Etiket: Yargıtay

  • Yargıtay’dan emsal ‘Mehir’ kararı

    Yargıtay’dan emsal ‘Mehir’ kararı

    Tam 5 sene önce dünya evine giren çift, şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanmaya karar verdi. Aile Mahkemesi’ne başvuran davacı genç kadın, resmi nikah yapmaksızın iimam inikahıyla evlendiği kocasının alkol kullanması, düzenli ve yeterli gelirinin olmaması, ekonomik durumu hakkında yalan söylemesi sebebiyle boşandığını dile getirdi. Kocasının, ailesi tarafından imzalanan mehir senedinin tahsilini talep eden davacı kadın; davalıların mehir senediyle 500 gram 22 ayar altın borçlandıklarını, bu borçlarını ödemediklerini ileri sürerek; altının dava tarihindeki değeri olan 85 bin TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsilini talep etti. Davalılar davanın reddini istedi. Aile Mahkemesi; davanın kısmen kabulüne hükmetti. Hem davacı hem de davalılar kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi, itirazları geri çevirdi. Kararı davalılar temyiz edince devreye Yargıtay 3. Hukuk dairesi girdi.

    Emsal nitelikte bir karara imza atan daire, resmi nikah olmadan mehir senedinin geçirli sayılamayacağına hükmetti. Kararda şöyle denildi: “Damat ve damat babasının imzaladığı belgede ‘mehir senedi, bu mihir senedini eşim olacak kişiye mihir olarak veriyorum’ ibaresi mevcuttur. İşbu belgenin evlilik birliğinin gerçekleşmesi amacıyla düzenlendiği ancak davalı ve davacı arasında resmi nikah akdi yapılmadığı, bu itibarla da söz konusu belgenin geçerliliği olmadığı ortadadır. Buna göre ilk derece mahkemesince; davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. İlk derece mahkemesi kararının, bozulmasına karar verilmiş olduğundan, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan eşleri ilgilendiren emsal karar

    Yargıtay’dan eşleri ilgilendiren emsal karar

    “Davacı vekili müvekkili N.C.’nin belirtilen mallar yönünden davalı Ö.N. edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklı alacağının bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10 bin TL alacağın davalıdan tahsilini” talep etti.

    Davalı vekili cevap dilekçesinde; “tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166. maddesinin 3. fıkrası uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiğini, buna göre birbirlerinden maddi ve manevi tazminat taleplerinin bulunmadığını, mahkeme içi ikrar niteliği bulunan beyanı doğrultusunda davacının eldeki davayı kesin hüküm nedeni ile açamayacağını” ileri sürerek davanın reddini savundu.

    Mahkeme davayı reddetti

    Aile Mahkemesi “tarafların boşanma dava dosyasında yaptıkları protokol sonucunda anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiğini, imzalanan bu protokolün duruşmada doğru olduğunu kabul ettiklerini, protokolde “boşanmanın fer’isi niteliğindeki velayet, nafaka, kişisel ilişki dışında davalının davacıya ait evde oturmaya devam edeceği, evde bulunan eşyaların davalı Nazan’a ait olacağı ve birbirlerinden başkaca maddi manevi taleplerinin olmadığının belirtildiği, bu protokol uyarınca taraflar arasında boşanmanın fer’îleri dışında kalan yönlerden de anlaşma sağlandığı, bu beyanların mahkeme içi ikrar niteliğinde olduğu” gerekçesiyle davanın reddine karar verdi.

    Yargıtay 8. Hukuk Dairesi kararı bozdu

    Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, “Davacı Nazan’ın boşanma protokolündeki ve protokolü doğruladığı 05.02.2013 tarihli oturumdaki boşanma dava dosyasındaki beyanı, boşanmanın fer’i niteliğindeki mali konulara yönelik olup, mal rejiminin tasfiyesi dolayısı ile eldeki dava konusu yapılan malvarlığına ilişkin bir açıklama içermemektedir. Mal rejiminin tasfiyesi boşanma davasının eki niteliğinde olmadığından; boşanmayla birlikte karara bağlanması zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde taraf delilleri toplanarak tartışılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra talebin esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, protokolden ve mahkeme içi ikrardan hareketle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır” gerekçesiyle kararı bozdu.
    Aile Mahkemesinin kararı ile önceki gerekçeyle direnme kararı verdi ve direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edildi.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu direnme kararını bozdu

