Etiket: Yargıtay

  • Yargıtay’dan yıllık izin kararı

    Yargıtay’dan yıllık izin kararı

    İşten çıkarılan vinç operatörü, İş Mahkemesi’nin yolunu tuttu. Fazla çalışma yapmasına, ulusal bayram ve genel tatiller ile hafta tatillerinde çalışmasına rağmen karşılığının ödenmediğini ve yıllık izin alacağının bulunduğunu ileri sürdü.

    Davacı işçi, kıdem ve ihbar tazminatları, yıllık izin ücreti, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti ve bakiye ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti. Davalı avukatı, davacının alacaklarının eksiksiz ödendiğini, bu hususun banka kayıtları ve özlük dosyası içeriğindeki belgelerle sabit olduğunu savunarak davanın reddini istedi. Mahkeme; davacıya ihbar süresini kullandırdığını ispat edemediğinden davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı, davacının ödenmeyen alacaklarının bulunduğu gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne karar verdi. Taraf avukatları kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi, hesaplamaların bordrolar nazara alınarak yapıldığından tespit edilen alacak kaleminden hakkaniyet indirimi yapılmasının yerinde olmadığı, davacıya yapılan ödemenin hesaplanan izin alacağından mahsubu gerektiği gerekçeleriyle davacı ve davalının istinaf başvurularının ayrı ayrı kabulüne hükmetti. Karar her iki taraf avukatı tarafından temyiz edilince devreye bu kez Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    Haftalık izin oyununa dikkat

    Emsal nitelikteki kararda, kullandırılmayan haftalık izinlerin yıllık izin süresinden düşürülemeyeceğinin vurgulandığı kararda; 4857 sayılı Kanun’un 59 uncu maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi hâlinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlandığı hatırlatıldı. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshinin şart olduğunun dile getirildiği kararda şöyle denildi:

    “İş sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığının imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işveren, işçiye yemin teklif edebilir. Dosyada, davacının imzasının bulunduğu 15’er günlük izin talep formları bulunmaktadır. Yargılama sırasında davacı asılın izin talep formuna karşı beyanı alınmış, davacı beyanında bu izinlerin biriken hafta tatilleri için verildiğini belirtmiştir. Davacının ayrıca hafta tatili alacağını talep etmesi ve bu alacağının hüküm altına alınmış olması da dikkate alındığında imzasının bulunduğu bu yıllık izin belgelerinin dikkate alınarak yıllık izin alacağının yeniden hesaplanması gerekmektedir. Hatalı değerlendirme ile hüküm kurulması bozma nedenidir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.”

  • Yalan söyleyen işçi tazminatsız kovuldu

    Yalan söyleyen işçi tazminatsız kovuldu

    Askerlik belgesinde sahtecilik yaptığı iddiasıyla kovulan işçi, soluğu İş Mahkemesi’nde aldı.

    Davacı işçi, feshin geçersizliğini, kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti. Davalı avukatı, kurumun işe alım şartlarından birinin erkek çalışanlar için askerlik görevini ifa edilmiş olması gerektiğini, davacının işe alım sürecinde askerlik görevini ifa ettiğine dair belge istenmesine karşın sunulmadığını ancak beyanına güvenerek işe alındığını hatırlattı. Davacının ek sefer görev emrine çağrıldığını belirterek işten ayrıldığını, akabinde yapılan araştırma sonucunda davacının askerlik görevini ifa etmediğinin ve ek seferberlik emrine ilişkin olarak verdiği belgenin gerçek olmadığının anlaşıldığını, davacının bu şekilde davalı işvereni yanılttığını bu nedenle davacının iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini beyanla davanın reddini talep ettti. Mahkeme, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanarak, davacının askerlik görevi nedeniyle fiilen feshinin daha önce tarihli olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetti. Karar, davalı vekilince temyiz edilince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    Doğrulukla bağdaşmayan hareket kabul edilemez

    Kararda; işçinin işe girerken jşverene yanıltıcı bilgi vermesinin; doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmayan hareket manasına geldiği hatırlatıldı. Yalan söyleyen işçinin tazminatsız kovulması gerektiğinin vurgulandığı kararda şöyle denildi: “Davacı işçinin davalı işyerinde işe başlarken yaptığı iş görüşmesi esnasında askerlik görevini ifa ettiğini, belgesini de daha sonra temin ederek işyerine sunabileceğini beyan ettiği ortadadır. Davalı işverenin de davacının askerlik görevini ifa ettiğini düşündüğü ve davacı işçiyi bu şekilde işe aldığı anlaşılmaktadır. Bir müddet çalışmadan sonra daha fazla erteleme imkanı bulamayan davacı işçinin zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmek için işyerinden ayrılmak zorunda kalması üzerine davacı işçinin işe başlama esnasında ‘askerlik görevimi yaptım’ şeklindeki yanıltıcı beyanının ortaya çıkmaması için gerçek olmadığı anlaşılan sefer görev emri ibraz ederek zorunlu askerlik hizmetine gideceği halde sefer görev emri ile gideceği şeklinde yanıltıcı beyanda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Böylece gerçeğe aykırı belge verdiği, davacı işçinin iş akdinin bu durumun ortaya çıkması üzerine açıklanan eylemleri nedeniyle feshedildiği dosyadaki bilgi ve belgelerle sabittir. Davacı işçinin yukarıda izah edilen fiilinin doğruluk ve bağlılık kuralının ihlali niteliğinde olduğu ve davalı işverenin fesihte haklı olduğu gözetilerek davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtay’dan öğretmenleri ilgilendiren emsal karar

