Etiket: Yargıtay

  • Eşinden habersiz ev satanlara kötü haber

    Eşinden habersiz ev satanlara kötü haber

    Yaklaşık 30 yıllık evli olan çiftin arası; kocanın evini satarak, ilk evliliğinden olan oğluna ev almasıyla açıldı. Aile Mahkemesi’ne boşanma davası açan B.K., önceki evliliklerinden olan çocuğuna daire vermesiyle eşinin de kendi adına daire istediğini, bu talebi gerçekleşmeyince evi terk ettiğini öne sürdü. Eve geri dönmesi için noterden ihtar çektiğini, gönderdiği parayı almasına rağmen eve dönmediğini dile getirdi. Davalı – davacı kadın ise iddiaların asılsız olduğu, adeta evi terke zorlayan davacı erkek olduğu, bağımsız konut temin etmediği gibi eve dön ihtarını da bağımsız olmayan bu konuta yaptığını söyledi, Toplam 100 bin TL tazminat talep eden kadın, boşanma davasının kabulünü istedi. Tarafları dinleyen Mahkeme, davacı – karşı davalı erkeğin boşanma davasının kubülüne hükmetti. Kararı kadın, istinafa götürünce devreye Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) 4. Hukuk Dairesi girdi. BAM kararında; “Erkeğin kendi adına kayıtlı taşınmazı eşinin görüşünü almadan sattığı anlaşıldığından bu vakıanın davacı erkeğe kusur olarak yüklenmesinin gerektiğini, bu durumda boşanmaya sebep olan olaylarda davacı-davalı erkeğin tam kusurlu olduğu belirtilerek gerekçenin düzeltilmesine karar verilmiştir.” denildi.

    Davacı – karşı davalı koca kararı temyiz edince dava dosyası Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin önüne geldi. Emsal nitelikteki kararda şöyle denildi: “Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yukarıda da belirtildiği üzere; erkeğe ‘kendi adına kayıtlı taşınmazı eşinin görüşünü almadan sattığı’ vakıasının kusur olarak yüklenildiği, kadından habersiz yapılan bu eylemin ekonomik anlamda güven sarsıcı davranış niteliğinde olduğu anlaşxılmaktadır. Bu kusurun kadının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Kanun’un 174 üncü maddesinin ikinci fıkrası şartları kadın yararına oluşmuştur. Hal böyle iken Bölge Adliye Mahkemesince kadının yararına uygun miktarda manevî tazminat hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile manevî tazminatın reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtay’dan yeni evlenecekleri ilgilendiren emsal karar

    Yargıtay’dan yeni evlenecekleri ilgilendiren emsal karar

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı erkek eş vekili dava dilekçesinde tarafların 24.05.2017 tarihinde evlendiklerini, nikâhtan sonra davalının müvekkiline bakire olmadığını söylediğini, müvekkilinin bu olay karşısında şok olduğunu, olayları babası ve kayınpederi ile paylaştığını, müvekkilinin babası ve kayınpederi arasında tartışma yaşandığını, davalı ve ailesinin müvekkiline ve ailesine hakaret ettiğini, yaşananlar nedeniyle davacının kandırıldığını, maddi-manevi olarak yıprandığını ileri sürerek tarafların evliliklerinin iptaline karar verilmesini talep etti. Davalı kadının vekili ise tüm iddiaları inkâr ederek, müvekkilinin geçmişte yaşadığı her şeyi nikâhtan önce davacıya anlattığını, davacının bu durumu anlayışla karşıladığını, nikâhtan sonra aileler arasında düğün masrafları nedeni ile anlaşmazlık yaşandığını, bunun üzerine ertesi gün erkeğin müvekkiline bu evliliğin yürümeyeceğini söyleyerek boşanmayla ilgili değerlendirmelerde bulunduğunu, davacının devamında gelişen tavır ve davranışları ve özellikle eşine yönelik ithamları nedeniyle evlilik birliğinin devamının imkansız hale geldiğini ileri sürerek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 50 bin TL maddi, 50 bin TL manevi tazminat ödenmesine, dilekçe ekinde sunulan ve davacı tarafından iade edilmeyen eşyaların aynen iadesine, aynen iadenin mümkün olmaması halinde bedelleri toplamı 10 bin 772 TL’nin tahsiline karar verilmesini talep etti.

    İlk derece mahkemesi erkeğin taleplerini kabul, kadının taleplerini ise reddetti

    İlk derece mahkemesi, eşlerin 24.05.2017 tarihinde nikâhlandıkları, düğünün daha sonraya bırakıldığı, geçen süre içinde kadının bu evlilikten önce yaşadığı cinsel ilişki nedeniyle bakire olmadığını eşine açıkladığı, erkeğin bu açıklama üzerine düğün yapmaktan vazgeçtiği, hâl böyle olunca evlilikle ilgili kendisinden özel bilgiler saklanan erkeğin evliliği devam ettirmekte hukuki ve şahsi faydasının kalmadığı, ortaya çıkan bu sonuçtan tamamen kadının sorumlu olduğu gerekçesiyle kadının karşı boşanma davasının reddine, asıl dava olan erkeğin davasının kabulü ile tarafların TMK’nın 166/1’inci maddesi gereğince boşanmalarına, erkek eş yararına 5 bin TL maddi, 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine, erkeğin ziynet takı alacağı talebinin reddine, kadının ev eşyası talebi ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar verdi. İlk derece mahkemesinin kararına karşı karşı davacı kadın istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi, 03.07.2020 tarihli kararı ile istinaf isteminin kabulüne, ilk derece mahkemesinin kararının hangi tarafın tanık beyanlarına üstünlük tanındığına dair gerekçe içermemesi nedeniyle kaldırılmasına, asıl davada verilen boşanma kararının kesinleştiği ve karşı davadaki haklılık durumuna göre değerlendirme yapılması gerektiği gözetilerek ve ayrıca davacı-karşı davalının evlenmenin iptaline ilişkin talebi hakkında da hüküm kurulması suretiyle adli denetime elverişli ve gerekçeli şekilde karar verilmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine, esasa ilişkin diğer istinaf nedenlerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verdi.
    Dosyayı tekrar ele alan ilk derece mahkemesi, 29.09.2020 tarihli kararı ile erkeğin evliliğin iptal edilmesi yönündeki talebi ile ziynet eşyası alacağı talebinin reddine, tarafların boşanmasına ilişkin hükmün istinaf muhteviyatı dışında bırakılarak kesinleşmiş olduğundan bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, evlilikle ilgili eşinden özel bilgiler saklayan kadının boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle erkek eş yararına 5 bin TL maddi, 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi kadın lehine tazminata hükmetti