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, anlaşmaya dayanak 05.02.2013 havale tarihli protokolün 5. bendinde “Taraflar yukarıdaki şartlarda anlaşmış olup birbirlerinden başkaca maddi ve manevi talepleri ile mahkeme masrafı ve avukatlık ücreti talep etmeyecektir” hükmünün imza altına alındığı, Mahkemece yapılan yargılamanın 05.02.2013 tarihli duruşmasında eşlerin hazır bulunduğu, protokolün doğru olduğunu ve onayladıklarını, anlaşma metni dışında birbirlerinden karşılıklı maddi ve manevi tazminat taleplerinin bulunmadığını beyan ettikleri, Mahkemece gerekçeli kararın 7. bendi ile 05.02.2013 tarihli protokolün onaylanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; eşlerin gerek anlaşmalı boşanmaya dayanak protokol metninden gerekse duruşmadaki beyanlarından aralarındaki mal rejimini tasfiye ettikleri sonucuna varılamadığı gibi, salt “davalının davacıya ait evde oturacağına ilişkin anlaşma hükmünden eşlerin mal rejimini tamamen tasfiye ettiklerini değerlendirmek mümkün değildir” diyerek yerel mahkemenin direnme kararını bozdu.

    “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı mal rejimi hukuku açısından yerindedir”

    Kararı değerlendiren İstanbul Barosu üyesi Avukat Fatih Karamercan şunları söyledi:
    “Eşler, genellikle birbirleri arasında düzenledikleri anlaşmalı boşanma protokolü veya duruşma sırasındaki beyanları ile boşanırken, aralarındaki mal rejimini sonlandırmaktadır. Halbuki, vatandaşların kendi aralarında, vekil olmaksızın veya vekilleri ile gerçekleştirdikleri, bu boşanma sonucu, mal rejiminin tasfiyesinden doğacak bir hakkın engellenmesini veya mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanacak bir hakkın doğmasını istedikleri halde, bunun tam tersi durumların da ortaya çıkması, uygulamada yaşanan sıkıntılar arasındadır. Mal rejiminin tasfiyesi sağlanırken boşanacak çiftler, boşanmanın heyecanı ve telaşı ile haklarının zayi olmasının önüne geçebilmeleri için anlaşmalı boşanma çerçevesinde hazırlanacak belgede veya mahkemedeki beyanlarında daha dikkatli olmaları gerekir. Sonuç olarak, ‘davalının davacıya ait evde oturacağına’ ilişkin anlaşma hükmünden eşlerin mal rejimini tamamen tasfiye ettiklerini değerlendirmek mümkün değildir görüşünü ortaya koyan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararı, mal rejimi hukuku açısından yerindedir.”

  • Çocuklu boşanmış eşleri ilgilendiren karar

    Çocuklu boşanmış eşleri ilgilendiren karar

    “Davacı vekili: dava dilekçesinde davalı S.Ş. ile müvekkili C.S.S’nin 2012 yılının Haziran ayında boşandığını, müşterek çocuğun velâyetinin davalı anneye bırakıldığını, aylık bin TL iştirak nafakası ödeyeceğine karar verilen müvekkili hakkında Kasım 2012-Nisan 2014 tarihleri arasında ödenmeyen iştirak nafakası bulunduğundan icra takibi başlatıldığını açıkladı. Ancak müvekkilinin karşı tarafın sözlü talebi üzerine çocuğun özel okula başlaması nedeniyle okul ve servis masraflarını iştirak nafakasına karşılık olmak üzere ödediğini, takip dönemi içerisinde bu suretle toplam 25 bin 925 TL ödeyen müvekkilinin takipte istenilen miktardan çok daha fazlasını ödediğini ileri sürerek takip nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine karar verilmesini” talep etti.