    Yargıtay’dan öğretmenleri ilgilendiren emsal karar

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, borçlu öğretmen, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden aldığı maaşının 1/4’ü ile ek ders ücretinin tamamına konulan haczin kaldırılmasına dair talebinin Dinar İcra Müdürlüğü tarafından reddedildiğini, maaşıyla zor geçindiğini, eşinin hamile olması sebebiyle doktor kontrolleri ve takviye gıdalar sebebiyle ek masrafları olduğunu, ikâmetgâhı Fethiye’de olduğundan görev yaptığı Dalaman’daki okula gidiş-dönüş her gün toplam 110 km yol kat ettiğini ileri sürerek, maaşının 1/4’ünü aşan kısım olarak ek ders ücretine uygulanan haczin kaldırılmasını talep etti.

    İlk Derece Mahkemesi talebin kabulüne karar verdi
    İlk Derece Mahkemesi, Dinar İcra Müdürlüğünün dosyasında borçlunun maaşının 1/4’ü ile ek ders ücretinin tamamının ayrı ayrı haczedildiği, bu işlemin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle şikâyetin kabulüne, borçlunun ek ders ücretinin tamamına konulan haczin kaldırılmasına, borçlunun maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4’ü oranında hesap edilen 1.262,62 TL üzerinden haczin devamına, fazla tahsil edilen 4.672,99 TL kesinti tutarının yasal faizi ile birlikte davacıya (şikâyetçiye) iadesine karar verdi. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi hükmü kaldırdı ancak yeniden hüküm kurarak borçlu öğretmenin lehine karar verdi
    Bölge Adliye Mahkemesi, şikâyetçi tarafın, ek ders ücretinin tamamı üzerindeki haczin kaldırılması talebinin (maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4 ü kadar haciz kesintisi yapılması gerektiğinden bahisle) kısmen kabul edildiği anlaşıldığından şikâyetin kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği, diğer taraftan talep olmadığı halde fazla tahsil edilen 4.672,99 TL kesinti tutarının yasal faizi ile birlikte davacıya iadesine karar verilmesinin doğru bulunmadığı gerekçesiyle alacaklının istinaf isteminin kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak şikâyetin kısmen kabulü ile borçlunun maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4’ü oranında hesap edilen 1.262,62 TL üzerinden haczin devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
    Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulundu.
    Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, “İİK’nun 83. maddesinde kısmen haczi caiz olan şeyler sayılmış olup, ek ders ücretlerinin maaştan sayılacağına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda bu ücretin tamamının haczedilmesine yasal bir engel yoktur” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi’nin hükmünü bozdu.

    Bölge Adliye Mahkemesi kararında direndi
    Bölge Adliye Mahkemesi, somut olayda, alacaklı vekilinin duruşmadaki beyanında belirtildiği üzere borçlunun maaşı üzerinde uygulanan haczin maaşının 1/4’ü oranında olduğu, borçlunun, kendisi ve ailesinin geçinmeleri için lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra maaş ve ek ders ücretinden en fazla 1/4 (oranında) haciz uygulanması gerektiğinin değerlendirildiği, buna göre de maaş ve ek ders ücret toplamının 1/4’ü üzerindeki haczin kaldırıldığı gerekçesiyle direnme kararı verdi.
    Direnme kararı süresi içinde alacaklı vekili tarafından temyiz edildi ve dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu:
    “Ek ders ücretinin ancak dörtte biri haczedilebilir “
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, emsal niteliği taşıyan kararını verirken şu ifadeleri kullandı.
    “ Açıklanan hukuki dayanaklardan yola çıkıldığında ek ders ücreti; aylık ders görevi dışında verilen derslerin karşılığı olarak ödenen ücret olarak tanımlanabilir. Bu anlamda olmak üzere ek ders ücreti 2004 sayılı Kanun’un 83 üncü maddesi kapsamında aylık ‘maaş’ dışında ek ders görevi karşılığı ödenen bir ücrettir. Belirtmek gerekir ki, yukarıda da açıklandığı üzere 2004 sayılı Kanun’un 83 üncü maddesinde ifade edilen ücret kavramına her türlü ücret dahildir. Gerek bedeni gerekse fikri çalışma sonucu elde edilen her türlü ücret bu kapsamdadır. Bu itibarla, ek ders ücretinin de madde metninde yer alan ‘her nevi ücret’ kapsamına girdiği açıktır. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.”

