Etiket: Yargıtay

  • Yargıtay’dan emsal icra takip kararı

    Yargıtay’dan emsal icra takip kararı

    Bir kooperatif başkanı, ödenmeyen alacak sebebiyle borçlular hakkında saat 16.00 sularında icra takibi başlattı. Takipten haberdar olan davalılar, ilgili borç miktarı parayı aynı gün saat 17.11’de kooperatifin banka hesap numarasına yatırdı. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yolunu tutan alacaklı, takibe geçildikten sonra ana para borcunu ödemiş olsalar da vekalet ücreti, faiz, tahsil harcı ve ferilerini ödemek zorunda olduklarını, icra dosyasına yapılan itirazların hukuki dayanaktan yoksun ve mesnetsiz olduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile alacağın yüzde 20 oranından aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etti.

    Davalılar, icra takibi yapılmadan önce borcun tamamını ödediklerini, borcun tahsil edilmesinden sonra yapılan icra takibinden dolayı vekalet ücreti ve icra giderinin istenemeyeceğini savunarak davanın reddini istedi. Mahkeme, ödeme emrinin düzenlenmesinden ve henüz tebliğ edilmemesine rağmen aynı gün bir saat sonra ödemenin yapılması durumu karşısında tarafların birbirlerinden haberdar olmadığının kabulünün hayatın olağan akışına aykırı olduğuna dikkat çekti. Mahkeme kararında, “Ödeme emrinin ödemenin yapıldığı aynı günün akşam saatlerinde mesai bitimine doğru düzenlenmesi ve hemen ardından banka ödemesi yoluyla borcun ödenmiş olması, hukuki anlamda aralarında husumet bulunan alacaklının borçlulara vekalet ücreti ve icra masrafı yüklemek amacıyla dava konusu takibi başlattığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir” denildi.

    2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce miktar itibarıyla kesin olarak verilen karara karşı Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz isteminde bulunuldu. Dava dosyasını yeniden inceleyen Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Banka hesap numarasına yapılan ödemeden takipten sonra alacaklının yada vekilinin haberdar edildiği ispatlanamadığından ve alacaklının her gün ve saatte banka hesabını denetlemesi hayatın olağan akışı içinde mümkün bulunmadığından dolayı bu ödemenin kısmi ödeme olduğunun kabulü gerekir. O halde, mahkemece takip günü yapılan ödemenin takipten önce yapılan ödeme olarak kabul edilemeyeceği ve alacaklının takipte haklı olduğu gözetilerek, takip tarihi itibarıyla tespit edilen toplam borç üzerinden borçlunun icra vekalet ücreti ve takip masraflarından sorumlu olacağı kabul edilerek buna göre bir karar verilmesi gerekirken, ödeme emrinin tebliğinden önce ödeme yapıldığı kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmekle Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi kabul edilerek mahkeme kararının kanun yararına bozulması gerekmiştir. Kararın kanun yararına bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan emsal gasp kararı

    Yargıtay’dan emsal gasp kararı

    Yolda karşılaştığı çocuk yaştaki iki öğrenciyi bıçak tehdidiyle tenha bir sokağa götüren genç, tehdit ettiği çocukların ceplerindeki 10’ar TL parayı zorla aldı. Çocukların şikayeti üzerine olayla ilgili başlatılan soruşturma çerçevesinde olaya karışan sanık hakkında 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

    Sanık, her bir öğrenciyi ‘yağma’ suçundan 10 yıl toplamda 20 sene hapis cezasına çarptırıldı. Sanık avukatı kararı temyiz edince devreye giren Yargıtay 6. Ceza Dairesi kararı onadı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, karara itiraz etti. Başsavcılık; sanığın sadece çocukların ceplerindeki parayı almakla yetindiği, cep telefonlarını almadığına dikkat çekerek cezada indirim istedi. İtirazı değerlendiren Yargıtay, oy çokluğu ile emsal nitelikte bir karara imza attı.

    ‘Nitelikli yağma’ suçundan Türk Ceza Kanunu’nun ilgilili maddeleri uyarınca iki kez 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi kararı yerinde bulundu.