    Mahkeme davayı kabul etti
    Mahkeme, “İcra takibinin 23.12.2013 tarihinde başlatıldığı, velâyeti kendisine verilen annenin çocuğunu özel okula göndermeye devam ettiği ve boşanma tarihinden sonra yaklaşık bir buçuk yıl nafaka talebinde bulunmadığı, özel okul ve servis ödemelerinin nafaka borcuna mahsuben yapılmasına muvafakat ettiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu durumun aksinin davalı tarafından ispatlanamadığı, davacının takip tarihi itibariyle nafaka borcunun çok daha üzerinde ödeme yaptığı, ödemelerin nafaka borcuna ilişkin olduğuna dair bir açıklama olmasa bile ödenen miktar nisbetinde nafaka borcundan kurtulacağının kabul edilmesi gerektiği, zira işleyen nafaka borcu bulunan bir borçlunun yaptığı ödemelerin bu borç dışında, ahlakî bir ödeme olduğunu kabul etmenin hak kaybına neden olacağı, yine zorunlu olsa dahi, nafaka borcunun da nitelik itibarıyla temelde ahlaki bir ödeme olduğu” gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi.

    Yargıtay 3. Hukuk Dairesi kararı bozdu

    Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, “Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.” Mahkemece, bu husus göz ardı edilerek, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 19.02.2010 tarih, 2009/22641 E. 2010/3781 K. sayılı ilamının yanlış yorumlanarak, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir” gerekçesi ile kararı bozdu.

    Yerel mahkeme direndi

    Yerel mahkeme 15.05.2018 tarihli kararı ile önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verdi ve direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edildi.

    Dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine geldi

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da son kararı vererek, okul masraflarının nafaka borcundan düşülemeyeceğine hükmetti. Genel kurul kararında şöyle denildi: “Davalı icra dosyasıyla, birikmiş on dört aylık nafaka bedelinin davacıdan tahsil edilmesini istemiş; davacı ise, takibe konu edilen dönemde çocuğunun özel okulda okuyabilmesi ve davalının bu yöndeki talebi üzerine, iştirak nafakası borcundan çok daha fazlasını nafaka borcuna mahsuben ödediğini ileri sürmüştür. Davalı, bu ödemelerin nafaka borcuna mahsuben gerçekleştirileceği konusunda aralarında bir anlaşma olduğu iddiasını kabul etmemiştir. Bu hâlde ispat yükü davacı üzerine olup davacının ilama bağlanan anlaşmayla belirlenen nafaka borcu yönünden, bu anlaşmayla aynı güçte bir delil ile iddiasını ispatlaması gerekir. Ne var ki delil olarak yalnızca dava dışı okul ve servis yetkililerine yapılan, iştirak nafakası borcuyla ilgili herhangi bir açıklama içermeyen dekontlara ve tanık beyanlarına dayanılmıştır. Bu deliller somut olayda ispata elverişli olmadığından Mahkemece davacının dosya geneli itibariyle borçsuzluk iddiasını ispatlayamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekir”.

  • Yargıtay’dan emsal ev ipoteği kararı

    Yargıtay’dan emsal ev ipoteği kararı

    Ekonomik darboğaza düşen Y.B., bir bankadan kredi çekti. İddiaya göre, banka Y.B.’nin eşi ile birlikte yıllardır kullandığı apartman dairesini ipotek ettirdi. Durumu öğrenen kadın mahkemenin yolunu tuttu. Davacı kadın, evine davalı banka tarafından rızası alınmaksızın ipotek tesis edildiğini, yasa gereğince eşin rızası olmadan ipotek tesis edilemeyeceğini, bankanın kötü niyetli olduğunu ileri sürerek, aile konutu niteliğindeki taşınmaz üzerinde bulunan ipoteğin kaldırılmasını talep etti.

    Davalı banka avukatı, dava konusu taşınmaza aynı banka tarafından 2001 ve 2006 yıllarında iik ayrı ipotek tesis edildiğini, davacının bu ipoteklerden haberi olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu öne sürdü. İpotek tesis işlemi yapıldığı anda tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmadığını savunan avukat, davanın reddini istedi.