  • Yargıtay’dan öğretmenlere kötü haber

    Yargıtay’dan öğretmenlere kötü haber

    Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki bir devlet okulunda görev yapan öğretmen, ek ders ücretinin haczedilmesi üzerine İcra Mahkemesi’nin yolunu tuttu. Borcundan dolayı hakkında başlatılan icra takibinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden aldığı maaşının 1/4’ü ile ek ders ücretinin tamamına konulan haczin kaldırılmasına dair talebinin İcra Müdürlüğü tarafından reddedildiğini bildirdi. Maaşıyla zor geçindiğini, eşinin hamile olması sebebiyle doktor kontrolleri ve takviye gıdalar sebebiyle ek masrafları olduğunu, ikâmetgâhı başka bir ilçede olduğundan görev yaptığı ilçedeki okula gidiş-dönüş her gün toplam 110 kilometre yol kattetiğini ileri sürerek, maaşının 1/4’ünü aşan kısım olarak ek ders ücretine uygulanan haczin kaldırılmasını talep etti. Mahkeme; şikâyetin kabulüne, borçlunun ek ders ücretinin tamamına konulan haczin kaldırılmasına hükmetti. Alacaklı firma avukatı kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi, istinaf isteminin kısmen kabulü ile İcra Mahkemesinin kararının kaldırılarak şikâyetin kısmen kabulü ile borçlunun maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4’ü oranında hesap edilen 1.262,62 TL üzerinden haczin devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verdi. Davalı kararı temyiz edince devreye giren Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, kararı bozdu. Bölge Adliye Mahkemesi, ilk kararında direndi. Kararın yeniden temyiz edilmesiyle dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun gündemine geldi.

    Kararda; 2004 sayılı Kanun’un 83. maddesinde ifade edilen ücret kavramına her türlü ücretin dahil olduğuna dikkat çekildi. Kararda şöyle denildi: ” Gerek bedeni gerekse fikri çalışma sonucu elde edilen her türlü ücret bu kapsamdadır. Bu itibarla, ek ders ücretinin de madde metninde yer alan “her nevi ücret” kapsamına girdiği açıktır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 2004 sayılı Kanun’un 83 üncü maddesine göre ek ders ücretinin maaş kapsamında olmadığının açık olduğu, haczedilemezliğe ilişkin hususların kanun ile düzenlenmesi gerektiği, istikrarlı uygulamanın ek ders ücretinin maaş kapsamında olmadığı ve tamamının haczedilebileceği yönünde olduğu, direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir. Ne var ki, alacaklı vekilinin sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.”

  • Yargıtay’dan AYM açıklaması

    Yargıtay’dan AYM açıklaması

    Yargıtay Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, Anayasanın 146, 154 ve 155. maddelerinde yüksek mahkemelerin, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay olarak düzenlendiği, birbirlerine üstünlük sıralamasının öngörülmediği ifade edildi.

    Açıklamada, Anayasa Mahkemesi kararları gibi, kesinleşmiş tüm mahkeme kararlarının herkes için bağlayıcı olduğu vurgulandı.

    6 Mart 1868 tarihinde kurulan, 155 yıllık köklü bir geçmişe sahip Yargıtayın, adli yargının en üst temyiz merci olduğu, üyelerinin tamamının alanlarında uzman ve deneyimli yüksek hakimlerden oluştuğu aktarılan açıklamada, Anayasanın 154. maddesinde, “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercidir.” hükmünün yer aldığı hatırlatıldı.

    Açıklamada, Yargıtayın adli yargı alanında hukukun eşit şekilde uygulanmasını sağlama görevi bulunduğu ifade edildi.

    Anayasanın 148. maddesinde ise Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin tanımlandığı hatırlatılan açıklamada, bu görevler arasına eklenen “bireysel başvuru” hakkının da 2012’den bu yana uygulandığı aktarıldı.

    “SÜPER TEMYİZ MAHKEMESİ GİBİ BİR ALGI OLUŞTURULMUŞTUR”

    Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru için olağan kanun yollarının tüketilmesinin şart olduğu, Anayasadaki ilgili hüküm ile bireysel başvurunun yargısal sınırının çizildiği belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

    “Bu haliyle bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklere yönelik hukuka aykırı müdahalelerin kanun yollarında giderilememesi halinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Olağan veya olağanüstü kanun yolu değildir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, adli ve idari mahkemelerce verilen kararları bozan bir mahkeme olmadığı gibi istinaf ve temyiz merci olarak davaları yeniden incelemeye yetkili bir makam da değildir.

