Etiket: Yargıtay

  • Yargıtay’dan kiracıları ilgilendiren emsal karar

    Yargıtay’dan kiracıları ilgilendiren emsal karar

    Apartmanın arkasındaki kaya parçasının zarar verdiği dairede oturan vatandaş, ev sahibiyle anlaşamayınca mahkemenin yolunu tuttu. Yıllar süren davaya son noktayı koyan Yargıtay, kayanın zarar verdiği binadan mülk sahibinin sorumlu olduğuna hükmetti.

    Akıllara durgunluk veren olayda, apartmanın arka bahçesindeki kayalıklardan kopan parça, bir daireye zarar verdi. Oturulamaz hale gelen daireden tahliye olan kiracı, ev sahibinin hakkında başlattığı icra takibiyle sarsıldı. İcra takibine itiraz etti. Bunun üzerine mahkemenin yolunu bu kez ev sahibi tuttu.

    Davacı ev sahibi, mülkiyeti kendisine ait taşınmazını 05/10/2013 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile davalıya kiraya verdiğini, aylık kira bedelinin 1.000 TL olarak kararlaştırıldığını, davalı kiracı tarafından 2014 yılı Eylül, Ekim Kasım, Aralık ayı ile 2015 yılı Ocak ayı kira bedellerinin ödenmediğini öne sürdü. Ödenmeyen toplam 5.000 TL kira alacağının tahsili için davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalının haksız ve kötü niyetli itirazı yüzünden takibin durduğunu ileri sürerek; itirazın iptali ile takibin devamına, davalının icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep etti

    Davalı kiracı ise kiralanan konutun bulunduğu binanın arka bahçesindeki duvardan büyük bir kaya parçasının yuvarlanarak binaya düştüğünü, bu hususta belediye tarafından tutanak tutulduğunu dile getirdi. Binada can güveliğinin bulunmadığının ve artık oturulamayacağının tespit edildiğini, binanın boşaltılarak mühürlendiğini, akabinde davacı kiraya verenle yapılan görüşmeler neticesinde, artık fiili olarak dairede oturmanın mümkün olmadığından bahisle sözleşmenin karşılıklı olarak feshedildiğini öne sürdü. Davalının, kiralananı sözleşmede amaçlanan kullanıma uygun şekilde bulundurmakla yükümlü olduğunu, 2014 yılı Eylül ayına ilişkin kira borcu dışında davacıya herhangi bir borcunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini istedi.

    Dosyaya sunulan fotoğraflar incelendiğinde düşen kaya parçasının kiralananın kullanımına engel olacak mücbir sebep teşkil ettiğine dikkat çeken mahkeme; davacı kiraya verenin, sözleşme süresince kiralananı kullanıma elverişli durumda bulundurmakla yükümlü olduğuna, kiralananın davalı kiracıdan kaynaklanmayan nedenlerle kullanılamaz hale geldiği, davalının borca itirazında haklı olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verildi. Hüküm, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilince devreye Yargıtay 3. Hukuk Dairesi girdi.

    Kararda şöyle denildi: “Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini üstlendiği sözleşmedir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, kira sözleşmesi her iki tarafa borç yükleyen sözleşmedir. Somut olayda, dosya arasında bulunan deliller dikkate alındığında, kiracıdan kaynaklanmayan, kiralananın kullanılmasına önemli ölçüde engel teşkil eden, sonradan ortaya çıkan mücbir sebeple, davalı kiracı tarafından, kiralananın 01/10/2014 tarihinden itibaren kullanılmadığı, davalının 2014 Eylül ayına ait kira borcunu kabul ettiği anlaşılmıştır. O halde, mahkemece, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular, davalının kabul beyanı, davacı kiraya verenin 01/10/2014 tarihinden itibaren kira alacağı talebinde bulunamayacağı dikkate alınarak; davalının kabul beyanı doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. Kararın bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir.”

  • Tüketiciye müjdeli haber Yargıta’dan geldi

    Tüketiciye müjdeli haber Yargıta’dan geldi

    Özellikle kapıdan satışlarda ve konut kredilerinde tüketicileri mağdur eden ağır sözleşme hükümleriyle alakalı Yargıtay’dan emsal nitelikte bir karar çıktı. Yüksek Mahkeme; tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer alan haksız şartların kesin olarak hükümsüz olduğuna hükmetti.