    Genel Kurul kararında şöyle denildi:

    “Mağdur anlatımları ve mahkemenin kabulüne göre sanık bıçakla tehdit ederek mağdurlardan ayrı ayrı 10 TL almıştır. Başkaca tanık veya kamera görüntüsü bulunmamaktadır. Sanığın, olay tarihinde açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen bir kişi ile birlikte parkta oturmakta olan önceden tanımadığı mağdurların yanına giderek kendileriyle konuşmak istediğini söylediği, mağdurlarla bir süre konuşarak yürüdükten sonra onları tenha bir ara sokağa götürüp belinden çıkarttığı ekmek bıçağını mağdurlara yöneltmiştir. Cebindeki paraları vermesini istediği, mağdurların korkarak cebinde bulunan tüm parayı yani 10 TL’yi sanığa verdiği, daha sonra sanığın bıçağı mağdura da doğrultup ‘Sen de ver lan’ diyerek ondan da üzerinde bulunan paraları istediği anlaşılmaktadır. Mağdurun önce ‘Param yok, olan paramı arkadaşıma vereceğim.’ diyerek kabul etmediği, ancak sanığın bıçakla üzerine yürümesi üzerine korkarak cebinde bulunan tüm parayı yani 10 TL’yi sanığa verdiği olayda; yağma suçunun konusunu oluşturan para miktarının az olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak; suç tarihi itibarıyla öğrenci olup ceplerinde sadece 10’ar TL’leri bulunan mağdurlar bakımından bu para miktarının önemi ortadadır. Sanığın mağdurların ne kadar parası varsa hepsini alma yönündeki ortaya koyduğu kastının yoğunluğu ve somut olayın tüm koşulları göz önünde bulundurulduğunda hâkimin TCK’nın 150. maddesinin ikinci fıkrasının verdiği takdir yetkisini somut olayın içeriğine uygun şekilde kullandığı, yağmalanan paraların değerinin azlığı nedeni ile sanık hakkında indirim yapılamayacağı hususunda bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir. İtiraz, oy çokluğu ile reddedilmiştir.”

  • Yargıtay mesainin haczedilmesine izin vermedi

    Yargıtay mesainin haczedilmesine izin vermedi

    Bir fabrikada çalışan işçinin, maaşına haciz koyduran alacaklı şirket hızını alamayarak fazla mesai ücreti; resmi bayram izin ücretlerine haciz koydurdu.

    Borçlu işçi mahkemenin yolunu tutarak icra müdürlüğünün işleminin iptalini talep etti. Mahkemeden eli boş dönen borçlu işçi, kararı temyiz edince devreye Yargıtay 12. Hukuk Dairesi girdi.

    Emsal nitelikte bir karara imza atan daire, borçlu işçilerin mesai ücretlerinin tamamının haczine vize vermedi. Kararda şöyle denildi:

    “Somut olayda, icra müdürlüğünce, borçlunun fazla çalışma ücreti ve genel tatil alacağının tamamı üzerine haciz konulduğu, borçlu vekilinin haczin kaldırılmasını talep ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda borçlunun fazla çalışma ücreti alacağı ile genel tatil alacağının 1/4’ünden fazlasının haczi mümkün değildir. O halde mahkemece, şikayetin, borçlunun fazla çalışma ücreti alacağı ile genel tatil alacağı üzerine konulan haczin 1/4’ünü aşan kısım yönünden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle tümden kabulü isabetsizdir.”

  • İş arama izni patronun keyfine bırakılmayacak

    İş arama izni patronun keyfine bırakılmayacak

    İş Mahkemesi’ne başvuran bir işçi, kıdemi 5 yıldan fazla olan işçinin ihbar önelinin 22 hafta olduğu ve ihbar öneli içerisinde işverenin her gün günde 4 saat iş arama izni vermek mecburiyetinde olduğunun düzenlendiğini bildirdi.