    Buna karşın, Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuru incelemelerinde zaman zaman anayasal ve yasal sınırları aşarak Yargıtay ve Danıştay uzman dairelerince geliştirilen yerleşik içtihatları ters yüz edecek, hukuk sistemini kaosa sürükleyecek şekilde kararlar alması, kesin hüküm etkisinin tamamen devre dışı bırakılmasına neden olmaktadır.

    Diğer taraftan, bir kısım kamuoyunun gündemini meşgul eden davalar üzerinden uygulanan iletişim stratejisi ile mevcut anayasal düzen bir kenara bırakılarak, Anayasa Mahkemesinin ‘süper temyiz mahkemesi’ olduğu şeklinde toplumsal bir algı oluşturulmuştur. Temel hak ve özgürlüklerin korunması, yalnızca Anayasa Mahkemesinin değil, tüm yargı organlarının görevidir. Türk yargı sisteminin gerçekten mevcut olan yapısal sorunlarının çözümü için elverişli bir araç olması ümit edilen bireysel başvurunun, mecrasından çıkması, yargı sistemini zayıflatan sistemsel bir sorun haline gelmiştir.”

    “BENZER UYGULAMALAR ARTARAK DEVAM ETMİŞTİR”

    Yargıtay Başkanlığının açıklamasında, bireysel başvuru sisteminin faaliyete geçmesinden itibaren bu sorunların Anayasa Mahkemesi üyelerinin de bulunduğu bilimsel toplantılarda, Yargıtay Başkanının adli yıl açış konuşması ile yıl sonu basın değerlendirme toplantılarında ve Danıştay Başkanı tarafından Danıştayın kuruluş yıl dönümü toplantısında gündeme getirildiği anlatıldı.

    Açıklamada, şöyle devam edildi:

    “Buna karşın, Anayasa Mahkemesinin kararlarındaki anayasal ve yasal yetki aşımı olarak değerlendirilen benzer uygulamalar artarak devam etmiştir.

    Bizatihi Anayasayı korumak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi, tartışmalara konu olan davada, anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasanın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır.”

    “HAKSIZ TEPKİLER ÜZÜNTÜYLE KARŞILANMAKTADIR”

    Açıklamada, Anayasa Mahkemesinin Can Atalay ile ilgili ihlal kararının gerekçesinde, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, “Anayasa Mahkemesi içtihatlarına aykırı davrandığı ve ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmediği” şeklindeki sözlerle anayasayı ihlal suçunu işlediği ithamında bulunularak, hedef gösterildiği bildirildi.

    “Bunun gibi son derece vahim, kabul edilemez hukuki hataların, bireysel başvuru kararlarının vazgeçilmez dili” olduğu savunulan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

    “Anayasa Mahkemesinin uygulamalarının doğurduğu hukuki sonuçlar gözetilmeksizin, bir yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yargısal görev ve yetkisi kapsamında verdiği kararlara yönelik yüksek yargı kurumlarının saygınlığını zedeleyen ve eleştiri sınırlarını aşan haksız tepkiler üzüntüyle karşılanmaktadır.

    Hukuki güvenliğin, toplumsal barışın ve hukuki öngörülebilirliğin sağlanması bakımından Anayasadan aldığı yetkiyle Yargıtay, bireysel başvurunun mevcut haliyle uygulanmasının doğurduğu sorunların giderilmesi ve karşılaştırmalı hukukta kabul edilen standartlara göre geliştirilmesi konusunda ihtiyaç duyulan, anayasal ve yasal çalışmalarda gerekli desteği sağlamaya her zaman hazırdır.”

    AYM – YARGITAY GERİLİMİ

    Anayasa Mahkemesi Türkiye İşçi partisi Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili verdiği ihlal kararı verdi.

    Yargıtay 3. Dairesi karara karşı çıktı ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.

    Türkiye Barolar Birliği ise, Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerine, “Görevden el çektirmeye davet” yaptırımının uygulanması için Yargıtay Yüksek Disiplin Kurulu’na başvuru yaptı.

  • Yargıtay Savcısından “Can Atalay” mütalaası

    Yargıtay Savcısından “Can Atalay” mütalaası

    Mütalaada, özetle şu ifadelere yer verildi:

    “Can Atalay’ın 2013 yılında işlediği suç nedeniyle soruşturma ve kovuşturmaya milletvekili seçilmesinden çok önce başlandığı, mahkumiyetine esas sevk ve uygulama maddelerinin TCK’nın 312’nci maddesi kapsamında kalan suça ilişkin olduğu anlaşıldığında, seçimden önce bu madde kapsamında suç işleyen milletvekili, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 83/2 maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanmayacaktır.

    Anayasa’nın 14’üncü maddesi kapsamına giren suçların tahdidi olarak sayılmaması kanun koyucunun bilinçli tercihidir. Hükümlünün mahkumiyetine konu suç ve eylemleri devlet güvenliğine karşı işlenen suçlardandır ve madde kapsamına girmeyeceğini düşünmek mümkün değildir.

    Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin 28 Eylül 2023 tarihli kararı sonucu Can Atalay hakkında verdiği onama kararıyla hüküm kesinleşmiş ve infazı kabil hale gelmiştir. Sanık onama kararı sonrasında hükümlü statüsündedir ve Yüksek Daire de kararını TBMM’ye göndermiştir. Bu aşamada, Yüksek Daire temyiz incelemesi sırasında tahliye hususunda bir değerlendirme yapmış olmakla, tahliye talebinin reddi veya kabulü konusunda takdir Yüksek Daire’nindir.”

    NE OLMUŞTU?

    14 Mayıs 2023’teki genel seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’nden aday olan Can Atalay, Hatay’dan milletvekili seçilmişti.

    Can Atalay hakkındaki, “milletvekili seçilmesi nedeniyle hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi” talebi Yargıtay 3. Ceza Dairesince reddedilmişti.

    Bunun üzerine Atalay’ın avukatları yargılamada durma kararı verilmesi ve tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştu.

    Bu arada Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi Parkı davasında Can Atalay’a verilen 18 yıl hapis cezasını onamıştı.

    Anayasa Mahkemesi, Atalay hakkında hak ihlali kararı vermiş, ihlalin sonuçlarının giderilmesini istemişti. Karara rağmen Atalay hakkında tahliye kararı vermeyen yerel mahkeme, dosyayı Yargıtay’a göndermişti.

  • Yargıtay’dan boşanacak çiftleri ilgilendiren emsal karar

    Yargıtay’dan boşanacak çiftleri ilgilendiren emsal karar

    Kocası tarafından hakarete uğrayıp tehdit edildiğini iddia eden davacı kadın ile karısının kendisinin izni olmadan ortak edinilmiş malları abisine verip elden çıkardığını iddia eden karşı davacı kocanın çekişmeli boşanmasında son kararı veren Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, “Kadın eşin ziynetlerinin bir kısmını abisine borç olarak vermesi boşanma davasında kadına kusur olarak yüklenemez” dedi.

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, Bitlis’te eşiyle geçinemeyen kadın, avukatı aracılığıyla boşanma davası açtı. Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin babasının hasta, ölüm döşeğinde olması ve vefatı nedeniyle müvekkil İstanbul’dan Bitlis’e babasını ziyarete geldiğini, bunun üzerine davalı eşin, müvekkiline sürekli tehdit, hakaret ve ağza alınmayacak küfürlü mesajlar gönderdiğini, müvekkilinin can güvenliğinden korktuğu için daha da İstanbul’a dönemediğini belirtmiş olup tüm bu nedenlerle müvekkilinin evlilik birliğini devam ettirme durum ve ihtimali kalmadığından evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etti.
    Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin davacı eşini çok sevdiğini, eşinden kesinlikle ayrılmak istemediğini, müvekkilinin yuvasının yıkılmaması ve çocukların birbirinden ayrı yaşayan anne veya babanın yanında büyümemesi için elinden gelen bütün çabayı ve fedakârlığı gösterdiğini, müvekkilinin eşine sadakatle bağlı olduğunu, çocuklarının ve eşinin mutluluğu müvekkili için her şeyden daha önemli olduğunu, tüm bu nedenlerle haksız ve hukuka aykırı olarak ikame edilen davanın reddine karar verilmesini talep etti.

    İlk Derece Mahkemesi boşanma davasını reddetti

    İlk Derece Mahkemesi, davalı erkeğin, kadının babasının cenazesinde sorun çıkartarak hakaret ve tehdit eylemlerini gerçekleştirdiği, davacı kadının da evlilik birliğinin yükümlülüklerine aykırı davranarak taraflarca kazanılmış menkul mal ve paranın ortak karar alınmaksızın elden çıkartılmasında daha ağır kusur olarak değerlendirerek kadının davasının reddine karar verdi. İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde davacı kadın vekili istinaf başvurusunda bulundu. Bölge Adliye Mahkemesi, İlk Derece Mahkemesinin kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle davacı kadın vekilinin istinaf taleplerinin esastan reddine karar verdi. Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde davacı kadın vekili temyiz isteminde bulundu.

    “Kadın eşin ziynetlerinin bir kısmını abisine borç olarak vermesi kadına kusur olarak yüklenemez”

    Temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, emsal bir karara imza attı. Kararda şu ifadeler yer aldı:
    “Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı erkeğin evliliğin fiilen devam ettiği sürece eşine hakaret ettiği, sinkaflı küfürler kullandığı, kadının ziynetlerinin bir kısmını borç olarak abisine vermesinin kadına kusur olarak yüklenemeyeceği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Geçimsizlikte davalı erkek tamamen kusurlu olup olayların akışı karşısında davacı kadın dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, davacı kadının davasının kabulü ile boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.”
    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bu emsal kararı ile

  • Mesaide uyudu hem tazminattan hem işten oldu

    Mesaide uyudu hem tazminattan hem işten oldu

    Bursa’da bir fabrikanın CNC tezgahında çalışan 3 kafadar, iddiaya göre tezgahı çalışır vaziyette bırakıp tamirhane bölümünde bir saat uyudu. Durumun yönetime bildirilmesiyle iş güvenliği kurallarını hiçe saymakla suçlanan 3 personel, tazminatsız kapı önüne konuldu.

