Etiket: Yargıtay

  • Çocuğun psikolojisini bozan anne, evlat hasreti çekecek

    Çocuğun psikolojisini bozan anne, evlat hasreti çekecek

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, çocuğun psikolojisini bozan anne ile evladı arasında kişisel münasebetin kaldırılması gerektiğine hükmetti. Yüksek mahkemenin emsal kararıyla, annesinin ziyareti sonrası travma geçiren çocukların anneleriyle görüşmelerine izin verilmeyecek.

    Bir süredir geçimsizlik yaşayan çift, Aile Mahkemesi kararıyla boşandı. Mahkeme, 8 yaşındaki çocuğun velayetini babaya verdi. Mahkeme belirli günlerde çocuğun annesiyle yatılı kalmasına hükmetti. Çocuğun annesiyle görüşmesinden sonra travma geçirdiğini öne süren baba Aile Mahkemesine müracaat ederek anneyle çocuğun görüşmesinin kaldırılmasını talep etti. Davacı baba tarafından açılan kişisel ilişkinin kaldırılması, aksi halde süresinin azaltılarak yatısız ve baba nezaretinde olacak şekilde yeniden kişisel ilişki kurulması davasının yapılan yargılaması sonunda, mahkeme; davanın kısmen kabulü ile çocuğun davalı anne arasındaki kişisel ilişkinin kaldırılması talebinin reddine, sınırlandırılması talebinin ise kabulüne hükmetti. Hükme karşı davacı baba tarafından istinaf kanun yoluna başvuruldu. Bölge Adliye Mahkemesi itirazı reddetti.

    Davacı baba kararı temyiz edince devreye Yargıtay 2. Hukuk Dairesi girdi. Emsal kararda;

    “Davalı annenin ortak çocuğu kurulan kişisel ilişki sebebiyle 15.07.2016 tarihinde aldığı, 31/07/2016 tarihinde davacı babaya teslim etmesi gerekirken teslim etmeyerek sakladığı anlaşılmaktadır. Bunun üzerine davacı babanın birçok kez ortak çocuğu teslim almak için icra memurları ile birlikte davalının yaşadığı eve gittiği ancak ortak çocuğu teslim alamadığı, sonrasında idari ve adli makamlara başvurduğu, maddi ve manevi çaba sarf ettiği, son olarak dava devam ederken 01.08.2017 tarihinde yeniden birden fazla polis nezaretinde icra memurları ile birlikte davalı kadının yaşadığı mahalleye girebildikleri, ortak çocuğu komşunun evinde davalı kadının kız kardeşi tarafından gizlenmiş olarak buldukları belirtilmektedir. Davalı kadının bu eylemleri sebebiyle 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/947 esas – 2017/283 karar sayılı dosyasında çocuğu alıkoyma suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve denetimli serbestlik kararının 27/04/2017 tarihinde kesinleştiği ortadadır. Davalı anne yanında alıkonulduğu bir yıllık süre zarfında o tarihte henüz beş yaşında olan ortak çocuğun terör örgütü sempatizanlığını çağrıştırır şekildeki fotoğraflarının uygunsuz ifadelerle sosyal medyaya davalı anne ve yakınları tarafından yüklenildiği, ortak çocuğun davacı baba yanına geldikten sonra ilk derece mahkemesince aldırılan sosyal inceleme raporunda da belirtildiği gibi, korkmuş olduğu, sürekli ağladığı, kapının arkasına saklandığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple davalı annenin velayetin değiştirilmesi davası açma hakkını kullanmak yerine kişisel ilişkiden kaynaklanan haklarını amacına ve yükümlülüklerine aykırı olarak kullandığı, bu durumun tanık beyanları ve ceza mahkemesi kararı ile sabit olduğu ortadadır. Yine davalı anne yanında bulunduğu süre zarfında ortak çocuğu gizlemek için dışarı çıkarmadıkları, tüm bu yaşananlar sonucu ortak çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin tehlikeye girdiği anlaşılmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında, ortak çocuk ile anne arasında kişisel ilişki kurulmasının değişen koşullara göre her zaman yeniden değerlendirilebileceği de dikkate alınarak ortak çocuk ile davalı anne arasındaki kişisel ilişkinin çocuğun üstün yararı doğrultusunda şu aşamada kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir. Temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına Aile Mahkemesinin kararının bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’da Bursa’da emsal karar: Cinsel taciz sayıldı

    Yargıtay’da Bursa’da emsal karar: Cinsel taciz sayıldı

    Yargıtay 12. Ceza Dairesi, ‘Sen ne güzel kızsın’ diyerek genç kıza sarılmaya çalışan kişiye ‘basit cinsel taciz’ suçundan verilen mahkumiyet kararını bozdu. Yüksek mahkeme, genç kıza sarılmaya çalışan sanığın Türk Ceza Kanununun 105. Maddesinde düzenlenen ‘cinsel taciz’ suçundan hüküm giymesi gerektiğine karar verdi.