    Aile mahkemesi, davalı banka tarafından ipotek tesis işleminden önce tanzim ettirilen ekspertiz raporunda birinci katın kullanıldığının tespit edildiğine, yapılan kolluk araştırması ve dinlenen tanık beyanlarına göre de ipoteğe konu taşınmazın uzun yıllardır davacı ve ailesi tarafından aile konutu olarak kullandığının anlaşıldığına dikkat çekti. Kararda Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümleri gereği diğer eşin açık rızası olmadan aile konutuna ilişkin tasarrufta bulunulamayacağı, bu nedenle davacı eşin rızası alınmadan tesis edilen ipoteğin geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına hükmedildiği belirtildi.

    Kararı davalı banka vekili temyiz edince devreye Yargıtay 11. Hukuk Dairesi girdi. Daire, oy birliği ile aldığı kararla mahkeme hükmünü onadı. Emsal nitelikteki kararla birlikte eşin rızası alınmadan aile konutu olarak kullanılan daire ipotek ettirilemeyecek.

  • Yargıtay’dan kredi kartı limit kararı

    Yargıtay’dan kredi kartı limit kararı

    “Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin S.S.’nin davalı bankadan 4 bin lira limitli kredi kartı aldığını ve kart limitinin 4 bin lira olmasına güvenerek bu kredi kartını dava dışı aile dostu E.İ.’ye verdiğini, müvekkilinin kredi kartı hesap özetinde 45 bin lira borç olduğunu anlayınca ilgili banka şubesine başvurduğunu, ancak bankayla yaptığı görüşmelerden sonuç alamadığını, icra takibine maruz kalmamak amacıyla bankaya bu miktardan 19 bin 700 lira ödediğini, kart borcunun 4 bin liralık kısmına katlanmak zorunda olduğu için bankaya ödediği bedelden limit üstü olan 15 bin 700 liralık kısmın müvekkilinden haksız olarak alınmış olduğunu ileri sürerek; fazla yapılan ödemenin iadesine ve ödenmemiş olan kalan 28 bin liradan dolayı müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etti.

    Mahkeme davayı kısmen kabul etti

    Tüketici Mahkemesi, davalı bankanın kredi kartının limitini aşacak şekilde kullanılmasına izin verdiği için davacı ile birlikte eşit kusurunun olduğu, 4 bin lira limit dışında kalan 40.518 liralık miktarın yarısının davacının, yarısının da davalının sorumlu olduğu, davacının kendisine ait sorumluluk miktarından bankaya yaptığı 19 bin 700 lira ödemenin düşülmesi ile davacının 4 bin 559 lira asıl alacak, bin 927 lira işlemiş faiz olmak üzere toplam 6 bin 583 liradan sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verdi.

    Yargıtay kararı bozdu

    Yargıtay Hukuk Dairesi, “Dava konusu kredi kartı davacıya teslim edilmiş olup, kredi kartı hamili kendi iradesi ile kredi kartını verdiği kişinin yaptığı işlemlerin tamamından sorumludur. Bu nedenle kanıtlanamayan davanın reddi gerekirken yazılı gerekçe ile haklı olmayan davanın kısmen kabulü isabetsizdir” gerekçesiyle kararı bozdu.

    Tüketici Mahkemesi direndi

    Tüketici Mahkemesi, önceki karar gerekçesi yanında, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 15. ve 16. maddelerine değinilerek, davalı Bankanın limit üzerinde yapılan harcamalara onay vermemesi ve limitin aşılmaması için gerekli teknik önlemleri alması gerektiği belirtilmek suretiyle” direnme kararı verdi. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edildi.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu hem bankayı hemde müşteriyi kusurlu buldu

