Etiket: Yargıtay

  • Mahkeme kararı ile borcu kalanları sevindirecek karar

    Mahkeme kararı ile borcu kalanları sevindirecek karar

    Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, murisinden mahkeme kararı ile borcu kalanları sevindirecek önemli bir karara imza attı. İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, alacaklı tarafından borçlu mirasçılar hakkında ilamlı icra takibi başlatıldığı, şikayetçi borçluların takibin kesinleşmesinden önce aldıkları mirasın reddi ilamını ibraz ederek takibin iptali ve hacizlerin kaldırılmasını talep ettikleri, ilk derece mahkemesince davanın süre aşımından reddine karar verildiği, şikayetçilerin istinaf başvurusu üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince; “Şikayetçilerden Salime B.’nin istinaf başvurusunun kabulüne, diğer şikayetçilerin istinaf başvurularının ayrı ayrı reddine, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, şikayetçilerden Emire Ü., Faruk B., Emel E. ve Mehmet Salih B. yönünden şikayetin (davanın) süre aşımı nedeniyle reddine Salime B. yönünden şikayetin kabulüne ve İİK’nin 33/1 maddesi gereğince icranın geri bırakılmasına, Salime B. aleyhine yapılan hacizlerin kaldırılmasına” karar verildiği, borçlular vekilinin Salime B. dışındaki müvekkilleri yönünden temyiz başvurusunda” bulundu.

    Yargıtay 12. Hukuk Dairesi diğer mirasçıları da haklı buldu

    Dosyayı temyiz incelemesinde ele alan Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi:
    “Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu’nun, 19.11.2014 tarih ve 2013/12-2240 E.-2014/929 K. sayılı olup, Dairemizce de benimsenerek içtihat değişikliğine gidilen kararı ile; mirasın reddi nedeniyle borçtan sorumlu olunmadığına ilişkin iddianın, borca itiraz olduğu ve ödeme emrinin tebliği üzerine takibin şekline göre yasal süre içinde ilgili merciye yapılması gerektiği kabul edilmiş ise de, bu ilke, mirasın reddine ilişkin mahkeme kararının, icra takibinin kesinleşmesinden önceki bir tarihte alındığı hallerde uygulanmaktadır.
    Somut olayda, takip türü ilamlı icra takibi olup, murisin 03/07/2013 tarihinde vefat ettiği, 25/11/2013 tarihinde mirasın reddine karar verildiği, borçlular hakkındaki icra takibinin 14/01/2020 tarihinde başlatıldığı, borçlulara icra emrinin 23.01.2020, 24.01.2020, 03.02.2020 tarihlerinde tebliğ edildiği, 27.02.2020 tarihinde iş bu davada borçluların mirası reddettiklerini ileri sürerek takibin iptalini ve hacizlerin kaldırılmasını talep ettikleri anlaşılmaktadır.

    İcra hukuku ilâmlı icrayı da bünyesinde bulundurmaktadır. İlâmlı icrada itiraz ‘itfa’, ‘imhal’, ‘zaman aşımı’ ile sınırlı olup, yasada bir başka nedenle ilâmlı takibe itiraz edilebileceğine ilişkin düzenleme bulunmamaktadır.
    Murisin ilâma bağlanmış bir borcu için takip yapıldığında daha önce mirasın reddi kararı almış kişi, kendisine karşı yapılan takip işlemlerinin iptalini ancak şikâyet yolu ile ileri sürebilir. Borçluların bu husustaki başvurusu şikayet niteliğinde olup İİK’nin 16/2. maddesi uyarınca süresiz olarak ileri sürülebilir. Mirasın reddi ilâmı ile hakkındaki takip işlemlerinin iptalini isteyen şahsın başvurusu borca itiraz olarak nitelendirilmeyeceğinden ve İİK’nin 16/2 maddesi gereği süreyle sınırlandırılamayacağından, ilamlı icra takibinde mirasçıların mirasın reddi nedeniyle takibin iptali talebi süresiz şikayet olarak değerlendirilmelidir.

    O halde, şikayetçilerin mirasın reddi nedeniyle takibin iptali ve haczin kaldırılması talepleri süresiz şikayet olarak değerlendirilerek, işin esasına girilip, deliller değerlendirilmek suretiyle oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup, Bölge adliye mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.”

  • Evlilik vaadiyle dolandırılanlar dikkat

    Evlilik vaadiyle dolandırılanlar dikkat

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı, tekrar evlilik yapmak amacıyla davalı ile tanıştırıldıklarını, tanıştıktan beş gün sonra yapılan görüşmeler ve tanışmalar, ziyaretler sonucunda davalı tarafın kendisinden evlilik yapmak için bir ev istediğini, aracıların da davalı ve ailesine karşı güven telkin etmesi karşısında bir tane daireyi davalıya devrettiğini, davalı ile dini nikah kıymalarının ertesi günü ifadesi alınmak üzere karakoldan çağrıldığını, davalının kendisine tecavüz ettiği iddiası ile şikayetçi olduğunu öğrendiğini, davalı tarafından kandırdığını ve tapunun kendisine devrinden sonra böyle bir iftira ile dolandırıldığını ileri sürerek tapu iptali ve tescil istedi.