    Genç kızın yanına yaklaşan adam, bedenî temasta bulunmaksızın ‘Sen ne güzel bir kızsın’ diyerek sarılmaya teşebbüs etti. Genç kız, ‘Bağırırım’ deyince kaçan şüpheli, kısa sonra polis ekiplerince yakalandı. Genç kızın şikayetçi olduğu şüpheli hakkında Asliye Ceza Mahkemesi’nde ‘basit cinsel taciz’ suçundan dava açıldı. Mahkeme, basit cinsel saldırı suçundan sanığı mahkum etti. Kararı savcı temyiz edince devreye Yargıtay 14. Ceza Dairesi girdi.

    Emsal kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Oluşa uygun kabule göre, sanığın olay günü mağdureye yönelik temasta bulunmaksızın ‘Sen ne güzel bir kızsın’ diyerek sarılmaya çalıştığı eylemde, mağdurenin bağıracağını söylemesi şeklindeki karşı koymasının aşılabilir bir engel olması ve mevcut haliyle sanığın mağdureye dokunmaktan gönüllü olarak vazgeçip, o ana kadar meydana gelen eylemin 5237 sayılı TCK’nın 105. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçunu oluşturması karşısında, bu suçtan hüküm kurulması yerine suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek basit cinsel saldırı suçundan mahkumiyet kararı verilmesi yasaya aykırıdır. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verildi.”

  • Bursa’daki sahte içkiden ölüm davasında emsal karar

    Bursa’daki sahte içkiden ölüm davasında emsal karar

    Yargıtay, Bursa’da sahte içki satarak 3 kişinin ölümüne neden olan büfe sahibi iki sanığa ‘olası kastla öldürme’ suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezası verdi.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulu, son günlerde artan sahte içkiye bağlı ölümlerle ilgili olarak emsal bir karara imza attı.

    Bursa’da, büfe işleten Hikmet Kartal hakkında sahte içki sattığı  nedeniyle bir kişinin ölümüne neden olduğu, yine büfe işletmecisi olan Mesut Özbay hakkında ise sahte içki sattığı için 2 kişinin hayatını kaybetmesine neden olduğu gerekçesiyle dava açıldı. Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama sonucunda 20 Mayıs 2010’da Kartal’a “Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma” suçundan 15 bin 200 lira, sanık Özbay’a ise “Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma” suçundan 18 bin 200 lira para cezası verildi.

    Karar bozuldu

    Mahkemenin ilk kararının temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderildi. Daire, dosyayı inceledikten sonra sanıklar Kartal ve Özbay’ın yasal olmayan şekilde üretildiğini bildikleri, insan sağlığı için tehlikeli olup ölümlere yol açabilen sahte içkileri satışa sunarak kişi ya da kişilerin ölebileceğini açıkça öngörmelerine rağmen sonucu kabullenerek eylemlerini gerçekleştirdiklerinin anlaşılması karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın bozulmasına hükmetti.

    Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Aralık 2015’te verdiği kararla sanıkların eylemlerinin “Olası kastla öldürme” suçunu oluşturduğunu kabul ederek, sanık Kartal’ın 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanık Özbay’ın ise maktul sayısına göre iki kez 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi.

    Temyiz edilen karar Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nce 7 Mart 2018’de onandı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 10 Haziran 2018’de, sanıklar Kartal ve Özbay’ın eylemlerinin, “Bilinçli taksirle ölüme neden olma” suçunu oluşturduğu görüşüyle karara itiraz etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, eylemlerin “olası kastla öldürme” suçunu oluşturduğu hükmünü yineleyerek, itirazın reddine karar verdi. Karar, benzeri yargılamalarda emsal olacak.

  • Sahte içki ölümlerine emsal karar

    Sahte içki ölümlerine emsal karar

    Üç kişinin sahte içki nedeniyle ölümüne ilişkin davada emsal bir karar çıktı. Yargıtay, sahte içkiyi satan büfe sahibi iki sanığa “olası kastla öldürme” suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezası verdi.