    Bursa 7. İş Mahkemesi’nin kapısını çalan 3 işçi, iş yoğunluğundan yakındılar. Aynı anda birden fazla makineye baktıkları olduğunu ve bazen yemeğe giderken ve çay molalarında hatta gece işten çıkarken talimat üzerine makineyi çalışır vaziyette bıraktıklarını dile getirdiler. İşyerinde çalıştıkları sürede daha önce haklarında tutanak tutulmamış olması ve disiplin cezasına konu herhangi bir eyleminin bulunmaması dikkate alındığında; eylemin haklı fesih boyutuna ulaşmadığını davacı tanıklarının işçilerin aynı anda birden fazla makineye baktıkları olduğunu ve bazen yemeğe giderken ve çay molalarında hatta gece işten çıkarken talimat üzerine makineyi çalışır vaziyette bıraktıklarını, davalı tanıklarının ise işçilerin iki makineye baktıklarının olduğunu beyan ettikleri, davacının davalı işyerinde çalıştığı sürede daha önce hakkında tutanak tutulmamış olması ve disiplin cezasına konu herhangi bir eyleminin bulunmaması dikkate alındığında; eylemin haklı fesih boyutuna ulaşmadığını öne sürdüler. Mahkeme; davacıların tazminat ve işe iade taleplerini reddetti. Davacı avukatlarının istinaf talepleri üzerine Bölge Adliye Mahkemesi’nin 3., 9. ve 12. Hukuk Daireleri farklı kararlar verince avukatların temyiz müracaatı üzerine devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    Kararda; 4857 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinde, işçinin isteği ile ya da işini ihmal etmesi sonucu işyerindeki işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi hâlinin, işverenin haklı fesih nedenleri arasında gösterildiği hatırlatıldı. İş güvenliği hükümlerinin, işçi sağlığı ve güvenliğini korumaya yönelik titizlikle uyulması gereken kurallar olduğu vurgulandı. İşçinin kasıtlı bir davranışı ya da görevini savsaması sonucu işin güvenliği yönünden bir tehlike meydana gelmesi durumunda, işveren açısından derhal haklı nedenle fesih hakkı ortaya çıkacağı dile getirildi. Yargıtay kararında; işçinin bu konuda uyarılması veya hatırlatmada bulunulmasına gerek olmadığı gibi, belli bir zararın oluşması da gerekmeyeceği kaydedildi.

    Kararda şu ifadelere yer verildi: “Gece çalışan işçinin salt uyuması, iş güvenliğini tehlikeye düşürmediği sürece ve daha önceden bu konuda işi aksattığı gerekçesiyle herhangi bir uyarı da yapılmamışsa haklı fesih nedeni olmaz. Bu durumda işçinin bu davranışı nedeniyle uyarılmadan ve bu uyuma eyleminin işyerinde ne tür olumsuzluklara yol açtığı kanıtlanmadan feshin haklı nedene dayandığı kabul edilemez. Görüldüğü üzere feshin haklı nedene dayalı olup olmadığı yapılan işin niteliğine, eylemin tek ya da birden fazla kez gerçekleşmiş olmasına, iş güvenliğinin tehlikeye düşüp düşmediğine bir diğer anlatımla somut olayın özelliğine göre belirlenmelidir. Davalı tanıklarının makinelerin çok pahalı olması nedeniyle tezgah başında durup çalışılması gerektiğini, aksi hâlde hemen durup müdahale edilemeyeceğini ve ciddi maddi zarara yol açılabileceğini, makinenin başında durulması gereken ya da iki makinede aynı anda çalışılmasının mümkün olan işlere CNC takım liderinin karar verdiğini beyan ettikleri görülmektedir. İşçilerin yeterli eğitim, bilgi ve deneyime sahip olmalarına rağmen çalışma saatleri içerisinde kontrol ve gözetimleri altında bulunan tezgahları çalışır vaziyette bırakarak kimseye haber vermeden bir saati aşkın süre ile takımhanede dinlenmeleri ya da uyumalarının iş kazalarına, makine ve malzeme hasarlarına yol açabileceği hususu, yaptıkları işin niteliği ile birlikte değerlendirildiğinde iş güvenliğini tehlikeye düşürür niteliktedir. İş sözleşmesinin feshinden önce işçinin bu konuda uyarılmasına veya işçiye bu konuda hatırlatmada bulunulmasına gerek bulunmadığı gibi belli bir zararın oluşması da gerekmez. Belirtilen sebeplerle uyuşmazlığın iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemelerince kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi 3 ve 9. Hukuk Dairelerinin kararları doğrultusunda giderilmesine karar vermek gerekmiştir.”