    Yıllardır hayalini kurduğu evi, bir bankadan çektiği konut kredisiyle alan tüketici, borcu ödeyip tam rahat nefes almak isterken hayatının şokunu yaşadı. Banka, evi satan kişinin borcu nedeniyle eve ipotek koydu

    Tüketici Mahkemesi’nin yolunu tutan mağdur tüketici, bankanın kazanılmış hak teşkil eden ipotek fek beyanından tek taraflı olarak dönmesinin hukuken mümkün olmadığını dile getirdi. 284 bin TL bedelli ipotek nedeniyle borçlu olmadığının tespitine ve ipoteğin fekkine karar verilmesini talep ve dava etti

    Davalı, davanın reddini talep etti. Davanın kabulüne hükmeden Mahkeme, davacının davalıya 284 bin TL borçlu olmadığının tespitine, dava konusu taşınmaz üzerinde davalı lehine tesis edilen ipoteğin fekkine karar verdi. Davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvuruldu. Bölge Adliye Mahkemesi, davalının istinaf başvurusunun kabulüne, incelenen mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olmadığından kaldırılmasına, karar verdi. Davacı kararı temyiz edince devreye Yargıtay 3. Hukuk Dairesi girdi.

    Emsal nitelikteki kararda; davacının dava dışı bir kişiden ipotekli bir taşınmaz satın aldığına, ipoteğin konuluş nedeninin çekilen konut kredisi olduğuna, taşınmazı devraldıktan sonra ipotek borcunu ödeyerek kapattığına dikkat çekildi. Davacının gerekli tüm harç ve masrafları yatırdıktan sonra davalıdan ipoteğin fekkini talep ettiği hatırlatıldı.

    Davalının önce talebini kabul ederek tapu müdürlüğünden ipoteğin fekkini talep ettiğini ancak tapunun eksiklikler nedeniyle bankanın talebini yerine getirmemesi üzerine, banka tarafından dava dışı satıcının bankaya olan farklı borçları olduğu gerekçesi ile ipoteğin fekkine yönelik talebinin kabul edilmediği dile getirildi.

    Kararda şöyle denildi

    “Dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 5. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş olup anılan kanun maddesinde ‘Haksız şart; tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilen ve tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme şartlarıdır. Tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda sözleşmeyi düzenleyen, kesin olarak hükümsüz sayılan şartlar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez. Bir sözleşme şartı önceden hazırlanmış ve standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmeyi düzenleyen, bir standart şartın münferiden müzakere edildiğini iddia ediyorsa bunu ispatla yükümlüdür’ denilmiştir. Somut uyuşmazlıkta; Tapu Müdürlüğünce düzenlenmiş olan ipotek senedinin ‘sözleşme şartları’ başlıklı bölümün 1. maddesi, yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ışığında haksız şart niteliğindedir. Hal böyle olunca ilk derece mahkemesince davanın kabulüne dair verilen karar doğru olduğundan bölge adliye mahkemesince davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekirken bölge adliye mahkemesince yerinde olmayan gerekçe ile davalının istinaf başvurusu kabul edilerek kararın kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. Temyiz edilen kararın davacı yararına bozulmasına oy birliği ile karar verildi.”

  • Yargıtay’dan emeklileri için tazminat kararı

    Yargıtay’dan emeklileri için tazminat kararı

    Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, milyonlarca özel sektör çalışanıyla alakalı önemli bir karara imza attı. Yüksek Mahkeme; iş sözleşmesinin işçinin iradesi ile gerçekleşen emeklilik sureti ile sona erdiği hallerde, işçinin ihbar tazminatı talep hakkının olmadığına hükmetti.