    İş arama izni kullandırılmadan çalıştırıldığını belirten davacı işçi, iş arama izinlerine ilişkin ücretin yüzde 100 zamlı olarak ödenmesi gerektiğini ileri sürerek iş arama izni alacağının faiziyle davalıdan tahsilini talep etti. Davalı şirket, iddiaları reddetti. Mahkeme, işçiyi haklı buldu. Yargıtay 22. Hukuk Dariesi kararı bozdu. Yeniden yapılan yargılamada İş Mahkemesi, ilk kararında direndi. Bu kez dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na taşındı.

    Kurul, adeta manifesto niteliğinde bir karara imza attı. İşveren tarafından iş arama izninin kullandırılmaması ya da eksik kullandırılması hâlinde işçinin iş sözleşmesini derhal fesih hakkı bulunduğu hatırlatıldı. Yeni iş arama izni ihbar öneli içindeki çalışılan günler için söz konusu olduğu vurgulandı. Kararda şöyle denildi:

    “Dolayısıyla hafta tatili, ulusal bayram genel tatil günleri gibi çalışılmayan günler için işverenin yeni iş arama izni vermesi ya da bu sürelerde dahil olacak şekilde iş arama izni alacağı hesaplaması söz konusu olmaz. Dolayısıyla bu borç bizzat Kanundan kaynaklanmakta olup işçinin işverenden iş arama izin isteğinde bulunması gerekmediği gibi izin istenmesi hâlinde de işverenin kabul edip etmeme yetkisi bulunmamaktadır. Maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında düzenlendiği gibi işçinin talebi sadece iznin kullanılma şekli ve zamanı yönünden dikkate alınması gereken bir şarttır. Davacının iş arama iznini kullanmadığı ihbar süresince davalı işyerinde tam gün mesai ile çalıştığı ise sabittir. Gerçekten de İş Kanunundaki amir hükme göre iş arama izninden yararlanma işçinin isteği koşuluna bağlı tutulmamıştır. Talep bulunmasa da işçiye iş arama izni verilmesi zorunlu olup işveren bu konuda bir taktir hakkına sahip değildir. Somut olayda olduğu gibi davalı işveren tarafından iş arama izninin kullanılması için yapılan bildirimler de işvereni bu yükümlülükten kurtarmaz. İşverenin izin verildiğini belirttiği gün ve saatlerde çalışılmak istenmesi durumunda işçiye iş verilmemesi gerekir. Ayrıca davacı işçi bildirimlere yaptığı itirazında feshin yasaya ve işyeri uygulamasına aykırı olduğunu belirtmiş olup iş arama iznini kullanmayı kabul etmediği yönünde bir beyan veya bir itiraz ileri sürmemiştir. Bu sebeple iznin kullandırılması gerekirken çalıştırılan davacıya izin kullanmaksızın alacağı ücrete ilaveten çalıştırıldığı sürenin ücreti de yüzde yüz zamlı ödenmelidir. Bu sebeple emredici düzenleme gereği iznin kullandırılmasının zorunlu olduğunun kabulü ile alacağın hüküm altına alınması gerektiğini karara bağlayan direnme kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.”

  • Yargıtay’dan emsal boşanma kararları

    Yargıtay’dan emsal boşanma kararları

    Aile Mahkemesi’ne başvuran genç kadın, kocasının kendisi ve çocuklarıyla alakadar olmadığını öne sürdü. Kadının davası; mahkemece reddedildi. Davacı kadın kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi de itirazı reddetti. Davacı kadın, kararı temyiz edince devreye Yargıtay 2. Hukuk Dairesi girdi. Emsal bir karara imza atan daire, psikolojik şiddetin boşanma sebebi olduğuna hükmetti.