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise “5464 sayılı Kanunun 15. ve 16. maddelerine göre, kredi kartının ve kredi kartına ait şifrenin korunması yükümlülüğü kart hamiline yüklenmiştir. Kart hamili kart ve şifre ile hesabı üzerinde belirlenen limit dahilinde işlem yapabilecek ve tasarrufa bulunabilecektir. Davalı bankanın da limit üzerinde yapılan harcamalara onay vermemesi ve limitin aşılmaması için gerekli teknik önlemleri alması gerekmektedir. Ancak yukarıya aynen alınan 05.10.2011 tarihli yazı içeri göstermektedir ki, davalı Banka kart limitinin aşılmaması için gerekli önlemleri almamış, sistemdeki teknik hata nedeniyle limit üstü harcamaya izin vermiştir. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece hem davacı asılın hem de davalı bankanın kusurlu olduğuna yönelik verilen direnme kararı yerindedir.” diyerek Tüketici Mahkemesi’nin direnme kararını yerinde buldu. Hukuk Genel Kurulu somut uyuşmazlık yönünden hem davacı müşteriyi hem de davalı bankayı ortak kusurlu bularak davayı sonlandırdı.

  • Yargıtay’dan “küçük düşme” tazminat kararı

    Yargıtay’dan “küçük düşme” tazminat kararı

    22 yaşındaki damat adayı ile 18 yaşındaki genç kız, ailelerinin de isteğiyle nişanlandı. Çiftler arasında yaşanılan tartışmalar üzerine damat adayının ailesi, gelin adayının evine gitti. Çıkan olaylarda iddiaya göre, damat tarafı, gelin ve annesini darp etti. Nişanın bozulmasıyla sonuçlanan olayların ardından açılan ceza davasında damat adayı ve annesi cezaya çarptırıldı. Olaylar sebebiyle komşularına karşı rezil olduklarını, etraflarına küçük düştüklerini belirten 18 yaşındaki gelin adayı ile annesi, toplam 30 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ifade veren davacı genç kız, 18 yaşında iken nişanlandığını, nişanlılık sürecinde aralarında bazı sorunlar yaşandığını, olay günü davalıların evine gelip yaşanan tartışmalar sonucunda darp edildiğini öne sürdü. Davalıların 2. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda ‘kasten yaralama suçu’ndan ceza aldıklarını, bütün komşularına ve etraflarına karşı küçük düştüğünü dile getirdi.

    Davacı kız yararına 30 bin annesi için 10 bin Tl manevi tazminat ödenmesi talep edildi. Davalılar damat adayı ile annesi ise iddiaları rededetti. Tarafları dinleyen Mahkeme, komşularına rezil olan genç kız için 8 bin annesi için 11 bin TL manevi tazmkinat ödenmesi gerektiğine hükmetti. Davalılar kararı temyiz edince devreye giren yargıtay 4. Hukuk Dairesi, manevi tazminat tutarını fazla bularak kararı bozdu. Yeniden yapılan yargılamada mahkeme ilk hükmünde direndi. Davalılar bu kararı da temyiz edince devreye bu defa

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi.

    Emsal nitelikteki kararda; “Hâkim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır.” ifadelerine yer verildi. Mahkemece verilen tazminat tutarının fazla olduğunun belirtildiği Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında şöyle denildi: “Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hâl ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenler karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna dair bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O hâlde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut durumda elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalıların davacılara yönelik gerçekleştirdiği fiillerin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralama niteliğinde olduğu hususunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

    Ancak olay tarihi, olayın gelişim biçimi, davacıların yaralanma derecesi ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alındığında davacılar lehine hükmedilen manevi tazminat miktarının fazla olduğu kanaatine varılmıştır. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

  • Yargıtay’dan ‘saçak’ kararı

    Yargıtay’dan ‘saçak’ kararı

    İki komşu, saçaktan akan yağmur ve kar suları sebebiyle mahkemelik oldu. Komşusunun binasından akan suların evine zarar verdiğini belirten davacı B.D., İmar Kanunu’na aykırı yapılan saçağın yıkılmasını istedi. Binanın çatısının imar planına uygun olarak yapılmadığından binasının duvarlarına yağmur ve kar sularını akıtarak zarar verdiğini öne sürdü. Davalıya ait taşınmazda bulunan binanın çatısının imara uygun hale getirilmesini, binasına kar ve yağmur sularının sızarak zarar vermesinin önlenmesini, davalıların haksız müdahalesinin men’ini ve komşuluk hukukuna aykırılığın giderilmesini talep ve dava etti.