    Bölge Adliye Mahkemesi, dosya muhteviyatına göre tarafların aileleri arasında nikâhtan sonra düğün masraflarının kimin tarafından yapılacağına ilişkin tartışma yaşandığı, bu olaydan sonra erkeğin eşinin bakire olmadığını kabullenmiş olmasına rağmen düğün yapmaya yanaşmadığı, boşanmaya sebep olan olaylarda kadından kaynaklanan kusurlu bir davranışın bulunmadığı, boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam kusurlu olduğu, erkeğin boşanma davasının kabulü doğru değil ise de boşanma kararının istinaf edilmeyerek kesinleşmesi nedeni ile hataya işaret edilmekle yetinildiği, asıl davada verilen boşanma kararının kesinleşmesi nedeni ile kadının karşı davasındaki boşanma talebinin konusuz kaldığı, davadaki haklılık durumuna göre inceleme yapıldığında karşı davada davacı kadının haklı olduğu, dolayısıyla yararına yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle kadın yararına 10 bin TL maddi, 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi. Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı süresi içinde davacı erkek temyiz isteminde bulundu ve dosya temyiz incelemesi için Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’ne gönderildi.

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, kadın lehine manevi tazminat hükmünü bozdu

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kararında şu ifadelere yer verildi:
    “Davacı-karşı davalı erkeğin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davacı-karşı davalı erkeğin aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir. Boşanma sebebiyle manevi tazminata hükmedilebilmesi için tazminat talep eden tarafın kusursuz veya az kusurlu olması yanında, boşanmaya sebep olan olayların kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olması gerekir (TMK m. 174/2). Boşanmaya sebep olan olaylar bu nitelikte değilse manevi tazminata hükmedilemez. Davacı-karşı davalı erkeğin boşanmaya neden olan kusurlu davranışları davalı-karşı davacı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğinde değildir. Öyleyse davalı-karşı davacı kadının manevi tazminat talebinin reddi gerekirken, bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde davalı-karşı davacı kadın yararına manevi tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”
    Kadın lehine hükmedilen manevi tazminat açısından hükmü bozan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, dosyayı Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderdi.

    Bölge Adliye Mahkemesi kararında direndi

    Bölge Adliye Mahkemesi, kanunda düğün yapmak zorunlu bir unsur olarak düzenlenmemiş olsa da düğünün yöresel örf ve adetlere göre bir ritüel olduğu, hâl böyle olunca kadının nikâhtan önce yaşadığı ilişki bahane edilerek haksız şekilde düğün yapılmaması ve de evliliğin sonlandırılmak istenmesinin kadının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği gerekçesiyle direnme kararı verdi. Böylelikle dosya, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu: “Düğün masraflarının kimin tarafından yapılacağına ilişkin çıkan tartışma yüzünden düğünün iptal olması kadının kişilik haklarına saldırı teşkil etmez”

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi.
    “Yargıtay’ın manevi tazminatı gerektirmeyen evlilik birliğine ilişkin uygulamalarına göre salt boşanma kararı verilmiş olması olgusu nedeniyle manevi tazminat verilemez. Yargıtay’a göre salt boşanmış olmak, kişilik haklarına saldırı niteliği taşımaz. Boşanma kararı verilmiş olması manevi tazminat ödenmesine gerekçe yapılamaz. Zira evliliğin sona ermesi, tek başına kişilik haklarına saldırı olarak kabul edilemez. Aynı şekilde birlik görevlerini yerine getirmemek, evin ihtiyaçları ile ilgilenmemek, ev kirasını veya faturaları ödememek, evi sebepsiz terk etmek, eve bakmamak, eve geç gelmek, bağımsız konut temin etmemek, birlikte yaşamaktan kaçınmak, çalışmamak, sık iş değiştirmek, mali yükümlülükleri yerine getirmemek, dava açarak fiili ayrılığa sebebiyet vermek gibi kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul edilmeyen kusurlu davranışlar nedeniyle manevi tazminat ödenmesine karar verilemez. Tüm bu anlatılanların ışığı altında olaya gelindiğinde tarafların 24.05.2017 tarihinde nikâh işleminin tamamlanmasının ardından tarafların aileleri arasında düğün masraflarının kimin tarafından yapılacağına ilişkin tartışma yaşanması nedeniyle düğün merasiminin yapılmadığı, eldeki davada erkeğin kusurlu davranışları nedeniyle kadının kişilik haklarının saldırıya uğramadığı bariz olup, kadın yararına manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtay’dan kiralık araç iş kazası kararı

    Yargıtay’dan kiralık araç iş kazası kararı

    Teknik servis olarak çalıştığı işyerine kendi özel aracını kiralayan K.M., aracın fenni muayenesi için gittiği istasyonda kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. İşçinin yakınları, olayın iş kazası olduğunu belirterek İş Mahkemesi’nin yolunu tuttu. Davalı SGK ve şirket sahibi, iddiaları reddetti. Mahkeme, aracı muayeneye götüren işçinin o saatlerde izinli olduğuna dikkat çekern Mahkeme, davanın reddine hükmetti. Kararı davacılar istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi, itirazı geri çevirdi. Davacılar bu kez kararı Yargıtay’a taşıdı.