    Kararda şöyle denildi:

    “Mahkeme, her ne kadar feragat ile sonuçlanan önceki boşanma davasından sonra gerçekleştiği iddia edilen fiziksel şiddet vakıasının ispat edilemediğine dikkat çekmiştir. Ancak yapılan yargılama ve toplanan delillerden ve tanık beyanlarından davalı erkeğin davacı kadına karşı evlilik birliği boyunca süregelen psikolojik şiddet uyguladığı ve feragatle neticelenen boşanma davasından sonra da devam eden şekilde eş ve çocuklarla ilgilenmediği ve birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmıştır. Evlilik birliğinin sona ermesine sebep olan olaylarda davalı erkeğin tamamen kusurlu olduğu anlaşılmakla buna dayalı olarak davanın kabulü gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, Aile Mahkemesi hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

    Yargıtay’ın önceki mahkeme kararlarına göre boşanmaya yol açan bazı konular ise şöyle sıralandı:

    “Çalışmamak, cinsel ilişki kuramamak, cinsel ilişkiden kaçınmak, eski sevgilisini unutamadığını söylemek, evlilik dışı çocuğu olmak, aşırı içki veya uyuşturucu kullanmak, alay etmek ve aşağılamak, küçük düşürmek ve küçümsemek, başkalarıyla kıyaslamak, çocuğun kendisinden olmadığı ile suçlamak – sadakatsizlikle suçlamak, eşini sevmediğini söylemek, eşinden soğuduğunu söylemek – başkası ile evleneceğini söylemek, aile ile görüştürmemek – aile yanına bırakmak, evden kovmak, doğumunda ilgilenmemek, ağız ve vücut kokusu tedavisinden kaçınmak, beden temizliğine önem vermemek.”

  • Yargıtay’dan evlatlıklara kötü haber

    Yargıtay’dan evlatlıklara kötü haber

    Evlatlıkların miras hakkına yönelik tartışmaları Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin emsal nitelikteki kararıyla yeni bir boyut kazandı. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin temyiz edilen kararını değerlendiren Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, evlatlık ve altsoyunun, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olacaklarını, evlatlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam edeceğine dikkat çekti.

    Kararda şöyle denildi:

    “Evlat edinen ve hısımları, evlatlığa mirasçı olmazlar. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunun 314/2. maddesine göre evlatlık evlat edinene mirasçı olur. Aynı kanunun 500. maddesi hükmüne göre ise evlatlık ve alt soyu sadece evlat edinen yönünden kan hısımı gibi mirasçı olur. Evlat edinenin kendi miras bırakanlarından daha önce ölmesi halinde evlatlığın evlat edinenin miras bırakanlarına mirasçı olacağına ilişkin yasada bir hüküm bulunmamaktadır.

    Somut olayda; miras bırakan 18.01.2016 tarihinde, miras bırakanın kardeşininse miras bırakandan önce 08.02.2007 tarihinde vefat ettikleri anlaşılmıştır. Miras bırakanın kardeşinden sonra ölmesi nedeni ile evlatlığının miras bırakanın mirasçısı olması yasadaki düzenleme gereği mümkün değildir. O halde mahkemece, miras bırakanın; mirasçılarının yalnızca Itır ve N. olarak belirlenmesi gerekirken miras bırakanın kendisinden önce ölen kardeşinin evlatlığı K.’nin de mirasçı olarak kabul edilerek mirastan pay verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.”

  • Yargıtay: Müdürlere fazla mesai verilmez

    Yargıtay: Müdürlere fazla mesai verilmez

    Özel bir bankada şube müdürü olarak çalışan yönetici, fazla mesai ücreti almadığını, hak etmiş olduğu prim ödemelerinin yapılmadığını iddia ederek iş sözleşmesini tek taraflı feshetti. Haklarının ve alacaklarının ödenmediğini öne süren banka müdürü soluğu İş Mahkemesi’nde aldı. Davacı müdür, kıdem tazminatı, pirim alacağı ve fazla mesai ücretinin tahsilini istedi.

    Davalı banka avukatı, davacının satış baskısının, müşterilerden haksız kesinti yapılmasının gibi nedenlerle İş Kanunun 24. maddesi uyarınca haklı fesih gerekçesi teşkil etmeyeceğinden feshin istifa niteliği taşıdığını öne sürdü. Mahkeme, davanın kısmen kabulüne hükmetti. Davalı banka avukatı kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi itirazları reddetti. Davalı banka kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    “Müdüre fazla mesai ücreti verilmez”

    Oy birliği ile alınan kararda; işyerinde üst düzey yönetici konumda çalışan işçinin; görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda, ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamayacağı vurgulandı. Üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir başka yönetici ya da şirket ortağı bulunması halinde, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceği hatırlatıldı.