    Yerel mahkeme reddetti

    İlk Derece Mahkemesi, evlenme önerisinin davacıdan geldiğini, bunu sağlayabilmek için davacının bir takım vaadlerde bulunduğunu ve neticede davaya konu evin devredildiği, aldatma unsurunun gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verdi. İlk Derece Mahkemesi’nin kararına karşı süresi içinde davacı vekili İstinaf başvurusunda bulundu ve dosya istinaf incelemesine gönderildi.

    Bölge Adliye Mahkemesi’de davacıyı haklı bulmadı

    Bölge Adliye Mahkemesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 81. maddesi hükmüne göre hukuka ve ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şeyin geri istenemeyeceği, resmi olarak evli olan davacının evliliğini sona erdirmeden davalı ile evlenmek istemesinin hukuka aykırı olduğu, kararın bu gerekçeyle sonucu itibariyle doğru olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kamu düzenine aykırılık yönünden kabulü ile; İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, gerekçe değiştirilerek davanın reddine yönelik yeniden hüküm kurulmasına karar verdi. Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunuldu ve dosya temyiz incelemesine gönderildi.

    Yargıtay 1. Hukuk Dairesi davacıyı haklı buldu

    Dosyayı ele alan Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi. “Dosya içeriğinden ve dinlenen tanık beyanlarından, tarafların 09.05.2020 tarihinde tanıştıkları, davacının, davalı ile uzun süre birlikte yaşayacağını düşünerek çekişmeye konu meskenini 13.05.2020 tarihinde davalıya temlik ettiği, davalının taşınmazın mülkiyetini devraldıktan bir gün sonra evi terk ettiği, bu suretle davacının iradesinin fesada uğratıldığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.”

  • Evlenmeyi meslek haline getirenlere üzücü haber

    Evlenmeyi meslek haline getirenlere üzücü haber

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı erkek tarafından, Türk Medeni Kanununun 166/1-2 maddesi uyarınca açılan boşanma davası sonunda ilk derece mahkemesince, davalının evlendikten 5 gün sonra hiçbir sebep yokken düğün takıları ile gittiğini, aramak için “davalının memleketine gittiklerinde muhtar dahi, davalının ailesinin davalıyı bu şekilde pek çok kez evlendirdiklerini, bu şekilde dolandırıcılık yaptıklarını beyan etmiş, davalının üvey babası bu hususu doğrular nitelikte tanıklık etmiştir. Ceza dosyası dikkate alınarak davalının evlenme niyetiyle hareket etmediği” gerekçesiyle davanın kabulü ile tarafların boşanmasına karar verildi.
    Bu karara karşı davalı kadın tarafından hükmün tamamı yönünden istinaf başvurusunda bulunuldu ve dosya istinaf incelemesine gönderildi.

    Bölge Adliye Mahkemesi, boşanma davasının reddine karar verdi

    Bölge Adliye Mahkemesi’nce yapılan inceleme sonunda “müşterek evi terk etmenin TMK’nın 166/1. maddesine dayalı olarak açılan davalarda tek başına boşanma nedeni olan kusurlu bir davranış niteliğinde kabul edilemeyeceği, kaldı ki; kadının erkek hakkında ceza davası açılmasını gerektirecek bir takım iddialar gerekçesiyle evi terk ettiği, bunun dışında mahkemece dinlenen davacı tanık beyanlarından da davalının evlilik birliği içerisinde kusurlu bir davranışının ispatlanamadığı, gerçekleşen bu duruma göre taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikle bir geçimsizliği kabule elverişli ciddi sebep ve delillerin tespit edilemediği” gerekçesi ile hükmün kaldırılmasına ve davanın reddine karar verdi.

    Bu karara karşı davacı erkek temyiz başvurusunda bulundu ve dosya Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’ne gönderildi.
    Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, kadının evlenmeyi kazanç sağlamak üzere yapmasının boşanma davasının kabulünü gerektirdiğine dikkat çekti.
    Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi. “Bölge Adliye Mahkemesi’nce her ne kadar ‘Bu ceza dosyası içerisinde tanık olarak dinlenilen ve eldeki boşanma dosyasında beyanının hükme esas alındığı anlaşılan İsmail D.’nın beyanlarının, davalının evlilikten önceki yaşantısına ilişkin olduğu’ gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de davalı kadın evlilik öncesinde gerçekleştirdiği olaylar nedeniyle evlilik sırasında da yaygın söylentiye neden olmakla evliliğin onurunu gözetmeyerek birlik görevlerini ihmal etmiştir. Kaldı ki, çıkar amacıyla evlilik yapma iradesinin halen devam ettiği, önceki olayların da bu evliliğinde karine teşkil edeceği, birlik görevlerini yerine getirmemek üzere evi terk edip gittiği, erkeğin usulüne uygun şekilde dayandığı ceza dosyası ve tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde kadının evlenmeyi kazanç sağlamak üzere yaptığı anlaşılmaktadır. Hal böyle iken ilk derece mahkemesinin davanın kabulü kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtay’dan emsal senet kararı