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu, son günlerde artan sahte içkiye bağlı ölümlerle ilgili olarak emsal bir karara imza attı.

    Bursa’da, büfe işleten Hikmet Kartal hakkında sattığı sahte içki nedeniyle bir kişinin ölümüne neden olduğu, yine büfe işletmecisi olan Mesut Özbay hakkında ise sattığı sahte içki dolayısıyla 2 kişinin hayatını kaybetmesine neden olduğu gerekçesiyle dava açıldı.

    Sabah gazetesinde yer alan habere göre; Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama sonucunda 20 Mayıs 2010’da Kartal’a “Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma” suçundan 15 bin 200 lira, sanık Özbay’a ise “Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma” suçundan 18 bin 200 lira para cezası verildi.

    KARAR BOZULDU

    İlk derece mahkemesinin kararının temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesi’ne gönderildi. Daire, dosyayı inceledikten sonra, sanıklar Kartal ve Özbay’ın yasal olmayan şekilde üretildiğini bildikleri.

    İnsan sağlığı için tehlikeli olup ölümlere yol açabilen sahte içkileri satışa sunarak kişi ya da kişilerin ölebileceğini açıkça öngörmelerine rağmen sonucu kabullenerek eylemlerini gerçekleştirdiklerinin anlaşılması karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın bozulmasına hükmetti.

    ‘OLASI KASITLA ÖLDÜRME’

    Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Aralık 2015’te verdiği kararla sanıkların eylemlerinin “Olası kastla öldürme” suçunu oluşturduğunu kabul ederek, sanık Kartal’ın 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanık Özbay’ın ise maktul sayısına göre iki kez 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi.

    BAŞSAVCILIKTAN İTİRAZ

    Temyiz edilen karar Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nce 7 Mart 2018’de onandı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 10 Haziran 2018’de, sanıklar Kartal ve Özbay’ın eylemlerinin, “Bilinçli taksirle ölüme neden olma” suçunu oluşturduğu görüşüyle karara itiraz etti.

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu, eylemlerin “olası kastla öldürme” suçunu oluşturduğu hükmünü yineleyerek, itirazın reddine karar verdi. Karar, benzeri yargılamalarda emsal olacak.

  • Yargıtay’dan emsal nafaka kararı

    Yargıtay’dan emsal nafaka kararı

    Bir boşanma davasının temyiz müracaatını değerlendiren Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, öğretmen kadın lehine verilen yoksulluk nafakası kararını bozdu. Yüksek Mahkeme; davalı-karşı davacı kadının öğretmen olduğu, sürekli ve yeterli gelirinin bulunduğu, boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyeceğine hükmetti.

    Bir süredir şiddetli geçimsizlik yaşayan çift Aile Mahkemesi’ne müracaat ederek karşılıklı boşanma davası açtı. Mahkeme, davalı karşı davacı kadının davasını kabul ederek tarafların boşanmasına karar verdi. Mahkeme, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle kadının maddi manevi tazminat talebini de hüküm altına aldı.

    Kararı kadın tazminat miktarı, erkek ise davanın reddi yönünden kararı temyiz etti. Emsal nitelikte bir karara imza atan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, öğretmen olan kadına verilen yoksulluk nafakası kararını yasaya aykırı buldu.

    Kararda şöyle denildi:

    “Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davalı-karşı davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Bu yön gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir. Toplanan delillerden davalı-karşı davacı kadının öğretmen olduğu, sürekli ve yeterli gelirinin bulunduğu, boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyeceği anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi koşulları oluşmamıştır. Yoksulluk nafakası isteminin reddi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre 2010 doğumlu ortak çocuk R.K. yararına takdir edilen iştirak nafakası çoktur. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Milyonları ilgilendiren IBAN kararı

    Milyonları ilgilendiren IBAN kararı

    Milyonlarca kişiyi ilgilendiren emsal bir karara imza atan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bankanın IBAN ile havale alıcısının isminin aynı olup olmadığını kontrol etme yükümlülüğü bulunmadığına hükmetti.