    18 sene boyunca çalıştığı işyerinde emekliliği hak etmesine rağmen çalışmayı sürdüren işçi, işten atılınca soluğu mahkemede aldı. İş Mahkemesi’ndeki davada ifade veren davacı, kıdem ve ihbar tazminatları ile diğer bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etti. Davalı şirket sahibi ise davacının emekli olacağı gerekçesi ile işten ayrıldığını, bu sebeple tüm haklarının ödendiğini öne sürdü. Mahkeme; davacının Sosyal Güvenlik Kurumu’na emeklilik sebebiyle bildirimde bulunulmuş ve çıkış yapılmış ise de, çalışmanın kesintisiz olarak devam ettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verdi. Davalı patron kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    Emsal nitelikte bir karara imza atan Yüksek Mahkeme, işçinin kendi isteğiyle emekli olmasına durumunda ihbar tazminatı alamayacağına hükmetti. Kararda şöyle denildi: “Taraflar arasında davacının ihbar tazminatı hesabında dikkate alınacak çalışma süresi konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. İhbar tazminatı, belirsiz süreli iş sözleşmesini haklı bir sebep olmaksızın ve usulüne uygun bildirim öneli tanımadan fesheden tarafın, karşı tarafa ödemesi gereken bir tazminattır. Mahkemece, davacının tüm çalışma süresine göre hesaplanan kıdem ve ihbar tazminatı alacakları hüküm altına alınmıştır. Emeklilik sebebi ile kısmi olarak ödenen kıdem tazminatının mahsubu isabetli ise de; ihbar tazminatına ilişkin hesaplamada; emeklilik öncesi dönemin dikkate alınması yerinde değildir. İş sözleşmesinin işçinin iradesi ile gerçekleşen emeklilik sureti ile sona erdiği hallerde, işçinin ihbar tazminatı talep hakkı olmadığından; bu tazminatın, 07/12/2013-03/02/2015 tarihleri arasındaki emeklilik sonrası çalışılan süre dikkate alınarak 4857 sayılı İş Kanunu ‘nun 17. maddesi uyarınca 4 haftalık bildirim süresi karşılığı hesaplanması gerekmektedir. Belirtilen husus gözetilmeden emeklilik öncesi çalışma süresi de eklenerek 8 haftalık bildirim süresi karşılığı hesaplanan miktarın hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan evliliğe müdahaleye flaş karar

    Yargıtay’dan evliliğe müdahaleye flaş karar

    Yıllar süren boşanma bir boşanma davasında son noktayı koyan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, ailelerinin evliliklerine müdahalelerine sessiz kalan her iki çifti de eşit kusurlu buldu. Yüksek Mahkeme, kararı oy çokluğu ile alındığını duyurdu.

    Küçük yaşta evlenen çift, karşılıklı Aile Mahkemesi’ne başvurarak boşanma davası açtı. Davacı-karşı davalı gelin, evliliğin ilk gününden itibaren davalı damadın ailesinin evliliğe müdahale ettiğini, davalının bu duruma sessiz kaldığını öne sürdü.

    Davalı-karşı davacı koca ise tüm iddiaları reddedip, davacının babasının evliliğe müdahale ettiğini, taraflar arasındaki anlaşmazlığın düğün gecesinde takılan altınların davacının babasına verilmesi üzerine başladığını dile getirdi.

    Mahkeme; erkek eşin ailesinin tarafların evliliğine müdahale ettikleri, davacının ailesi ile görüşmesini istemedikleri, bu nedenle tartıştıklarına dikkat çekti. Mahkeme, boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin tam kusurlu olduğu belirterek, erkeğin davasının reddine, kadının davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 300 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 10 bin TL maddi, 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

     

    Karar temyiz edilince devreye giren Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, tarafların birbirlerinin ailelerinin müdahalelerine sessiz kaldıklarının anlaşıldığına hükmetti. Boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü gerektiği gerekçesiyle Aile Mahkemesi hükmü bozuldu.

    Aile Mahkemesi, ilk kararında direnince taraflar temyiz yoluna başvurdu,. Bu kez devreye giren Hukuk Genel Kurulu, oy çokluğu ile emsal nitelikte bir karara imza attı. Yüksek Mahkeme, evliliğe ailelerin müdahalelerine sessiz kalan her iki tarafın da eşit kusurlu olduğuna hükmetti.