    Yargıtay 10. Hukuk Dairesi verdiği emsal kararla, iş Gkazası tartışmalarını başka bir boyuta taşıdı. Kararda şöyle denildi: “Eldeki davada; müteveffa işçinin, iş görme edimini yerine getirirken aynı zamanda mülkiyeti kendisine ait olan aracını da işverene tahsis ettiği, bunun karşılığında da km başına araç kira bedeli aldığı ortadadır. Davalı işveren yanında, teknik servis elemanı olarak çalışmakta olan müteveffa işçinin, kendisine verilen günlük servis fişlerine göre servise çıktığı, söz konusu aracın Tüvtürk’e muayene için götürüldüğü gün işyerinden, araç muayene sonrası servise çıkılacağından daha az teknik servis fişinin verildiği anlaşılmaktadır.

    Sigortalının, sabah işyerine geldiği, o gün çıkacağı servis fişlerini aldığı, servise çıkacağı ve işverene tahsis ettiği aracını muayene ettirdikten sonra aynı gün içerisinde kendisine verilen teknik servis fişlerine göre çalışmasına devam edeceği de gözardı edilmemelidir. Geçirdiği kalp krizi sonrasında, bedence arızaya uğradığı ve öldüğü hususu gözetildiği nde, olayın iş kazası olduğunun kabulü gerekirken aksi düşünce ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”

  • Yeteri kadar ilgi göstermemek, boşanma sebebi olacak

    Yeteri kadar ilgi göstermemek, boşanma sebebi olacak

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Türk Silahlı Kuvvetleri personeli olduğunu, davalının da aynı kurumda memur olarak çalıştığını, müvekkilini astlarının yanında kendisini küçük düşürdüğünü, davalının ortak çocuğun dünyaya gelmesinden sonraki süreçte müvekkili ile ruhi ve fiziksel tüm bağını kopardığını, müvekkilinin geçirmiş olduğu sinüzit ameliyatı sebebiyle üç gün hastanede yatmasına rağmen davalının müvekkilini ziyaret etmediğini, tarafların yaklaşık 14 aydır fiilen ayrı yaşadıklarını, davalının asılsız itham ve suçlamalarla müvekkilini Merkez Komutanı ile Deniz Kuvvetleri Komutanına, ayrıca Genelkurmay Başkanı ile Cumhurbaşkanına, korumalığını yaptığı Oramiral Komutanına şikâyet mektupları yazdığını ileri sürerek tarafların boşanmalarını, ortak çocuğun velâyetinin müvekkiline verilmesini talep etti.

    Davalı vekili; müvekkilinin, davacının baskıları sebebi ile çocuğunu aldırmak zorunda kaldığını, müvekkiline sürekli şiddet uyguladığını, davacının sadece ailesi ile görüşmesine izin verdiğini, tarafların ortak çocuğunun yedi yaşında iken ağır hastalandığını, müvekkilinin CİMER’e yazdığı mektupta davacıyı hiçbir şekilde kötülemediğini, müvekkilini elindeki silahı göstererek ölümle tehdit ettiğini, fiilen ayrı yaşayan tarafların yeniden bir araya gelmelerinin mümkün olmadığını belirterek tarafların boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin müvekkiline verilmesine, müvekkili için 1 milyon lira tedbir ve yoksulluk, müşterek çocuk için 1 milyon lira tedbir ve iştirak nafakası ile müvekkili yararına 50 bin lira maddi ve 50 bin lira manevi olmak üzere toplam 100 bin lira tazminatın davacıdan tahsiline karar verilmesini istedi.

    İlk Derece Mahkemesine göre davacı erkek daha ağır kusurlu

    İlk derece Mahkemesi ise şu kararı verdi: “Tarafların ortak bir çocuklarının olduğu, tarafların sık sık tartıştıkları, ortak çocuğun da bunu mahkeme huzurunda dile getirdiği, davacının işinde yoğun olarak çalıştığı, vücut ve kas geliştirmek için spor salonuna gittiği, kas gelişimi için çeşitli besin ve vitaminler kullandığı, eşi ve çocuğuna yeterince vakit harcamadığı, eve geç geldiği, davalı eşin tutumlu olmasına rağmen davacı kocanın pek çok yere borç yaptığı, davalıdan habersiz kullanılan aracın satıldığı, tanık beyanına göre davacının davalı eşi kısıtladığı ve baskı alında tuttuğu, tehdit ettiği, davacı kocanın davalıya “seni ve aileni köpek gibi eğiteceğim” diye hakaret ettiği, tanık beyanında davalının abisi olan davacıya “adi, şerefsiz sen ne biçim erkeksin, babalık mı yaptın, Allah belanı versin ,sürünsün” şeklinde hakaret ettiğini beyan ettiği, tarafların ortak paylaşımlarının kalmadığı, evlilik birliğinin devamının taraflardan beklenemeyecek derecede temelinden sarsıldığı, bu sonuca ulaşmada her iki taraf kusurlu olmasına rağmen davacı kocanın daha ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin anneye verilmesine, çocuk için 500 TL tedbir nafakasının 600 TL iştirak nafakası olarak devamına, kadın için 400 TL tedbir nafakasının erkekten tahsili ile kadına ödenmesine, kadının yoksulluk nafakası talebinin reddine, 10 bin TL maddi ve 10 bin TL manevi tazminatın erkekten tahsiline karar verilmiştir”
    İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri İstinaf başvurusunda bulundular.