    Banka havalelerinde vatandaşların mağdur olmaması adına Yargıtay’dan önemli bir karar çıktı. Yüksek mahkeme; IBAN numarasının alıcıya ait olup olmadığını kontrol etme gibi bir sorumluluğunun bulunmadığına hükmetti. Milyonlarca havale işlemi için emsal teşkil edecek karara konu olan olay, uluslararası bir şirketin Kore merkezli şirkete para göndermek istemesiyle gerçekleşti. Bir banka şubesine müracaat eden şirket yetkilisi, ticari ilişkisi olduğu ve Kore’de faaliyet gösteren şirket ile yaptığı işle ilgili olarak bu şirkete 15 bin Dolar havale gönderdi. 21 gün sonra yine aynı IBAN numarası ile 15 bin Dolar daha gönderdi. Parayı banka yetkilisine veren şirket yetkilisi, aynı zamanda gönderilmesini istediği şirketin adını ve İnternational Bank Account Number (IBAN)’ı verdi. Aradan geçen zamana rağmen paranın müşterinin eline geçmediğini öğrenen şirket yetkilisi hayatının şokunu yaşadı. Bankadan paranın iadesini talep eden şirket yetkilisi, talebi geri çevrilince Asliye Ticaret Mahkemesi’nin yolunu tuttu.

    Davalı bankanın ücret karşılığı yaptığı işlemler sırasında ihmâl ya da kastı sonucu zarara uğradığını belirten davacı iş adamı, ticari itibarını zedelendiğini, zararın tahsili için icra takibi yapıldığını ancak takibe haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile icra takibinin devamına, alacağın yüzde 40 oranından az olmamak üzere icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti. Davalı banka ise bankaya husumetin yöneltilemeyeceğini, davacının zarardan bizzat sorumlu olan Voguers Co. Ltd. Şti.’den talepte bulunması gerektiğini, davacının 30 bin Dolar ithalat bedelinin ihracatçı dava dışı şirkete transfer edilmesi için satışa ait proforma fatura ile birlikte iki adet ithalat bedeli transfer formunu şubeye ilettiğini dile getirdi. Bankanın yazılı talimat ve proforma faturada bulunan banka bilgilerine göre davacının talep ettiği IBAN’a transferi gerçekleştirdiğini, bankanın davacının talimatı doğrultusunda hareket ettiğini, dava dışı şirketin mail adresini ele geçiren hackerlerin sahte proforma fatura ve IBAN oluşturduklarının öğrenildiğini öne sürdü. IBAN’ın dava dışı şirkete ait olmadığını, davacının uluslararası dolandırıcılık sonucu uğradığı zararını kusuru bulunmayan bankadan talep etmeye çalıştığını, müvekkili bankanın lehtar banka ile yazışma yaptığını ancak lehdar bankanın kendi kanunlarına göre transfer işleminin lehdar ismine göre değil IBAN üzerinden yapılmış olması sebebiyle iade talebinin yapılamayacağını bildirdiğini, müvekkili bankanın olayda herhangi bir kusurunun olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istedi.

    Mahkeme; havalenin IBAN kullanılarak yapıldığı, dava konusu havalenin yapılmasında muhabir ve lehtar bankanın davalı bankanın alt vekili ve ifa yardımcısı olarak görev aldığı, bankanın teknolojinin sağladığı imkânı kullandığı, müşteri banka ilişkisinde bankanın sözleşmenin ekonomik anlamda güçlü tarafı olduğuna dikkat çekti. Bankanın finans sektöründe faaliyet gösteriyor olması ve uzmanlık alanı nedeniyle daha fazla özen yükümlülüğü altında bulunduğu, davacı IBAN’ı yanlış bildirmiş olsa da sistemin sağladığı kolaylıktan faydalanan bankanın ifa yardımcısı konumundaki havale alıcısının bulunduğu banka vasıtası ile en azından müşteri ismi ve hesap numarası eşleştirmesini yapması ve havale işlemini bu doğrultuda gerçekleştirmesinin mevduat sahiplerinin korunabilmesi açısından hukuk düzeninin beklediği bir özen yükümlülüğü olduğuna hükmetti. Mahkeme olayda her iki tarafın eşit kusurlarıyla zarara sebebiyet verdikleri gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davalı bankanın yüzde 50 kusuruna tekabül eden 15 bin Dolar esas alınarak itirazın bu miktar üzerinden iptaline, davacının icra inkar tazminatı isteminin reddine karar verdi. Kararı davalı banka temyiz edince devreye giren Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, mahkeme hükmünü bozdu. Bozma kararında; “Davalı banka tarafından davacının yazılı talimatında belirtilen iban numarası gözetilerek havale yapılması olayında davalıya atfedilebilecek bir kusur bulunmamasına rağmen mahkemece somut olayın değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir” ifadesi yer aldı.