    Kararda; “Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; tarafların evlilik tarihi itibari ile yaşlarının çok küçük olduğu, bu nedenle iki aydan az süre devam eden evliliklerinde karşılıklı olarak ailelerinin evliliğe olan müdahalelerine sessiz kaldıkları anlaşılmaktadır. Tarafların toplumun temel taşı olan aile birliğini kurmayı başaramadıkları gözetildiğinde tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu oldukları tartışmasızdır. Hâl böyleyken yerel mahkemece, erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına tazminatlara hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. Mahkeme kararı oy çokluğu ile bozulmuştur” ifadeleri yer aldı.

  • Boş senet imzalatan işverenler için karar

    Boş senet imzalatan işverenler için karar

    Hukuka aykırı bir şekilde çalışanlara işe girişte boş senet imzalatan işverenler için Yargıtay’dan karar çıktı. Yüksek mahkeme; işçiden boş senet alan işverenin, iş ve çalışma hürriyetini ihlal suçunu işlediğine hükmetti.

    Mahkemeye başvuran bir grup işçi, patronlarının işe başlarken kendilerinden boş senet aldığını öne sürdü. Mahkeme, davanın düşürülmesine hükmetti. Kararın temyiz edilmesiyle devreye Yargıtay 18. Ceza Dairesi girdi.

    Yargıtay kararında; Türk Ceza Kanunu’nda hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlâl eden kişiye, mağdurun şikâyeti hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası verileceği yönündeki yasa maddesi hatırlatıldı.

    Kararda şöyle denildi: “Sanıkların, şikayetçilerden kıdem tazminatı, iş kazası, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan uygulanacak cezalar gibi durumlarda şirket bütçesinden bir ödeme yapılmamasını önlemek amacıyla, alacaklısı, tarihi ve miktarı olmayan senetler alınacağını, vermek istemeyenlerin işten çıkarılacağını söyledikleri ortadadır. Sanıkların eyleminin TCK’nın 119. maddesi kapsamında birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmiş olup olmadığı tartışılarak, suçun kovuşturulmasının şikayet koşuluna bağlı olmadığı tespit edilmeksizin şikayetin süresinde olmadığı gerekçesi ile kamu davasının düşmesine karar verilmesi kanuna aykırıdır.”

  • Yargıtay’dan emsal nafaka kararı

    Yargıtay’dan emsal nafaka kararı

    Yıllar süren boşanma davasına son noktayı koyan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, kadının  yüksek miktarlı geliri ve mal varlığı olsa dahi uygun miktarda tespit edilecek tedbir nafakası alması gerektiğine hükmetti.

    Bir süredir geçimsizlik yaşayan çift, Aile Mahkemesi’ne müracaat ederek karşılıklı boşanma davası açtı. Davacı-karşı davalı kadın, kocasının doğumdan sonra birlik görevlerini yerine getirmediğini, evine ve çocuğuna bakmadığını, kendisinden uzaklaştığını öne sürdü.

    Akşamları eve geç geldiğini, bazı akşamlar hiç gelmediğini, sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığını ileri sürerek kendisi ve ortak çocuk yararına ayrı ayrı 4 bin TL olmak üzere toplamda 8 bin TL tedbir nafakası ödenmesine karar verilmesini talep etti.

    Davalı-karşı davacı koca ise her iki tarafın da ikinci evlilikleri olduğunu ve önceki evliliklerinden birer tane çocuklarının bulunduğunu, kadın eşin kendisine ekonomik anlamda baskı yaptığını, ilk eşinden olan oğlunu eve kabul etmediğini iddia etti.

    Küçük çocuğun psikolojik yönden etkilendiğini, pedagog yardımı almak zorunda kaldıklarını, davacının sürekli huzursuzluk verici davranışlarına devam ettiğini dile getirdi.

    Davacı kadının iki ayrı kuyumcu şirketinde ortaklığının bulunduğunu, ekonomik anlamda çok iyi durumdu olduğunu, sık sık yurt dışı seyahatine katıldığını, tüm bunlara rağmen ailenin geçimine katkıda bulunmadığını, kadın eşin gelir elde etmesi ve ayrıca sahip olduğu mal varlıkları gözetildiğinde nafaka talep edemeyeceğini belirtti.