    Bölge Adliye Mahkemesine göre kadın eş ağır kusurlu

    Bölge Adliye Mahkemesi, tanık ifadelerine göre kadın eşin, erkek eşe birçok kez hakaret ettiği, erkek sinüzit ameliyatı olduğunda refakatçiye muhtaç olmasına rağmen yanında bulunmadığı, bu konuda tanığa “Ne hali varsa görsün” dediği, kadının ilk tanık listesinde gösterdiği tanık beyanları ile davacı tanığının beyanından anlaşılacağı üzere davacının borçlarının olduğu, eve geç saatlerde geldiği, tarafların bu yüzden tartıştıkları, kadının iş yerinde erkeği üstlerine birden fazla kez şikâyet ettiği, erkeğin bu yüzden üstlerince ifadeye çağrıldığı, yaşanan olaylar karşısında taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu, bu nedenle kadın yararına tazminata karar verilmesinin doğru olmadığı bildirildi.
    Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulundu.

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Bölge Adliye Mahkemesi hükmünü bozdu

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi “Gerçekleşen bu duruma göre evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekirken, hatalı kusur belirlemesi sonucu davalı kadının ağır kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir. Boşanmaya sebep olan olaylarda yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere davacı erkek ağır kusurludur. Gerçekleşen kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Davalı kadın yararına TMK’nın 174/1-2. maddesi koşullan oluşmuştur. O halde davalı kadın lehine tarafların sosyal ve ekonomik durumları, kusurun ağırlığı ve hakkaniyet ilkesi (TMK m. 4, TBK m. 50 ve 51) dikkate alınarak uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak kadının maddi ve manevi tazminat isteklerinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle kararı bozdu.

    Bölge Adliye Mahkemesi önceki kararında direndi

    Bölge Adliye Mahkemesi; önceki karar gerekçesiyle genişletilmek suretiyle direnme kararı verdi. Bölge adliye mahkemesinin direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulundu ve dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.
    “Eşinin ameliyatı sırasında yeteri kadar ilgi göstermemek ve eşini üstlerine karşı şikayet etmek boşanma sebebidir.”Dosyayı ele alan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, erkek eşi ağır, kadın eşi az kusurlu olarak gördüğü kararında şu ifadelere yer verdi.
    “Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; erkek eşin eve geç geldiği, ailesiyle fazla ilgilenmediği, borçlarının olduğu, sinirli şekilde davrandığı, eşine çeşitli ortamlarda hakarette bulunduğu ve eşini tehdit ettiği, buna karşılık kadın eşin ise; eşine hakaret ettiği ve eşinin ameliyatı sırasında yeteri kadar ilgi göstermediği ve eşini üstlerine karşı şikâyet ettiği görülmektedir. Gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında kadının ağır kusurlu sayılamayacağı, boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin ağır, kadının ise az kusurlu olduğu hususu tartışmasızdır. Hâl böyle olunca kadın eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değildir.”

  • Yargıtay’dan dolar kuru artış kararı

    Yargıtay’dan dolar kuru artış kararı

    İşadamı S.S., Mart 2016’da 4 ayrı işlem halinde yaklaşık 1 milyon Dolar kredi kullandı. Dolar kurundaki artışla birlikte taksitleri ödemekte zorluk çeken iş adamı, 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yolunu tuttu. Ödeme planları ile davalı bankaya vade sonunda bu tutarların faizi ile birlikte ödenmesinin taahhüt edildiğini ve bu çerçevede bugüne kadar taksitler düzenli bir şekilde her ay ödendiğini, ancak ülkede yaşanan ekonomik kriz ile birlikte, Doların Türk Lirası karşısında fahiş değer kazanması ve böylece fiiller arasındaki dengenin aleyhine orantısız bir şekilde değiştiğini öne sürdü. Sözleşmelerin aynen ifası halinde katlanılması zor bir durumun meydana geldiğini, ödeme güçlüğüne düştüğünü, taraflar arasında imzalanan döviz endeksli kredi sözleşmelerinin uyarlanması gerektiğini talep etti. İmzalanan sözleşmenin kredinin çekildiği tarihten itibaren geçerli olmak üzere hakkaniyete uygun olarak uyarlanmasını ve kalan taksitlerin TL üzerinden ödenmesine karar verilmesini, uyarlama sonunda meydana gelecek farkın ödenmesini veya borcundan mahsup edilmesine karar verilmesini istedi. Davalı banka; davacının mevcut sözleşmeye aykırı bir biçimde uyarlama talep etmesinin hukuken mümkün olmadığını, taraflar arasındaki fiil dengesinin aşırı ve öngörülemez şekilde bozulduğu iddiasının mesnetsiz olduğunu savunarak davanın reddini istedi.

    Mahkeme, Dolar kurunun artmasının öngörülemeyecek bir olgu olmadığı, kurlarda yaşanabilecek değişikliklerin davacı tarafça sözleşmenin yapıldığı sırada göz önüne alınması ve basiretli bir tacirin dövizle kredi çekmenin sonuçlarını öngörmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verdi. Davacı kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi de itirazı reddetti. Davacı iş adamı bu kez kararı temyiz edince devreye Yargıtay 11. Hukuk Dairesi girdi. Yüksek Mahkeme, emsal nitelikte bir karara imza attı. Basiretli tacirin dövizle kredi çekerken kur artışındraki artışları hesaba katması gerektiğine dikkat çekerek, mahkeme kararını onadı.