    Yargıtay’dan emsal senet kararı

    Senet borçlusu vatandaş, mahkemenin kapısını çalarak, hakkında başlatılan icra takibine dayanak gösterilen senedin teminat senedi olduğunu bildirdi. Takip dayanağı senedin taraflar arasında geçerli olan bayilik sözleşmesinin “Teminat” başlıklı 12. maddesi uyarınca düzenlendiğini ve alacaklıya teslim edildiğini, anılan madde metnindeki bedel, keşideci ve lehtardan da bu durumun anlaşıldığını, ayrıca senedin arka yüzüne “teminattır” şerhinin yer aldığını öne sürdü. Senedin teminat için boş olarak verildiğini, tanzim ve vade tarihlerinin sonradan doldurulduğunu, senette tahrifat yapıldığını ve bedelinin semeresiz kaldığını ileri sürerek itirazın kabulü ile takibin iptaline ve alacaklının asıl alacağın yüzde 40’dan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı ödemeye mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etti. Davalı ise borçlunun takip konusu senedi düzenleyerek alacaklıya verdiğini kabul ettiğini, senedi geçersiz kılmaya yönelik tüm iddiaların senetle ispatlanması gerektiğini, borçlu tarafın iddiasını ispatlar nitelikte herhangi bir yazılı delil sunmadığını iddia etti.

    9. İcra Mahkemesi; takibin iptaline hükmetti. Kararı davalı avukatı temyiz edince devreye giren Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, kararı bozdu. Yeniden yapılan yargılamada Mahkeme, ilk kararında direndi. Davaylı temyiz müracaatında bulununca devreye bu kez Hukuk Genel Kurulu girdi. Takip dayanağı senedin arka yüzünde “teminat senedidir.kullanılamaz” ibaresinin bulunduğu anlaşıldığının vurgulandığı kararda şu ifadelere yer verildi: “Bonoda teminat kaydı var ise de neyin teminatı olduğu belirtilmediğinden bu kayıt bononun mücerrettik vasfını ortadan kaldırmaz. Sadece teminat olduğuna dair eklenen bu kayda doktrinde mücerret teminat kaydı denilmektedir. Hâl böyle olunca, takip konusu bonodaki kaydın senedin kambiyo vasfını etkilemeyeceği, borçlunun teminat senedi olduğuna ilişkin iddiasının alacaklının imzasını taşıyan ve senede açık atıf yapan İİK’nın 169/a maddesinde yazılı belgelerle kanıtlanamadığından, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan dövizle işlemde emsal karar

    Yargıtay’dan dövizle işlemde emsal karar

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, borçlu vekili dilekçesinde alacaklıya imza atılarak boş olarak teslim edilen senedin Türk parası kıymetini koruma hakkında 32 sayılı karara ilişkin tebliğde değişiklik yapılmasına dair tebliğe aykırı olarak bedel kısmının dolar olarak doldurulduğunu, taraflar arasında herhangi bir ticari ilişki bulunmadığını, ilgili kanun uyarınca nakit borcunun döviz cinsinden ve dövize endeksli olarak kararlaştırılamayacağını, ayrıca aynı kanunun geçici 8. maddesine göre senet bedelinin Türk parası cinsinden belirlenmesi için görüşme yapılmadığını beyanla aleyhe başlatılan takibin iptalini talep etti.

    İlk derece mahkemesi şikayeti reddetti

    İlk derece mahkemesi, Türk parasının kıymetini koruma hakkında 32 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı’nın 4/g maddesi gereğince tarafların yabancı para cinsinden kambiyo senedi düzenlemelerini ve bu kambiyo senedini takibe koymalarını engelleyen bir mevzuat bulunmadığını, takip talebinde ve ödeme emrinde Türk Lirası olarak harca esas değerin gösterildiğini, borçlu tarafından anlaşmalara aykırı olarak doldurulduğunun ise yazılı belge ile ispatlanması gerektiğini, borçlu tarafından bu yönde herhangi bir belge de sunulmadığını, dayanak belgenin kambiyo vasfını taşıdığını ve alacaklının takip hakkı bulunduğundan şikayetin reddine karar verdi. İlk derece mahkemesinin kararına karşı süresi içinde borçlu vekili istinaf başvurusunda bulundu.

    Bölge Adliye Mahkemesi ise, belirtilen yasa maddeleri çerçevesinde tarafların yabancı para cinsinden kambiyo senedi düzenlemelerini ve bu kambiyo senedini takibe koymalarını engelleyen bir mevzuat bulunmadığı, takip dayanağı bononun yasal unsurları taşıdığı, borçlu hakkında başlatılan kambiyo senetlerine özgü icra takibinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından borçlu vekilinin istinaf başvurusu hakkında Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b. 1. maddesi gereğince esastan reddine karar verdi. Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde borçlu vekili temyiz talebinde bulundu.

