Etiket: Yargıtay

  • Dedektif eşe kötü haber

    Dedektif eşe kötü haber

    Şiddetli geçimsizlik yaşayan çift boşanmak için Aile Mahkemesi’ne başvurdu. Davacı koca, boşanmak üzere olduğu eşinin telefonuna ait HTS (Historical Traffic Search) kayıtlarını kendi telefonuna yönlendirdi. Durumun ortaya çıkmasıyla hayatının şokunu yaşayan mağdur kadın, asliye Ceza Mahkemesi’ne müracaat ederek kocasından şikayetçi oldu. Dedektif koca hakkında, ‘Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme’ suçundan dava açıldı. Mahkeme, sanığı 2 yıl hapis cezasına çarptırdı.

    Sanık koca, kararı temyiz edince devreye Yargıtay 12. Ceza Dairesi girdi.

    Emsal nitelikteki kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Dosyaya göre; sanığın, adına kayıtlı cep telefonu numarası üzerinden boşanma aşamasında olduğu ve ayrı yaşadığı mağdur eşi adına kayıtlı cep telefonu numarasının son altı aylık arama bilgilerini içeren kişisel veri çerçevesinde olan HTS kayıtlarının gönderimini sağlaması ortadadır. Eyleminin TCK’nın 136/1. madde ve fıkrasında düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturduğuna ilişkin yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

    Mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, sanık müdafinin sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkin sair temyiz itirazlarının reddine hükmedilmiştir. Suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 136. maddesinde düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun temel cezasının 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezasını gerektirdiği ve sanık hakkında alt sınırdan temel cezanın belirlendiğinin belirtilmesine rağmen sanık hakkındaki temel cezanın 2 yıl hapis cezası olarak belirlenmesi yasaya aykırıdır. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

    HTS Kayıtları nedir?

    Historical Traffic Search (HTS) kayıtları, kişinin telefonundaki konuşmalar, mesajlaşmalar gibi verilerin bütünüdür. HTS kayıtları, anlaşılabilir dille kişinin telekomünikasyon yolu ile yaptığı haberleşmenin arama-aranma, mesajlaşma kayıtları, arama ve aranmalar yapıldığı esnadaki telefonun bulunduğu BAZ sinyal bilgileri, aramayı yapan tarafın karşı BAZ bilgilerinin toplu biçimde bir arada bulunduğu kısaca iletişim kayıtlarıdır.

  • Yargıtay’dan kiracıları ilgilendiren karar

    Yargıtay’dan kiracıları ilgilendiren karar

    Z.Y.’ye ait iş yerinde kiracı olarak tuhafiyecilik yapan M.A. aynı yerde yine Z.Y.’ye ait başka bir dükkanın boşalması üzerine oraya geçmek istedi. Ancak mülk sahibi Z.Y. buna razı olmadı.

    İddiaya göre M.A. izinsiz olarak haber vermeden bu dükkana geçti. Z.Y. buna itiraz edince taraflar arasında anlaşmazlık çıktı. Kiracı M.A. ve eşinin sözlü ve fiili saldırısına maruz kaldığını iddia eden Z.Y., İzmir Konak Kaymakamlığına başvurup M.A.’nın ve eşinin eyleminin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 256. maddesi gereğince kiralananı açıktan fena kullanma niteliğinde olduğunu ileri sürerek M.A.’nın taşınmazından tahliyesine karar verilmesini talep etti.

    M.A.’nın avukatı ile verdiği cevap dilekçesinde ise dava konusu iş yerinin taraflarca imzalanan yazılı kira sözleşmesi uyarınca müvekkili tarafından aylık 500 TL kira bedeli ile kiralandığını ve bugüne kadar işlemiş kira bedellerinin de ödendiğini, davacı tarafa yönelik küfür, hakaret ve saldırı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, aksine davacının müvekkiline yönelik küfür, hakaret, tehdit ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/1. maddesinde tanımlanan iftira suçunu işlediğini, müvekkilinin taşınmazda yaptığı birtakım tadilat, tamirat ve tefrişten sonra tahliye etmesi konusunda tehdit ve hakarette bulunduğunu, müvekkilinin iş yerini işgal ettiği iftirası ile Konak Kaymakamlığına idari başvuru yaparak taşınmazın 3091 sayılı Kanun uyarınca tahliye edilmesini talep ettiğini, ancak iş yerinin müvekkili tarafından kira sözleşmesine dayalı olarak kullanıldığı gerekçesiyle talebin reddine karar verildiğini, davacı hakkında iftira suçundan şikayetçi olunduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini belirterek davanın reddini istedi.