  • İlk Derece Mahkemesi davanın kabulüne karar verdi

    İlk Derece Mahkemesi davanın kabulüne karar verdi

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı vekili tarafından asliye hukuk mahkemesine sunulan dava dilekçesiyle, bir özel okulun sahibi olan davalı şirketin, müvekkili hakkında ilâmsız icra takibi başlattığını ancak müvekkilinin rızası dışında eşinin müşterek çocuklarını okula kaydettirdiğini, herhangi bir sözleşme imzalamayan müvekkilinin ödeme emrine itiraz ettiğini, itirazın reddedilerek takibin kesinleştiğini, şifahi görüşmelerde sözleşmenin tarafı olmadığı için müvekkili yönünden takibe devam edilmeyeceği söylenmesine rağmen davalının aile hukukuna ilişkin hükümlere dayanıp sözleşmenin tarafı olmayan kişi hakkında takip başlatmasının haksız ve kötüniyetli olduğunu ileri sürerek Küçükçekmece 3. İcra Müdürlüğünün 2014/11.74 sayılı icra takip dosyası yönünden müvekkilinin borçsuzluğunun tespitine karar verilmesini talep etti.
    Küçükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.04.2016 tarihli kararıyla göreve yönelik dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verildi Kararın kesinleşmesini müteakip davacı vekilinin talebi üzerine dosya yetki ve görevli mahkemeye gönderilmiş, dava dilekçesi bu aşamadan sonra davalıya tebliğ edildi.

    Davalı vekili; takibin davacı ve dava dışı eşinin müşterek çocuklarının okul ücreti için başlatıldığını, davacının rızası dışında çocukların okula kaydettirildiği yönündeki iddiasının gerçek dışı ve kötüniyetli olduğunu, borcun sözleşmeden değil doğrudan kanundan kaynaklandığını, eğitim hizmetinin verildiğinin inkâr edilmediğini belirterek davanın reddini savundu.

    İlk Derece Mahkemesi davanın kabulüne karar verdi

    İlk Derece Mahkemesinin 01.06.2017 tarihli kararı ile; davacı ve eşi hakkında başlatılan dava konusu takibin dayanağı olan 15.09.2013 tarihli sözleşmenin tarafının yalnızca dava dışı Mehmet A. olduğu, davacının taraf olmadığı bir sözleşmeyle ilgili borçtan sorumlu tutulamayacağı, ayrıca sorumlu olduğuna dair bir onayın da bulunmadığı gibi 4721 sayılı Kanun’un 327’nci maddesi çerçevesinde alınmış bir kararın mevcut olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi.
    İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi davanın reddine karar verdi

    Bölge Adliye Mahkemesi, 08.02.2018 tarihli kararı ile davacının dava dışı eşi tarafından kendi rızası dışında müşterek çocuklarını davalı kuruma kaydettirdiğini iddia ettiği ancak rıza dışı olduğu iddia olunan kayıt nedeniyle davacının 4721 sayılı Kanun’un 190 ve 195 inci maddeleri gereğince hâkim müdahalesi talep ettiğini iddia veya ispat edemediği, hâl böyle olunca eşlerden biri tarafından yapılan sözleşme veya taahhüt edilen borcun anne ve baba açısından bağlayıcı olacağı gibi davalı eğitim kurumunun eldeki davaya konu icra takip dosyasında borcun sebebi olarak sözleşmeye değil 2012-2013 ve 2013-2014 yıllarına ait eğitim borcuna dayandığı, eğitim hizmetinin alındığının çekişmesiz olduğu, bunun yanı sıra 4721 sayılı Kanun’un 327’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerinin ana ve baba tarafından karşılanacağının açıkça hükme bağlandığı, davacının müşterek çocuğun eğitim giderinden sorumlu olduğu, Mahkemece anılan madde hükümleri dikkate alınmadan yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verdi.
    Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulundu.

    Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Bölge Adliye Mahkemesinin kararını bozdu

    Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, “… TMK m.327’de çocuğun bakımı eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin anne baba tarafından karşılanacağının tereddüde yer vermeyecek kadar açık olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de TMK m.327’de yer alan hüküm, anne babanın çocuğa karşı yükümlülüğünü düzenlemekte olup, üçüncü kişilere olan borçlarında müteselsil sorumlu olacakları anlamına gelmez. İcra takibine konu edilen sözleşmelerin davalı şirket ile dava dışı Mehmet A. arasında akdedildiği anlaşılmaktadır. Sözleşmeden doğan hak ve yükümlülükler ile sözleşmeye ilişkin her türlü talep hakkı sözleşmenin taraflarına aittir. Bu nedenle Aile Hukuku kurallarının sözleşmenin nispiliği ilkesini geçersiz kılacak şekilde yorumlanması doğru olmayıp bölge adliye mahkemesince davalının istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir” gerekçesiyle kararı bozdu.
    Bölge Adliye Mahkemesi, önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verdi ve dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu: “Okula kayıt işlemini gerçekleştiren eşin, dava dışı eşle birlikte okula karşı müteselsilen sorumlu olduğu kabul edilemez”

    Dosyayı ele alan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi:
    “Somut olayda tartışma konusu olan özel okula kayıt işlemi, yapan ebeveynin velâyet hakkı çerçevesinde çocuğun yasal temsilcisi olarak borç altına girdiği ve diğer eşin rızasıyla hareket ettiğinin karineten kabul edildiği bir durumdur. Ancak bu durum, yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, eşin diğerinin bilgisi ve rızasına ihtiyaç duymaksızın gerçekleştirebileceği alelade bir karara ilişkin olmadığı gibi ekonomik olarak ailenin gündelik hayat ihtiyaçlarından çok daha fazlasını evlilik birliğine yüklediğinden birliğin sürekli ihtiyacı olarak değerlendirilemez. Bu sebeple de dava dışı babanın Kanun’un 188’inci maddesinin birinci fıkrası çerçevesinde olağan temsil yetkisini kullandığından bahsedilemez. Olağan dışı temsile ilişkin kanun koyucunun aradığı koşulların somut olayda mevcut olmadığı da tartışma konusu değildir. Evlilik birliğini olağan temsile ilişkin maddenin işlerlik kazanmadığı bir durumda, bu maddeyle verilen temsil yetkisinin kısıtlanması veya kaldırılmasıyla ilgili bir talebin bulunup bulunmadığı da tartışılmaz. Tüm bu hususlar karşısında davacının, 4721 sayılı Kanun’un 188 inci maddesine dayanılarak okula kayıt işlemini gerçekleştiren dava dışı eşle birlikte davalıya karşı müteselsilen sorumlu olduğu kabul edilemez.”