    Yeniden yapılan yargılamada Asliye Ticaret Mahkemesi, ilk kararında direnince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. Emsal nitelikte bir karara imza atan Hukuk Genel Kurulu, mahkeme hükmünü bozdu.

    Kararda;

    “Banka tarafından davacının yazılı talimat ve proforma faturada bulunan banka bilgilerine istinaden davacının talep ettiği IBAN’a para transferi gerçekleştirilmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda, IBAN sistemi ile ilgili açıklamalara yer verilmiş olup, uluslararası banka hesap numarasının İngilizce karşılığı olan kelimelere ait ilk harflerden oluşan IBAN ile yapılan havale işleminde, bu numaranın verilmesinden sonra banka ismi, ülke ismi, hesap numarası ve bunun gibi ek bilgilere ihtiyaç olmadığı, yirmi iki adet harf ve rakamdan oluşan bu sistemde havale işlemi sırasında bir rakamın yanlış girilmesi hâlinde sistemin yanlış IBAN uyarısı vereceği, sistemin tam güvenli olup, rakamların değerinde veya sırasında yapılacak bir yanlışlığı kabul etmediği belirtilmiştir. Paranın gönderildiği İngiltere’deki banka hesabının gerçekten ithalatçı şirkete ait olup olmadığının belirlenmesinin mümkün olmadığı, İngiliz hukukunda para transferi gerçekleştirilirken IBAN ile alıcının isminin uyuşup uyuşmadığını araştırma yükümlülüğünü öngören bir kanun hükmüne rastlanılmadığı belirtilmiştir. Dosya içerisindeki bilirkişi raporunu düzenleyen bilirkişilerin nitelikleri de dikkate alındığında rapor düzenlenmeye ehil oldukları, davalı bankanın davacı şirket tarafından verilen IBAN bilgilerine göre havale işlemlerini gerçekleştirdiği, paranın gönderildiği IBAN ile havale alıcısının isminin aynı olup olmadığını kontrol etme yükümlülüğünün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yapılan ilk havale işleminden sonra, davacı şirketin basiretli tacir olarak paranın gönderilmek istendiği alıcı şirket ile irtibata geçerek paranın alıcının hesabına geçip geçmediğini teyit etmeden aradan 20 günden fazla süre geçtikten sonra aynı IBAN’a havale işlemi yapılmasını talep etmesinde kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Mahkeme kararı oy çokluğu ile bozulmuştur.”

  • Yargıtay’dan emsal ‘hatalı sollama’ kararı

    Yargıtay’dan emsal ‘hatalı sollama’ kararı

    Kural tanımaz sürücülere yönelik emsal bir karara imza atan Yargıtay, sollama yasağına uymayarak trafik kazasına, ölüme veya yaralamaya sebep olan sürücü için ‘bilinçli taksir hükümleri’nin uygulanacağına hükmetti.

    Bakım onarım çalışması sebebiyle gündüz vakti bölünmüş yolda hatalı sollama yapan sürücü, karşı yönden gelen kamyonete çarptı. Kazada bir kişi hayatını kaybetti, 3 kişi de yaralandı. Hayatî tehlikeleri bulunan yaralılar hastanede günler süren tedavinin ardından taburcu oldu.
    Hatalı sollama yaparak kazaya sebebiyet veren sürücü hakkında Asliye Ceza Mahkemesi’nde ‘bilinçli taksir’ suçundan dava açıldı. Mahkeme, sanık sürücüyü 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Sanık avukatı kararı temyiz etti. Devreye giren Yargıtay 12. Ceza Dairesi, emsâl bir karara imza attı.

    Kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Gidiş geliş olarak bölünmüş yolda sanığın sanığın sevk ve idaresindeki otomobil ile sollama yasağı olmasına rağmen karşı yöne ait şeride girmesi neticesinde kamyonetle çarpışmış, kazada 1 kişi ölmüş, 3 kişi de yaralanmıştır. Olayda, sollama yasağı olması sebebiyle bilinçli taksir ile hareket eden sanığın tam kusurlu olduğunun kabulü ile mahkumiyet kararı verilmesi bakımından mahkemenin takdirinde isabetsizlik görülmemiştir. Sanık hakkındaki 2 yıl 6 ay hapis cezasına ilişkin mahkumiyet hükmünün infaz aşamasında gözetilmesine cümlesinin eklenmesi suretiyle, sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan emsal karar! Maaşlardan kesilmeyecek

    Yargıtay’dan emsal karar! Maaşlardan kesilmeyecek

    Ankara’da, kamu kurumu çalışanı M.Ö., bankadan çektiği ihtiyaç kredisini ödeyemeyince banka da icra takibi başlatıp, yatan maaşından 4’te 1 oranında kesinti yaptı. M.Ö., Ankara Batı 1’inci Tüketici Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme, tüketici M.Ö.’yü haklı bularak, kesilen paranın iadesine karar verdi.