    Bu tür durumlarda yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti talep hakkı doğacağı dile getirildi. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi kararında şu ifadelere yer verildi: “O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir. Somut olayda davacının davalı işyerinde son alarak Şube Müdürü olarak çalıştığı anlaşılmakla; tanık beyanlarına istinaden, davacının aylık 7,5 saat fazla mesai yapmış olduğu kabul edilerek fazla mesai ücreti alacağı hesap edilmiştir. Dosya içeriğine göre; davacının davalı bankada Şube Müdürü olarak görev yapması sebebiyle bulunduğu yerde en üst düzey yönetici sıfatıyla çalışmış olduğu, yetki alanı gereğince çalışma düzenini kendisinin belirleyebilecek konumda olduğu anlaşılmakla, fazla mesai ücreti talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, aksi yönde verilen kabulüne dair karar hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtay’dan emsal takı kararı

    Yargıtay’dan emsal takı kararı

    Aile Mahkemesi’ndeki boşanma davasında takı anlaşmazlığı yaşandı. Davacı kadın, düğünde takılan altınların kendisine ait olduğunu öne sürdü.

    Davacı kadın; taraflara düğünde takılan 200 adet çeyrek altın, 6 adet tam altın, 3 adet yarım altın, 19 adet 20’şer gram 22 ayar altın bilezik ile 1 adet 14 ayar 13 gram altın bilezikten oluşan ziynet eşyasının öncelikle aynen iadesine, mümkün olmaması hâlinde ödeme günündeki değerlerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti. Davalı damat ise talep edilen miktarda ziynet eşyasının bulunmadığını, toplamda 150 civarı küçük altın ve muhtelif ölçülerde bilezik takıldığını ancak örf ve adetlere göre düğünde takılan tüm takıların erkek tarafına ait olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istedi.

    Aile Mahkemesi; düğünlerdeki takıların kime takıldıysa ona ait olacağına ilişkin geleneklerinden bahseden davalı tanığının beyanı ve taraflara takılan takıları gösterir bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne hükmetti. Kararı davacı kadın temyiz edince devreye giren Yargıtay 3. Hukuk Dairesi bozdu. Yeniden yapılan yargılamada mahkeme ilk kararında direndi. Davacı kadın yine temyiz müracaatında bulununca devreye bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi.

    Yazılı kural yok

    Saatler süren yargılama sonrası Kurul, kararını oy çokluğu ile verebildi. Kararda; kural olarak, düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılacağı vurgulandı. Yasal mevzuatta, düğün sırasında takılan ziynet ile parasal değeri olan bütün eşyanın aidiyeti konusunda yazılı bir hüküm bulunmadığı dile getirildi. Bu sebeple örf ve adet hukuku uygulandığı hatırlatıldı. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına, yaygın örf ve adet ile ülke gerçeklerine göre kural olarak, düğün sırasında takılan ziynet eşyası ve paralar kim tarafından ve hangi eşe takılırsa takılsın aksine bir anlaşma ya da örf ve adet kuralı olmadığı takdirde kadına bağışlanmış sayıldığı ve artık kadının kişisel malı kabul edildiği belirtildi. Yani erkeğe takılan ziynetler ve paraların da aksi kanıtlanmadığı müddetçe kadına ait olduğunun altı çizildi.