  • İşçi alacaklarına dair emsal karar

    İşçi alacaklarına dair emsal karar

    İki senedir çalıştığı şirketten kovulan işçi, fazla mesai alacakları için arabulucuya yönlendirildi. Arabuluculuk görüşmelerinde anlaşma sağlanamayınca işçi, İş Mahkemesi’nin yolunu tuttu. Davacı işçi; fazla çalışma yapmasına rağmen bu çalışmaların karşılığı olan fazla çalışma ücretinin ödenmediğini, fazla çalışma iddiasının işverence tanzim edilen puantaj kayıtları ve tanık beyanlarıyla ispatlanacağını ileri sürerek 10 bin TL fazla çalışma ücretinin davalıdan tahsil edilmesini talep etti. Davalı ise iddiaları reddetti. Mahkeme, davanın kısmen kabulüne hükmetti. Adalet Bakanlığı, kararın kamu yararına bozulmasını talep edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.

    Kararda; davacının ödenmeyen fazla çalışma ücretinin en yüksek banka mevduat faizi ile tahsilini talep ettiği, ancak mahkemenin kanuni faiz uygulanmasına karar verildiği hatırlatıldı. 4857 sayılı İş Kanunu’na göre gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulandığının hüküm altına alındığı dile getirildi. Kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Fazla çalışma ücreti, yasaya göre; ücret niteliğinde olup gününde ödenmeyen fazla çalışma ücretine mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanmalıdır. 4857 sayılı Kanun’un 34’üncü maddesinde ifade edilen en yüksek mevduat faizinin de Kanun’da öngörülen bir faiz türü olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak kanuni faiz ile kanundan kaynaklı faiz, aynı faiz oranını ifade etmez. Bu sebeple mahkemece alacağın kanuni faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi hâlinde hükümden anlaşılması gereken faiz oranı, 3095 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde öngörülen faiz oranıdır. Açıklanan nedenlerle hüküm altına alınan fazla çalışma ücretine en yüksek mevduat faizi uygulanması gerektiği açıktır. Mahkemece, davacının dava ve ıslah dilekçesindeki açık talebine rağmen, Kanun’un açık hükmüne aykırı şekilde kanuni faize hükmedilmesi, kararın kanun yararına bozulmasını gerektirmiştir. Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile kararın kanun yararına bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir.”

    Yargıtay tarafından ücretini zamanında alamayan işçiler için emsal niteliğinde bir karar verdiğini belirten Bursa Barosu avukatlarından Cüneyt Fidan, “Karara konu olan olayda işçi, 2018 yılında başladığı işine 2019 yılında son verilmiş. Çalıştığı sürede fazla mesailerini de tahsil edemeyen işçi, hukuki yollara başvurmuştur. Arabuluculuk görüşmelerinde de anlaşma sağlanamaması üzerine, iş mahkemeye intikal etmiştir. Yapılan yargılamada işçinin fazla çalıştığı ve ücretini alamadığı tespit edilmiştir. Fazla çalıştığı ücrete de kanuni faiz uygulanmasına karar verilmiştir. Zamanında ücretini alamayan işçilerin ücretine mevduata faiz oranını uygulanmasına hükmedilmiştir. Mevduata uygulanan faiz ise bankaya yatırılan paralara bankanın uyguladığı faizdir. Kanuni faizi ise kanun tarafından belirlenen sabit faizdir. Mevduata uygulanan faiz kanuni faiz oranından daha yüksektir” dedi.

    Yargıtay tarafından işçi ücretlerine mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanmasına hükmedildiğini belirten Fidan, “Alacaklarını zamanında alamayan çalışanlar, dava yoluna başvurabilirler. Ancak dava yoluna başvururken muhakkak mevduata uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanmasını talep etmeliler” şeklinde konuştu.

  • Yargıtay’dan yaz okuluyla ilgili önemli karar

    Yargıtay’dan yaz okuluyla ilgili önemli karar

    Yargıtay, ücretli yaz okullarına ilişkin emsal bir karara imza attı.

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı vekili; davalı üniversitede öğrenci olan müvekkilinin 2008 yılı ilk ve ikinci öğretim dönemi ücretini ödemiş olmasına rağmen kendisinden yaz okul ücreti adı altında 3.900,00 TL daha tahsil edildiğini, aynı şekilde 2009 yılında da başarısız olduğu dersler için 1.224,00 TL yaz okulu ücreti ödediğini, Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) Genel Kurulunun 15.09.2008 tarihinde verdiği kararla 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun Ek 10 maddesine göre vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerden daha önce alıp da başaramadığı ve yeniden alması gereken ve ücretleri ödenmiş alt sınıf dersleri için yeniden bir ücret alınmasının uygun olmadığına karar verildiğini ileri sürerek sebepsiz zenginleşme nedeniyle toplam 5.124,00 TL bedelin davalından faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etti.

    Davalı vekili; müvekkilinin Yaz Okulu Yönetmeliği ile düzenlenen bu uygulama çerçevesinde tüm yaz dönemi boyunca ekstra mesai, akademik personel ve bina temini gibi külfetlere katlandığını, yaz okulunda alınan ders ücretinin ise yıl içerisindeki ücretten farklı olmadığını, bu nedenlerle yaz okulu için ödenen ücretin iadesi talebinin haksız olduğunu belirterek davanın reddini savundu.

    İLK DERECE MAHKEMESİ DAVANIN KABULÜNE KARAR VERDİ

    İzmir 5. Tüketici Mahkemesi 26.01.2016 tarihli kararı ile; davacı öğrencinin bütün derslerden istenen başarıyı sağlayamaması üzerine 2008 ve 2009 yıllarında yaz okulu nedeniyle ücret alınmasının haksız şart teşkil ettiği, zira bu dersleri sonraki dönemde ücretsiz alabileceği ve bu durumun eş değer hukuki bir durum oluşturduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi.