    Kamu kurumunda çalışan M.Ö., ihtiyaç kredisini ödeyemeyince banka tarafından icra takibi başlatıldı ve sözleşmeden doğan takas mahsup hakkı öne sürülerek, maaşından 4’te 1 oranında kesinti yapıldı. M.Ö., avukatı Fırat Bilici aracılığıyla Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurdu. Dilekçede, icra takibinin sonucu beklenmeden maaşa el koyulmasının, hukuk devleti ilkelerini zedeleyici olduğu ve bankanın hakkını hukuki yollara başvurmadan zorla aldığı ileri sürüldü. Tüketici Hakem Heyeti ise bankayı haklı bularak, itirazı reddetti.

    ÖNCE BANKA HAKLI BULUNDU

    Avukat Bilici, bunun üzerine ‘İcra İflas Kanunu’nun ilgili maddeleri ve Yargıtay 11’inci Hukuk Dairesi’nin daha önce bu tür uyuşmazlıklara ilişkin kararlarına atıfta bulunarak, Ankara Batı 1’inci Tüketici Mahkemesi’nde dava açtı. Bilici, dava dilekçesinde, müvekkilinin onayı olmadan bankanın, maaşın 4’te 1’ine el koyduğuna dikkat çekti. Bankanın, sözleşme imzalarken müvekkiline maddeleri yeteri kadar anlatmadığı, kredi sözleşmesinin ilgili hükümlerinin bu nedenle iptal edilmesi gerektiği belirtildi. Mahkeme de Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3’üncü Hukuk Dairesi’nin benzer davada verdiği kararı örnek göstererek, davayı reddetti. Kararla bankanın ilgili sözleşmeden doğan takas mahsup hakkını kullanmasının yasal olduğuna hükmedildi.

    AYNI MAHKEME BU KEZ TÜKETİCİYİ HAKLI BULDU

    Avukat Bilici, davanın reddedilmesi üzerine, ‘Türk Borçlar Kanunu’nun takas hükümlerini düzenleyen ve ‘alacaklının rızasıyla takas edilebilir alacaklar’ başlıklı 143’üncü maddesi ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarını gerekçe göstererek, karara tekrar itiraz etti. Bu kez davayı kabul eden mahkeme, yargılama sonucunda, önceden imzalanan sözleşmeyle bankaya böyle bir yetkinin verilmesinin ‘İcra İflas Kanunu’na aykırı olacağı ve hak arama yollarına güveni sarsacağı gerekçesiyle tüketiciyi haklı buldu. Mahkeme kararında, kesilen paranın iadesi ile Tüketici Hakem Heyeti kararının iptaline karar verildi.

    “ÇOK MAĞDUR VAR”

    Avukat Fırat Bilici, icra yetkisinin sadece icra dairelerine ait olduğunu belirterek, “Bu şekilde birçok kişi mağdur ediliyor. Tüketici Hakem Heyeti düzgün bir inceleme yapmadan itirazımızı reddetti. Biz ret kararının iptali için mahkemeye gittik. Mahkeme, bazı Bölge Adliye Mahkemesi ve yerel mahkeme kararlarını örnek göstererek davayı kabul etmedi. Bunun üzerine biz Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2020’de bu konuda aldığı bir kararı mahkemeye sunarak, itiraz ettik. Mahkeme bu kez itirazımızı haklı bularak yeniden yargılama kararı verdi. Yargılama sonunda da haksız bir şekilde yapılan kesintinin iadesine karar verildi. Yerel mahkemenin verdiği kararlarla mağdur edilen tüketiciler, bu işin peşine düşerlerse haklarına kavuşurlar” dedi.

  • Eşinin hesabına giren kadına Yargıtay’dan kötü haber

    Eşinin hesabına giren kadına Yargıtay’dan kötü haber

    Boşanma davası süren kocasının Facebook hesabına girerek, ailesiyle yaptığı yazışmaları kendi e-mail adresine atan kadın hakkında verilen beraat kararı Yargıtay tarafından bozuldu.