    Emsal kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Söz konusu ziynet eşyasının (altın vs.) evlenme sebebiyle gerek ailelerce ve gerek yakınlarca kadına geleceğinin güvencesi olarak takıldığı kabul edildiğinden emaneten (geçici olarak) takıldığı konusunda kadının bir kabulü olmadığı sürece genel kural kabul edilecektir. Artık, ziynetlerin geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmedikçe, bunları alan iade etmekle yükümlüdür. Davalı genel kuralın aksine örf ve adetleri bulunduğunu iddia ettiğine göre bunu ispat külfeti kendisine düşmektedir. Davalı ispat amacıyla muhtar olan tanığı dinletmiş; tanık iddia edilenden farklı olarak ‘bizim adetlerimiz düğünde takılan takılar, kıza takıldıysa kızın, oğlana takıldıysa oğlanın olur’ şeklinde ifade vermiş; mahkemece tanığın beyanı esas alınarak hüküm kurulmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki, düğünde takılan takıların erkeğe ait olduğu yönünde örf ve adetleri bulunduğunu belirten davalının, dinlettiği tanığın beyanı ve Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına yansıyan yaygın örf ve adet karşısında daha köklü bir adetin varlığını ispatlayamadığı açıktır.

    Bu durumda genel kuraldan ayrılmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Mahkemenin direnme kararı Kurul çoğunluğu tarafından isabetli bulunmamıştır. Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında, düğünde takılan takıların düğün masraflarına katkı mahiyetinde olduğu ve kime takıldıysa ona hediye verilmesi gayesi güdüldüğü, takılan tüm ziynet eşyasının kadına bağışlanmasının amaçlanamayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Mahkeme kararının bozulmasına oy çokluğu ile hükmedilmiştir.”

    Bursa Barosu Avukatlarından Cüneyt Fidan, Türk hukukunda düğünde takılan ziynet eşyaların hangi tarafa ait olacağına ilişkin açık bir şekilde düzenleme olmadığını belirterek, “Yargıtay’ın önüne çok yakın bir zamanda bir dosya geldi. İlk derece ve Yargıtay Hukuk Dairesi arasında uyuşmazlık meydana geldi. Bu uyuşmazlık en sonundan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na intikal etti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu son karar olarak kim tarafından takıldığı önemli olmaksızın ve hangi tarafa önemli olmaksızın düğünde takılan bütün ziynet eşyasının kadına ait olduğuna karar verdi. Düğün takılan bütün ziynetler kadına aittir. Evlilik içeresinde çok fazla gündeme gelmese de boşanma aşamasından özellikle çok fazla gündeme gelmektedir. Taraflar neyi talep edip neyi talep edemeyeceklerine karar vermeye çalışmaktadır. Takılan bütün ziynet eşyalarının kadının kişisel eşyası sayıldığı için kadın bütün ziynet eşyalarını talep edebilir. Evlilik içerisinde bu ziynet eşyalarını erkeğe verdiyse bu durumda erkeğin verilen bu ziynet eşyalarını karşılıksız ve bir bağışlama olduğunu ispat etmek zorundadır. Aksi halde böyle bir şeyin ispat edilememesi halinde erkeğe verilen ziynet eşyaların geri alınmak üzere olduğu kabul edilir ve boşanma aşamasında kadın bunları talep edebilir. Daha öncesinde bu tarz uyuşmazlıklar İlk derece mahkemelerine ve Yargıtay’a sıkça önüne geliyordu. Son olarak çok yakın bir zamanda Yargıtay Hukuk Genel Kurul’u 2021 yılının Nisan ayında takılan bütün ziynet eşyalarının kadına ait olduğunu hükmetti. Eğer taraflar arasında aksi yönde bir anlaşma varsa veya düğünün yapıldığı yerde aksi yönde bir örf ve adet varsa buna da bakılacaktır” dedi.

  • Yargıtay’dan resmi tatil kararı

    Yargıtay’dan resmi tatil kararı

    Sekiz sene çalıştığı işyerinden kovulan satış temsilcisi, İş Mahkemesi’nin yolunu tuttu.

    Fazla mesai ve hafta tatili alacaklarının ödenmediğini, işyerinde bir öğün yemek ve servis uygulamasının olduğunu, tüm resmi ve dini bayramlarda çalışmasını sürdürdüğünü ancak alacakların kendisine ödenmediğini öne sürdü. Davacı; ortalama iki ayda bir Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir ay süre ile görevlendirildiğini, ödenmesi gereken saha primlerinin sadece iki kez ödendiğini iddia etti. Kıdem tazminatı, fazla mesai alacağı, resmi ve dini bayram alacağı, hafta tatili alacağı ile saha prim alacağının tahsilini talep etti. Davalı iddiaları reddetti. Mahkeme, davanın kısmen kabulüne hükmetti. Kararı her iki taraf da temyiz etti.