    Karara karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulundu.

    YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ KARARI BOZDU

    Temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, “Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı öğrencinin davalı Üniversitede öğrenim gördüğü 2007-2014 yılları arasında başarısız olduğu derslerin 2008 ve 2009 yaz döneminde açılan eğitim programlarında tekrar alması nedeniyle yaz okulu ücreti adı altında davalı tarafından tahsil edilen bedelin haklı olup olmadığına ilişkindir. Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı’nın 19.06.2012 tarihli kararı ile yıllık ve yarıyıllık sınav takvimi uygulayan tüm yüksek öğretim kurumlarında 2011-2012 akademik yılından itibaren geçerli olmak üzere tüm öğrencilere bütünleme sınav hakkı tanınmasına karar verilmiştir. Davacının davaya konu ettiği dönemle ilgili davalı tarafından başarısız olunan derslere ilişkin bütünleme sınavı hakkı tanınacağına ilişkin yasal bir zorunluluk yoktur. Davacının başarısız olduğu ve bu dersleri ilgili döneme karşılık gelen bir sonraki akademik dönemde dönem ücreti dışında başka ücret ödemeden alma imkanı varken kendi isteği ile isteğe bağlı ve ücretli olarak açılan yaz okulunda almayı tercih etmesi nedeniyle ödediği bedelin iadesini isteyemez. Davalı tarafından alınan ücret usulüne uygundur. O halde mahkemece, açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…” gerekçesi ile kararı bozdu.

    İLK DERECE MAHKEMESİ KARARINDA DİRENDİ

    İzmir 5. Tüketici Mahkemesi önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verdi.

    Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edildi ve dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.

    YARGITAY: HAKSIZ ŞART TEŞKİL ETMEZ

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, emsal niteliği taşıyan kararında “Yaz okulu ile bedel tahsil edilmesi haksız şart teşkil etmez.” dedi.

    Kararda şu ifadeler yer aldı:

    “Davacının yaz okuluna katıldığı dönemde yükseköğretim sırasında dönem içerisinde sorumlu olduğu dersleri herhangi bir sebeple veremeyen öğrencilere isteklilik esasına göre ve ücreti karşılığında yaz okulu eğitimi ile bu dersleri tekrar alıp başarıyla geçerek yeni döneme başlama imkânı sağlanmıştır. Davacı da 2008 ve 2009 öğretim yıllarında başarılı olamadığı dersler için yaz okuluna başvurmuş, bedelini ödemek suretiyle eğitim hizmetini almış ve 20.06.2014 tarihinde mezun olmuştur. Ne var ki davacı mezun olduktan kısa bir süre sonra 11.12.2014 tarihinde açtığı bu dava ile; YÖK’ün 15.09.2008 tarihli Genel Kurul kararıyla vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerden bir önceki eğitim öğretim yılı içerisinde aldığı, bedelini de ödediği ve fakat başarılı olamadığı alt sınıf dersleri için ücret alınmasının uygun olmadığına karar verdiğini ve bu karara göre kendisinden alınan yaz okulu ücretlerinin haksız olduğunu ileri sürmüştür. Nitekim YÖK de söz konusu kararın uygulamada tereddütlere sebep olması üzerine 02.04.2014 tarihinde yeni bir karar almış ve öğrenci başarısız olduğu dersi 15.09.2008 tarihli karar çerçevesinde bir sonraki dönem ücretsiz olarak alabilecekken kendi talebiyle yaz okuluna gitmesi durumunda yaz okulu ücreti ödemesi gerektiği hususu açıklığa kavuşturulmuştur. Yargılama sırasında davacı vekili asıl sorunun dava konusu dönemde öğrencilere bütünleme sınavı imkânının tanınmamış olmasından kaynaklandığını belirtmiş ise de, davalı Üniversite tarafından yapılan uygulama dava konusu dönemde geçerli olan yasal hükümlere dayanmakta olup idare hukuku anlamında bu uygulamanın Anayasal düzenlemelere göre yerindeliğiyle ilgili bir tartışmanın eldeki yargılamanın konusu olamayacağı da açıktır. Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde; davalı üniversitenin mevzuat hükümleri çerçevesinde yaz okulu eğitimi sunduğu ve davacının kendi iradesiyle aldığı hizmeti bedelini ödemesi gerektiği aşikardır. Söz konusu uygulama dönemin yasal düzenlemelerine uygun olup taraflar arasındaki uyuşmazlıkta uygulama yeri bulmayan haksız şarta ilişkin tüketici hukuku düzenlemeleri çerçevesinde ve yanılgılı değerlendirmeyle davanın kabulüne karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.”

  • Yargıtay’dan çiftlere önemli haber

    Yargıtay’dan çiftlere önemli haber

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, borçlu itiraz dilekçesinde; alacaklı vekili tarafından Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.07.2003 tarihli boşanma kararında hükmedilen nafakanın tahsili için aleyhine ilâmlı icra takibi başlatıldığını, alacaklı ile formaliteden boşandıklarını, boşandıktan sonra 11 yıl 10 ay birlikte yaşadıklarını, her gün alacaklının eline 80 TL verdiğini, nafakanın ödendiğini, gerekli delil ve tanıklarını sunacağını ileri sürerek gereğinin yapılmasını (icranın geri bırakılmasını) talep etti. Alacaklı; davetiye tebliğine rağmen yazılı beyanda bulunmadı.