  • Fiziksel şiddet gören eşlerle ilgili emsal karar

    Fiziksel şiddet gören eşlerle ilgili emsal karar

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı erkek eşin vekili; davalının müvekkiline iftiralar attığını, küçük düşüren hakaretlerde bulunduğunu, kadının babasının müvekkilini takip ettiğini, müvekkilinin ve davalının ailesinin davalıyı aile hekimine gitmesi konusunda ikna ettiklerini, aile hekimi tarafından yeşil reçete ile verilen ilaçları kullanmadığını, kadınlık görevlerini yerine getirmediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarını, müvekkili yararına 15 bin TL maddi ve 30 bin TL manevi tazminata karar verilmesini talep etti.

    Davalı-karşı davacı kadın eşin vekili dilekçesinde; davacının tüm iddialarını inkârla kadın eşin evlilik birliğinin üzerine yüklediği sorumlulukları yerine getirdiğini, çocuklarını okula götürmek dışında evden çıkmasının erkek tarafından yasaklandığını, evde el işi yaparak çalışmasına bile izin verilmediğini, eşi tarafından çocuklarının gözü önünde pek çok kez dövüldüğünü, evlilik birliğinin bozulmasında davacının kusurlu olduğunu belirterek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 100 bin TL maddi ve 100 bin TL manevi tazminata karar verilmesini talep etti.

    İlk Derece Mahkemesi, davanın kabulüne karar verdi

    İlk derece mahkemesi, erkek eşin kadına bağırıp çağırdığı, şiddet uyguladığı, dinlenen davalı tanıkların beyanlarından anlaşılacağı üzere davalının görmüş olduğu şiddet sonrasında gözünde morarma ve dudağında şişlik ile kanama meydana geldiği, keza kadının da kıskanç bir yapısının olduğu, eşinin başka kadınlarla birlikte olduğuna ilişkin ithamlarda bulunduğu,eşini komşularına ve çevresine karşı küçük düşürdüğü, eşine karşı hakaret içeren söylemlerde bulunduğu, evlilik birliğinin bozulmasında her iki tarafın da kusurlu olduğu gerekçesiyle kadın yararına 10 bin TL maddi ve 15 bin TL manevi tazminatın ödenmesine karar verdi. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi, eksik inceleme sebebi ile dosyayı ilk derece mahkemesine gönderdi

    Bölge Adliye Mahkemesi, toplanan delillerin ayrı ayrı görüşülerek sonucu uyarınca her bir boşanma nedeni ile ilgili olarak ayrı ayrı hüküm kurulması gerektiği hâlde bu durum gözönüne alınmadan karar verilmesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297/2 maddesindeki düzenlemeye aykırı olduğu gerekçesiyle diğer istinaf sebepleri bu aşamada incelenmeksizin tarafların istinaf talebinin kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verdi.

    İlk Derece Mahkemesi ikinci kez karar verdi

    İlk Derece Mahkemesi; davacının davalıya fiziksel şiddet uyguladığı tanık beyanlarından anlaşılmış olup Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı dosyasında davalı kadının dava açıldıktan sonra eşinin kendisine şiddet uygulamadığı şeklindeki beyanı olmuş ise de, davayı erkek tarafın açtığı, davalı kadının bu şikâyeti karakola yapmaya gittiğindeki amacının evi terk eden kocasının evine bakmasını sağlamaya yönelik olduğu, şikayet tarihinde dava henüz yeni açılmış olduğundan davalının eşinin açtığı boşanma davasından haberdar olmadığının anlaşıldığı, kadının o sıradaki tek derdinin evine ve çocuklarına yardım etmesini sağlamaya yönelik bir şikayet olduğu gerekçesiyle asıl ve karşı davanın kabulüne, tarafların boşanmalarına, 10 bin TL maddi ve 15 bin TL manevi tazminatın erkek eşten tahsiline, erkek eşin maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verdi.
    İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi,yoksulluk ve maneve tazminat miktarını arttırdı

    Bölge Adliye Mahkemesi; tarafların ilk derece mahkemesi gerekçesinde belirtilen kusurlu davranışlarının dosyadaki deliller ile kanıtlandığı, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut olduğu, evlilik birliğinin çekilmez hâle gelmesinde davacı-karşı davalı erkeğin davalı-karşı davacı kadına oranla ağır kusurlu olduğuna yönelik tespitin yerinde olduğu gerekçesiyle 25 bin TL maddi tazminata karar verdi.
    Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulundu.

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi hükmü bozdu

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi.
    “Her ne kadar ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesince davacı-karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğundan bahisle karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, tarafların ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesince kabul edilen ve gerçekleşen kusurları yanında davalı-karşı davacı kadının birlik görevlerini ihmal ettiği dikkate alındığında, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu davacı -karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.”