    Yargıtay, eşinin Facebook hesabına giren kadının cezalandırılmasına hükmetti.

    Bir süredir eşiyle geçimsizlik yaşayan kadın, Aile Mahkemesi’ne boşanma davası açtı. Yargılama sürecinde davaya delil bulma telaşına düşen kadın, kocasına ait sosyal paylaşım sitesi Facebook hesabına girdi.

    Kocasının, annesiyle yaptığı yazışmaları kendi e-mail adresine gönderen öfkeli kadın, kendisine hakaret edilen satırları kocasının e-mail adresine göndermeyi de ihmal etmedi. Hayatının şokunu yaşayan koca ise karısını Asliye Ceza Mahkemesi’ne şikayet etti.

    2 YIL HAPİS İSTEMİ

    Kadın hakkında 2 yıla kadar hapis talebiyle ‘Haberleşmenin gizliliğini ihlal’ suçundan dava açıldı. Aile Mahkemesi de bu süreçte tarafların boşanmasına hükmetti. Asliye Ceza Mahkemesi, aile birliği içinde tarafların birbirlerinin sosyal medya hesaplarını bildiği gerekçesiyle kadının beraatine hükmetti. Kararın temyiz edilmesiyle devreye giren Yargıtay 12. Ceza Dairesi kararı onadı. Daire’nin bir üyesi karara şerh koydu.

    “HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL”

    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise kararın bozulması talebinde bulundu. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, uzun süren görüşmeler sonrası kadına verilen beraat kararının yasalara aykırı olduğuna hükmetti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda şu ifadelere yer verildi:

    “Sanık ile davacı aralarındaki boşanma davasının devam ettiği ve fiilen ayrı yaşadıkları dönemde, katılana ait Facebook hesabının şifresini bir şekilde ele geçirdiği ortadadır. Bu şifreyi kullanarak davacının Facebook hesabının özel kısmında yer alan mesajlar bölümüne girip katılanla kayınvalidesinin birbirlerine gönderdiği boşanma sürecine ilişkin açıklamaların ve kendisine yönelik hakaret içeren ibarelerin yer aldığı mesajları, önce kendi elektronik posta adresine, daha sonra da gıyabında yapılan yazışmalardan haberdar olduğunu bildirmek için katılanın elektronik posta adresine göndermiştir. Sanığa atılı haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunun genel kastla işlenebilen suçlar arasında yer alması, somut olayda sanığın, katılan ile annesi arasındaki yazışmaları bilerek ve isteyerek öğrenip kaydettiği hususunda bir kuşku bulunmadığı aşikardır. Her ne kadar sanık suça konu yazışma içeriklerini katılanın rızası ile kendisine verdiği şifreyi kullanmak suretiyle öğrendiğini savunmuş ise de sanığın Facebook hesabına girebileceğini bilebilecek durumda olan katılanın, hayatın olağan akışına göre bu mesajları ya hiç yazmayacağı ya da yazmış olsa bile sileceği gözetilmelidir. Sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmasına değil katılanın aşamalarda değişiklik göstermeyen sanığa şifresini vermediği yönündeki beyanlarına itibar edilmesi gerekir. Kaldı ki katılanın bir şekilde Facebook hesabının şifresini katılana vermiş olduğu kabul edilmiş olsa dahi bu durumun katılanın Facebook mesaj içeriklerine her zaman ulaşılmasına rıza gösterdiği şeklinde yorumlanamaması ve sanığın suça konu mesaj içeriklerinden haberdar olması konusunda katılan ve annesinin birlikte rıza göstermemeleri nedeniyle somut olayda bir hukuka uygunluk sebebi bulunmamaktadır.”

    Öte yandan sanığın söz konusu mesajları boşanma davasına ilişkin yargılamada delil olarak sunduğuna ilişkin dosyaya yansıyan bilgi ve belge bulunmadığı gibi sanığın da bu yönde bir savunmasının bulunmaması, sanığın mesajları delil olarak kullanması halinde dahi sanığın kendisine karşı işlenmekte olan bir şuçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen bir olaydan da söz edilememesi hususları birlikte değerlendirilmelidir. Sanığa atılı TCK’nın 132. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde düzenlenen nitelikli haberleşme gizliliğini ihlal suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu kabul edilmelidir.