    İlk derece mahkemesi şikayetin reddine karar verdi

    Bursa 5. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 29.12.2015 tarihli kararı ile; borçlu, boşandıktan sonra alacaklı ile birlikte yaşadıklarını ve her gün alacaklıya elden para verdiğini belirtmiş ise de nafaka borcunu ödediğine dair yazılı belge sunmadığı, borçlunun iddialarını ancak genel mahkemede ileri sürebileceği gerekçesi ile şikâyetin reddine karar verdi. İlk derece mahkemesinin belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu temyiz isteminde bulundu ve dosya temyiz incelemesi için Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’ne gönderildi.

    Yargıtay 8. Hukuk Dairesi hükmü bozdu

    Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, “Borçlu, İcra Mahkemesine verdiği 25.08.2015 tarihli dilekçesinde, alacaklı ile boşandıktan sonra 11 sene 10 ay birlikte yaşadıklarını ve geçimini kendisinin temin ettiğini iddia etmiştir. Borçlunun, 25.08.2015 tarihli dilekçesindeki bu talebi borca itiraz niteliğinde olup, maddi vakalara ilişkin bu itirazının tanıkla ispatı mümkündür. İcra Mahkemesince, borçluya yazılı delilleri sorulmasına rağmen ibraz edilmediği gerekçesiyle, itiraz reddedilmiş ise de; borçlu, itiraz dilekçesinde tanıklarını duruşmada bildireceğini belirtmiştir. O halde, İcra Mahkemesi’nce borçlunun tanıkları kendisinden sorularak belirlenip, dinlendikten sonra sonuca gidilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir” gerekçesi ile kararı bozdu.

    İlk Derece Mahkemesi kararında direndi

    Bursa 5. İcra (Hukuk) Mahkemesi kararında direnip şikâyetin reddine karar verdi. Direnme kararı süresi içinde borçlu tarafından temyiz edildi ve dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.

    “Nafaka borçlusu tanıkla ispat edebilir”

    Direnme kararının temyiz edilmesi neticesinde dosyayı ele alan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bozma kararında şu ifadelere yerdi.
    Borçlu, icra mahkemesine başvurusunda alacaklı ile formaliteden boşandıklarını, boşandıktan sonra 11 yıl 10 ay birlikte yaşadıklarını, her gün alacaklının eline 80 TL verdiğini, nafakanın ödendiğini, gerekli delil ve tanıklarını sunacağını ileri sürerek icranın geri bırakılmasını talep etmiştir. Şu hâle göre nafaka borçlusu, nafaka alacaklısı ile oturup kendisi tarafından infak ve iaşe edildiğini ileri sürmekte olup, bu fiilî durumu (hukuki fiili) İİK’nın 33 üncü maddesindeki belgelerle bağlı olmaksızın tanık delili ile ispat edebilir. Bu durumda icra mahkemesince borçlunun iddialarına ilişkin tanıkları kendisinden sorularak belirlenip dinlendikten sonra bir karar verilmesi gerekir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.”

    Kararı değerlendiren İstanbul Barosu üyesi Avukat Fatih Karamercan şunları söyledi: “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu bozma kararı ile bu olaydaki gibi boşandıktan sonra fiilî olarak yaşayan eşlerin nafaka uyuşmazlıklarında artık icra mahkemeleri dar (sınırlı) yetkili olduklarını ileri sürerek tanıkları dinlememe yoluna gidemeyeceklerdir. Nafaka borçlusu olduğu iddia edilen eş, isterse genel mahkemelerde menfi tespit (borçlu bulunmadığının tespiti) talebinde de bulunabilir. Bu konudaki tercih, nafaka borçlusu olduğu iddia edilen eştedir. Ayrıca, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin nafakanın tahsiline karşı birlikte yaşama ve masrafların karşılandığı iddiasına dayalı menfi tespit davası açılabilir şeklinde 03 Haziran 2021 tarihli kararı da bulunmaktadır.

  • Yargıtay’dan kiracıları üzen haber

    Yargıtay’dan kiracıları üzen haber

    Türkiye Kahramanmaraş merkezli depremlerin yarasını sarmaya çalışırken, son günlerin tartışma konusu olan kiralık evlerle alakalı Yargıtay’dan emsal nitelikte bir karar çıktı. İşten çıkarılmasıyla bulunduğu kentten kirada evi bulunan ilçeye taşınan mülk sahibi, kiracısına ‘İşimi kaybettim, evi boşalt’ dedi. Kiracısının evi boşaltmaya yanaşmaması üzerine Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kapısını çalan davacı ev sahibi, işten çıkartılması sebebiyle çalıştığı ilçeden taşınarak dava konusu taşınmazın bulunduğu ilçeye yerleştiğini, halen başka bir konutta kiracı olarak yaşadığını belirtti. Ev sahibi, oğlunun konut ihtiyacı sebebiyle kiralanan evin tahliyesine karar verilmesini talep etti. Davalı kiracı ise davanın reddini istedi.

    Mahkeme, davacı tarafın ihtiyaç iddiasını kanıtlayamamış olması sebebiyle davanın reddine karar verdi. Davacı kararı temyiz edince devreye Yargıtay 3. Hukuk Dairesi girdi. Emsal nitelikteki kararda, mülk sahibinin başka bir dairede kiracı olarak oturması yeterli delil olarak sayıldı. Kararda şu ifadelere yer verildi:

    İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arz etmeyen geçici ihtiyaç tahliye sebebi yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir. Somut olayda kira sözleşmesinin varlığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Dava, davacının oğlunun konut ihtiyacının doğmasına dayanmakta olup, ihtiyaçlının kirada oturduğuna ilişkin akit dosya arasında bulunmaktadır. Konut sebebine dayalı tahliye davalarında kirada oturan ihtiyaçlının kirada oturması, ihtiyacın varlığının başlıca kanıtıdır. Dinlenilen davacı tanıklarının da ihtiyaç iddiasını doğruladıkları anlaşılmaktadır. Bu durumda ihtiyacın samimi, gerçek ve zorunlu olduğunun kabulü icab eder. Mahkemece ihtiyaç nedeniyle tahliye isteminin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.”