    20 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etti. 8. Aile Mahkemesi, evlilik birliği içerisinde erkek eşin; eşi ve çocukları ile ilgilenmeyerek güven sarsıcı davranışlarıyla tam kusurlu olduğu, kadın eşe ise yüklenebilecek kusurlu bir davranışın bulunmadığı gerekçesiyle erkek eşin boşanma davasının reddine hükmetti.

    Kadın eşin her ne kadar ayrı yaşamakta haklı olduğu ispatlanmış ise de sabit ve düzenli gelirinin olması gerekçesiyle davacı-karşı davalının kendi adına talep etmiş olduğu bağımsız tedbir nafakası talebinin reddine karar verdi. Taraflar kararı temyiz edince devreye giren Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, mahkeme kararını bozdu. Aile Mahkemesi, ilk kararında direnince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi.

    Kadının zengin olsa dahi tedbir nafakası alması gerektiğinin vurgulandığı Genel Kurul kararında şu ifadelere yer verildi:

    “Taraflar arasındaki fiilî ayrılığın erkek eşin ortak konutu terk etmesi nedeniyle başladığı ortadadır. Kusur durumuna göre erkek eşin eşi ve çocuklarıyla ilgilenmediği ayrıca güven sarsıcı davranışları nedeniyle tam kusurlu olduğu, bu nedenle açmış bulunduğu karşı boşanma davasının reddedildiği, tarafların hukuken hâlen evli oldukları anlaşılmaktadır.

    Buna göre; erkek eşin haklı bir sebebi olmaksızın, ortak konuttan ayrılarak, eşlerin varsa çocukları ile birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak, yardımcı olmak ve birliğin giderlerine güçleri oranında katılmak şeklinde düzenleme altına alınan yasal yükümlülüklerine aykırı davrandığı görülmektedir.

    Haklı bir sebep olmaksızın eşlerden birinin tek taraflı iradesi ile birlikte yaşamaya ara vermesi evliliğin genel hükümleri ile düzenleme altına alınan ve eşlerin birbirlerine karşı evlilik birliğinin kurulması ile üstlendikleri hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde haklı bir sebep olmaksızın birlikte yaşamaktan kaçınan erkek eş karşısında, ayrı yaşamak zorunda kalan kadının, eşine karşı birliğe parasal katkı isteme hakkı olduğu gözetilmeksizin bağımsız tedbir nafakası talebinin reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

    Her ne kadar mahkemece yüksek miktarda geliri ve mal varlığı olduğu gerekçesiyle kadın eşin tedbir nafakası talebinin reddine karar verilmiş ise de; evlilik birliğinin yüklediği hak ve yükümlüklere aykırı davranan eş hakkında hâkim müdahalesinin düzenlendiği özel bir hüküm olduğu ortadadır.

    Haksız olan eşin haklı olan eşe karşı birlik yükümlülüklerini yerine getirmesinin sağlanmasını hedeflediği, açıklanan tüm bu sebeplerle tarafların ekonomik ve sosyal düzeylerinin, davanın kabulü noktasında değil ancak takdir edilecek nafakanın miktarında önem arz ettiği dikkate alınarak mahkemece kadın eş yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken nafaka talebinin tümden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. Mahkeme kararır bozulmasına oy çokluğu ile hükmedilmiştir.”

  • Emsal karar: Rakip firmada işe girmek suç değil

    Emsal karar: Rakip firmada işe girmek suç değil

    Milyonlarca işçiyi yakından ilgilendiren karar Bölge Adliye Mahkemesi’nden geldi. Mahkeme; işçinin rakip firmada çalışmaya başlamasının rekabet yasağını ihlal ettiği anlamına gelmeyeceğine hükmetti. Kararda; işçinin ayrıldığı şirkete zarar verme ihtimalinin olduğunun da kanıtlaması gerektiği hatırlatıldı.

    E-ticaret sektöründe faaliyet gösteren bir şirkette çalışan kişi, aynı sektörde çalışan başka bir firmaya transfer oldu. Önemli görevde olan işçisini rakip firmaya kaptıran şirket, mahkemenin yolunu tuttu. Hem eski işçisine hem de onu işe alan iş insanına dava açtı.