    Emsal nitelikte bir karara imza atan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, resmi tatil günlerinde bir saat dahi yapılan çalışmanın karşılığında tam yevmiye ödenmesi gerektiği hatırlatıldı. Kararda şu ifadelere yer verildi: “İş Kanunu’nun 47. maddesindeki açık düzenleme karşısında ulusal bayram genel tatillerde çalıştığı anlaşılan davacının çalıştığı her bir ulusal bayram genel tatil günü için ilave 1 yevmiyeye (aylık maktu ücret/30) daha hak kazandığı gözden kaçırılmıştır. Hesaplamanın çalışılan saat üzerinden yapılması hatalıdır. İşçi ulusal bayram-genel tatil günlerinde 1 saat dahi çalışsa tam yevmiyeye hak kazanır. Hüküm altına alınan alacakların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağı düşünülmemesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtay’dan vasıflı çalışana müjde

    Yargıtay’dan vasıflı çalışana müjde

    Bir avukatın yanında sekreter olarak çalışan genç kadın, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini belirterek İş Mahkemesi’nin yolunu tuttu. En son 4 bin TL net ücret ile çalıştığını, işyerinde tek çalışan olması nedeniyle yıllık izin kullanamadığını öne sürdü.

    Davacı katip; kendi tuttuğu masraf ajandalarını gerçek ücretin ispatı amacıyla elinde tuttuğunu, haklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı ile yıllık izin ve ücret alacaklarının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti.

    Davalı avukat; davacının sekreter olarak çalıştığını, işyerinde başka bir çalışan bulunmadığını, son ücretinin asgari ücret olduğunu dile getirdi. Ücretin ödenmediği iddiasının doğru olmadığını, davacının 2019 yılında kredi çekerek araba aldığını, en az üç defa tatile gittiğini, yıllık izinlerini kullandığını beyan ederek davanın reddi gerektiğini savundu.

    Mahkeme; davanın kısmen kabulüne hükmetti. Her iki taraf da kararı istinaf etti. Bölge Adliye Mahkemesi, itirazları reddetti. Kararı bu kez taraflar temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    Vasıflı işçinin asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ters olduğuna dikkat çeken Yüksek Mahkeme, avukat katibinin asgari ücretle büyükşehirde çalıştırılamayacağına hükmetti. Kararda şöyle denildi: “Somut uyuşmazlıkta, davacı aylık ücretinin net 4.000,00 TL olduğunu ileri sürmüştür. Davalı asgari ücret ödendiğini savunmuştur. Davacının hukuk ofisinde sekreter, (avukat katibi belgesi mevcut) olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Davacı vekili, davacıya ödenen aylık ücretin ispatı yönünde davacının kendi tuttuğu ve işverence kayıtlara esas alınan masraf ajandalarına dayanmış ve masraf ajandaları yargılama sırasında mahkeme kasasına alınmıştır.

    İncelenen masraf ajandalarında davacıya 2018 yılında 3 bin 500 TL net ücret ödendiği, 2019 yılında ise 4.bin TL net ücret ödendiği görülmektedir. Davacının 14 yılı aşkın kıdemi, çalıştığı işyerinin büyükşehirde olması ve yaptığı işin vasıflı bir iş olması nedeniyle işin niteliği gereği asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına da uygun düşmemektedir. Tüm bu nedenlerle avukat sekreteri olarak çalışan davacının 3342 kodlu hukuk sekreteri için TÜİK tarafından bildirilen emsal ücretle çalıştığının kabulü dosya içeriğine uygun düşecektir. Davacının hak ve alacakları bu ücret üzerinden hesaplanmalıdır. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeplerle bozulması gerekmiştir.”