    Bozma ilâmı sonucu dosya kendisine gönderilen Bölge Adliye Mahkemesi, önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verdi. Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararına karşı süresi içinde davacı-karşı davalı vekili temyiz isteminde bulundu.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, fiziksel şiddet mağduru eşleri ilgilendiren emsal niteliği taşıyan kararını verirken şu ifadeleri kullandı.
    “Tanık anlatımlarından erkek eşin kadına fiziksel şiddet uyguladığının sabit olduğu, kadının Cumhuriyet Savcılığındaki beyanlarının kocasını ceza almaktan kurtarmaya yönelik kabul edilmesi gerektiği, kadın eşin sinirli ve kıskanç bir yapısının bulunduğu, eşini sürekli kendisini aldatmakla suçladığı, bu durumu çevresine anlattığı, küçük düşürücü söylemlerde bulunduğu, birlik görevlerini yerine getirmediği görülmektedir. Gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu oldukları tartışmasızdır. Hâl böyle olunca erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile dosya genelinde uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına tazminat ödenmesine karar verilmesi açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değildir.”

    Kararı değerlendiren İstanbul Barosu üyesi Avukat Fatih Karamercan şunları söyledi: “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun söz konusu kararına göre, fiziksel şiddete maruz kalan eşin resmî makamlar önünde fiziksel şiddet vakıasının gerçekleşmediğine yönelik beyanı, boşanma dava dosyasında dinlenen tanıkların ifadeleri çerçevesinde çürütülmüştür. Sabit olaya göre, fiziksel şiddete maruz kalan eşin Cumhuriyet Savcılığındaki beyanları, erkek eşin ceza almaktan kurtartılmasına yönelik olarak görülmüştür. Her sabit olay kendi içerisinde değerlendirilmek kaydıyla, ülkemizde bu tip olaylar sıklıkla yaşanmaktadır.

    Ayrıca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun söz konusu kararına göre, erkek eşin gerçekleştirdiği fiziksel şiddet vakıası, kadın eşin sinirli ve kıskanç bir yapısının bulunması, eşini sürekli kendisini aldatmakla suçlayarak bu durumu çevresine anlatması, küçük düşürücü söylemlerde bulunması ve birlik görevlerini yerine getirmediği vakıası birbirine eşit (denk) sayılmıştır. Bu nedenle de, taraflar eşit kusurlu sayılarak tarafların tazminat istemleri reddedilmiştir. Son olarak, boşanma davasının açılma tarihinin 2013, söz konusu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun karar tarihinin ise 2023 olduğu gözetildiğinde, Türk Medeni Kanunu’nda bulunan “kusur ilkesinden” dolayı boşanma davalarının çok uzun sürdüğü de bir gerçektir.”

  • Yargıtay’dan o babalara müjde

    Yargıtay’dan o babalara müjde

    Karıştığı bir suçtan dolayı cezaevine düşen kocasına boşanma davası açan genç kadın, davayı kazandı. Mahkeme tarafların boşanmasına hükmederken, cezaevindeki babanın çocuklarla haftanın belirli günlerinde görüşmesine karar verdi. Cezaevinde olan baba, karar düzeltme talebinde bulununca dosya Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin önüne geldi. Kararda; ana ve babadan her birinin, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahip olduğu hatırlatıldı. Düzenli kişisel ilişki kurmak ve bu ilişkiyi sürdürmenin, çocuk için bir hak olduğu gibi, ana ve baba için de bir hak olduğu dile getirildi.

    Kararda şöyle denildi: “Bu hak, sadece çocuğun yüksek yararı gerektirdiği takdirde kısıtlanabilir veya kendilerinden alınabilir. Babanın cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması kural olarak çocukla kişisel ilişki kurmasına engel değildir. Ceza ve tutukevinin, tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla mevzuat çerçevesinde görüşme imkanı ölçüsünde, çocukla tutuklu veya hükümlü ebeveyni arasında kişisel ilişki tesis edilebilir. Dosya kapsamından mahkemece, ortak çocuk ve baba arasında yasal düzenlemeler dikkate alınarak, açık görüş imkanıyla ilgili babanın hükümlü olarak bulunduğu cezaevinden bilgi alınmak suretiyle çocukla babası arasında görüş ve ziyaret imkanının araştırıldığı görülmüş ise de; kişisel ilişki düzenlenirken infazda zorluk ve tereddüt oluşturmayacak şekilde kişisel ilişki tesis edilmesi gerekmektedir. Ayrıca özellikle çocuğun yaşı, eğitim çağında olması, görüş günleri, ortak çocuğun bulunduğu yer ile hükümlü babanın bulunduğu cezaevi arasındaki mesafe ve yolda geçecek süre dikkate alınarak, infazda tereddüt oluşmayacak şekilde kişisel ilişkinin düzenlenmesi gerekmekte iken, uygun şekilde kişisel ilişki tesis edilmemesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.”