    Şirket sırlarının rakip firmaya geçeceğini öne süren davacı patron; davalı işçinin rekabet yasağına aykırı davrandığını öne sürdü. Davalının, iş sözleşmesinde kararlaştırılan rekabet yasağı hükmüne aykırı surette diğer davalı nezdinde çalışmaya başlaması nedeniyle 5 bin TL’nin ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istedi.

    Davalılar, davacının rekabet sözleşmesinin varlığı iddiası ile cezai şart talep edemeyeceğini, davalı işçinin rekabet yasağı uygulanabilecek bir iş ve görevde çalışmadığını, rekabet yasağı sözleşmesi kurulması için gerekli koşulların bulunmadığını, davaya konu rekabet sözleşmesinin sınırlandırılmadığından geçersiz olduğunu öne sürdü.

    Davalılar davanın reddini talep etti. Asliye Ticaret Mahkemesi, davanın reddine hükmetti. Davacı avukatı, kararı istinafa götürdü.

    Bölge Adliye Mahkemesi, davanın reddine dair kararının, eksik incelemeye ve yanılgılı hukuki değerlendirmelere dayalı, açıkça haksız ve hukuka aykırı bir karar olduğuna hükmetti.

    Davacının istinaf başvurusunun usulen kabulüne, Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kararının kaldırılmasına karar verildi.

  • Yargıtay’dan emekliye emsal zam kararı

    Yargıtay’dan emekliye emsal zam kararı

    Tüm çalışanlarına yüzde 3 zam veren işveren, sadece emekli olacağını belirten işçiye zam yapmadı. İş Mahkemesi’nin kapısını çalan mağdur emekliye müjdeli haber Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nden geldi.

    Çalıştığı şirkette, tüm işçilere yüzde 3 oranında zam yapılan işçi, ay başında maaş bordrosunu görünce hayatının şokunu yaşadı. Herkesin zamlı ücret aldığını belirten işçi, ‘emekli olacağın için sana zam yok’ açıklamasıyla sarsıldı. İş Mahkemesi’nin yolunu tutan mağdur emekli, işverenin isteği hilafına kendisini emekliye ayırdığını ileri sürerek kıdem tazminatı alacağının tahsilini talep etti.

    Davalı patron, davanın reddini talep etti. Mahkeme; bakiye kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verdi. Kararı taraflar istinafa götürdü.

    Bölge Adliye Mahkemesi, davacının istinaf talebinin esastan reddine, davalının istinaf talebi kabul edilerek ödenen miktar için karar verilmesine yer olmadığına, bakiye kıdem tazminatı talebinin reddine hükmetti. Kararı davacı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    TALEP REDDEDİLDİ

    Emsal nitelikte bir karara imza atan Yüksek Mahkeme; tüm işçilere zam yapılmasına rağmen davacının ücretinin artırılmadığına dikkat çekti. Kararda, “Mahkeme, ücrette yüzde 3 artış kabul edilerek bakiye kıdem tazminatı hüküm altına alınmış, Bölge Adliye Mahkemesi’nce işverenin ücrette artış uygulamama hususunda takdir yetkisi bulunduğundan bahisle bakiye alacak talebi reddedilmiştir.

    KARAR OY BİRLİĞİ İLE BOZULDU

    Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davalı işverenin işçilerine sene başında yüzde 3 oranında zam yapıldığı ancak davacı emekliye ayrılacağı için davacının ücretine zam yansıtılmadığı, zam yapılmaması hususunda yetkili organca herhangi bir karar alınmadığı gibi bu yönde bir işyeri uygulamasının da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

    Şu halde davacının ücretine yüzde 3 zam ilave edilerek hesaplanacak kıdem tazminatından ödenenin mahsûbuyla bulunacak bakiye kıdem tazminatı talebinin kabulü yerine reddi hatalıdır. Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir” ifadeleri yer aldı.

  • Yargıtay’dan iş arama izni kararı

    Yargıtay’dan iş arama izni kararı

    Milyonlarca özel sektör çalışanını yakından ilgilendiren emsal bir karara imza atan Yargıtay, isteyen işçinin iş arama izninin ücretini alabileceğine hükmetti.