    Yargıtay 12. Hukuk Dairesi: “Takibe koymayı engelleyen bir mevzuat bulunmamaktadır”

    Temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, “Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup borçlu vekili tarafından temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir” diyerek Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararında yer verdiği “Yabancı para cinsinden kambiyo senedi düzenlemeyi ve bu kambiyo senedini takibe koymayı engelleyen bir mevzuat bulunmamaktadır” şeklindeki görüşünü onayladı.

  • Yargıtay’dan cezaevindekiler için nafaka kararı

    Yargıtay’dan cezaevindekiler için nafaka kararı

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, davacı H.B. ile davalı E.B. 2013 yılında evlendi. Çiftin bu evlilikten bir de çocukları dünyaya geldi. İddiaya göre evliliklerinin üzerinden 1,5 yıl sonra E.B. 14 yaşındaki amcasının kızı ile kaçınca hakkında çocuğun cinsel istismarı suçundan soruşturma başlatıldı. Aldatılan H.B. de eşi hakkında avukatı aracılığıyla boşanma davası açtı.
    H.B.’nin vekil avukatı dava dilekçesinde özetle; tarafların boşanmalarına, müvekkil için aylık 500 TL, müşterek çocuk için ise aylık 300 TL olmak üzere toplam 800 TL tedbir nafakasına, bu nafakaların boşandıktan sonra yoksulluk ve iştirak nafakası olarak devamı ile 40 bin TL maddi ve 40 bin TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti.
    Davalı E.B.’nin vekili, müvekkilinin eşi ile severek evlendiğini, hiçbir şekilde onu aldatmayı aklına getirmediğini, duygusal bir boşluk yaşadığı sırada kendisine mesaj atmak sureti ile ilgisini cezbeden G.H. ile yakınlaştığını, bu hatasının sonucunda tutuklandığını ve yuvasının dağıldığını, Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davanın sonucunun beklenmesini talep ettiklerini, müvekkilinden talep edilen tazminat tutarlarının yüksek olduğunu, müvekkilinin tutuklu olmasından dolayı nafaka taleplerini de karşılama gücünün olmadığını belirterek davanın reddini savundu.

    Boşanma talebi kabul, nafaka ve tazminat talebi kısmen kabul edildi

    İlk derece mahkemesi, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı ve davacı eş ile birlikte yaşamaktan kaçındığı için tam kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin anneye verilmesine, ortak çocuk için 100 TL tedbir-iştirak nafakası, davacı kadın yararına da 200 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 20 bin TL maddi ve 20 bin TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verdi.
    İlk derece mahkemesinin kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekilince istinaf isteminde bulunuldu.

    Bölge Adliye Mahkemesi: “Davalının cezaevinden tahliye tarihinden itibaren nafakalar tahsil edilebilir”

    Bölge Adliye Mahkemesi, davalı kocanın cinsel istismar ve hürriyeti tahdit suçlarından dolayı mahkûmiyetine karar verildiği ve hükmen tutuklu olduğu, davacı kadının ev hanımı olup boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği, ancak davalı kocanın düzenli bir gelirinin ve malvarlığının bulunmadığı, tutukluluk veya hükümlülük hâlinin ne zaman sona ereceğinin bilinmediği, cezaevinde tutuklu veya hükümlü olmanın nafaka yükümlüğünü ortadan kaldırmayacağı, davalının cezaevinde bulunduğu sürede nafaka yükümlülüğü altına sokulmasının İcra ve İflas Kanununun (İİK) 344. maddesi gereğince hapsen tazyik müeyyidesi ile karşı karşıya bırakacağı, yoksulluk nafakasına hükmedilmemesi hâlinde ise TMK’nın 178. maddesi uyarınca yoksulluk nafakası talep etme hakkının zamanaşımına uğrayacağı, bu durumda davalının boşanma hükmünün kesinleşmesinden bir yıl bir gün sonra tahliye edilmiş olması hâlinde yoksulluk nafakası yükümlülüğünden kurtulacağı gerekçesiyle davalının nafakalara yönelik istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 4. ve 5. maddeleri kaldırılarak yerine ortak çocuk için 100 TL iştirak, davacı kadın için 200 TL yoksulluk nafakasının davalının cezaevinden tahliye tarihinden geçerli olmak üzere tahsiline karar verdi.
    Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz talebinde bulunuldu.