    Her iki tarafın da birbirine açtığı ceza davalarında kiralayanın şikayeti üzerine davalı kiracı hakkında hakaret ve basit yaralama suçundan kamu davası açılırken, Sulh Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonunda, davalının “mahkumiyetine yeter delil olmadığı müsnet suç sabit olmadığından beraatına” karar verilip karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşti. Hakkında beraat kararı verilen davalı kiracı ise kiralayan hakkında iftira suçundan şikayetçi olduğu İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonunda kiralayan hakkında iftira suçundan cezalandırılmasına, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına karar verilip karar kesinleşti.

    Mahkeme davayı reddetti

    Sulh Hukuk Mahkemesi, “Davacı tanığının hazırlık aşamasındaki ifadesinde ve ceza yargılamasında görgüsü olmadığını bildirmesine rağmen mahkememizde aksi yönde beyanda bulunduğu, bu tanığın son ifadesinin de samimi görülmediği, diğer iki tanığın hazırlık aşamasındaki ifadesi ile ceza mahkemesindeki ifadesinin çelişkili olduğu, diğer tanıkların hakarete ilişkin görgülerinin olmadığı gerekçesiyle” davanın reddine karar verdi.

    Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesi, kararı bozdu

    Davalı kiracının kiralayana yönelik hakaret ve basit yaralama eyleminin olup olmadığı bu hususun kira ilişkisini çekilmez hale sokup sokmadığı hususunda toplanan Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesi, “Ceza dosyasında dinlenen tanık anlatımlarından davalı kiracının kiralayana yönelik fiili ve sözlü eyleminin olduğu hakaret içerikli sözler söylediği, kiralayana yönelik manevi ızrar yaptığı anlaşılmaktadır. Davalının, ceza yargılamasında yeterli delil olmadığı gerekçesiyle beraat etmiş olması Türk Borçlar Kanunu 74. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlamaz. Ceza yargılamasında eylemin yasada belirtilen tipik suç tanımına uyup uymadığı, kast unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilirken, hukuk hakimi, eylem suç teşkil etmese de daha geniş bir yorumla eylemin hukuka aykırı olup olmadığını, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin hukuka aykırı eylem nedeniyle çekilmez hale gelip gelmediğini inceler. Gerek ceza yargılamasında dinlenen tanık anlatımları gerekse davalı kiracının kiralayan aleyhine iftira suçundan şikayette bulunarak husumeti devam ettirmesi taraflar arasındaki kira ilişkisinin çekilmez hale geldiğini göstermektedir. Türk Borçlar Kanunu 316/2. (doğrusu 316/3.) maddesindeki şartların oluştuğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, açıklanan hususlara uyulmadan yazılı biçimde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir” gerekçesi ile kararı bozdu.

    Sulh Hukuk Mahkemesi direndi

    Bozma kararının ardından Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından, “Yargıtay bozma ilamında, kiracının, kiralayan aleyhine iftira suçundan şikayette bulunması hususunun kira sözleşmesinin çekilmez hale gelmesi olarak kabul edildiği, kiracının iftira suçundan kiralayan aleyhine şikayette bulunmasının, kiracının BK’nın 256/1. maddesinde belirtilen ‘icap eden vazifeye’ 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndaki (TBK) ‘saygı göstermek’ yükümlülüğüne aykırılık olarak görüldüğü, ancak kiracının Anayasal bir hak olan şikayet hakkını kullanması hususunun göz ardı edildiği, Anayasal bir hakkını kullanan kiracıya, bu hakkını kullanmasından dolayı aleyhine hukuki sonuç yüklenmesinin doğru olmadığı, kiraya verenin kendi eylemi ile iftira suçunun oluşmasına neden olduğu ve bu durumdan yararlandırılmasının mümkün olmadığı, gerek kiracının gerekse kiraya verenin birbirlerine saygılı davranmak zorunda olduğu, kiracının iftira suçundan yaptığı şikayetinin aleyhine sonuç doğurmasının yerinde görülmediği gerekçesiyle” direnme kararı verildi.

    Direnme kararı süresi içinde davacının mirasçıları vekili tarafından temyiz edildi.

    Son sözü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu söyledi

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise, “Taraf beyanları ve dosya kapsamına göre davacı, davalı hakkında hakaret ve basit yaralama suçlarından şikayette bulunmuş, Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, mahkumiyete yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle davalının müsnet suçlardan beraatına karar verilmiştir. Davalı da davacı hakkında hakaret ve iftira suçlarından şikâyette bulunmuş, Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davacının hakaret ve iftira suçlarından mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bu durumda, davacı ve davalının birbirleri hakkında şikâyette bulundukları, haklarında ceza mahkemelerinde yargılamalar yapıldığı, böylelikle kira ilişkisinin kiraya veren bakımından çekilmez hâle geldiği anlaşılmakla BK’nın 256/2. (TBK’nın 316/3.) maddesindeki şartların oluştuğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekir” diyerek, Sulh Hukuk Mahkemesi’nin direnme kararını, kiracının tahliyesi yönünde hüküm kurulması yönünde bozdu.

  • Amirine beddua etti tazminatsız kovuldu

    Amirine beddua etti tazminatsız kovuldu

    Bir firmada iki senedir depocu olarak çalışan genç, kendisine baskı yaptığı ileri sürülen amirine “Allah belanızı versin, çocuğunuzdan çıkarsın” demesi üzerine tazminatsız kovuldu.

    Beddua ettiği için kovulan depocu İş Mahkemesi’nin kapısını çaldı. İş akdinin davalı işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini, tazminatlarının ödenmediğini ileri sürerek ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının faizleriyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etti.

    Davalı patron; davacının yapmakla görevli olduğu işi gereği gibi ve zamanında yapmadığını, kendisini uyaran arkadaş ve amirleri ile tartıştığını öne sürdü. İş Mahkemesi, davacının işyeri müdür yardımcısına “Allah belanızı versin, çocuğunuzdan çıkarsın” dediğine dikkat çekti.

    İşveren tarafından 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 25/II-b,h uyarınca yapılan feshin işveren açısından haklı fesih olduğu kanaatine varan mahkeme davanın reddine hükmetti. Kararı davacı depocu istinaf etti. Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Bedduanın hakaret değil kötü temenni çerçevesinde olduğunun vurgulandığı kararda şöyle denildi:

    “Davacının, iş yeri vekili ve kurumdaki bazı çalışanların sürekli olarak iş yerinde kendisine mobbing uyguladığını, mobbing uygulayarak iş sözleşmesini feshetmeye zorladıklarını ileri sürdüğü görülmüştür. Davalı işveren her ne kadar davacının iş akdinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-b ve 25/II-h maddeleri gereğince haklı nedenlerle feshedildiğini savunmuş ise de; davacının haklı fesih boyutunda eyleminin varlığının ispatlanamadığı ortadadır. Mahkeme kararında dayanılan ‘Allah belanızı versin, çocuğunuzdan çıkarsın’ şeklindeki sözler de beddua olup hakaret niteliğinde olmadığı gibi işverenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle feshin haklı nedene dayanmadığı değerlendirilmiştir. Bu durumda davacının kıdem ve ihbar tazminatı talep hakkının doğduğu anlaşılmakla davanın kabulü gerekirken mahkemece davanın reddine ilişkin hüküm kurulması hatalı bulunmuştur. İş Mahkemesi hükmünün ortadan kaldırılmasına davanın kabulüne hükmedilmiştir.”

  • Baskıyla alınan istifa geçersiz sayılacak

    Baskıyla alınan istifa geçersiz sayılacak

    Küçültmeye giden iş yeri sahibi iddiaya göre çalışanları tek tek odaya çağırarak istifa dilekçesi imzalatmaya zorladı. İstifa dilekçesi imzaladığı gerekçesiyle kapı önüne konulan 16 yıllık çalışan, soluğu İş Mahkemesi’nde aldı.

    İş akdi feshinin istifa olarak gösterildiğini, oysaki istifa belgesini rızası ile imzalamadığını, davalı işverenliğin işletmesel büyüklüğü göz önüne alındığında pozisyon değişikliği yapılabilecekken iş akdinin fesih edildiğini öne sürdü. Feshin geçersizliğine ve işe iadesinin kabulüne, işe iadeye karar verilmesi ile birlikte davanın kesinleşmesine kadar boşta geçen 4 aylık ücreti ile işverenin süresi içinde işe başlatılmaması halinde 8 aya kadar iş güvencesi tazminatına karar verilmesi gerektiğini talep etti. Davalı şirket sahibi ise davacının 16 sene boyunca çalıştığını ve iş akdinin davacı işçinin rızası ile son bulduğunu, işe iade şartlarının oluşmadığını ve davanın reddi gerektiğini savunodu. İş Mahkemesi; davanın kabulüne, davacının işe iadesine hükmetti. Kararı davalı istinafa götürdü.

    Devreye giren Bölge Adliye Mahkemesi, emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Davacı tarafın istifa iradesinin bulunmadığına ilişkin iddiası, davacı tanık anlatımları ile ispatlanmıştır. Dosya çerçevesinde davalı tarafın iş sözleşmesini haklı veya geçerli nedenle feshettiğine ilişkin bir savunması bulunmadığı, buna ilişkin delil de sunulmadığı görülmüş, davalı tarafça yapılan feshin haksız fesih niteliğinde olduğu değerlendirilmiş ve davanın kabulü ile davacının işe iadesine karar vermek gerekmiştir. Dinlenen davacı tanıkları şirketin küçülmeye gitmesi nedeni ile toplu olarak işçi çıkartma yapmak üzere her bir işçiyi tek tek odalara alarak özel görüşme yapıldığını, hiçbirinin istifa etmeyi düşünmediği ancak ‘verilen sözleşmeleri imzalarsanız çok daha sağlıklı olur’ dedikleri ortadadır. Birçok kişinin imzalamak zorunda hissettiği için imzaladığını, davacının da herkes imzalayacak diye imza attığını, imzalamayanlar olduğunu öğrenince çok üzülerek ağladığını beyan etmiştir. İstifa talebini içeren dilekçenin irade fesadı ile imzalatıldığı hususu tanık beyanları ile ispatlanmıştır. Ayrıca aynı tarihli ibraname ile ihtirazi kayıt ile imzaladığı bellidir. Davacının fesih iradesi olmadığı anlaşıldığından istinaf talepleri yerinde görülmemiştir. İlk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya ve dosya içeriğine uygundur, aksine itirazların hiçbirisi yerinde görülmemiştir.”

  • Kapıcılara fazla mesai yok

    Kapıcılara fazla mesai yok

    Görev yaptıkları binaların bakımı, korunması, temizliği, güvenliğinin sağlanması, kaloriferlerin yakılması, küçük çaptaki onarımlar ve taşınmazda oturanların alışveriş işlerinin görülmesi işleri ile iştigal eden kapıcılara kötü haber Yargıtay’dan geldi.

    Bir binada görev yapan kapıcı, işten kovulunca soluğu İş Mahkemesi’nde aldı.

    Mahkeme; fazla mesai talep eden davacı kapıcıyı haklı buldu. Kararı davalı apartman yönetimi temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk dairesi girdi.

    Kapıcı hizmetlerinin aralı işler olduğunun hatırlatıldığı kararda şöyle denildi:

    “Kapıcıların vazifeleri aslında aralıksız sürmeyip, vakit vakit ifa edilmesi icap eden işlerden olup işlerin yapıldığı vakitler arasında kalan boş zamanları kapıcının dilediği gibi kullanma imkanı olduğu unutulmamalıdır. Bu zamanların günlük çalışma süresine dahil edilmesi mümkün değildir. Bu itibarla, kapıcıların fazla mesai taleplerine ilişkin araştırma ve inceleme yapılırken öncelikle kapıcının çalıştığı apartmanın daire sayısının ve bir günde yaptığı işlerin neler olduğu ve bu işlerin ne kadar zamanda yapacağının tespit edilmesi ve buna göre fazla mesai yapıp yapmadığı saptanması, tanık anlatımlarının da bu saptamalar ışığında değerlendirilmesi gerekir. Kömür kaloriferli olmayan binada görev yapan ve sabah ve akşam servise dışında farklı görevler yaptığı ispatlanamayan konut kapıcısı için fazla çalışma ücretinden söz edilemez. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

  • Yargıtay’dan taksicilere müjde

    Yargıtay’dan taksicilere müjde

    Yıllarca bir ticari takside saat 15.00 ile 03.00 arasında şoförlük yapan genç, sözleşmesi feshedilince İş Mahkemesi’ne müracaat ederek taksi plakası sahibinden davacı oldu. Davacı taksi şoförü, ödenmeyen kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti.

    Davalı taksi sahibi ise davacı ile arasındaki ilişkinin işçi-işveren ilişkisi olmayıp hasılat kirası olduğunu, bu nedenle görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini öne sürdü. Davacının işçi olarak çalıştığını kabul etmemekle birlikte davacıya ait istifa dilekçesi sunduklarını belirterek davanın reddini savundu.

    İş Mahkemesi, davacının davalıya ait ticari takside çalıştığı, davalı işverenin sahibi olduğu ticari taksiyi satması üzerine iş sözleşmesini haklı neden olmaksızın feshettiğine dikkat çekti. Kararda; ticari taksilerde şoför olarak çalışan işçilerin günlük elde ettiği hasılattan belli bir miktar mal sahibine vermek, kalan hasılatın ise o günün ücreti olarak işçiye kalması şeklinde ticari bir teamül bulunduğu hatırlatıldı. Bu şekildeki ücret ödeme sisteminde ne kadar çalışırsa çalışsın mal sahibine verilen miktarın değişmeyeceği, ticari taksi sahibinin günlük kendisinin aldığı miktardan ayrıca şoföre fazla çalışma ücreti ödemesi hâlinde fazla çalışmanın tamamen kendi aleyhine olacağı vurgulandı. Bu nedenle fazla çalışma ücreti talebinin reddedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verildi.

    Her iki taraf avukatı da kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi. Mahkeme hükmünün bozulduğu Yargıtay kararında; “Davacı; davalıya ait takside şoför olarak çalıştığını ve fazla mesai yaptığını iddia etmiş, iddiasını ispat amacıyla tanık deliline dayanmış ve davacı fazla mesai yaptığını tanık beyanlarıyla ispatlamıştır. Hasılata bağlı günlük yevmiyeli olarak çalışan işçilerin yevmiyelerinin miktarı günlük çalışma süresine bağlı olup, ne kadar çok çalışırsa yevmiye artacağından çalışılan tüm saatlerin normal ücreti yevmiye içerisinde alındığından fazla çalışma ücretinin zamsız tutarının yevmiyenin içinde ödendiği kabul edilerek fazla çalışma ücretinin sadece%50 zamlı kısmı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır. Bu nedenle dosyada mevcut bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutularak, fazla çalışma ücretinin sadece yüzde 50 zamlı kısmı hesaplanıp, makul oranda bir takdiri indirim yapılarak, fazla çalışma ücretinin hüküm altına alınması gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile talebin reddi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.” denildi.

    Taksicinin ücreti doğru hesaplanmalı

    Yeniden yapılan yargılamada İş mahkemesi ilk kararında direndi. Bu karar da temyiz edilince devreye bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. Emsal nitelikte bir karara imza atan Kurul, taksicilere fazla mesai ücreti verilmesi gerektiğine hükmetti. Kararda şu ifadelere yer verildi: “İşçininparçabaşıücretiiçinde zamsız kısmı ödenmiş olmakla, fazla çalışma ücreti sadece yüzde elli zam miktarına göre belirlenmelidir. Hasılata bağlı günlük yevmiyeli olarak çalışan işçilerin haftalık kırkbeş saatten fazla çalışsa dahi fazla çalışma ücretine hak kazanmayacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.

    Bu itibarla, hasılata bağlı günlük yevmiyeli olarak çalışma sisteminde, haftalık 45 saati aşan bir çalışması bulunması durumunda işçinin fazla çalışma ücretine hak kazanacağı kabul edilmelidir. Diğer taraftan, işçinin çalışma süresi arttıkça geliri de artış göstereceğinden, fazla çalışma ücretinin zamsız tutarının yevmiyenin içinde ödendiği kabul edilerek fazla çalışma ücretinin sadece yüzde elli zamlı kısmı hesaplanmalıdır. .Bu itibarla, dosya çerçevesindeki deliller, yapılan işin niteliği ve tanık beyanları dikkate alındığında davacının fazla çalışma yaptığı anlaşıldığından, mahkemece davacının haftalık kaç saat fazla çalışma yaptığı belirlenmeli, daha sonra fazla çalışma ücretinin sadece yüzde elli zamlı kısmı hesaplanmalı ve hesaplanan miktardan da karineye dayalı makul oranda indirim yapılarak karar verilmelidir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

  • Yargıtay’dan kilometre dolandırıcılarına kötü haber

    Yargıtay’dan kilometre dolandırıcılarına kötü haber

    İnternet sitesi üzerinden 68 bin kilometrede bir otomobil için ilan sahibiyle anlaşmaya varan bir tüketici, bir süre sonra arızalanan otomobilini yetkili servise götürünce büyük şok yaşadı. Aracın gerçek kilometresinin 200 bin olduğunu öğrenince dolandırıldığını anlayan mağdur tüketici, Ağır Ceza Mahkemesi’nin yolunu tuttu.
    Aracı satan kişi, ‘nitelikli dolandırıcılık’ suçundan hapis cezasına çarptırıldı. Sanık, karara itiraz edince devreye Yargıtay girdi. Emsal nitelikte bir karara imza atan Yüksek Mahkeme; kilometresi düşürülmüş aracı değerinin üzerinde satmanın, ‘nitelikli dolandırıcılık’ suçunu oluşturduğuna dikkat çekti. Kararda şöyle denildi:
    “Davacının aracı satın aldığı ancak aracın yetkili servise götürülmesi ile, aracın kilometre saatinin değiştirildiğinin ve 200 bin kilometrede olduğunun tespit edilmiştir. Bu suretle sanığın nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda; tüm dosya çerçevesine göre sanığın mahkumiyetine yönelik mahkemenin kabulünde isabetsizlik görülmemiştir. Mahkeme hükmünün onanmasına oy birliği ile kabul edilmiştir.”

    Kilometreyi düşürüp araç satanlara 10 yıl hapis

    Aracın gerçek değerinden daha yüksek değere satmak için yapılan hilelerden biri de aracın kilometresini düşürmek. Gerek teknik yöntemlerle gerekse de yeni araçlarda yazılım vasıtasıyla kilometre değeri düşürülebiliyor. Araçlarda kilometresi aracın değerini etkileyen asli unsurlarından birisi olarak görülüyor. Aracın yıpranma payının hesaplanması ve ileride çıkabilecek sorunların ve motor ömrü bakımından çok önemli bir husus olarak biliniyor. Türk Ceza Kanunu’nun 158. maddesinde ‘Nitelikli dolandırıcılık’ başlığı altında bu tür hileye başvuranlara yönelik verilecek cezalar şöyle açıklanıyor:
    “Nitelikli dolandırıcılık suçunun cezası 3 yıl ila 10 yıl arasında hapis olarak belirlenmiştir. Buna ek olarak 5000 güne kadar adli para cezası da hükmedilmektedir.”

  • Yargıtay’dan fazla mesai kararı

    Yargıtay’dan fazla mesai kararı

    Bir lokantada garson olarak çalışan M.D., işten ayrılınca resmi tatillerde çalıştığını belirterek fazla mesai alacaklarının tahsilini istedi. Davalı esnaf lokantası sahibi S.H., iddiaları reddetti. Mahkeme, lokantada çalışan tanıkları dinleyerek fazla mesai yapıldığına hükmetti.

    Kararı inceleyen Adalet Bakanlığı, kararın kanun yararına bozulmasını talep etti. Dava dosyasını yeniden açan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, emsal nitelikte bir karara imza attı.

    Fazla mesai taleplerinde imzalı bordroların dikkate alınması gerektiğinin vurgulandığı kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Başvuru, davalı işverene ait lokantada garson olarak çalışan davacı işçinin fazla çalışma ücretinin ödenmediği iddiasına ilişkindir. İlk Derece Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulması için temyiz edilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, fazla çalışma ücretine ilişkin olarak kurmuş olduğu hükme esas bilirkişi ek raporunda işçinin fazla çalışma ücreti, hatalı bir şekilde, yalnızca tanık beyanları esas alınarak hesaplanmış; imzalı ücret bordrolarına itibar edilmemiştir. Ancak, fazla çalışma ücretinin hesaplanmasında işçinin imzalamış olduğu ücret bordrolarının da esas alınması gerekmektedir.

    Nitekim, imzalı bordroda yazılı olan fazla çalışma süresinden daha uzun sürelerle fazla çalışma yapıldığı iddiası işçi tarafından ancak yazılı delille ispat edilebilecektir. Mahkemece bilirkişi ek raporundaki hesaplamalara itibar edilerek fazla çalışma ücreti hüküm altına alınmıştır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, tanık anlatımlarına göre davacının son brüt ücretinin 2.475,84 TL olduğu ve haftada 28 saat fazla çalışma yaptığı belirlenmiş, bu verilere göre hesaplama yapılmış ise de imzalı ücret bordrolarının dikkate alınmaması hatalı olmuştur.

    İşçinin gerçek ücretinin bordroda belirtilen miktardan daha yüksek olması mümkündür. Ancak bu halde dahi, imzalı bordrodaki fazla çalışma süresini aşacak şekilde fazla çalışma yapıldığı iddiası ancak yazılı bir delil ile ispatlanabilir. Böyle bir yazılı delilin bulunmaması halinde, bordrodaki fazla çalışma süresi ile bağlı kalınarak gerçek ücret üzerinden fazla çalışma alacağı hesaplanmalı, bordrodaki ödeme miktarı mahsup edilerek sonuca gidilmelidir. Mahkemece bu ilke ve esaslar gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup, kanun yararına temyiz isteğinin bu gerekçe ile de kabulü gerekmiştir.”

  • Yargıtay’dan dökülen sıva kararı

    Yargıtay’dan dökülen sıva kararı

    Yıllarca hayalini kurduğu daireyi satın alan tüketici, binanın mantolama ve dış cephe sıvasının kalitesiz malzeme kullanılarak hatalı şekilde imal edilmesi sebebiyle hayatının şokunu yaşadı.

    Bina sakinlerinin şikayetlerine muhatap kalan müteahhit, sıvanın zaman içerisinde çatlayarak dökülmeye başladığını belirterek, bu durumun tüm sitedeki binalarda ortaya çıkması üzerine bizzat 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme, tüm konutlardaki ayıplı ve eksik imalatı tespit etti. Buna rağmen mağduriyetlerinin sürdüğünü belirten davacı daire sahibi, davalı tarafça hiçbir işlem yapılmadığını, gerçek zararının mahkemece yapılacak inceleme sonucunda belirleneceğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 2 bin 835 lira tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti.

    Davalı müteahhit, proje ve sözleşme çerçevesinde olup da eksik ve kusurlu yapıldığı tespit edilen işlerin giderilmesinin sözleşme gereğince dava dışı yükleniciye ait olduğunu dile getirdi. Ayıpların yüklenici firma tarafından değerlendirilerek giderildiğini, buna rağmen davacının taleplerini idareye yöneltmesinin hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olduğunu öne sürdü. İnşaatın standartlara uygun tamamlandığını, davacı ile imzalanan satış sözleşmesinin 3/4. maddesinde alıcının mevcut durumunu görerek aldığı taşınmazla ilgili sonradan tamirat, onarım veya alacak talebinde bulunmayacağının açıkça kararlaştırıldığını savunarak davanın reddini istedi.