    İş Kanunundaki amir hükme göre iş arama izninden yararlanma işçinin isteği koşuluna bağlı tutulmadığına dikkat çeken Yüksek mahkeme; talepte bulunmasa da işçiye iş arama izni verilmesinin zorunlu olduğuna, işverenin bu konuda bir taktir hakkının bulunmadığına karar verdi.

    Yıllardır çalıştığı şirketten Toplu İş Sözleşmesinin (TİS) 13/A-1. maddesi gereğince emekliye ayrılmasının kararlaştırılan işçi soluğu mahkemede aldı. 22 haftalık ihbar öneli kullanabileceğinin bildirildiğini belirten davacı işçi, ihbar öneli içerisinde işverenin her gün günde 4 saat iş arama izni vermek mecburiyetinde olduğunun düzenlendiği, iş arama izni kullandırılmayıp çalıştırılan ve fiilen işine son verildiği için arama izinlerine ilişkin ücretin yüzde 100 zamlı olarak ödenmesi gerektiğini ileri sürerek iş arama izni alacağının faiziyle davalıdan tahsilini talep etti. Davalı iddiaları reddetti.

    İş Mahkemesi, davacının bilirkişi tarafından hesaplanan iş arama izni alacağına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi. Davalı şirket tarafından temyiz edilen karar Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nce bozuldu. Yeniden yapılan yargılamada İş Mahkemesi, iş arama izninde işçi çalıştırılır ise çalıştığı sürenin ücretinin zamlı ödeneceğinin düzenlendiği, zamlı ücret ödendiğinin ise davalı işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verdi. Direnme kararı da davalı avukatı tarafından temyiz edilince devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi.

    Genel kuruldan milyonlarca özel sektör çalışanına müjde niteliğinden bir karar çıktı. 4857 sayılı İş Kanunu’nun (4857 s. Kanun/İK. ) işçiye bildirim süresi içinde iş arama imkânının tanındığı 27. Maddesindeki, ‘Bildirim süreleri içinde işveren, işçiye yeni bir iş bulması için gerekli olan iş arama iznini iş saatlerin içinde ve ücret kesintisi yapmadan vermeye mecburdur. İşveren yeni iş arama iznini vermez veya eksik kullandırırsa o süreye ilişkin ücret işçiye ödenir.

    İşveren, iş arama izni esnasında işçiyi çalıştırır ise işçinin izin kullanarak bir çalışma karşılığı olmaksızın alacağı ücrete ilaveten, çalıştırdığı sürenin ücretini yüzde yüz zamlı öder’ ifadesi hatırlatıldı.

    Yargıtay kararında, “İşçinin talebi olmaksızın işveren iş arama izni vermek ve kullandırmak zorundadır. Bu borç bizzat kanundan kaynaklanmakta olup işçinin işverenden iş arama izin isteğinde bulunması gerekmediği gibi izin istenmesi hâlinde de işverenin kabul edip etmeme yetkisi bulunmamaktadır. Davacıya 55 yaşını doldurduğundan TİS hükümlerine göre emekliye ayrılmasının kararlaştırıldığı, 22 haftalık ihbar önelinin bulunduğu, iş arama iznini toplu ya da kısmi olarak hangi tarihler arasında kullanabileceği de belirtilerek seçenekli şekilde kullanmasının mümkün olduğunun bildirildiği ortadadır. Bildirimde ayrıca toplu kullanmadığı taktirde günde 4 saat çalışacağının belirtildiği, davacının da iş sözleşmesinin feshinin yasaya, işyeri uygulamasına aykırı olduğu ve toplu izinle ilgili yazılı ya da sözlü bir talebinin bulunmadığını belirterek itirazda bulunduğu, iş arama izninin kullanılması gerektiğine ilişkin hatırlatma amaçlı yapılan ikinci ihtara yönelik olarak da daha önceki yazılı itirazını tekrarladığını, fesih işleminin hukuki olarak geçerli olmadığını ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Davacının iş arama iznini kullanmadığı ihbar süresince davalı işyerinde tam gün mesai ile çalıştığı ise sabittir. Gerçekten de İş Kanunundaki amir hükme göre iş arama izninden yararlanma işçinin isteği koşuluna bağlı tutulmamıştır. Talep bulunmasa da işçiye iş arama izni verilmesi zorunlu olup işveren bu konuda bir taktir hakkına sahip değildir. Somut olayda olduğu gibi davalı işveren tarafından iş arama izninin kullanılması için yapılan bildirimler de işvereni bu yükümlülükten kurtarmaz. İşverenin izin verildiğini belirttiği gün ve saatlerde çalışılmak istenmesi durumunda işçiye iş verilmemesi gerekir. Ayrıca davacı işçi bildirimlere yaptığı itirazında feshin yasaya ve işyeri uygulamasına aykırı olduğunu belirtmiş olup iş arama iznini kullanmak istemediği yönünde bir beyan veya bir itiraz ileri sürmemiştir. Bu nedenle iznin kullandırılması gerekirken çalıştırılan davacıya izin kullanmaksızın alacağı ücrete ilaveten çalıştırıldığı sürenin ücreti de yüzde yüz zamlı ödenmelidir.