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını bozdu

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 20 Şubat 2019 tarihli bozma ilâmında şu ifadelere yer verdi. “İlk derece mahkemesince davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin kabulüne aylık 200 TL yoksulluk nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Davalı erkeğin istinaf talebi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi’nin kararı ile davalı erkeğin yoksulluk nafakasına ilişkin istinaf talebinin kabulü ile aylık 200 TL yoksulluk nafakasının davalı erkeğin cezaevinden tahliye tarihinden geçerli olmak üzere davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Davalı erkeğin halen mahkum olduğu 16 yıl 8 ay ve 2 yıl 6 ay hapis cezalarından dolayı ceza infaz kurumunda hüküm özlü olarak bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar erkeğin cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması, yoksulluk nafakası ile sorumlu tutulmamasını gerektirmez ise de dosya çerçevesinde yaptırılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasında davalı erkeğin herhangi bir geliri ve malvarlığının olmadığı anlaşılmaktadır. Kendi yoksul olan kişi nafaka ile yükümlü tutulamaz. Bu durumda davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir ” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
    Bölge Adliye Mahkemesi, önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verdi ve direnme kararı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edildiği için dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun gündemine geldi.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu:”Cezaevinde olmak yoksulluk nafakası ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz”

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararını yerinde bulduğu kararında şu ifadelere yer verdi.
    Dosya kapsamı itibari ile tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin bilgiler ve toplanan tüm deliller incelendiğinde; davalı erkeğin çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından dolayı cezalandırılmasına karar verildiği, davalı erkeğin tam kusurlu, davacının ise kusursuz olduğu, davacı kadın ev hanımı olup hiçbir gelirinin ve malvarlığının bulunmadığı, ceza evinde hükümlü veya tutuklu olmanın yoksulluk nafakası ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı, davacı kadın yararına TMK 175. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası isteme koşullarının oluştuğu ve yoksulluk nafakasına davalının cezaevinden tahliye edileceği tarihten itibaren hükmedilmesinin de hakkaniyete uygun olacağı gerekçesinin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı erkeğin herhangi bir malvarlığı ve gelirinin bulunmadığı, kendisi yoksul olan kişinin nafaka ile sorumlu tutulamayacağı gerekçesi ile direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.”

    Kararı değerlendiren İstanbul Barosu üyesi Avukat Fatih Karamercan

    “Kanımızca, nafaka yükümlüsünün sadece tutuklu veya hükümlü olması kendisini nafaka yükümlülüğünden kurtarmaz. Ancak, nafaka yükümlüsü kişinin tutuklu veya hükümlü olduğu sırada düzenli bir kira geliri veya benzeri geliri yoksa hukukî anlamda kişinin nafaka yükümlüsü olarak kabul edilmesi durumunda, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun “Nafakaya İlişkin Kararlara Uymayanların Cezası” kenar başlıklı 344. maddesi gereği ayrıca tazyik hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Böyle bir durumda da, kişinin kendi içinde bulunduğu durum gereği başka bir ifadeyle nafaka ödeyememe durumunda imkânsızlık sebebi ile tekrar hukukî bir yaptırımla karşı karşıya kalması, ne ceza hukuku kanun koyucusunun ne de özel hukuk kanun koyucusunun tercih edeceği bir yaklaşım olamaz” dedi.

  • Kadir Şeker’in 10 yıl 10 aylık cezası onandı

    Kadir Şeker’in 10 yıl 10 aylık cezası onandı

    Konya’da sevgilisini döven kişiyi, engellemeye çalışırken öldüren Kadir Şeker’in 10 yıl 10 aylık hapis cezası Yargıtay tarafından onandı.

    OLAY VE YARGILAMA SÜRECİ

    Kadir Şeker, 5 Şubat 2020’de merkez Selçuklu ilçesi Kosova Mahallesi’ndeki parkta duyduğu tartışma sesleri üzerine bir kadının şiddet gördüğünü düşünmüş, çifti ayırmaya çalışmıştı.

    Bu sırada Özgür Duran’ın sözlü ve fiziki müdahalesiyle karşılaşan Kadir Şeker ile arasındaki boğuşma sırasında aldığı bıçak darbesiyle yaralanan Duran hastanede hayatını kaybetmişti.

    Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince yargılanan Şeker’e, “kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezası verilmiş, Şeker’in cezası “haksız tahrik” nedeniyle 15 yıla, “iyi hal” indirimiyle de 12 yıl 6 aya düşürülmüştü.

    Şeker’in avukatlarının itirazı üzerine dosya Yargıtay’a gitmiş, Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Kadir Şeker’e verilen hapis cezasının temyiz istemiyle ilgili inceleme yapmıştı.

    Yargıtay 1. Ceza Dairesince inceleme sonrası, Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca yapılan uygulama sırasında tahrikin derecesi ve yoğunluğu da gözetilerek azami hadde yakın bir indirimle cezanın belirlendiği, 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan Şeker hakkında daha fazla indirim yapılması gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına hükmedildiği belirtilmişti.

    Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince dün 5 Temmuz yeniden yargılanan Kadir Şeker’in “haksız tahrik altında kasten öldürme” suçundan 10 yıl 10 ay hapisle cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmişti.