    Davalı komşu S.G. ise maliki olduğu bağımsız bölümü yaklaşık iki yıl önce aldığını, bu bağımsız bölümü satın aldığında davacının binasının olmadığını, davacı bina yapmaya karar verdiğinde kendi binalarına ait çatıların oluklarını davalılara haber vermeden kaldırdığını öne sürdü. Binası bitince de halihazırdaki gibi çatı oluklarını yaptırdığını, yaptırdığı oluğun tahliye borusunu harçla kapattığını, yaptığı bu yeni çatı oluğunun kendi binasına zarar verdiğini, davacının kendi kusuru ile yapmış olduğu işlemden dolayı sorumlu olmamaları gerektiğini savunarak davanın reddini talep etti.

    Asliye Hukuk Mahkemesi, davanın kabulü ile davalıya ait taşınmazda bulunan binanın çatısının akıntı yönünün Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin Çatılar ve Dış Görünüm başlıklı 35. maddesine istinaden yol cephelere ve komşuya çekme mesafesi bırakılarak çekme mesafelerine göre verilmesi gerektiğine hükmetti. Çatının imara uygun hale getirtilerek davacıya ait taşınmazdaki binaya kar ve yağmur sularının sızarak zarar vermesinin önlenmesine, davalıların haksız müdahalelerinin men’ine, komşuluk hukukuna aykırılığın giderilmesine karar verildi.

    Kararı davalı temyiz edince devreye Yargıtay 14. Hukuk Dairesi girdi. Emsal nitelikteki kararda şöyle denildi:

    “Komşuluk hukukunun öngördüğü sınırları aşan kullanım halinin tespiti halinde, mahkemece kurulacak hükümde zararlı davranışın giderilme şeklinin ve taraf yükümlülüklerinin karar yerinde açıkça gösterilmesi zorunludur. Ne var ki, bilirkişi raporunda zararın giderilme şekli – nasıl giderilmesi gerektiği gösterilmemiş ve mahkemece genel ibareler kullanılarak karar verilmiştir. Hal böyle olunca, uzman bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla yerinde yeniden keşif yapılarak, komşuluk hukukuna aykırı olduğu iddia edilen eylemler tek tek değerlendirilerek bu eylemlerin haksızlık teşkil edip etmediğinin tespit edilmesi gerekir. Bu sebeplerle davacıya ait taşınmazda zarar meydana gelmişse, ne gibi önlemlerle zararın giderilebileceği hususunda infaza elverişli rapor alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Mahkeme kararının bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir.”

  • Kredi masrafı ödeyenler dikkat

    Kredi masrafı ödeyenler dikkat

    Çektiği tüketici kredisi sonrası bankanın tahsil etmek istediği masrafları ödemeyen tüketici, icra takibine maruz kaldı. Tüketici icra takibinin iptali için mahkemeye başvurdu. Mahkeme, takibe yapılan itirazı reddetti.

    Karar vaktinde temyiz edilmeyince kesinleşti; ancak devreye Adalet Bakanlığı girdi. Bakanlık, kanun yararına bozma talebinde bulununca dosya Yargıtay 3. Hukuk dairesi’nin gündemine geldi. Emsal nitelikteki kararda, bankaların keyfi masraf tahsilinde bulunamayacağına vurgu yapıldı.

    Kararda şöyle denildi: “Dava, davalı bankaca tahsil edilen dava konusu edilen masrafların iadesi için başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine yöneliktir. Uyuşmazlık, iadesi talep edilen masrafın yasal olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Dosya incelenmesinde, davalının cevap dilekçesini sunmadığı ve müzekkrelere cevabında da sözleşme örneğini göndermediği anlaşılmaktadır. Davacı ile arasında kurulan kredi sözleşmesinden kaynaklı olarak kesintinin yapıldığı, davacının rızasının olduğu yazılı usul kuralları çerçevesinde davalı tarafından ispat edilmelidir. Mahkemece, davalının sözleşme çerçevesinde alınan masrafın hukuka uygun masraf olduğunu değerlendirip karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır. Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına bozma talebinin kabulü ile kararın kanun yararına bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Düğün yapacaklar için önemli karar

    Düğün yapacaklar için önemli karar

    İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, Anadolu’da vergi rekortmeni olan işadamı “M.A.B. oğlu V.B. ile yeğeni E.B.’ye çifte düğün yapmak için hazırlıklara başladı.