    OY ÇOKLUĞU İLE BOZULDU

    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın atılı haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin onama kararının kaldırılmasına, Asliye Ceza Mahkemesi’nin hükmünün, sanığın atılı haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden oy çokluğu ile bozulmasına karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan işçi-patron kararı

    Yargıtay’dan işçi-patron kararı

    Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bir fabrikayı gezen patron, eli cebinde olan işçiyi, “Lan oğlum elini cebinden çıkar” diyerek uyardı. İşverenin davranışına karşılık “Sen ne yapıyorsun” diye cevap veren işçi, tazminatsız işten kovuldu. Yargıtay, patron ya da amirin, kimseye “Lan oğlum elini cebinden çıkar” diyerek küçültücü , tahrik edici ifade kullanma hakkı olmadığına dikkat çekti.

    Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bir fabrikada meydana gelen olayda, şef ve ustabaşı ile birlikte üretim tesisini gezen işveren, bir işçinin elini cebine attığını gördü. İddiaya göre patron, şiddetli bir şekilde koluna müdahale ettiği işçiye, “Lan oğlum elini cebinden çıkar” dedi.

    Patronunun yakışıksız ifadeleriyle şok yaşayan işçi ise “Sen ne yapıyorsun?” diye cevap verdi. Olayın üstüne işveren, “Lan oğlum sen ne ayaksın?” diyerek işçiye hakaret etmeye başladı.

    Olaydan sonra işçi tazminatsız olarak kovuldu. İş Mahkemesi’nin yolunu tutan mağdur işçi; kamera kayıtlarının incelendiğinde olayın açığa kavuşacağını, tamamıyla suçsuz olduğunu, ve hiçbir müdahale etmediği halde tarafına yapılan hakaretler ve fiziki saldırı görülmeyerek işverence işten çıkışının verildiğini öne sürdü.

    Bu haksız uygulama sonucu kıdem ve ihbar tazminatının tarafına verilmediğini ; kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının olduğunu ileri sürerek; davanın kabulüne karar verilmesini talep etti.

    YUMRUK ATMAYA KALKIŞTI

    Davalı işveren ise davacının şirketten hiçbir hak ve alacağının bulunmadığını, çalışma süresi boyunca çalışmaya bağlı olarak hak etmiş olduğu her türlü tüm ücretlerinin ve eklentilerinin eksiksiz olarak davacıya ödendiğini dile getirdi.

    Davacının iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini, davacının şirketten kıdem ve ihbar tazminatı talep hakkının bulunmadığını, dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarının tümüyle gerçek dışı olduğunu, davacının kendisinden istenen savunmayı vermekten imtina ettiğini iddia etti. Amirinin üzerine yürüyerek yumruk atmaya çalıştığını, bağırarak tehdit ettiğini, İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi kapsamında haklı nedenle bildirimsiz ve tazminatsız olarak feshedildiğini kaydetti.

    Davacının amiri konumunda olan kişinin üzerine yürümesinin sataşma niteliğinde olduğunu ve işverence yapılan feshin haklı olduğu gerekçesi ile yapılan feshin haklı olduğuna hükmetti.

    Kararı davacı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    İŞVERENİN DAVRANIŞI KÜÇÜLTÜCÜ VE TAHRİK EDİCİ

    Kararda şöyle denildi: “Dosya içinde alınan CD çözümleme tutanağında ise davalı beyanına göre davacı olan siyah giysili şahsın el kol hareketi yaptığı iki kişinin de bu şahsı tutarak çektiği , rapor edilmişse de olayın ilk çıkış sebebinin patronun söz ve davranışı olduğu anlaşılmaktadır. İşyerinde amir konumda olması , işçiye, ‘lan oğlum elini cebinden çıkar’ diyerek, küçültüçü , tahrik edici ifade kullanma hakkı vermediği gibi , davacının verdiği tepkinin ise ilk hareket ve tahrik edici eylemin karşı taraftan gelmesi nedeni ile haklı fesih boyutuna varmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

    Dosya içerisinde davacının daha önce bu tarz bir eylemine dair davalı işveren tarafından verilen ceza yada tutanağa rastlanmadığı , ilk uygunsuz hareketin patrondan geldiği , davacının tahrik neticesinde sarfettiği sözler olsa da vurma yada hakarete varan söz ve davranışı olmadığı bu nedenle davacı eyleminin haklı fesih boyutuna varmadığı ortadadır.

    Yapılan feshin ancak geçerli fesih olarak kabul edilebileceği anlaşılmakla , feshin haklı olduğu gerekçesi ile davanın reddine dair verilen kararının bozulması gerekmiştir. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir”