor. Birinci sınıf lastik kullanmalıyız. Derme çatma lastik olmaması gerekiyor, ucuz lastik olmaması gerekiyor. Kalite her zaman kalitedir, birinci sınıf olduğu için hayat kurtarma riski daha fazladır. Ölümlere sebebiyet veren ucuz lastik kullanmayın, ucuz lastiğin fren hakimiyeti zayıf olur. Kışlık lastiği, vakumlu ve diş derinlikleri 8-9 milimetre olması gerekiyor. 5 milimetreden aşağıda diş derinliği kullanılmaması gerekiyor. Kış lastiklerimizin havası arabanın durumuna göre değişir ama bazen 36 bazen 40 PSİ’de (hava basınç değeri) şişirilebilir. Çünkü yere fazla temas etmesi gerekiyor, fren hakimiyeti olması için. Çok yoğun çalışıyoruz, sabah 06.00’da başlıyoruz, gece geç saatlere kadar devam ediyoruz. Kışlık lastiklerimizi kaliteli kullanalım, hem hayat kurtarır hem güvenli olur” dedi.

    “Kışlık lastiklerimizi kış mevsimi gelmeden havaların soğumasıyla taktırmak gerekiyor”

    Oto lastik tamircisi Şükrü Nahar da yazlık lastiklerin oluşturabileceği tehlikelere değinerek, “Kışlık lastikleri Kasım ayının sonuna doğru ya da Aralık ayının başında takmaya başlıyoruz. Kışlık lastikler takılmadığı takdirde büyük sıkıntılar doğurabiliyor. İnsanlar kışlık lastiklere önem vermiyorlar ama bu devirde ucuz lastik piyasada çok fazla var. Herkes ucuz olsun istiyor ama ucuz lastikle araçlarımız karda kayıp kazalara sebebiyet veriyor. Bu yönden kışlık lastik çok önemli. Bizim insanlarımız yaz-kış aynı lastiği kullanıyor. Yazlık lastikle aracı kış mevsiminde kullanırsanız kazaya sebebiyet verirsiniz, hatta ölümle de sonuçlanabilir” diye konuştu.

  • ‘Kanlı para’ oyunu Van’a da sıçradı

    ‘Kanlı para’ oyunu Van’a da sıçradı

    İlk, orta ve lise çağındaki öğrencilerin oynadığı ‘kanlı para’ oyununun kuralları arasında, madeni paraların testere gibi yontulması var. Çocuklar tarafından daha fazla acı vermesi için oynanan bu oyun, sosyal medya aracılığıyla hızla yayılmaya başladı. Söz konusu oyunun Van’daki birçok okulda öğrenciler tarafından oynandığı tespit edilirken, oyunu oynayanlar arasında öğretmen ve okul idarecilerin çocuklarının da olduğu öğrenildi. Konuya ilişkin uzmanlar, oyunun enfeksiyon hastalıklarının yayılmasına neden olabileceği gibi ileriki yaşlarda suça yatkınlık gibi birçok psikolojik rahatsızlığı da beraberinde getirdiği uyarısında bulundu.

    “En büyük tehlike çocukların beyin gelişiminin olumsuz etkilenmesi”

    Muhabirlere konuşan İl Sağlık Müdürlüğü Sağlık Hizmetleri Başkanı Uzman Dr. Mehmet Tatlı, ‘kanlı para’ isimli bir oyunun ortaya çıktığını ve bu oyunun da çocukları birçok anlamda tehdit edecek düzeye ulaştığını belirtti. Çocukların birçok anlamda bu oyundan olumsuz etkilendiğini ifade eden Dr. Tatlı, “Burada tabii ki ortaya çıkan cilt bütünlüğünün bozulmasıyla birlikte kan üzerinden enfeksiyon bulaş riski görülmektedir. Ama bu tehlikenin aslında çok daha üstünde olan çocuklarımızın beyin gelişimiyle alakalı olanıdır. Aslında bu çok daha önemli bir durumdur. Özellikle çocukluk çağında beynin ‘plastisite’ dediğimiz gelişiminin bağlantı kurma döneminin en iyi olduğu dönemde kendine zarar vermeyle ödül, zevk ve yolakları birbirine bağlanıyor. Beyinde bu yolaklar birbirine daha çok küçük yaşta bağlandığında ilerleyen zamanlarda psikolojik rahatsızlıklar, kendine zarar vermenin uç boyutları, intihara meyil, psikopatlık, sosyopatlık, cinayet işleme durumları tarzında ağır durumlar bu durumların öncüleri olabilir. Daha çocukluk yaşında beyinlerinin böyle oyunlarla kirletilmesi sonucunda bir enfeksiyon hastalığının yapabileceği tahribatın belki milyon katını yapabilecek düzeyde ciddi bir risk durumu ortaya çıkıyor” dedi.

    “Gözden ırak yerlerde oynuyorlar”

    Çocukların son zamanda okul ortamında gözlem noktasının uzak olduğu yerlerde oynamaya başladığını dile getiren Memur-Sen İl Temsilcisi ve Eğitim-Bir-Sen Şube Başkanı Mehmet Uca ise “Öğretmenlerimiz, idareci arkadaşlarımız, rehber öğretmenlerimiz bunu fark ettikçe önlemeye çalışıyorlar. Ancak çocukların çok gizli bir şekilde oynamaya yönelik bir eğilimleri olduğu için gözden ırak yerlerde oynuyorlar. Bu anlamda velilerin evde çocuklarını bu anlamda takip etmelerinde fayda var. Diğer taraftan da öğretmen arkadaşlarımızla iletişimlerini koparmamalarında fayda var. Özellikle de nöbetçi öğretmen arkadaşlarımızın teneffüs saatlerinde bu çocuklara yönelik bir gözleme gitmeleri gerekiyor. Çünkü çocukların bu anlamda en çok rahat hissettikleri dakikalar teneffüs dakikalarıdır” diye konuştu.

    “Çocuklarımız karşıdaki arkadaşını düşman olarak görüyor”

    Oyunun Van’daki öğretmenlerin çocuklarına dahi sirayet ettiği şekilde bilgi aldıklarını ifade eden Uca, sözlerini şöyle sürdürdü:
    “Dolayısıyla uygulayıcılar olarak alternatif oyunlar üretmemiz gerekiyor. Bir de bunun başka bir boyutu daha var ki bu oyunla rekabet sistemine göre oynandığı için çocuklarımız karşıdaki arkadaşını artık bir noktadan sonra düşman olarak veya ciddi bir rakip olarak görebiliyor. Bu hem kıskançlık hem de egoistlik noktasını üst seviyeye çıkarıyor. Bu çocukların sonraki yaşamlarında, iş ortamlarında, sokaklarda, toplumsal alanda egoist bir insan olarak aramıza katılmış oluyorlar. Bu konuya özellikle dikkat etmek gerekir.”

  • Japon deprem uzmanından korkutan açıklama

    Japon deprem uzmanından korkutan açıklama

    Adıyaman merkezde bir otelin toplantı salonunda düzenlenen seminere katılan ve burada bulunan katılımcılara depremle ilgili bilgiler veren Japon Deprem Uzmanı Yoshınorı Morıwakı, Marmara Bölgesi’ni çok ciddi bir depremin beklediğini ve olacak olan depremin 7.9 ve üzeri bir deprem olabileceğini söyledi.

    Marmara Bölgesi’ni bekleyen depremle ilgili açıklamalarda bulunan Deprem Uzmanı Yoshınorı Morıwakı, “Özellikle Doğu Anadolu Fay Hattı uzun zamandır kırılmıyordu. Elazığ depreminden sonra Kahramanmaraş, Adıyaman’da dahil olmak üzere bu bölgede deprem oldu. Kahramanmaraş, Adıyaman, Hatay’da artık 7.7 ve 7.6 şiddetinde deprem oldu ve bu bölgelerde yaklaşık 2 sene boyunca artçı depremler devam edecek. Ama bu bölgede yine aynı depremi beklemiyoruz. İleri de nerede olur diye sorarsanız da Doğu Anadolu Fay Hattının Hatay’dan sonra denizin içerisinde Kıbrıs’ta dahil bu Güney tarafta olur. Bingöl, Karlıova, Bitlis, Muş bu bölgeler, Marmara ve İzmir’de deprem olabilir diye düşünüyoruz. Zaten Türkiye ve Japonya aynı, her yerde deprem olabilir. Türkiye’nin şimdiye kadar enerji biriktirdiğini biliyoruz daha bu enerji kırılmadı ve depremler devam edebilir. Buna her zaman hazır olmak lazım. Marmara Bölgesi tamamen İzmir’den sonra deniz içerisinde fay kırılırsa 7.7 ve 7.9’a kadar gelebilir. Başlangıçlar yumuşak zeminde oluşuyor, bina temellerinin iyi olması lazım. Zeminde iyileşme yaptıktan sonra bina yapmak lazım. Hatay’da yeni binalarda çöktü. Bunun nedeni ise zeminin tam iyileştirilmeden bina yapılmasından kaynaklı. Bina güçlü ama zemin sağlam değil. Tünel kalıp yada forekazık yapmak lazım. Zemin kötüyse 2000’den sonraki bina mı, binanın yapımına izin var mı, yok mu bunlara da bakmak lazım. Maalesef Türkiye’de izinsiz bina çok var” dedi.

    “6 Şubat bölgesinde yeni deprem beklemiyoruz, Marmara’ya dikkat”

    6 Şubat depreminin yaşandığını bölgelerde yeni bir büyük deprem beklemediklerini ancak Marmara Bölgesi’ne dikkat edilmesi gerektiğini de vurgulayan Yoshınorı Morıwakı, “6 Şubat depreminin yaşandığı bölgede artık artçı depremler dışında depremin olacağını sanmıyorum. 6 Şubat depreminin 2-3 kat fazla can kaybı Marmara Bölgesi’nde yaşanabilir. Çok çok kötü bir hale gelebilir çünkü orada insan nüfusu daha çok. Maalesef ki Marmara’yı çok kötü bir deprem bekliyor” diye konuştu.