    770 kişilik bir düğün organizasyonu yapılması için bir firma ile anlaşan vergi rekortmeni işadamı, otelle görüşüp rezervasyon yaptırarak kira bedelini ödedikten sonra, düğün için davetiye hazırlatıp dağıtarak çifte düğün yapılacağını da tüm hısım akraba ve iş çevresine ilan etti. Ancak organizasyonu yapacak olan şirket, otelle anlaşamadıklarını, organizasyonu yapamayacaklarını bildirip düğüne bir gün kala organizasyonu gerçekleştiremeyeceklerini belirterek çalışmayı iptal etti.

    Yapılan sözleşmeye aykırı davranan organizasyon şirketi yüzünden rekortmen işadamı mağdur olurken; düğünün yapılmasını bekleyen oğlu ve yeğeni ile eşleri olacak gelinler arasında büyük bir hayal kırıklığı ve tedirginlik yaşandı

    Düğüne bir gün kala başka bir şirket ile son anda anlaşıp düğün organizasyonunu gerçekleştiren işadamı ile oğlu ve yeğeni düğünün ardından son anda çalışmayacaklarını bildiren organizasyon şirketine dava açtı.

    Davacı avukatı, birçok kişinin şehir dışından geldiğini, müvekkillerinin çok üzüldüğünü, davalılar tarafından son gün başka bir organizasyon şirketi arayışına mecbur bırakıldıklarını, müvekkillerinin tüm ekonomik güçlerini kullanarak ve tüm tanıdıklarından rica ederek düğünü acil bir şekilde yapacak şirket bulmaya çalıştıklarını ifade etti. Mağdurlar ayrıca kısmen de olsa düğünü son günde organize edecek bir firma ile anlaştıklarını ancak organizasyonun aksamasının düğün hazırlıklarında büyük sıkıntı çekilmesine neden olduğunu” ileri sürerek 31 bin lira manevi tazminat talep etti.

    Mahkeme davayı reddetti

    Asliye Hukuk Mahkemesi “Manevi tazminatın mal varlığı eksilmesini veya kazanç yoksunluğunu giderme aracı olmadığını vurguladı. Ayrıca davacıların organizasyon şirketinden düğünün gerçekleşmesinden önce ödenen bedeller ile ilgili zararın tahsilatını isteyebileceğini, düğün organizasyonunun gerçekleşmesinde yaşanan sıkıntılardan kaynaklı manevi tazminat davasının şartlarını taşımadığı gerekçesiyle” kanıtlanamayan davanın reddine karar verdi.

    Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, kararı bozdu

    İtiraz üzerine Yargıtay y4.Hukuk Dairesi devreye girdi. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise, “Davacıların düğüne bir gün kala yeni bir firma ile anlaşma yapmak zorunda kalmaları, düğün organizasyonu gibi geniş katılımlı bir davetin istenildiği gibi yapılamama ihtimalinin oluşturduğu zor psikoloji ve düğün davetinin önemi birlikte değerlendirildiğinde davacılar yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile istemin reddi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir” gerekçesi ile kararı oy çokluğu ile bozdu.

    Asliye Hukuk Mahkemesi direndi

    Bozma kararının ardından Asliye Hukuk Mahkemesi, peşin ödenen paranın iade edildiği ve vazgeçme işlemi sebebiyle; davacının hayat, vücut bütünlüğü, sağlık, özgürlük, isim, resim, şeref, haysiyet gibi değerlerinde bir ihlâle yol açmadığı, davalının düğünün yapılması sırasında otelde hazır bulunduğu, çifte düğünün aynı otelde davalının da katkısı ile yapıldığı, sözleşmeye ve borca aykırılık nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesinin mümkün olmadığı, kişilik haklarının hukuka aykırı bir biçimde saldırıya uğradığı ve manevi zarar doğduğunun davacılar tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle” direnme kararı verdi. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edildi.