    Tüketici Mahkemesi, imalattan kaynaklı gizli ayıp sebebiyle doğan zarardan davalının sorumlu olduğu ve süresinde dava açıldığı gerekçesiyle davanın ıslah edilen miktarı üzerinden kabulüne karar verdi. Davalının temyiz müracaatı üzerine devreye giren Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, kararı bozdu. Yeniden yapılan yargılamada mahkeme ilk kararında direndi. Davalı şirket kararı temyiz edince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. Emsal nitelikte bir karara imza atan kurul, satıcının gizli ayıbı bilmesine rağmen dürüst davranmadığına dikkat çekti. Kararda şu ifadelere yer verildi:

    “Somut olay incelendiğinde davaya konu konut projesinde bulunan tüm taşınmazların dış cephelerinde zaman içerisinde kabarma ve dökülmelerin başlaması üzerine tüketicilerin açtığı davalara muhatap olan davalının bizzat şantiye mahallinde yaptığı inceleme ile eksik ve ayıplı imalat bulunduğunu gözlemlediğini ifade ederek 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurduğu ortadadır. Bu suretle davacıya ait taşınmazın da aralarında bulunduğu projenin genelinde ayıbın var olduğunu bilen, aralarındaki sözleşme gereği yüklenici tarafından onarılması gerektiğini ileri süren davalının, eldeki davada süresinde ayıp ihbarı bulunmadığı savunmasında bulunması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi anlamında dürüstlük kuralıyla bağdaşmaz. Hâl böyle olunca, yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.”

  • Evlililik vaadiyle dolandırıcılık yapana şok

    Evlililik vaadiyle dolandırıcılık yapana şok

    Bir süredir arkadaş olan çift evlenme kararı aldı. Düğün planları yapan damat adayı, sahip olduğu apartman dairesi ve otomobilini evleneceği kişiye devretti. Bir ay sonra genç kadın evlenmekten vazgeçince damat adayı hayatının şokunu yaşadı. Mahkemenin yolunu tutan mağdur genç, evlilik vaadiyle dolandırıldığını öne sürdü.

    Dairenin devrinden sonra davalının evlenmekten vazgeçip kendisini terk ettiğini, taşınmazın hile ile elinden alındığını, bedelinin de ödenmediğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescilini istedi. Adına tescilli aracını bedelsiz olarak davalıya devrettiğini, davalı tarafından hileye düşürüldüğünü, davalının daha sonra aracı 3. kişiye sattığını iddia etti.

    Davalı gelin adayı ise devirlerin davacının iradesine uygun olarak gerçekleştirildiğini, hilenin söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savundu. Mahkeme; hile iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın kabulüne hükmetti. Evlilik vaadiyle dolandırıcılık yapmakla suçlanan gelin adayı kararı istinaf etti. Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi, iddianın ispatlanamadığı, temlikin iradi olduğu gerekçesiyle, istinaf başvurusunun kabulüne, kararın ortadan kaldırılmasına hükmetti. Kararı davacı genç temyiz edince devreye Yargıtay 1. Hukuk Dairesi girdi.

    Hata başka hile başka

    Oy birliği ile alınan Yargıtay kararında genç kadının evlilik vaadiyle daire ve otomobili aldığına dikkat çekildi. Kararda hile ve hatanın tanımları yapılarak iki kavram arasındaki farklılıklara vurgu yapıldı.

    Kararda şöyle denildi:

    “Bilindiği üzere ‘hile’ (aldatma); genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. Taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili(makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

    Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi, iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Somut olayda, dinlenen tanık beyanlarından ve tüm dosya içeriğinden, tarafların birlikte yaşadıkları, davacının evleneceği inancıyla maliki olduğu taşınmazı ve aracını davalıya devrettikten yaklaşık 1 ay sonra davalının kusuruyla ortak yaşama son verildiği ve davalının davacıdan ayrıldığı, bu suretle evlilik vaadi ile davacının iradesinin fesada uğratıldığı, hile iddiasının kanıtladığı anlaşılmaktadır.

    Hal böyle olunca, asıl ve birleştirilen davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir.”