  • Yargıtaydan emsal fazla mesai kararı

    Yargıtaydan emsal fazla mesai kararı

    İşten çıkarılan işçiler Çalışma Bölge Müdürlüğü’nün kapısını çaldı. Çalışma müfettişleri, iş yerindeki fazla mesai uygulamasına yönelik rapor hazırladı. Raporda günlük 11 saati aşan çalışmaların fazla mesaiye dahil edilmesi gerektiği vurgulandı. Şirket avukatları, raporun iptali talebiyle mahkemeye başvurdu. Davacı şirket avukatı; 6 haftalık çalışma süresi 259 saat çıkmasına rağmen fazla çalışma ücreti tahakkuk ettirilmediği tespitinin yanlış olduğunu öne sürdü. Santral bölümü işçilerinin 12,5 saat çalıştırıldığı tespitinin hatalı olduğunu, 2 saat ara dinlenmesi yanında 1,5 saat yemek molası ve yarım saat 2 molanın dikkate alınmadığını iddia etti. Müfettişler tarafından düzenlenen teftiş raporunun iptaline karar verilmesini talep etti. Davalı kurum avukatları ise raporların aksi ancak eşdeğer yazılı belge ile ispatlanabileceğinden teftiş raporunun iptalinin mümkün olmadığını savunarak davanın reddini istedi. Mahkeme raporun iptaline hükmetti. Karar Bölge Adliye Mahkemesi’ne taşındı. BAM, itirazların reddine hükmetti. Karar temyiz edilince devreye giren Yargıtay 9. Hukuk Dairesi emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Emsal kararla birlikte, günlük 11 saati aşan çalışmada bulunan her işçi, haftalık saati aşmasa dahi fazla mesai ücreti alabilecek. Kararda; 4857 sayılı Kanun’un 41’inci maddesine göre haftalık 45 saati aşan çalışmalar fazla çalışma sayıldığı hatırlatıldı. Yönetmeliğe göre, 4857 sayılı Kanun’un 68’inci maddesi uyarınca verilen ara dinlenmeleri, çalışma süresinden sayılmayacağı vurgulandı. Kararda şu ifadelere yer verildi:
    “Ara dinlenmeleri; iklim, mevsim, yöredeki gelenekler ve işin niteliği göz önünde tutularak, 24 saat içinde kesintisiz 12 saat dinlenme süresi dikkate alınarak düzenlenir. Bu düzenlemenin çalışma süresi yönünden önemi, maddede işçinin bir günde kesintisiz 12 saat dinlenme süresi olduğundan söz edilmesidir. Günlük çalışma süresinin 11 saati aşamayacağı öngörülmüştür. Günlük 11 saati aşan çalışma yapılması hâlinde, uygulanacak yaptırımın ne olduğu da yine yönetmelikte düzenlenmiş olup bu hâlde 4857 sayılı Kanun’un 41, 42 ve 43’üncü maddeleri uygulanacaktır. Bu açıklamalara göre, günlük çalışma süresine ilişkin yasal düzenlemelerin emredici nitelikte olduğu kabul edilmelidir. İşçinin haftalık çalışma süresi 45 saati aşmasa dahi günlük 11 saati aşması hâlinde, bu çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmesi gerekir.

    Müşahhas olayda iptali istenilen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın teftiş raporunda hastanede çalışan işçilerin fazla çalışmaları belirlenirken, çalışanların 01 Ocak 2015-01 Ekim 2016 tarihleri arası dönemdeki çalışma süreleri dikkate alınmıştır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, vardiyalı çalışan işçilerin ve santral görevlisi işçilerin, çalışma saatlerine göre gece ya da gündüz çalışmaları farkı yapılmaksızın ve 4857 sayılı Kanun’un 69’uncu maddesindeki değişikliğin yürürlüğe girdiği 04 Nisan 2015 tarihi dikkate alınmaksızın hesaplama yapıldığı anlaşılmıştır. Teftiş raporunda fazla çalışması tespit edilen işçilerin, dosyadaki puantaj kayıtları ve denetim sırasında dinlenen işçilerin beyanları dikkate alınarak çalışma saatleri belirlenmeli ve gece çalışması gündüz çalışması farkı yapılarak 04 Nisan 2015 tarihinden önce bu işçilerin haftalık fazla çalışma süresi 45 saati aşmasa dahi günlük 7,5 saati aşan gece çalışmalarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıydı. Bu tarihten sonra ise haftalık fazla çalışma süresi 45 saati aşmasa dahi günlük 11 saati aşacak şekilde çalışıp çalışmadıkları tespit edilmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik incelemeyle karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”