    Bu nedenle emredici düzenleme gereği iznin kullandırılmasının zorunlu olduğunun kabulü ile alacağın hüküm altına alınması gerektiğini karara bağlayan direnme kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davalı işverenin yaptığı hatırlatmalarla yükümlülüğünü yerine getirdiği, davacının serbest iradesiyle izin hakkını kullanmama yönünde tercihte bulunduğu bu nedenle bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir. O hâlde mahkemece yukarıda açılanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir” denildi.

  • Bursa’da Yargıtay’dan emsal karar

    Bursa’da Yargıtay’dan emsal karar

    Bursa’da, dere ıslah çalışmaları sırasında açılan çukura düşerek hayatını kaybeden 5 yaşındaki çocuğun ölümünde inşaatı üstlenen şirketin sahibi de kusurlu bulundu

    Yargıtay 12. Ceze Dairesi, şirket sahibinin inşaat alanında iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili denetim ve tedbirlerin alınmasının sağlanması için alanında uzman iş sağlığı ve güvenliği uzmanı görevlendirmemesi yüzünden asli kusurlu olduğuna hükmetti.

    Bursa’da 2013 yılında dere ıslahı için açılan çukura düşen 5 yaşındaki çocuk boğularak hayatını kaybetti. Cumhuriyet Savcılığı’nın yaptığı soruşturma sonrası olayda ihmali bulunan şirket sahibi ve şantiye sorumlusu hakkında, ‘taksirle öldürme’ suçundan dava açıldı. Bursa 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, inşaat alanında gerekli tedbirleri almayan müteahhit de kusurlu bulundu. Sanıklara Türk Ceza Kanununun 85/1, 62/1, 50/1-a, 52/2-4. maddeleri uyarınca hapis cezası verildi.

    Kararı sanık avukatları temyiz edince devreye Yargıtay 12. Ceza Dairesi girdi. Emsâl kararda, inşaat alanında gerekli denetimleri yapmayan şirket sahibi de kusurlu bulundu.

    Kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Olay, özel bir şirketin yüklenici firma olarak üstlendiği ana isale hattı projesi çalışmaları sırasında meydana gelmiştir. İlköğretim okulunun yanında yer alan dere içerisine boru döşemek için açılan çukura, 5 yaşındaki çocuğun kayıp düşmesi ve suda boğularak ölmesi sonucu dava açılmıştır. Olayda, kazı yapılan ve pis su birikintisinin oluştuğu alanda uyarıcı levha, şerit ve güvenlik önlemlerinin bulunmadığının tespit edildiği anlaşılmıştır. Anılan şirketin sahibi olup yetkili kişi konumunda bulunan sanığın olayın meydana geldiği inşaat alanında iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili denetim ve tedbirlerin alınmasının sağlanması için alanında uzman iş sağlığı ve güvenliği uzmanı atamadığı ortadadır. Yine anılan şirkette şantiye şefi olan ve fiilen şantiyede görev yapan inşaat mühendisi sanığın da inşaat alanında alması gerekli tedbir ve önlemleri almayarak bir kişinin ölümüne asli kusurlu hareketleri ile neden olmuşlardır. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirinde yasaya aykırılık yoktur. Mahkeme kararının onanmasına oy birliği ile hükmedilmiştir.”