    Son sözü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu söyledi

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise “Davalıların sözleşmeden doğan borçlarını yerine getirmedikleri ve düğün organizasyonunu yapmadıkları sabittir. Nikâh, düğün gibi özel öneme sahip, insan hayatında genellikle bir kez yaşanan, tekrarı mümkün olmayan önemli günlerin herhangi bir sorun çıkmadan yaşanmak istenmesi doğaldır. Zirâ, bu özel günlerde yaşanan olumsuz durumların gelin, damat ve yakınları için ömür boyu üzüntü kaynağı olacağı tartışmasızdır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacıların aynı gün ve saatte aynı yerde yapılacak olan iki düğününe ilişkin organizasyon davalılarca düğünden bir gün önce bildirilmek suretiyle yerine getirilmemiş, davacılar başka bir firma ile anlaşarak düğünün aynı yerde yapılmasını sağlamışlardır. Her ne kadar düğün aynı gün ve saatte aynı yerde yapılmış ise de organizasyonda aksamalar olduğu gibi bu sürecin bir bütün olarak davacılarda acı ve üzüntüye neden olduğu ve kişilik haklarını zedelediği kabul edilerek TBK’nın 58. maddesi gereğince uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.” diyerek Asliye Hukuk Mahkemesi’nin direnme kararını, davacıların lehine manevi tazminat hükmedilmesi yönünde bozdu.

  • Yargıtay’dan İngilizce ibraname kararı

    Yargıtay’dan İngilizce ibraname kararı

    Bir firmanın yurtdışı şantiyelerinde çalışan işçi, sözleşmesinin sebephsiz yere feshedildiği gerekçesiyle İş Mahkemesi’ne başvurdu. Davacı işçi, kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağının davalıdan tahsilini talep etti. Davalı, iddiaları redetti. Mahkeme, ispat yükü kendisinde olan davalı tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin ispat edilemediği, bu nedenle ödemeler dikkate alınarak davacının kıdem ve ihbar tazminatları talebinin kısmen yerinde olduğuna karar verdi.

    Kararı davacı işçi avukatı temyiz etti. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, mahkeme kararını bozdu. Yeniden yapılan yargılamada İş Mahkemesi, ilk kararında direndi. Davacı kararı temyiz edince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. Emsal nitelikte bir karara imza atan Genel Kurul, ödemelere ilişkin işçiye imzalatılan İngilizce ibranameye dikkat çekti. Kararda şöyle denildi: “Somut olayda yabancı dilde tanzim edilmiş belgeler ile ilgili özel dairenin bozma kararları arasında çelişki bulunmadığı ve usulü kazanılmış hakkın oluşmadığı anlaşılmakla söz konusu bu belgelere itibar edilip edilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacı işçinin imzasını taşıyan, yabancı dilde hazırlanmış ‘final settlement and release’ başlıklı ibranameler ve bir kısım yine yabancı dilde hazırlanmış makbuzlara itibar edilerek, belgelerde yazılı ödeme tutarları, kıdem tazminatı alacağından mahsup edilmiştir.

    Ancak yabancı dil bilgisi ispatlanamayan davacı işçi tarafından, yabancı dilde düzenlenmiş belgelerin anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi mümkün değildir. Davacı asil de duruşmada alınan beyanında, uyuşmazlığa konu belgelerdeki ödemeleri kabul etmemiştir. Öte yandan söz konusu belgelerdeki ödemelerin banka aracılığıyla yapıldığı hususu da davalı tarafça ispatlanamamıştır.

    Sonuç olarak bahsi geçen yabancı dilde hazırlanmış belgelere itibar edilmemesi gerekirken aksi yönde kabul ile sonuca gidilmesi hatalı olup, direnme kararının bozulması gerekmektedir. O hâlde, Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı oy birliği ile bozulmuştur.”