  • Yargıtaydan, evi boşaltmayana kötü haber

    Yargıtaydan, evi boşaltmayana kötü haber

    Yıllardır kiracı olarak oturduğu dairenin satılmasıyla şok yaşayan kiracı, yeni mülk sahibinin ‘boşalt’ telkinlerine kulak asmayınca olanlar oldu. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yolunu tutan ev sahibi, evi satın almasına rağmen bir türlü boşalttıramadığını öne sürdü. Yıllar süren davaya son noktayı koyan mahkeme, kiracının tahliyesine hükmetti. Mahkeme kararı kesinleşmesine rağmen kiracı, evi boşaltmamakta direndi. Bu kez davacı ev sahibi, Asliye Ceza Mahkemesi’nin yolunu tutarak kiracı hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde düzenlenen ‘Hakkı olmayan yere tecavüz etme’ iddiasıyla dava açtı. Mahkeme, kiracı hakkında beraat kararı verdi. Yıllardır mağduriyetinin sürdüğünü belirten davacı ev sahibi, beraat kararını Yargıtay’a taşıdı. yargıtay 8. Ceza Dairesi emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Kararda; davanın ev sahibi lehine sonuçlanmasına rağmen sanığın işgaline devam ederek hakkı olmayan yere tecavüz suçunu işlediği vurgulandı. Kararda şu ifadelere yer verildi: “Katılanın suça konu sanığın oturmuş olduğu taşınmazı satın alıp, taşınmazı tahliye etmesi için sanık aleyhine müdahalenin meni davası açtığı, davanın katılan lehine sonuçlanıp kesinleşmesine rağmen, sanığın taşınmazı işgale devam ettiği belirlenmiştir. Mahkemece ‘taraflar arasında hukuki ihtilaf bulunduğu’ gerekçesine dayanılmış ise de dava dosyası çerçevesinde taraflar arasında herhangi bir hukuki ilişkinin bulunduğuna dair bir delil yer almamaktadır. Bu itibarla, sanığın katılanın taşınmazını işgalinin bir hakka dayanmadığı anlaşılmakla yerinde olmayan gerekçeyle kurulan beraat hükmü hukuka aykırıdır.”

  • Davalardaki deliller ile ilgili emsal karar

    Davalardaki deliller ile ilgili emsal karar

    Edinilen bilgiye göre, uzman doktor olarak çalışan iki çocuk sahibi çift boşanmaya karar verdi. Kocasının kendisi ile ilgili çektiği videoları mahkemeye delil olarak sunacağı baskısı üzerine kadın, kocası hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle savcılığa suç duyurunda bulunup dava açtı. Birlikte görülen boşanma ve özel hayatın gizliliğini ihlal davasında davacı kadın G.Ö.M.’nin vekil avukatı, dava dilekçesinde eşler arasında yıllardır artarak devam eden şiddetli geçimsizlik bulunduğunu, evliliğin bu hale gelmesinde tüm kusurun davalıda olduğunu, tarafların zorunlu haller dışında birbirleri ile konuşmadıklarını, konuştuklarında sert ve kırıcı olduklarını, yataklarının dahi ayrı olduğunu, davalının eşine ağır şekilde manevi baskı ve şiddet uyguladığını, hakaret ettiğini, toplum içinde küçük düşürdüğünü, davalının tutum ve davranışları nedeniyle evlilik birliğinin çekilmez bir hal aldığını, yaşananlar nedeniyle davacının sağlığının bozulduğunu, stres kökenli kronik rahatsızlıklar yaşadığını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına ve müvekkili yararına 300 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etti.

    Davalı koca S.M.’nin vekili ise cevap dilekçesinde tüm iddiaları inkar edip, müvekkilinin hiçbir kusurlu davranışının bulunmadığını, aksine davacının birlik görevlerini yerine getirmediğini, evlilik sorumluluğunu taşımak istemediğini, özgür olmayı istediğini dile getirdiğini, eşlerin dava açıldıktan sonra dahi cinsel hayatlarının devam ettiğini, davalının bir baba olarak çocuklarının her şeyi ile ilgilendiğini, çocukların okuldaki ve sosyal hayattaki başarıları için yapılması gereken her şeyi eksiksiz yaptığını, kahvaltıyı dahi davalının hazırladığını, ev alışverişlerinin müvekkili tarafından yapıldığını, davacının sürekli yorgun olduğunu söyleyerek uyuduğunu, uyumadığı zamanlarda televizyon izlediğini, tüm bunlara rağmen davalının davacıya aşırı ilgi gösterdiğini, ekonomik anlamda lüks bir hayat sürmesini sağladığını, eşler arasında daha evvel boşanma davası açıldığını, dosyanın takip edilememesi nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verildiğini, hükmün kesinleştiğini ileri sürerek davanın reddini savundu.

    Yerel mahkeme boşanma davasını reddetti

    Çiftin ikamet ettiği şehirdeki Aile Mahkemesi, dinlenen davacı tanık anlatımlarının genel ve soyut olduğu, taraflar arasında daha önce gerçekleşen anlaşmazlığa ilişkin bulunduğu beyanlarda geçen olaylardan sonra eşlerin yeniden bir arada yaşamaya devam ettikleri, dolayısıyla davacının yaşanan olayları affettiği, en azından hoşgörü ile karşılanmış sayılması gerektiği, dolayısıyla dinlenen tanık beyanlarının eldeki davaya ilişkin geçimsizliği kanıtlayacak nitelikte olmadığı, davalı tarafça ibraz edilerek çözümü yaptırılan DVD içeriğindeki fotoğraf, konuşma ve dökümlerin dava tarihinden sonra olduğu, hal böyle olunca tarafların boşanma davası açıldıktan sonra aynı evde karı-koca hayatı yaşamaya devam ettikleri, davaya rağmen eşlerin bir süre birlikte yaşamaları nedeniyle birliğin sarsılmadığı gibi sürdürülebilir olduğunu gösterdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verdi. Mahkemenin kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulundu. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kararın onanmasına karar verdi.

    Yargıtay 2. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını bozdu

    Davacı vekilinin karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, “Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillerden davalı erkeğin davacı kadına yönelik olarak sürekli olarak ‘Kızınız deli, tımarhaneye yatırın, şişmansın, estetik ameliyat ol, senin hiçbir şeye aklın ermez, sen ne anlarsın, ruh hastasısın, sende psikolojik bozukluk var, git tedavi ol’ diyerek eşini aşağıladığı ve ona hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Davalı erkek tarafından sunulan görüntü kayıtlarına ilişkin DVD’nin kadının rızasına aykırı olarak hukuka aykırı yolla elde edildiği anlaşıldığından, hukuka aykırı bu delilin af olgusunun ispatında dikkate alınması mümkün olmadığı gibi, davacı kadının eşinin süreklilik gösteren kusurlu davranışlarını affettiğine dair başkaca bir delil ve olgu da ispatlanamamıştır. Bu halde davalı erkeğin aşağılama ve hakarete yönelik davranışlarının süreklilik gösterdiği de dikkate alındığında taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre boşanmaya karar verileceği yerde yetersiz gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. Ne var ki bu husus ilk inceleme sırasında gözden kaçırıldığından, hükmün onanması doğru olmayıp, davacının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin onama ilamının kaldırılmasına, hükmün açıklanan gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir” gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verdi.

    Yerel mahkeme kararında direndi

    Aile Mahkemesi bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında, “davacı tanık beyanlarının genel, soyut ve davacıdan duyuma dayalı olduğu, olayların gerçekleştiği ana ilişkin yer ve zaman belirtilmediği, beyanların davacının anlatımlarına dayalı olduğu, davalının eşi ve çocuklarıyla çok ilgili olduğu, dolayısıyla davacının iddialarını kanıtlayamadığı, davalı erkek hakkında özel hayatın gizliliğini ihlâl etmek suçu ile ilgili olarak yapılan suç duyurusu sonrası savcılık tarafından verilen kararda ‘şüpheli ile müştekinin şikâyete konu görüntülerin ve seslerin kayıt edildiği tarihte aynı ikamette yaşamaya devam ettikleri ve kanunen hâlen evli oldukları, bu bakımdan şüphelinin yaşadığı evdeki diğer şahısların görüntü ve seslerini kendisinin bulunmaya hakkı olduğu bir ortamda ve müştekinin de görüntülerinin ve seslerinin kayıt edildiğinden haberdar olduğu bir zamanda kaydettiği, şüphelinin bu ses ve görüntüleri delil olarak müşteki ile şüpheli arasında devam eden boşanma dava dosyasına sunduğu, üçüncü kişiler ile paylaşmadığı, bu durumun TCK’nın 134/1 ve 2. maddelerinde gösterilen suçu oluşturmayacağı, özel hayatın gizliliğini ihlâl etmek suçundan dolayı unsur yokluğu nedeniyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair’ verilen gerekçe dikkate alındığında hükme esas alınan bu delil hakkında “rızası alınmaksızın hukuka aykırı yolla elde edilen delil” olarak değerlendirme yapılamayacağı” gerekçesiyle direnme kararı verdi. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edildi. Böylelikle dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu: “Bir delilin hangi durumda hukuka aykırı olarak elde edildiği noktasının aydınlatılması gerekmektedir”

    Gündemine gelen dosya üzerinde görüş bildiren Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, eldeki davada erkek eş tarafından dosyaya sunulan altı adet DVD ve içerisindeki videolar ile belirli aralıklarla alınan ekran görüntülerinin dökümüne ilişkin bilirkişi raporunun incelenmesinde “Kadının ‘Ya bak beni çekip durma, beni çekme, sen niye sürekli çekiyorsun. Senin amacın ne, neden çekiyorsun anlayamıyorum. Ne yapacaksın, mahkemede delil olarak mı kullanacaksın’ şeklindeki beyanlarından erkeğin ortak konut içerisinde çekim yaptığının kadın tarafından bilindiği, bir başka ifade ile erkeğin bu çekimleri gizli olarak yapmadığı anlaşılmaktadır. Öyle ise dosya içerisinde var alan DVD’nin kadının bilgisi dışında hukuka aykırı yolla elde edildiğinden söz edilemeyeceği tartışmasızdır” diyerek boşanma davaları açısından hukuka aykırı deliller kapsamında çok önemli emsal bir karara imza attı.